Rahman ve Rahim olan Allah‘ın ismiyle
VAHY BÂBI
3
1- Bâb1[1]: Rasûlullah'a -Allah O'na Salât Ve Selâm Etsin- Vahyin Başlangıcı Nasıl Olduğu2[2] Ve Zikri Yüce Olan Allah'ın Şu Kavli:
1[1] Ebû Zerr (434/945) ve Asîlî (392/1001) rivayetinde "bâb"sız; diğerlerinde "bâb" sözüyledir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/141. 2[2] Musannif Buhârî'ye, kitabına maksadından haber verir bir hutbe ile başlamamış olduğu ve bir de Hamdele ve Şehâdet'le başlamadığı için i'tirâz edilmiştir. Bu iki i'tirâza cevâb: Hutbede kendisinden hiç ayrılınmayacak bir tek siyâk vâcib olmaz. Hutbeden garaz, maksada delâlet edecek bir şeyle başlamaktır. İmâm Buhârî, kitaba, "Vahyin başlaması" unvanı ve amelin niyetle birlikle devr edici olduğuna müştemil olup maksadına delâlet eyleyen hadîsle başlamıştır. Sanki o: "Ben, mahlûkaatın hayırlısından alınmış olan sünnet vahyini öyle bir veçhile toplamayı kasdettim ki, bunda amelimin güzelliği ve kasdım zahir olacaktır: Kişi için ancak niyet ettiği şey vardır" demekledir. Binâenaleyh tasrîh etme yerine telvîhle, yâni parıldatmakla iktifa etmiştir. Zâten o, bu kitabın başlıklarının çoğunda, bu yola gitmiştir. Kitabına hamd ve şehâdetle başlamadığı i'tirâzına cevâb şudur: Ebu Dâvûd ve diğerlerinin Ebû Hureyre'den rivayet ettikleri: "El-hamdu liliahi İle başlanılmayan her şerefli iş, kesiktir." "İçinde şehâdet kelimesi bulunmayan her hutbe kesik el gibidir." hadîsleri, Buhârî'nin şartı üzere değillerdir. Bunların her ikisi hakkında söz vardır. Biz bunların hüccetliğe elverişli olduklarını kabul ettik; fakat, bu iki hadîste hamdele ve şehâdetin söyleme ve yazmada beraberce vâcib olacağı hükmü yoktur. Muhtemel ki Buhârî kitabını ortaya koyma sırasında diliyle nutk olarak hamdetmiş ve şehâdetleri söylemiştir de, "Besmele" ile yetinerek, bunları yazmamıştır. Çünkü üç şey, yânî Besmele, hamdele ve teşehhûd'ü bir yere toplayacak olan mikdâr, Allah'ı anmaktır. O da Besmele ile hâsıl olmuştur. Bunu, Kur'ân'da ilk nazil olan "Rabbinin ismiyle oku!" kelâmı da te'yîd
4
"Nuh'a, ondan sonraki peygamberlere vahy ettiğimiz ve İbrahim'e, İsmâil'e, İshâk'a, Ya'kûb'a, evlâdlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahy eylediğimiz ve Dâvûd'a Zebûr verdiğimiz gibi,
etmektedir. Binâenaleyh yazmada Kur'ân'a uyma yolu. Besmele ile başlamak ve yalnız onu yazmaktır. Bilhassa bu, birinci babın ihtiva ettiği şeyleri söylemekte uygun düşmüştür. Çünkü bizzat maksûd olan bu babın hadîsleridir. Keza Rasûlullah'ın hükümdarlara yazdığı mektûblarıyle, hükümler hakkındaki mektûblarının hamdele ve diğerleri olmaksızın, sâdece Besmele ile başlatılmış olmalarıyle, yazmada Besmele'nin yeteceğini te'yîd eder. Buhârî, hamd ve şehâdet lâfızlarına risale ve vesikalarda değil de, ancak hitabelerde ihtiyaç olunacağım iş'âr eder. Musannif, kitabını hutbe ile başlatmayınca, içindekilerle öğrenme ve öğretme yönünden faydalanmaları için, bunu ilim ehline yazılmış-mektûblar mecrasına akıtmıştır. Bu babın şerhinde daha birçok cevâblar verilmiştir ki, onlarda tefekküre meydân vardır....(İbn Hacer). Bana göre, buradaki vahyin ma'nâsı, ibaresiyle telâffuz edilmiş ve tilâvet olunmuş bulunan vahiy, yânî Kur'ân ile hadîs denilen gayr-ı metluvv vahiydir. Bu ifâde, müslümânların dillerindeki "Nasıl başladı? Nereden geldi? Bizim yanımıza hangi cihetten vâki' oldu?" şeklinde söylenen ta'bîrlerdendir. Bu suâlin cevâbı: "O bizim yanımıza güvenilir âlimlerden, onlara da sahâbîlerden, onlara da Peygamber'den, ona da Allah'ın ona vahyetmesinden vâki' olmuştur" kelâmıdır. Bâb içinde Allah'ın bu işleri Peygamber'e vahyetmesinin bizce şübhesiz ve mütevâtir bir husus olduğuna delâlet eden hadîsler vardır (Şah Veliyyullah). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/141-142.
5
şübhesiz Sana da vahyettik biz." (en-Nisâ: 4/163)3[3]
1- Bize Humeydî Abdullah ibn Zubeyr (öl.219) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne (öl.198) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Yahya ibn Saîd el-Ensârî (143? 146) tahdîs edip Ģöyle dedi; Bana Muharamed ibn Ġbrahim et-Teymî (120-121) haber verdi ki, kendisi Alkame ibn Vakkaas el-Leysî (63? - 83?)'den Ģöyle
3[3] Âyetin bâb başlığına münâsebeti, Peygamberimize yapılan vahyin sıfatı, kendinden önce gelip geçmiş peygamberlere yapılan vahyin sıfatına uygun olması cihetindendir. Buhârî, bu âyeti kitabının başına, vahyin bütün peygamberlerde Allah'ın bir sünneti, bir kanûnu olduğunu isbât gayesi için almıştır. "Muhakkak biz sana, tıpkı Nuh'a ve ondan sonraki bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik." Yânî, mücerred bir ilham, bir sâniha, bir firâset değil; bütün peygamberlerde kaanûn olan bir vahiy ile vahyettik. Sana olan vahiy, o peygamberlerde cereyan eden ve onları peygamber tanıtan vahiylerin bütün nevi'lerini hâiz ve onların hey'et-i mecmuasına mümasildir. Binâenaleyh seni onlardan tefrîk etmek küfür ve inâddan başka birşey değildir. Sen, ilk gelen bir peygamber değilsin; Nûh'dan sana gelinceye kadar nice peygamberler gelmiştir... Nübüvvetin künhü, bir Allah vergisi olan vahy-i mahsûstur. Bütün peygamberler böyle İlâhî vahy ile peygamber olmuşlardır. Sana da bütün onlara vahy olunduğu gibi vahyolunmuştur ve sen de onların cümlesinin vahiy sureti tecellî etmiş ve sana indirilen Kitâb, bu suretle indirilmiştir... (Hakk Dîni, II, 1524-1525.) Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/142-143.
6
derken iĢitmiĢtir: Ben Umer ibn el-Hattâb -Allah ondan râzî olsun- (20)'dan iĢittim, minber üzerinde Ģöyle dedi: Ben Rasûlullah (S)'dan iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan şey ancak odur. Artık her kim nail olacağı bir dünyâ (malı) veya nikâh edeceği bir kadından dolayı hicret etmiş ise, onun hicreti (Allah'ın ve Rasûlü'nün rızâsına değil), hicret etmiş olduğu şeyedir"4[4].
4[4] Buhârî, bu "Niyet Hadîsi"ni çok büyük bir dikkat ve titizlikle topladığı kitâbına başlangıç yapmakla, bunun el-Câmi'u's-Sahîh içindeki mevkiini, Fâtiha'nın Kur'ân-ı Kerîm içindeki mevkii yerinde tutmuştur. Böylece Buhârî. niyetin insan hayatındaki büyük ehemmiyetini belirtmiş oluyor: Şübhesiz şer'î hükümler ve dînî mükellefiyetler iki esâs üzerinde tezahür eder: a. Kalbin bir şeye yönelmesi, onu kasdetmesi, o şeye varması, onu kabullenmesi şeklinde tezahür eden kalbî ameller; b. Organlarla yapılan her türlü ameller, yânî hareketler, işler ve davranışlar. Niyet hadîsi bütün kalbi amelleri içine aldığından, dînin yarısını toplamıştır. Bütün amellerin oluşu ve ayrıca değer kazanması, evvelâ içimizdeki gizli niyetlere, ikinci olarak da organların görünürdeki fiil ve harekellerine dayanmakladır... Buhârî bu hadîsi, Sahîh'ınin diğer altı yerinde, başka başka şeyhleri yolundan getirmiştir: îmân, Itk, Menâkıbu'l-Ensâr (Hicretu'n-Nebî), Nikâh, Eymân ve'n-Nuzur, Hıyel (Terku'l-Hıyel babında). Bu hadîs, kişinin bir nevi' hareketinin kıymeti niyetinin nev'ine bağlı bulunduğuna ve herkesin sevâb ve ikaaba nâiliyeti, niyet ettiği hayr ve
7
2- Bize Abdullah ibn Yûsuf (217-218?) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Mâlik ibn Enes (179), HiĢâm ibn Urve(61-146)'den, o da babası Urvetu'bnu'z-Zubeyr (20-94/97?)'den, o da mü'minlerin annesi ÂiĢe (58;R)'den haber verdi ki (Ģöyle demiĢtir:) Haris ibn HiĢâm (18, R), Rasûlullah(S)'dan: ―Yâ Rasûlallah, sana vahy nasıl gelir?‖ diye sordu. Rasûlullah: "Bâzı vakitlerde bana çıngırak sesi gibi gelir ki, bana en ağır geleni de budur. Benden o hâl gider gitmez, (meleğin) bana söylediğini iyice bellemiş
şerrden ibaret bulunduğuna delâlet etmektedir. Buna göre, her nevi' hareketimiz üzerinde niyetin pek büyük te'sîri vardır. Böyle yüksek bir hakîkati bildirmekte olduğu için, bunu müelliflerin çoğu kitâblarının başına geçirmişlerdir. Buhârî de Sahih'ine bu hadîs ile başlamıştır. Ebû Dâvûd: Rasûlullah'ın beş yüz bin hadîsini yazdım. Sonra bunlardan hükümlere dâir olan 4800 hadîs seçtim. Zühd'e, faziletlere dâir olanları tahrîc etmedim. Bu hadîslerden dördü insanın dînî hususlarında kâfidir, demiş ve bu niyet hadîsini bu dört hadîs içinde birinci olarak zikretmiştir (Sünen'ın baş tarafındaki hâl tercemesi). Bunun sebebi, bu hadîste vicdanî temayüllerin, her çeşit hareket ve fiillerin iyi veya kötü olmasının ölçüsü niyetler olduğunun ve her fiil ve hareketin îcâb ve terkinde niyetin hâkim bulunduğunun teblîğ buyurulmuş olmasıdır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/143-144.
8
olurum. Bazen de melek bana bir insan olarak temessül eder, benimle konuşur, ben de söylediğimi iyice bellerim" buyurdu5[5]. ÂiĢe (R) Ģöyle dedi: Rasûlullah'ı, soğuğu pek Ģiddetli bir günde kendisine vahy inerken
5[5] Vahy'in mâhiyeti peygamberlerden başkalarınca bilinemez. Diğer kimselerin vahyi ta'rîfe kalkışması körlerin renklerden bahsetmeleri kadar yakışıksızdır. Ancak vahyin mertebeleri, nevi'leri ve vahyin nüzulü zamanında hâzır olanların müşahede ettikleri bâzı eserleri vardır ki, onlardan bahsedilebilir... Vahy ve iyhâ hakkında şunlar yazılmıştır: İyhâ, vahy göndermektir... Vahy, lugatta risâlet, kitâbet, ilhâm, gizli söz ma'nâlarına gelir. Ve maddenin aslı, sür'at ve seri' işaret ma'nâsınadır. Zeccâc, lugâten umûmî ma'nasını "Gizli bir surette bildirmek" diye ta'rîf etmiştir. Zîrâ sür'at bir gizliliği de gerektirir. Umumiyetle vahy, evvelâ İkiye ayrılmak lâzım gelir ki, biri, Allah'dan başkalarından olan işâret ve bildirme, diğeri de Allah tarafından olan işaret ve bildirmedir. Vahy lügatin esâsında, bunların hepsine şâmil ise de, lügat örfünde ancak Allah tarafından olan işaret ve ilhama isim olmuştur. Mutlak olarak vahy denildiği zaman da bu anlaşılır. Bunun da "Ve mâ kâne tibeşerin..." (eş-Şûrâ: 42/5l) âyetinden anlaşıldığı üzere muhtelif nevi'leri ve peygamberlere mahsûs olup olmayanları da vardır... (Hakk Dîni, II, 1524-1526). Bâb, vahyin beyânı ve keyfiyyetine bağlanmış olunca, Buhârî burada vahy hakkında gelen hadîslerin zikrine başladı. Şu kadar var ki, niyet hadîsini bunlardan Öne geçirmesi el-Câmi'u's-Sahîh'i tasniften Allah'a yaklaşmayı kasdettiğine tenbîh içindir. Çünkü ameller ancak niyetlerledir. Bir de bunda, Peygamber'in Allah'a hicreti, inzivâya çekilip O'na ibâdet ederek yalvarması, Allah'ın da O'na vahy ihsan edip peygamber göndermesi işlerinin başlangıcı vardır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/144-145.
9
görmüĢümdür, (iĢte öyle soğuk bir günde bile) kendisinden o hâl geçtiği vakitte Ģakaklarından Ģapır Ģapır ter akardı.
3- Bize Yahya ibn Bukeyr (104-231) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Leys (93-167) Ukayl(141)'den, o da Ġbn ġihâb(124)'dan, o da Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti. Mü'minlerin annesi ÂiĢe (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah'ın ilk vahy baĢlangıcı uykuda doğru ru'yâ görmekle olmuĢtur. Hiç bir ru'yâ görmezdi ki sabah aydınlığı gibi açık seçik zuhur etmesin. Ondan sonra kalbine yalnızlık sevgisi bırakıldı. Artık Hırâ Dağı'ndaki mağara içinde yalnızlığa çekilip, orada ailesinin yanına gelinceye kadar adedi muayyen gecelerde tehannüs -ki taabbüd demektir- eder ve yine azıklanıp giderdi. Sonra yine Hadîce'nin yanına dönüp, bir o kadar zaman için yine azık tedârik ederdi. Nihayet Rasûlullah'a bir gün Hırâ mağarasında bulunduğu sırada Hak (yânî vahy) geldi. ġöyle ki, ona melek geldi ve: Ġkrâ', (yânî: Oku) dedi. O da: "Ben
10
okumak bilmem" cevâbını verdi6[6]. Peygamber buyurdu ki: "O zaman Melek beni alıp tâkatim kesilinceye kadar sıkıĢtırdı. Sonra beni bırakıp yine: Ġkrâ', dedi. Ben de O'na: Okumak bilmem, dedim. Yine beni alıp ikinci defa tâkatim kesilinceye kadar sıkıĢtırdı. Sonra beni bırakıp yine: Ġkrâ', dedi. Ben de: Okumak bilmem, dedim. Nihayet beni alıp üçüncü defa sıkıĢtırdı. Sonra beni bırakıp: "Yaradan Rabb'ının ismiyle oku.O insanı yapıĢkan bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabb'ın nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. Ġnsana bilmediğini O öğretti.(elAlâk: 96/1-5) dedi".
Bunun üzerine Rasûlullah (kendisine vahy olunan) bu âyetlerle (korkudan) yüreği titreyerek 6[6] Bir rivayette "kaale (= dedi)" yerine "kultu (= dedim)" denilmiştir. Mü'minlerin annesi bu hadîste vahyin başlaması kıssasını Peygamber'den işitmesini tasrîh etmeksizin rivâyet ettiğine nazaran hadîsin mürsel olması hâtıra gelebilirse de "kaale" yerine "kultu" rivayetinin de bulunması ve ondan sonra = Kaale feahazenî" buyurulması, hadîsin merfû' olduğuna işarettir Bakılınca aklen de öyle olması gerekir. Çünkü Hz. Âişe vahyin keyfiyyetini Peygamberimizden işitmese nereden bilecekti? (Ahmed Naîm). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/147.
11
döndü ve Hadîce bintu Huveylid'in yanına girerek: "Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz!" dedi. Korkusu gidinceye kadar vücûdunu sarıp örttüler. Ondan sonra Rasûlullah vâki' olan hâdiseyi Hadîce'ye haber vererek: "Kendimden korktum" dedi. Hadîce (R): "Öyle deme; Allah'a yemîn ederim ki, Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, iĢini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramıyacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, hak yolunda zuhur eden hâdiselerde (halka) yardım edersin" dedi. Bundan sonra Hadîce, Peygamber'i birlikte alıp amcasıoğlu Varakatu'bnu Nevfel ibn Esed ibn Abdi'l-Uzzâ'ya götürdü. Bu zât, câhiliyyet zamanında Hristiyan dînine girmiĢ bir kimse olup Ġbrânîce yazı bilir ve Ġncil'den Allah'ın dilediği mıkdârda bâzı Ģeyleri Ġbrânîce yazardı. Varaka gözlerine körlük gelmiĢ bir ihtiyardı. Hadîce Varaka'ya: - Amcağlu, dinle bak, kardeĢinin oğlu ne söylüyor? dedi. Varaka: - Ne var kardeĢimin oğlu? diye sorunca, Rasûlullah gördüğü Ģeyleri kendisine haber verdi.
12
Bunun üzerine Varaka Ģöyle dedi: ―Bu gördüğün, Allah'ın Musa'ya gönderdiği Nâmûs'tur. Ah keĢke senin da'vet günlerinde genç olaydım! Kavmin seni çıkaracakları zaman keĢke hayâtta olsam!‖ Bunun üzerine Rasûlullah: - "Onlar beni çıkaracaklar mı ki?" diye sordu. O da: - Evet. Senin getirdiğin gibi bir Ģey getirmiĢ (yânî vahy tebliğ etmiĢ) bir kimse yoktur ki düĢmanlığa uğramasın. ġayet senin da'vet günlerine yetiĢirsem, sana son derecede yardım ederim, cevâbını verdi. Ondan sonra çok geçmedi, Varaka vefat etti; Ve o esnada bir müddet için vahy kesildi7[7].
7[7] Varaka'ya âid kıssa "vefat etti" sözüyle son bulmuştur. Onun hayâtı ve ölümü ile vahyin kesilmesi arasında ilişki yoktur. Binâenaleyh "Ve fetera'l-vahyu = Ve vahy kesildi"deki vâv, âtıfa değil isti'nâfiyyedir. İkrâ' Süresi'ndeki ilk âyetlerin inmesinden sonra vahyin bir müddei kesilmesinden ve Cibril'in bir daha görünmemesinden dolayı -diğer rivayetlerden bilindiği üzere- Peygamber'in kalbini o derece hüzün ve gam kapladı ki. kendisini yüksek dağ tepelerinden atıp nefsini helak etmeye bile birkaç kerre teşebbüs etmiş ve her defasında, beraberinde bulunan melek, kendisine görünüp nehyetmiştir. Bu melek rivayete göre İsrafil'dir. Cebrail'in sık sık inmesinden evvel, sırf Peygamber'i
13
Ġbn ġihâb Ģöyle dedi8[8]: Ve bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân (194) haber verdi ki, Câbir ibn Abdillah (93) da -geçen hadîsi rivayet edip- Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S), vahyin kesilmesinden bahsederken söz arasında Ģöyle buyurdu: "Ben (bir gün) yürürken birden bire gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki, Hırâ'da bana gelen melek (yânî Cibril aleyhi's-selâm) semâ ile arz arasında bir kürsî üzerinde oturmuş. Pek ziyâde korktum, (Evime) dönüp: 'Beni örtün, beni örtün' dedim. Bunun üzerine Allah Taâlâ "Ey bürünüp sarınan! Kalk artık korkut.
teselli etmek için, arasıra görünür ve bir iki kelimelik vahy bile tebliğ ederdi. Vahyin kesilme müddeti hakkındaki rivayetler çeşitlidir. En azı onbeş gün, en çoğu üç senedir. Câbir'in rivayet ettiği bundan sonraki hadîsten fetreti müteâkıb, ilk nazil olan âyetler "Yâ eyyühe'l-müddessir.." sûresinin baş tarafları olduğu anlaşılıyor (Ahmed Naîm). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/148. 8[8] Bunun gibisi, yânî muhaddisin isnâdın evvelinden bir yâhud daha fazla râvîyi zikretmemesi ta'lîk diye isimlendirilir. Böyle hadîse muallak hadîs denilir. Buhârî ta'lîkı, ancak hadîs kendi nazarında müsned olduğu zaman yapar. Bu müsnedlik ya daha önce geçen isnâd ile, yâhud da diğer bir isnâd ile sabittir... Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/148.
14
Rabb'ını büyük tanı. Elbiselerini temizle. Azabı terk eyle!" (el-Müddessir: 74/1-5) âyetlerini indirdi. Arlık vahy kızıştı da arka arkaya devam etti." Bu hadîsi Leys'ten rivâyet etmekte Abdullah Ġbn Yûsuf ile Ebû Salih (140-224), isnâdın baĢında bulunup Buhârî'nin Ģeyhi olan Yahyâ ibn Bukeyr'e mutâbaat etmiĢlerdir9[9]. Ve yine bu hadîsi Zuhrî'den 9[9] Bu, "mutâbaat" sözünün geldiği ilk yerdir. Buhârî, Sahih'inin içinde mutâbaat sözünü çok kullanmıştır. Bunun için mutâbaat ta'bîrinin ma'nâsmı iyice bellemek lâzımdır: Hadîsin "mutevâtir", "meşhur", "mustefîz", "aziz" nevî'leri makbul olup "garîb (ferd)" nev'inin kimi makbul, kimi merdûddur. "Garîb hadîs" diğer deyişle "Ferd hadîs", hangi tabakada olursa olsun bir tek şahıs tarafından rivayet edilen hadîstir. Böyle bir hadîs, diğer bir yoldan veya yollardan rivayet edilmiş olmakla ferdlikten ve sıhhatına delâlet eden diğer bâzı karinelerin eklenmesiyle zaîflıktan kurtulur. Ferd zannolunan bir hadîsin diğer tarik veya tarîklerden acaba râvîsi var mıdır? Diğer hadîscilerce bu hadîs tanınmış mıdır? diye hâlini araştırmağa, ıstılahta "i'tibâr" denir. Câmi'ler, müsnedler, cüz'ler gibi hadîs kitâblarından araştırmak netîcesinde ferd olan hadîsin başkası tarafından da rivayet edildiği tebeyyün ederse, bu hadîs artık ferdlikten kurtulmuş ve "mutâba" yâhud "mutâba'un aleyh" olmuş olur. Mutâba' hadîsin râvîsine de mutâba'un aleyh derler. İkinci, yânî sonradan bulunan râvîye de "mutâbi" ve hadîsine "tâbi" denir. Mutâbi' hadîsi kimden rivayet etmiş ise, o şahsa da "mutâba' aleyh" adı verilir. Hâsılı mutâbaat, muayyen bir râvîye isnadının tamâmında yâhud bir kısmında diğer bir râvînin muvafık ve muşârik olmasıdır. İ'tibâr'ın kaaidesi şudur: Muhaddis, râvîlerden birinin rivayet ettiği ferd hadîsi ele alıp, arayıp taramak sûretiyle diğer hadîs râvîlerinin rivayetleriyle mukaayese (i'tibâr) edip, acaba bu hadîsi o lâfız ile rivayet eden başkası da var mıdır, diye bakar. Ve o râvînin akranından
15
rivayet etmekte Hilâl ibn Reddâd, Ukayl'e mutâbaat etmiĢtir. Yûnus ibn Yezîd (159) ile Ma'mer ibn RâĢid (153), bundan evvelki hadisteki "Kalbi titreyerek" ta'bîri yerinde "Omuz ile boyun arasındaki etleri titreyerek" ta'bîrini söylediler10[10].
4- Bize Mûsâ ibn Ġsmâîl (223) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ebû Avâne (176) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Mûsâ ibnu Ebî ÂiĢe tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Saîd
işe başlar. O hadîsi o lâfz ile başkası da o râvînin şeyhinden rivayet etmiş midir? Böyle bir kimse yok ise, şeyhinin şeyhinden -râvînin şeyhi gibi- başkası rivayet etmiş midir? dîye isnadın sonuna kadar birer birer araştırır. Rivayette ortak bulursa, "mutâbaa" meydana gelmiş ve mutâbî'in keşf edilmesiyle ferd sanılan o hadîsin râvîsi "mutâba"' olmuş olur. Hadîsin mutâbi'ini bulamazsa, o ma'nâda rivayet edilmiş diğer hadîs var mıdır? diye arar. Bulursa, keşfedilen râvî, münferid sanılan râvînin "şâhid"i olmuş olur. Bunu da bulamazsa hadîs, onun nazarında artık ferdlikten kurtulamaz. (Tecrîd Ter., I, 111112). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/148-149. 10[10] Buhârî'nin murâdı şudur: Zuhrî'nin ashabı bu lâfız hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bu hadîste Ukayl, Zuhrî'den, yukarıda geçtiği gibi diye rivayet etti. Ve ona bu lâfızda Hilâl ibn Reddâd mutâbaat etti. Yûnus ile Ma'mer de ona muhalefet ettiler: Zuhrî'den rivayet ettiler. "Bevâdır", "bâdire"nin cem'idir. Badirede insan vücûdunun omuz ile boyun arasında olan etceğize denir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/149.
16
ibn Cubeyr (95) Ġbn Abbâs (-3 + 68-R)'dan tahdîs etti ki, o; "Onu acele (kavrayıp ezber) etmen için dilini onunla depretme..." (el-Kıyâme: 75/16) âyetinin tefsîri hakkında Ģöyle demiĢtir: "Rasûlullah (S), indirilen âyetler(in zabtı yüzün)den güçlük çeker ve bundan dolayı çok kerreler dudaklarını kımıldatırdı." Bunu söylerken Ġbn Abbâs: "ĠĢte bak Rasûlullah dudaklarını nasıl kımıldatıyor idiyse, ben de sana öylece kımıldatıyorum" demiĢ11[11] Bunun üzerine Yüce Allah O'na: "Onu acele (kavrayıp ezber) etmen için (Cibrîl vahyi iyice bitirmeden) dilini onunla depretme. Onu (göğsünde) toplamak, onu (dilinde akıtıp) okutmak şübhesiz bize âiddir. Öyleyse biz onu okuduğumuz vakit, sen onun kırâatine uy. Sonra onu açıklamak da hakikat bize âiddir" (el-Kıyame: 75/6-19) âyetlerini indirdi.
11[11] İbn Abbâs'ın, Peygamber'in bu fiilini aynen taklîd ederek hikâye ettiği gibi, kendisinden rivayet edenler de rivayet esnasında müteselsilen hep öyle hikâye ile dudaklarını depretmişlerdir. Bu şekilde rivayet edilen hadîse müteselsil hadîs denir. Musâfaha hadîsi de bu tarzda müteselsilen rivayet edilmiştir (Tecrid Ter., I, 13, haşiye). Teşbîk bi'lyed hadîsi, Buhârî.'Salât 88. Bâb, 124. hadîs. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/150.
17
"Kur'ân'ı senin göğsünde toplayıp onu okuyabilmen Ģübhesiz bize âiddir"; "Kur'ân'ı (Cibrîl'in diliyle) sana okuduğumuzda onu dinle ve (sükût ederek) ona kulak ver"; "Ondan sonra onu (dürüst) okumanı biz tekeffül ederiz " demektedir12[12]. ĠĢte bundan sonra Rasûlullah'a ne zaman Cibrîl gelirse sükût edip, onu dinlerdi. Cibrîl gidince, onun getirdiği kelâmı (âyetleri), o nasıl okumuĢ ise Peygamber de öylece okur idi.
5- Bize Abdûn (221) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek (113-181) haber verip Ģöyle dedi: Bize Yûnus ibn Yezîd, Zuhrî'den haber verdi. H ve yine bize BiĢr ibn Muhammed (224) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Abdullah ibn Mübarek haber verip 12[12] Onu senin göğsünde toplayıp, onu sana ezberletmek bize âid olduğu gibi, onun ma'nâlarından herhangi bir şey sana müşkil olursa, onu sana açıklamak ve anlatmak da bize âiddir. Binâenaleyh onu ezberlemek ve ma'nâlarını sür'atle kavramak hususunda "kaçırır, belleyemem" diye telâş etme. Bu tavsiye şu âyette de yapılmıştır: "Sana onun vahyi tamamlanmazdan evvel Kur'ân'ı (okumakta) acele etme; ve 'Rabb'im. benim ilmimi artır' de" (Tâhâ: 20/114). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/150.
18
Ģöyle dedi: Bize Yûnus Ġbn Yezîd ve Ma'mer ibn RâĢid, Zuhrî'den onun benzerini haber verdi; Zuhrî Ģöyle dedi: Bana Ubeydullah ibn Abdillah (94 ? 99) haber verdi, Ġbn Abbâs (68-R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S), insanların en cömerdi idi. En cömerd olduğu zaman da ramazânda idi ki (bu ay) Cibrîl'in kendisiyle çokça buluĢtuğu zaman idi. Cibrîl aleyhi's-selâm ramazânın her gecesinde Peygamber'le buluĢur ve onunla Kur'ân'ı müdârese ve müzâkere ederdi. ĠĢte bundan dolayı Rasûlullah hayır dağıtmakta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömerd idi13[13]. 13[13] İbn Abbâs'ın, Peygamber'in cömerdliğini hiçbir engele rastlamıyarak salıverilmiş rüzgâra benzetmesi, evvelâ cömerdlik ve hayırlar dağıtmakta rüzgârdan daha sür'atli olduğundan, saniyen rüzgâr yağmurlu bulutları toplayıp İlâhî rahmeti muhtaç topraklara ulaştırmaya vâsıta olmasından, sâlisen esen rüzgâr, durgunca hafif rüzgârdan daha ziyâde yol alıp, daha çok yerlere hayır dağıtmasından dolayıdır. İnsanların en cömerdi idi. Cömerdlik ve kerem öğülmüş sıfatlardandır ki, her mü'minin bununla sıfatlanması lâzım gelir. Peygamber insanların en cömerdidir. Nefsi, nefislerin en şereflisi; mizacı mizaçların en adaletlisi olunca. O'nün fiilinin, fiillerin en güzeli, şeklinin şekillerin en hoşu, ahlâkının da, ahlâkların en güzeli olması zarurîdir. Binâenaleyh O'nun insanların en cömerdi oluşunda hiç şübhe yoktur. Nasıl olmaz ki, O, ebedî ni'metler mukaabilinde fânî ni'metlerden müstağnidir. En cömerd olduğu zamanlar Cibrîl ile en çok buluştuğu ramazân ayları idi. Çünkü bu bulunmasında makaamlarda çok yükselme ve
19
6- Bize Ebu'l-Yemân el-Hakemu'bnu Nâfi' (138222) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġuayb ibn Ebî Hamze (162), Zuhrî'den haber verdi; Zuhrî Ģöyle dedi: Bana Abdullah ibn Utbe ibn Mes'ûd'un oğlu Ubeydullah haber verdi ki, ona da Abdullah ibn Abbâs (68) haber vermiĢtir. Ġbn Abbâs'a da Ebû Sufyân ibn Harb (31 ? 34) haber verdi ki, gerek kendisiyle, gerek KureyĢ kâfirleri ile Rasûlullah'ın Hudeybiye sulhunu akdettiği mütâreke müddeti içinde ticâret için ġam'a giden bir KureyĢ kaafilesi içinde bulunduğu sırada (Rûm Kayseri) Hıraklıyus tarafından da'vet olunmuĢ. Ebû Sufyân ile arkadaĢları Hıraklıyus'un yanına gelmiĢler. O zaman Hıraklıyus ile maiyyetindekiler Ġliya (yânî Beytu'l-Makdis)'da imiĢ. Rûm büyükleri yanında iken
gayb ilimlerine çok muttali' olması vardı; bilhassa Kur'ân müdâresesinden (Metin haşiyesinden). Hadîsin bu bâbda getirilmesinin münâsebet ciheti, içinde Kur'ân'ın nüzul başlangıcının ramazânda olduğuna işaret bulunmasıdır. Cibrîl, her sene ramazânda O'nunla buluşur ve o sene içinde inen Kur'ân'ı O'nunla mukaabele ederdi. Vefat ettiği yılın ramazânında Kur'ân'ı iki kerre mukaabele etmişti. İşte bu da vahy hükümlerindendir; bâb da vahy hakkındadır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/151-152.
20
Kayser bunları meclisine çağırmıĢ. Huzuruna alıp, tercemânın da gelmesini emretmiĢ. Tercemân: - Peygamber'im diyen bu zâta nesebce en yakın olan hanginizdir? diye sormuĢ. Ebû Sufyân dedi ki: Ben: - Nesebce en yakınları benim, dedim. Bunun üzerine Hıraklıyus: - Onu bana yakın getiriniz. ArkadaĢlarını da yakına getiriniz, lâkin arkasında dursunlar, dedi. Ondan sonra tercemânına dönüp dedi ki: - Bunlara söyle. Ben bu zât hakkında bu adamdan (bâzı Ģeyler) soracağım. Bana yalan söylerse onu tekzîb etsinler. Ebû Sufyân dedi ki: Vallahi arkadaĢlarım yalanımı ötede beride söylerler diye utanmasaydım, O'nun (yânî Peygamber) hakkında yalan uydururdum. Ondan sonra bana ilk sorduğu Ģu oldu: - Sizin içinizde nesebi nasıldır? - O'nun içimizde nesebi pek büyüktür, dedim. - Sizden bu sözü ondan evvel söylemiĢ (yânî ondan evvel peygamberlik da'vâsi etmiĢ) hiçbir kimse var mıydı? dedi.
21
- Yoktu, dedim. - Babaları içinde hiçbir melik gelmiĢ midir?
dedi.
- Hayır, dedim. - Ona tâbi' olanlar halkın Ģereflileri mi, yoksa zaîfleri midir? dedi. - Halkın zaîf olanlarıdır, dedim. - O'na tâbi' olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu? dedi. - Artıyorlar, dedim. - Ġçlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dîninden dönenler var mıdır? dedi. - Yoktur, dedim. - ġu dediğini demezden (yânî dîne da'vetten) evvel, hiç yalan ile ittihâm ettiğiniz var mıydı? dedi. - Hayır, dedim. - Hiç gadr eder mi (yânî ahdi bozar mı)? dedi. - Hayır gadr etmez, ancak biz Ģimdi onunla bir müddete kadar mütâreke halindeyiz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz, dedim.
22
Ebû Sufyân dedi ki: Bana (kendiliğimden) bir Ģey katmağa imkân verecek, bu sözden baĢkasını bulamadım. - O'nunla hiç harb ettiniz mi? dedi. - Evet, ettik, dedim. - O'nunla harbiniz nasıldır? dedi. - Aramızda harb (tâli'i) nevbet iledir. Gâh o bize zarar verir, gâh biz ona zarar veririz, dedim. - Size ne emrediyor? dedi. - Bize yalnız Allah'a ibâdet ediniz, hiçbir Ģeyi O'na ortak etmeyiniz. Dedelerinizin inanıp söyleyegeldikleri Ģeyleri terk ediniz, diyor. Bize namazı, doğruluğu, iffetliliği ve Allah'ın eklenip durmasını emrettiği her Ģeyi ekleyip durmayı emrediyor, dedim. Bunun üzerine tercümâna dedi ki: - Ona söyle: Nesebini sordum, içinizde yüksek nesebli olduğunu beyân ettin. Peygamberler de zâten böyle kavimlerinin neseb sâhibleri içinden gönderilirler. Ġçinizden bu sözü O'ndan evvel söylemiĢ hiçbir kimse var mıydı diye sordum; hayır dedin. O'ndan evvel bu sözü söylemiĢ bir kimse olaydı, bu da
23
kendisinden evvel söylenilmiĢ bir söze tâbi' olmuĢ bir kimsedir, diyebilirdim diye düĢünüyorum. Babaları içinde hiçbir hükümdar gelmiĢ midir diye sordum; hayır dedin. Babaları içinden bir hükümdar olaydı, bu da babasının mülkünü geri almaya çalıĢır bir kimsedir diye hükmederdim diyorum. Bu da'vâsına kalkıĢmadan evvel O'nun bir yalanını tutmuĢ mu idiniz diye sordum; hayır dedin. Ben ise muhakkak biliyorum ki (önceden) halka karĢı yalan söylemeyi irtikâb etmemiĢ iken (sonradan) Allah'a karĢı yalan söylemeğe cür'et edemezdi. O'na tâbi' olanlar halkın eĢrafı mı, yoksa zaîfleri mi diye sordum; O'na tâbi' olanlar insanların zaîfleri olduğunu söyledin. Rasûlllerin tâbi'leri de (zâten) onlardır. O'na uyanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu diye sordum; artıyorlar dedin. îmân iĢi de tamâm oluncaya kadar hep bu Ģekilde gider. Ġçlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dîninden dönen var mıdır diye sordum; hayır dedin. îmân da mûcib olduğu inĢirâh kalblere karıĢıp kökleĢinceye kadar böyle olur. Hiç ahde vefasızlık eder mi diye sordum; hayır dedin. Peygamberler de böyledir; gadr etmezler. Size ne emrediyor diye sordum.
24
Yalnız Allah'a ibâdet edip, O'na hiçbir Ģeyi ortak kılmamayı size emrettiğini, putlara ibâdetten sizleri nehyettiğini, kezâlik namaz ile doğruluk ve iffetlilik ile emrettiğini söyledin. Eğer bu dediklerin doğru ise, Ģu ayaklarımın bastığı yerlere yakında O zât mâlik olacaktır. Zâten bu peygamberin zuhur edeceğini bilirdim. Lâkin sizden olacağını tahmîn etmezdim. O'nun yanına varabileceğimi bilsem, O'nunla buluĢmak için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olaydım (hizmet arz ederek) ayaklarını yıkardım! Ondan sonra Hırakl, Dıhye'nin elçiliği ile14[14] Busrâ emîrine15[15] gönderilen (ve onun tarafından Kayser'e ulaĢtırılan) Peygamber'in mektubunu istedi. Getiren adam16[16] onu Hırakl'e verdi; o da okudu. Mektûbda Ģunlar yazılmıĢtı: 14[14] Dıhyetu'bnu Halîfe el-Kelbî(R)'dir. Sahâbîlerin büyüklerinden, son derece güzel ve yakışıklı bir zât idi. Çok kerreler Cibrîil onun suretine bürünerek vahy getirirdi. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/157. 15[15] Bu emîrin ismi Haris ibn Ebî Şemir Gassânî'dir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/157. 16[16] Mektubu Busrâ Emîri'nden alıp Hırakl'e götüren, meşhur Hatim Tâî'nin oğlu Adiyy idi. Dıhye ile birlikte Kayser'in nezdine
25
“Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed'den Rûm'un büyüğü Hırakl'e. Hidâyete tâbi' olanlara selâm olsun. Bundan sonra, seni İslâm da'vetine (yânî müslümanlığa) da'vet ediyorum. İslâm'a gir ki selâmette kalasın ve Allah ecrini iki kat versin. Eğer kabul etmezsen çiftçilerin günâhı senin boynunadır."Ey kitâb ehli, hepiniz bizimle sizin aranızda müsâvî bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler tanımayalım. Eğer yüz çevirirlerse, deyiniz ki: Şâhid olun, biz muhakkak müslümânlarız" (Âli Ġmrân: 3/64). Ebû Sufyân dedi ki: Hırakl diyeceğini dedikten ve mektubun okumasını bitirdikten sonra yanında gürültü çoğaldı, sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. (ArkadaĢlarımla yalnız kalınca) Onlara de
gitmişlerdi. Bezzâr'ın Müsned'indeki rivayete göre, mektubu Kayser'in eline sunan Dıhye'dir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/157.
26
dim ki: Ġbn Ebî KebĢe'nin17[17] (yânî Peygamber'in) iĢi hakîketen büyüyor. Benû Asfar meliki18[18] O'ndan korkuyor. Artık Rasûlullah'ın gâlib geleceğine tâ Allah Ġslâm'ı kalbime girdirinceye kadar kesin inancım devam etti19[19]. Ġliyâ, yânî Beytu'l-Makdis sahibi ve Hırakl'ın dostu olup ġam hristiyanlarına episkopos ta'yîn edilen Ġbnu'n-Nâtûr, Hırakl'den bahsederek derdi ki, Hırakl Beytu'l-Makdis'e geldiği zaman (günün birinde) pek
17[17] Müşrikler Peygamber'i Ebû Kebşe adındaki kimseye nisbet ederlerdi. Bu adam putlara ibâdet hususunda Kureyş'e muhalefet ederek Şı'ra'l-Abûr adlı yıldıza tapmış bir Huzâa'lı idi. Peygamber de putlara ibâdet hususunda Kureyş'e muhalefet edince, ona benzeterek "Ebû Kebşe'nin oğlu" ismini verdiler. Bir rivâyete göre de Ebû Kebşe, annesi cihetinden Peygamber'in dedelerindendir. Peygamber'i ona nisbet etmekle, gûyâ ona çekmiş olduğunu kasdetmek isterlerdi (İbnu'l-Esîr, en-Nihâye). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/157. 18[18] Arablar Romalılar'a "Benu'l-Asfar" derlerdi. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/158. 19[19] İbn Abbâs'ın Ebû Sufyân'dan rivayeti burada bitiyor. Bundan sonraki kıssa, Zuhrî'nin İbnu'n-Nâtûr'a ulaştırdığı rivayettir. Sezilebileceği üzere, Ebû Sufyân'dan rivayet edilmemiştir. İbnu'nNâtûr, Abdülmelik'in hilâfeti günlerinde hayâtta idi. Zuhrî kıssayı ondan dinlemiştir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/158.
27
ziyâde kederli göründü. Pıtrîklerinden (kumandanlarından) bâzıları20[20] ona: Senin hâlini baĢka türlü görüyoruz, dediler. Ġbnu'n-Nâtûr dedi ki: Hırakl yıldızlara bakar, kâhinliğe21[21] âĢinâ bir kimse idi. Bu suâle ma'rûz kalınca, onlara: Bu gece yıldızlara baktığımda Hitan Meliki'ni zuhur etmiĢ gördüm. Bu ümmet içinde sünnet olanlar kimlerdir? diye sordu. Yahûdîler'den baĢka sünnet olan yoktur; onlardan da sakın endîĢe etme. Memleketinin Ģehirlerine yaz, oralardaki Yahûdîler'i öldürsünler, dediler. Derken Hırakl'ın huzuruna Gassân Meliki tarafından Rasûlullah'a dâir haber ulaĢtırmaya me'mûr olarak gönderilmiĢ bir adam getirildi. Hırakl o adamdan haberi alınca: Gidin de bu adam sünnetli midir, değil 20[20] Pıtrîklik, Roma ile Bizans devletlerinin yüksek dîvân mansıblarından idi. Lâtincesi "patrîçiyûs"dur. Bu, en yüksek ruhanî mansıb olan patriklik değildir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/159. 21[21] Kehânet bazen şeytânların ilkaasına dayanır, bazen de yıldızların hükümlerinden istifâde edilirdi. Bunun her iki çeşidi de câhiliyyet devrinde Allah islâm'ı gâlib kılıncaya kadar yaygın idi. islâm gâlib olunca, kâhinlerin şevketi kırıldı ve islâm dîni, kâhinlere i'timâd etmeyi inkâr etti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/159.
28
midir, bakın, dedi. Baktılar ve sünnetli olduğunu bildirdiler. Sonra gelen adamdan: Arab kavmi sünnetli midir? diye sordu. Sünnet olurlar cevâbını aldı. Bunun üzerine Hırakl: Bu ümmetin meliki iĢte zuhur etmiĢtir, dedi. Ondan sonra Hırakl, Roma'da ilimce kendi benzeri olan bir dostuna mektûb yazıp Hımıs'a gitti. Hımıs'tan ayrılmadan o dostundan, Peygamber'in zuhur ettiği ve bunun bir peygamber olduğu hakkındaki görüĢüne muvafık bir mektûb geldi. Müteakiben Hırakl, Hımıs'da bulunan bir kasrına Rûm büyüklerini da'vet ederek kapıların kapanmasını emretti. Sonra yüksek bir yere çıkıp: - Ey Rûm cemâati, bu peygambere bey'at edip de felah ve rüĢde nail olmayı istemez misiniz? diye hitâb etti. Bunun üzerine cemâati, yaban eĢekleri kadar sür'atle kapılara doğru kaçıĢtılarsa da kapıları kapanmıĢ buldular. Hırakl, bu derece nefretlerini görüp îmâna girmelerinden ümidsiz olunca: Bunları geri çevirin, diye emretti ve (onlara dönüp): Deminki sözlerimi dîninize olan sıkı bağlılığınızı öğrenmek için söyledim, (bunu da) gözlerimle gördüm, dedi. Bu söz
29
üzerine oradakiler memnunluklarını beyân ederek, kendisini ta'zîmen secde ettiler. Hırakl(ın îmâna da'vet olunması) hakkındaki haberin sonu da bundan ibarettir22[22]. Bu hadîsi Salih ibn Keysan, Yûnus ve Ma'mer de Zuhrî'den rivayet etmiĢlerdir23[23].
22[22] Bu hadîsin bu bâbda zikrinin münâsebeti ciheti şöyledir: Hadîs kendilerine vahy verilen peygamberlerin vasıflarından bir kısmına şâmil olmuştur; bâb da vahyin başlama keyfiyeti hakkındadır. Yine Hırakl kıssası, işinin başlangıcında Peygamber'in hâlinin nasıl olduğunu içine almaktadır. Hırakl'e yazılan mektûbdaki âyet ile başlıktaki âyet, Yüce Allah'ın peygamberlere dîni doğrultmalarını ve Tevhîd kelimesini en yüksek kılmalarını vahy ettiğine şâmildirler (Aynî). Hadîsin son fıkrasındaki ifâdelerden Hırakl'in îmân etmeye yanaştığı, fakat kavminden korkup îmânını açıklamadığı seziliyor. Çünki Hırakl, Mekke ticâret kaafilesi başkanı sıfatıyla o zaman Şam'da bulunan Ebû Sufyân'ı Kudüs'e getirtip, uzun uzadıya suâl cevâb ederek, derin tahkîkaat ve tedkîkaat neticesinde kendisinde vicdanî bir kanâat hâsıl olmuş, toptan îmân etmek üzere Rûm büyüklerine teklîf etmiş; onlar kabul etmediklerinden kendisi de îmânını açığa çıkarmamış olduğu anlaşılabilir! Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/159. 23[23] Yânî bu üç râvî de bu hadîsi Zuhrî'den rivayet etmekte Şuayb'a mutâbaat ve muvafakat etmişlerdir. Buhârî bu Hırakl hadîsini ayrı ayrı senedler, uzun ve kısa metinlerle Sahîh'ınin on dört yerinde getirmiştir: Vahy, İlim, Cihâd, Cizye, Mağâzî, Tefsir, Şahâdât, Edeb, Ahkâm, İsti'zân, Vahidin Haberi., gibi (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/159.
30
Rahmân ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
1- KİTÂBU'L-ÎMÂN24[1]. (Îmân Kitabı)
24[1] Rasûlullah'a vahyin nasıl baĢladığı bâbı, el-Câmi'u'sSahîh'in evvelinde kitaba bir mukaddime gibi olduğu için, onu "kitâb" sözüyle değil de "bâb" sözüyle zikretti. Bundan sonra da fıkıh bâbları yolu üzere diğer "kitâb"lan zikretmeye baĢladı, îmân Kitâbı'nı diğerlerinden öne geçirdi. Çünki o, hepsinin temeli ve dayanağıdır. Zîrâ geri kalanlar onun üzerine kurulmuĢ ve onunla ĢartlandırılmıĢlardır; iki darda kurtuluĢ ancak onunladır. Bundan sonra "Ġlim Kitâbı"nı getirdi. Çünkü ondan sonra gelecek olan kitâbların hepsinin medarı, dönüp dolaĢacağı yer, ilimdir; hepsi onunla bilinecek, onunla ayrılıp tafsîl edilecektir. Ġlim Kitâbı'nı îmân'dan sonra getirmesi, îmânın mükellef üzerine ilk vâcib olan Ģey olmasından yâhud mutlak olarak iĢlerin en faziletlisi, en üstünü, en Ģereflisi olmasındandır. Nasıl olmasın ki, îmân, ilim ve amelce her hayrın baĢlangıcı, incelik ve büyüklükçe her kemâlin çıkıĢ yeridir... (Umdetu'l-Kaarî, s.119) Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/160.
31
1- Îmân Babı Ve Peygamberin: İslâm Beş Şey Üzerine Bina Edilmiştir... Kavli
Îmân, dil ile söylemek ve organlarla iĢlemektir. Îmân, artar ve eksilir. Yüce Allah Ģöyle buyurdu: "O, mü'minlerin yüreklerine, îmânlarını kat kat artırmaları için sekîneti indirendir" (el-Feth: 48/4); "Biz de onların hidâyetini artırmıştık" (el-Kehf: 18/13); "Allah hidâyeti kabul edenlerin hidâyetini artırır" (Meryem: 19/76); "Hidâyeti kabul edenler (e gelince), onların muvaffakıyyetini artırmış, onlara takvalarını ilhâm etmiştir" (Muhammed: 47/17); "Îmân edenlerin de îmânları artsın " (elMuddessir: 74/31); Ve Allah'ın Ģu kavli: "Bir sûre indirildiği zaman içlerinden kimi: Bu sûre hanginizin îmânını artırdı, der. Îmân etmiĢ olanlara gelince (her inen sûre) dâima onların îmânını artırmıĢtır ve onlar birbirleriyle müjdeleĢirler" (etTevbe: 9/124);
32
Ve zikri celîl olan Allah'ın Ģu kavli: "Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: (Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu hazırladılar, o hâlde onlardan korkun, dedi de, bu (söz) onların îmânını artırdı ve: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, dediler" (Âli Ġmrân: 9/173). Ve Yüce Allah'ın Ģu kavli: "Mü'minler düşman ordularını görünce: işte bu Allah'ın ve Rasûlü'nün bize va'd ettiği şeydir. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir, dediler. (Bu) onların îmânlarını ve teslimiyetlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı" (el-Ahzâb: 33/22)25[2].
25[2] Buhârî, burada îmânın artması husûsuna delîl olmak üzere sekiz âyet zikretti; artmayı kabûl eden her Ģey zarûrî olarak eksilmeyi de kabûl edecektir. Eski hadîscilerin îmân mes'elesindeki maksadlarını beyânda Ģârihlerin sözleri muztarib oldu. ġöyle ki, onlar kalbiyle tasdik, diliyle ikrar edip de amel etmeyene o mü'mindir dediler. Ve ameller îmândandır diye de hükmettiler. Cüz' olmadan küllün mevcûd olmaması kendilerine müĢkil oldu. Bana göre bu mes'elede hakk Ģudur: îmân iki türlüdür: Biri sırf inkıyâd îmânı'dır; ona dünyâ hükümleri müteferri' olur. Buhârî buna "Bâb: Ġslâm hakîkat üzere olmadığı zaman" baĢlığında tenbîh etmiĢtir. Ġkincisi hakîkî îmân'dır. Bunların misâli Ģudur: Meselâ zaîf, nahîf bir erkeğe mecaz olmayarak "o erkektir" deniliyor. Bunun yanında, bütün insanî kuvvetleri toplayan kiĢiye de yine mecaz olmayarak "o erkektir" deniliyor. ĠĢte
33
bunun gibi kendisinde yalnız tasdîk ve ikrar bulunan kimseye, mü'min deniliyor; bu iki sıfatla beraber sâlih ameli de cami' olan kimseye de mecaz olmayarak "o mü'mindir" deniliyor. Bu da îmânın bir yakînlik derecesinden ibaret olmasıdır (ġah Veliyyullah, ġerhu Terâcim...,s.7-8). Bu konuda et-Tevbe: 9/124. âyetinin tefsir özeti: "Bir îmân ziyâde etmek mefhûmu, mevcûd bir îmâna daha yüksek bir kuvvet ve revnak vererek heyecan ve kemâlini artırmak veyâhud yeni baĢtan bir hakîkat tasdîk ettirmek ma'nâlarından daha umûmîdir ki, evvelki keyfiyyet, ikinci de kemmiyyet bakımından ziyâdedir. Bir hakikate nazaran îmân iĢi tek olduğundan, bunda kemmiyyet i'tibâriyle değil, ancak keyfiyyet i'tibâriyle bir ziyâde ve noksan düĢünülebilir. Bu haysiyyetle peygamberler ve sıddîklar ile diğerlerinin îmân mertebeleri arasında farklar bulunur. Nitekim Ġbrahim Peygamber'in "Lâkin kalbimin yatışması için" (el-Bakara: 2/260) demesi, bu neĢ'enin kemâlinin en sonunu talebdir. Yine bu bakımdandır ki, "Haber almak, gözle görmek gibi değildir". Gayb ile Ģuhûd, duygu ile görgü, bedahet ile istidlâl arasında, hattâ hafızadaki Ģuhûdun hâtırasıyle hâldeki Ģuhûd arasında ancak zevk ile erilebilen bir kuvvet ve vuzûh farkı vardır ki, bu vuzûh, yakînın aslına değil, kemâl ve keyfiyyet derecesine âiddir. Lâkin îmân, müteaddid iĢlere ilgisi bakımından düĢünüldüğü zaman müteaddid tasdîkler arka arkaya geleceğinden, bunda îmân kemmiyet i'tibâriyle de artar. Meselâ hem namaza, hem zekâta inanmakta, yalnız namaza inanmaktan ziyâde bir îmân vardır. Kezâlik hem geçmiĢ kitâblara, hem de Kur'ân'a îmân eden müslimde, yalnız Tevrat ve Ġncil'e inananlardan ziyâde bir îmân vardır. Bu suretle nazil olan teklîfler ve hükümlerin artması nisbetinde, îmânın kemmiyyeti de artar. Ve bu haysiyyetle hükümlerin tafsilâtına vâkıf olan âlimlerin îmânı, her hâlde avamdan ziyâde olur. Keyfiyyet cihetiyle ise bil'akis olmak mümkündür. Halktan birinin icmâlî îmânında, bir âlimin tafsîlî îmânından ziyâde bir kuvvet ve neĢ'e bulunabilir. Bir de îmân vücûdî, küfr ise ademî olduğundan, îmânın kendisinde küfre nazaran bir vücüd
34
Allah için (yânî Allah'a tâat sebebiyle) sevmek ve Allah için sevmemek îmândandır 26[3]. Umer ibn Abdilazîz (101), Adiyy ibn Adiyy (123)'e Ģöyle yazdı: Muhakkak ki îmânın bir takım farizaları, akideleri, men' edilmiĢ Ģeyleri ve mendûbları vardır. Kim bunları tam yaparsa îmânı tamamlamıĢ olur, kim de bu iĢleri tam yapmazsa îmânı kemâle
ziyâdesi vardır. Bir kâfir, îmâna geldiği zaman, geçmiĢ hâline nazaran vücûdunda ve kalbinde bir ziyâdelik kazanmıĢ, bir nemâ hâsıl etmiĢ olur. Bu veçhile "Hanginize bu bir îmân ziyâde etti?" sözü, gerek keyfiyyet gerek kemmiyyet i'tibâriyle îmân artmasını nefy ve inkâr ma'nâlarına Ģâmil olduğu gibi, îmân aslının nefy ve inkârını da iĢ'âr eder..." (Hakk Dîni, III, 26492650). ... Sekînet bu sebeble mü'minlerin üzerine iner ve inmesiyle onları bulundukları îmân mertebesinden muayene makaamına nakleder. Ve böyle ıyân ile îmânlarını katlar ki, îmânları ile beraber îmân artırsınlar diye. Basît olan îmân, aslında ziyâde ve noksan olmasa bile, te'yîd edicileri arttıkça îmânın kemâlinin de artacağında Ģübhe yoktur. Bir de îmânın sebebleri ve ilgilendiği Ģeyler arttıkça, tevhîdin aslı olan îmân bir ağaç gibi dallarını ve budaklarını artıra artıra neĢv-ü-nemâ bularak, nihayet istenen meyvelerini verir, îmânın aslına nazaran ise ziyâde ve noksan, Ģiddet ve za'f ile tefsîr olunur. Çünkü asıl tasdîk kemmiyyet kabîlinden değildir (el-Feth: 48/4. Âyetin tefsîrinden, Hakk Dîni, VI, 4410). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/162-163. 26[3] Bu ma'nâda gelmiĢ müsned sahîh hadîsler vardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/163.
35
erdirmemiĢ olur. Eğer ben yaĢarsam, bu iĢleri bilmeniz için ben onları size iyice beyân edip açıklayacağım. Ve Ģayet ölürsem, ben sizlere hemdem ve yâr olmaya hırslı değilim 27[4]. Ġbrâhîm aleyhi's-selâm da: "Ey Rabb'ım, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, dedi; Allah: inanmadın mı yoksa, dedi; O da: İnandım, fakat (gözümle de görerek) kalbimin yatışması için." (elBakara: 2/260) demiĢti. Muâz ibn Cebel (18), bir zâta: Bizimle otur da (dîn iĢlerini müzâkere ederek) bir sâat îmânı artıralım, dedi28[5].
27[4] Bu, Buhârî'nin sıhhatine hükmettiği tarîklerdendir. Bunu Umer ibn Abdilâziz'in: "îmânı kemâle erdirmiĢtir" sözü sebebiyle, îmânın artıp eksileceği hususuna delîl olarak zikretmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/163. 28[5] Bu eseri, Ahmed ibn Hanbel ve Ebû Bekr ibn Ebî ġeybe, Esved ibn Hilâl'e varan sahîh bir senedle vasl etmiĢlerdir. Delâlet vechi açıktır. Muâz, mü'min bulunduğu için îmânın aslına haml edilmesi ihtimâli yoktur, ancak Allah'ı zikr etmekle îmânın artması murâd edilmiĢ olmasına hamledilir. Kaadî Ebû Bekr ibnu'l-Arabî Ģöyle dedi: Bu sözde artmaya bir taalluk yoktur. Zîrâ Muâz ancak îmân yenilemeyi kasdetmiĢtir. Çünkü kul faraza ilk defa mü'min olur, sonra da her düĢünüp fikr ettikçe evvelâ nefy ettiği Ģeyi sonradan isbât etmek
36
Ġbn Mes'ûd (32): Yakîn, îmânın tamâmıdır, dedi
29[6].
Ġbn Umer (73): Kul, gönlündeki Ģübhe veren Ģeyleri tamâmiyle terk etmedikçe takvanın hakîkatine
suretiyle, devamlı îmânı yenileyici olur. Çünkü îmân yenilemek îmândandır. Bunlar Buhârî'nin ta'lîklerindendir. Bunlar iki nev' üzeredirler: Birisi cezm sîgasıyle zikretmekte olduklarıdır ki, bu, Buhârî tarafından sahîhlikle hükümdür. Ġkincisi cezm sîgasıyle olmayarak zikretmekte olduğu Ģeylerdir ki, bunlarda Buhârî'nin sıhhat hükmü yoktur. Buradaki ta'lîkler birincisi nev'indendirler. Bunları, Buhârî, îmânın artıp eksileceğine delîl olarak zikretmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/163. 29[6] Bu ta'lîk, Taberânî'nin sahîh bir senedle vasl ettiği bir eserin bir tarafıdır; tamâmı Ģöyledir: = Yakîn, îmânın tamâmıdır, sabr da îmânın yarısıdır". Bu haberi Ebû Nuaym ve Beyhakî tahrîc etmiĢlerdir. Buhârî, iĢaretle delâlet eden kısmı kısaca almak ve sarahatle delâlet eden kısmı hazf etmek hususundaki âdeti üzere yürümüĢtür. Çünkü nısf lâfzı, îmânın cüz'lere ayrılmasında sarihtir. Ahmed ibn Hanbel, Abdullah ibn Hakîm tarıkından Ġbn Mes'ûd'un: "Yâ Allah, bizim îmânımızı, yakînımızı ve fıkhımızı artır!" der idiğini rivayet etti. Bunun isnadı sahihtir. Fakat musannif Buhârî, zikrettiğim sebebden dolayı, bunu zikretmiyor (Ibn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/164.
37
ulaĢmaz, dedi30[7]. Mucâhid ibn Cebr (101), "Dînden Nuh'a tavsiye ettiğini sizin için de bir şeriat yaptı" (eĢ-ġûrâ: 42/13) âyetini: Ey Muhammed, sana da Nuh'a da bir tek dîn tavsiye ettik, demektir diye tefsîr etti. Ġbn Abbas, "Sizden herbîriniz için bir şeriat, bir yol ta'yîn ettik" (el-Mâide: 5/48) âyetindeki "Ģır'a ve minhâc"ı, geniĢ yol ve sünnet diye tefsîr etti. Yine Ġbn Abbâs, "Duanız olmasaydı Rabb'ım size değer verir miydi de" (ei-Furkan: 25/77) kelâmı sebebiyle, duânız îmânınız demektir, diye tefsîr etti. Duânın lugattaki ma'nâsı îmândır 31[8].
30[7] Ġbn Umer'in bu sözünün ma'nâsı, Müslim'in Sahîh'inde Nevvâs (R)'dan merfû' olarak gelmiĢtir (el-Birr ve's-Sıla, 5. Bâb, "2553"). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/164. 31[8] Ġbn Umer'in ta'lîkını, Abd ibn Humeyd Tefsîr'ınde vasl etmiĢtir. Ġbn Abbâs'ınkini de Abdurrazzâk senedli olarak rivayet etmiĢtir. Bundan murâd, Kitâb ve sünnet delillerinin, îmânın artıp eksilmesi hususunda birbirlerini takviye edip durdukları Ģey, bütün peygamberlerin Ģerîatinden ibâret olduğudur. Nitekim Yüce Allah, Kitâb'ında Ģöyle buyurmuĢtur: "O, dîni doğru tutun, onda tefrikaya düşmeyin diye (asl-ı) dînden hem Nuh 'a tavsiye ettiğini, hem sana vahyettiğimizi, hem İbrâhîm'e, Mûsâ'ya ve İsâ'ya tavsiye ettiğimizi sizin için
38
1- Bize Ubeydullah ibn Mûsâ (213-214) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Hanzalatu'bnu Ebî Sufyân (151), Ġkrime ibn Hâlid(115)'den, o da Ġbn Umer'den haber verdi: Ġbn Umer (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûl'ü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek, ramazân orucunu tutmak"32[9].
2- Îmâna Âid İşler Ve Yüce Allah'in Şu Kavli Bâbı: "Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne
de şeriat yaptı.," (eĢ-ġûrâ: 42/13). Yânî bütün ümmetler dînin asıllarında birleĢmiĢler, feri'lerinde taaddüd etmiĢlerdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/164. 32[9] Bu, beĢ rüknü ile islâm'ın hâlini, beĢ direk üzerine dikilen çadırın hâline benzetmedir. Ġslâm binasının rükünlerinin, etrafında deverân etmekte olduğu mihveri "La ilahe illellâh... " Ģehâdetidir. îmânın kalan Ģu'beleri, yan direkleri gibidir. Bu beĢ Ģey, bir zümrenin yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olmayan, muhakkak her Ģahsın yerine getirmesi lâzım gelen aynî farzlardandır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/165.
39
döndürmeniz hâlis iyilik değildir. Fakat hâlis iyilik, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitâb 'a ve peygamberlere îmân eden, malı sevgisine rağmen akrabaya, yetimlere, yoksullara, yol oğluna, dilenenlere, köle ve esirleri kurtarmaya veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahidleştikleri zaman sözlerini yerine getirenler, sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabr ve metanet gösterenlerin bu hayırlı işleridir. İşte böyleleri, sâdık olanlardır ve onlar takvâya erenlerin tâ kendileridir" (el-Bakara: 2/177) 33[10];
33[10] Bu bâb ve bundan sonraki bâbların hepsi, birinci bâbla alâkalıdır ve hepsi de îmânın kavl ile amelden ibâret olup, artar eksilir bulunduğunu beyân edicidirler (Aynî). Bu âyet, görüleceği gibi, bütün insanî kemâlleri sarahaten yâhud zımnen delâlet ederek toplamaktadır. Ġnsanî kemâller bütün çoklukları ve Ģu'belenmeleriyle beraber, üç Ģeye inhisar eder: Ġ'tikaad sahîhliği, iyi geçinme ve nefis temizliği. Birincisine "Men antene billahi... ve'n-Nebiyyine" kavli ile; ikincisine "Ve âte'l-mâle... " kavli ile; üçüncüsüne de "Ve ekaame's-salâte... " kavli ile iĢaret edilmiĢtir. Bundan dolayı, îmân ve i'tikâadına nazaran bunları kendisinde toplayanı, sâdıklık vasfı ile vasıfladı. Halk ile muaĢereti ve Hakk ile muamelesine i'tibâr ederek de takva ile vasıfladı. Rasûlullah da: "Kim bu âyetle amel ederse
40
"Mü'minler muhakkak felah bulmuştur ki, onlar namazlarında huşû 'u gözetenlerdir, onlar boş ve fâidesiz şeylerden yüz çeviricidirler, onlar zekâtlarını verenlerdir, onlar ırzlarını koruyanlardır, şu var ki, zevcelerine yâhud sağ ellerinin mâlik olduklarına karşı müstesnadır, çünkü onlar kınanmış değildirler. O hâlde kim bunların ötesini isterse şübhe yok ki, onlar haddi aşanlardır. Ve öyle mü'minler ki, onlar emânetlerine ve ahidlerine riayetkardırlar, onlar namazlarına devam ederler" (elMu'minûn: 23/1-9)34[11].
îmânını kemâle erdirmiĢtir" kavli ile buna iĢaret buyurdu. ĠĢte bu, müellif Buhârî'nin, bu âyetle istidlal etmesinin vechi ve bunu bâb baĢına koymasının uygunluğu cihetidir. Sonra Buhârî bu maksad için diğer bir âyetle de istidlâl etti (Kastallânî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/166. 34[11] Bu âyetlerden de bilindi ki, kendisiyle felah ve necat hâsıl olacak olan îmân, içinde bu söylenen ameller mevcûd bulunan îmândır. Ġbn Battâl Ģöyle dedi: Tasdîk, îmân mertebelerinin birincisidir.Ġmânı tam ve kâmil kılmak ise, ancak zikr olunan bu iĢlerle olur. Buhârî, îmânı kemâle ulaĢtırmayı irâde etmiĢtir (Kirmânı).
41
2- Bize Süleyman ibn Bilâl (172), Abdullah ibn Dînâr(127)'dan o da Ebû Sâlih(101)'ten, o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "îmân altmıştan fazla şu'bedir. Hayâ da îmândan bir şu'bedir" buyurmuĢtur 35[12].
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/166. 35[12] Hadîsteki ġu'be ile murâd haslettir; yânî îmân birçok hasletlere sâhibdir. Hayâ; tevbe ve rucû' ma'nâsınadır. Hayâ ve istihyâ, utanmak ma'nâsınadır. Mütercim der ki, ZemahĢerî ve Matarzî dediler ki, haya ve istihyâ maddesi hayâttan alınmıĢtır... Haya levm, ayıblama ve kötüleme olunacak vaziyetlerden sakınmak sebebiyle, insan hayâtına arız olan tagayyür ve inkisâr (yânî değiĢme ve kırılma)'dan ibârettir. "Hayiye" kelimesi de bu haletten nâĢî hayâtın vaziyeti mütegayyir oldu demektir ki, ondan utanmak ile ta'bîr olunur. Ve Seyyid ġerif dedi ki, hayâ iki nevi' olur: Birisi nefsânî ki, Hz. Hudâ onu nefislerde halk ve ibdâ' eylemiĢtir; yânî fıtrî olur; insanların yanında avret yeri açmaktan hayâ gibi. ikincisi, îmânî olur. Mü'min olan kimsenin Allah'tan korktuğu için ma'siyetlerden çekinmesinden ibârettir (Kaamûs Ter.). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/166-167.
42
3- Müslümân. Dilinden Ve Elinden Müslümânların Selâmette Kaldığı Kimsedir Bâbı
3- ....... Bize ġu'be (160), Abdullah ibn Ebî'sSefer'den ve Ġsmâîl ibn Ebî Hâlid(145)'den, onlar da ġa'bî'den, o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Müslüman dilinden, elinden müslümânların selâmette kaldığı kimsedir. Muhacir de Allah'ın nehy ettiğini terk edendir". Ebû Abdillah el-Buhârî Ģöyle dedi: Ve Ebû Muâviye (194) dedi ki: Bize Dâvûd ibn Ebî Hind (139) Âmir eĢ-ġa'bî'den tahdîs etti. ġa'bî: Ben Abdullah ibn Amr'dan iĢittim; o da Peygamber'den dedi. Ve keza Abdu'1-A'lâ (189) Dâvûd'dan; o da Âmir'den, o da Abdullah ibn Amr'dan, o da Peygamber'den söyledi36[13]. 36[13] Buhârî burada bu iki ta'lîki getirdi. Buhârî birinci ta'lîk ile ġa'bî'nin Abdullah ibn Amr'dan iĢitmesini beyân etmek istedi... Ġkinci ta'lîk ile de Abdu'l-A'lâ'nın rivayetinde mübhem bırakılan Abdullah'ın, Ebû Muâviye rivayetinde beyân edilen, Abdullah ibn Amr'dan ibaret olduğuna tenbîh etmek istedi..
43
4- Müslümânların Hangisi Efdaldir Bâbı
4- ........ Ebû Mûsâ (R) Ģöyle demiĢtir: - Yâ Rasûlallah! Müslümanların hangisi efdaldır? diye sordular. Rasûlullah (S): - "Müslümanlar, dilinden ve elinden selâmette kalandır" buyurdu 37[14].
Bu, Buhârî'nin ta'lîklerindendir. Çünkü Buhârî, Ebû Muâviye'ye ve Abdu'l-A'lâ'ya kavuĢamadı. Bunlardan kendisine birer vâsıta ile ulaĢıp aslı i'tibâriyle müsned ve muttasıl olan bu iki isnadı ta'lîkan zikretti; bunların muallaklığını göstermek için de "Haddesenâ" yâhud "Ahbaranâ"yı kullanmayıp, yine cezm ve kat'iyyet ifâde eden "Kaale" ile Ģevketti. Bu ise caizdir. Çünkü bu, istiĢhâd ve mutâbaat içindir; müstakillen kendisiyle istidlal etmek değildir (Kirmânî, Ġbn Hacer ve Aynî). Hadîsin baĢlığa uygunluğu açıktır. Çünkü geçen bâbda îmânın birçok Ģu'beleri olduğu zikredilmiĢti; bu bâbda da bu Ģu'belerden ikisi zikredilmektedir ki, onlar da müslümânların müslümânın dilinden ve elinden selâmeti, muhacir de nehy edilenlerden ayrılandır. Bunda müslümânları, eza verecek her Ģeyi terke teĢvîk vardır. Bundaki sırr da bütün insanlarla iyi huylu olmaktır. Nitekim Hasan Basrî ebrârın tefsîrinde: Onlar zerreye(yanî küçük karıncalara bile) eziyyet vermeyenler ve Ģerre râzî olmayanlardır, demiĢtir...(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/167-168. 37[14] Her iki bâb arasındaki münâsebet açıktır. Çünkü ikisi de müslümâna hass olan vasıflardan bir vasfın beyânı hakkındadır.
44
5- Yiyecek Yedirmek İslâm'dandır Bâbı
5- ....... Bize Leys ibn Sa'd (175) Yezîd(128)'den, o da Ebu'l-Hayr(90)'dan, o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti (O Ģöyle demiĢtir): Bir kimse Rasûlullah'a: - Ġslâm'ın en hayırlısı hangisidir? diye sordu. Rasûlullah (S): - "Yiyecek yedirmen, tanıdığına tanımadığına selâm vermendir" cevâbını verdi 38[15].
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/168. 38[15] Ġnsanlara yiyecek yedirmek Ġslâm'ın yâhud îmânın Ģu'belerindendir. Bu, cömerdlik ve iyi ahlâkın emâresindendir. Bunda muhtaçlar için menfaat, Peygamber'in meded ve yardım istediği açlığın kapatılması ve giderilmesi vardır. Herkese selâm vermek ise müslümânlara kanat açmaya ve tevâzu'ya delâlet eder. Bunda da kalblerin yaklaĢmasına, kelimelerin toplanmasına ve birbirlerine meveddet ve muhabbete teĢvîk vardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/169.
45
6- Kişinin Kendi Nefsi İçin Arzû Ettiğini Kardeşi İçin De Arzû Etmesi Îmândandır Bâbı
6- ....... Bize Müsedded ibn Muserhed (228) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân (198) ġu'be ibn Haccâc'dan, o da Katâde ibn Diâme es-Sedîsî(117)'den, o da Enes ibn Mâlik(93)'ten, o da Peygamber(S)'den tahdîs etti. Ve kezâ Hüseyin el-Muallim'den; dedi ki: Bize Katâde, Enes(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Hiçbiriniz, kendiniz için arzû ettiğinizi kardeşiniz için arzû etmedikçe, (kemâliyle) îmân etmiş olmaz" buyurdu 39[16]. 39[16] el-Hubb, "hâ"nın dammı ve "bâ"nın teĢdîdiyle dostluk ve sevgi ma'nâsına isimdir. Müellif Basâir'de bu resme tahkîk eylemiĢtir ki, ma'lûm ola ki iĢbu hubb maddesi lûgatta beĢ ma'nâ üzere devr edicidir: a. Safâ ve beyaz ma'nâsına... b. Uluvv ve zuhûr ma'nâsına... c. Lüzûm ve sübût ma'nâsınadır; deve çöktüğü ve kalkmadığı zaman habbe'l-baîru derler, d. Hulûs ve lubâb ma'nâsınadır: Kalbin özü ve dâhili demek olan habbetu'lkalb sözü bundandır. Hubûbât'ın tekili olan habbe de bundandır, çünkü bir Ģeyin aslı ve kıvâmının maddesidir, e. Hıfz ve imsak ma'nâsınadır. Ġçinde suyu muhâfaza edip tutmakta olan kaba habbu'lmâ' denmesi de bundandır. Bunda aynı zamânda sübût ma'nâsı da vardır. Hâsılı zâhir bir iĢtir ki,
46
7- Rasûlullah(S)'ı Sevmek Îmândandır
Bâbı
7-.......Bize Ebû'z-Zinâd (130) el-A'rac(l 17)'dan, o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Nefsim elinde olan Allah 'a yemîn ederim ki hiçbiriniz, ben kendisine babasından da, evlâdından
iĢbu beĢ ma'nâ mahabbet ve vedâdın lâzımelerindendir. Zîrâ kalbin safâsı, irâdesi ve derûnun taalluku mahbûb tarafına kemâl üzere uluvv ve zuhûru ve sübûtunun luzûmu ve muhibbin kalbinin özü mahbûba ihale olunması ve derûnda alâkasının mahfuz olması ve mahabbet bâ'bında derkârdır. Bu vechile mahabbet husûsunda anılan beĢ ma'nâ topluca gerçekleĢmiĢtir. Hulâsa bu ma'nâları câmi olan mefhûma delâlet edici olmak için hubb maddesini koydular ki, boğazın en ötesinden olan hâ harfiyle dudak harfi olan bâ'dan mürekkeb olduğu için, gûyâ ki muhibbin ibtidâ ve intihâ hâl ve sânı baĢtanbaĢa mahbûbuna münhasır olup, araya Ģâir eĢyânın girmesi olmadığını telmîh ve iĢ'âra mebnîdir. Asıl mahabbetin dahî Ģânı böylece olmak lâzımdır. Bundan noksan olursa, ona mahabbet denmesi sahih ve revâ değildir (Kaamûs Ter.). Peygamber bu hadîsinde ahlâkın en büyük asıllarından birini bu kadar câmialı ve vecîz ifadesiyle kaanûnlaĢtırmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/169-170.
47
da daha sevgili olmadıkça (kemâliyle) îmân etmiş olmaz" 40[17].
8- Bize Ya'kûb ibn Ġbrâhîm (252) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ġbn Uleyye (194) Abdulazîz ibn Suheyb'den, o da Enes'ten, o da Peygamber'den tahdîs etti. H ve keza bize Âdem ibn Ebî Iyâs tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti. Enes Ģöyle demiĢtir:
40[17] Peygamber sevgisini cibillî mertebesine çıkaramayan mü'min, hiç değilse Rasûlullâh'ın rızâsını diğer mahlûkların rızâsına ve kendi hevasına tercih ve takdîm ederek cibillî ve fıtrî derecesine yaklaĢtırmağa çalıĢmalıdır. ġarih Aynî, Rasûlullah mahabbetinin ta'zîm ve iclâlden ibaret kalması kâfi olmayıp, bütün ma'nâsınca kalbin meyli ma'nâsına mahabbet olması lâzım geleceğini isbât ettikten sonra, Ģu iki rivayeti de naklediyor: Amr ibnu'1-Âs (R): Hiç kimse bana Rasûlullah'tan daha sevgili olmadığı gibi, hiç kimse de benim nazarımda O'ndan daha celâletli değildi. O'na karĢı olan ta'zîm ve iclâlimin kemâlinden dolayı gözlerimi doyura doyura yüzüne bakamadım, demiĢtir. Umer ibnu'l-Hattâb da, bu metindeki hadîsi iĢittikten sonra: Yâ Rasûlallah, sen bana nefsimden baĢka her Ģeyden daha sevgilisin, demiĢ. Buna karĢı Rasûlullah: "Yâ Umer, nefsinden de sevgili olmalıyım" buyurmuĢ. Bunun üzerine Umer "Nefsimden de" deyince, "Yâ Umer, işte şimdi oldu" buyurmuĢ (Tecrîd Ter., I, 26-27). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/170.
48
Peygamber (S) Ģöyle buyurdu: "Hiçbiriniz ben ona babasından da, evlâdından da, bütün insanlardan da sevgili olmadıkça (kemâliyle) îmân etmiş olmaz".
8- Îmânın Tatlılığı Babı
9-.......Bize Eyyûb es-Sahtıyânî (131) Ebû Kılâbe(104)'den, o da Enes(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Kimde üç şey bulunursa îmânın tatlılığını tatmış olur: Allah ile Rasûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi sevmek, fakat yalnız Allah için sevmek; (Allah onu küfürden kurtardıktan sonra) yine küfre dönmekten, ateşe atılacakmışçasına hoşlanmamak" 41[18]
41[18] Bu büyük bir hadîs ve Ġslâm'ın asıllarından bir asıldır, îmânın tatlılığı tâatlerden lezzet almak, Allah ve Rasûl'ünün rızâsı uğrunda meĢakkatlere tahammül etmek ve bunu dünyâ metâına üstün tutmak demektir. Îmân tatlılığının bu üç Ģeyde olmasının hikmeti nedir, denilirse; buna Ģöyle cevâb verilir: Bu üç Ģey bu lezzeti meydana getirici olan kâmil îmânın unvanıdır (yânî sernâmesi ve önsözüdür). Çünkü nefsinde ni'met verenin ancak Yüce Allah olduğu,
49
9- Bâb: (Kâmil) Îmânın Alâmeti Ensâr'ı Sevmektir
10- ....... Bana Abdullah ibnu Abdillah ibn Cebr haber verip Ģöyle dedi: Ben Enes(R)'den iĢittim; Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Kâmil îmânın alâmeti Ensâr'ı sevmek, münafıklığın alâmeti de Ensâr'a buğz etmektir"42[19]
O'ndan baĢka ne verici, ne de mâni' olucu bulunmadığı, baĢkalarının sâdece arada vâsıtalardan ibaret olduğu inancı yerleĢip kuvvetlenmedikçe, bir kimsenin îmânı tamamlanıp kemâle eremez...(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/171. 42[19] Münafık zahiren mü'min, bâtınen kâfir demek olunca Peygamberimizle muhacirleri evlerini ve gönüllerini açıp konuk etmek, onlara çocukları ve ıyâllerden daha ileri muamele etmek ve uğurlarında mallarını ve canlarını onlara tahsîs edip vermek, dostlarına dost, düĢmanlarına düĢman olmak suretiyle barındırmak, yardım etmek ve Ġslâm Dîni'ni azîz kılıp yükseltmek gibi bahâ biçilmez ulu menkabelerle sıfatlanmıĢ olan Ensâr'a, bu sıfatlarından dolayı buğz edenler -mü'min görünseler de- kalben kâfir olduklarında Ģübhe yoktur. Bununla beraber bu ma'nâca sakındırma, yalnız Ensâr'ın değil bütün sahâbîlerin Ģânında da gelmiĢtir. Nitekim Alî ibn Ebî Tâlib'e Müslim'deki rivayette: "Yâ Alî, sana mü'minden, başkası mahabbet etmez, münafıktan başkası da buğz etmez" buyurulduğu gibi, umûmî olarak sahâbîlerin fazîleti babında da: "Her kim onları severse bana
50
10- Bâb 43[20]
11-.......Zuhrî Ģöyle dedi: Bana Ebû Ġdrîs Âizu'llah ibnu Abdillah (80) haber verdi ki, Ubâdetu'bnu's-Sâmit (R) ki, birinci Akabe gecesinde
muhabbetinden dolayı sever, her kim de onlara buğz ederse bana buğzundan dolayı buğz eder" buyurulmuĢtur. Bu hadîste bahse konu olan mahabbet ve buğz, iĢte bu cihetten olanıdır. Yoksa bir kimsede bu cihetten olmaksızın muhalefeti çekici ârizî bir iĢten dolayı bir sahâbî hakkında -Allah korusun- muvakkat mahabbetsizlik eseri görülse, bununla ne münafık, ne kâfir olur. Nitekim sahâbîler arasında muharebeler olmuĢken, hiçbiri diğerine nifak isnâd etmiĢ değildir. Bunların çekiĢmeleri ictihâdî idi. Ġctihâdda ise hasımların kimi isabet edici, kimi hatâ edicidir. Bununla beraber sahabe devri geçtikten sonra kendilerine rızâ ve mahabbetsizliğe götürecek geçici dünyevî sebebler defteri kapanmıĢ ve medihlerine dâir Kur'ân nassları bunları bürüyecek ve "Allah onlardan râzî olmuştur, onlar da Allah'tan râzî olmuşlardır." (el-Mâide: 5/119; Tevbe: 9/101; Mucâdile: 58/22; Teğâbun: 64/8) ilâhî berâetini muvakkaten olsun dürecek hiçbir vesile kalmamıĢ olduğundan sahâbîlere buğz etmeyi mezheb edinen fırkaların sapıklık olduğunda Ģübhe kalmaz (Tecrîd Ter., I, 28-29). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/172. 43[20] Bunda, kendisinden öncekiyle bir ilgi vardır. "Bâb" kavliyle ikisi arasını ayırmıĢtır. Nitekim musannıfların tasniflerinde, unvandan soyulmuĢ olarak "Ģu fasl" kavilleriyle bunun benzeri yapılagelmektedir... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/172.
51
bey'at eden on iki nakîbin biri olmuĢ ve Bedir harbinde de hazır bulunmuĢ idi; Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) etrafında sahâbîlerinden bir cemâat mevcûd olduğu hâlde buyurdu ki: "Allah'a (ibâdette) hiçbir şeyi ortak kılmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız bir yalanla (kimseye) iftira etmemek, hiçbir ma'rûfta (iyi işte) isyan etmemek üzere bana bey'at (yânî benimle ahd) ediniz, içinizden sözünde duran olursa mükâfatı Allah 'in üzerindedir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyâda cezalandırılırsa, bu ceza ona keffârettir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı fiili Allah örterse, işi Allah'a kalır: İsterse onu afveder, isterse ona ceza verir". Biz de bu Ģart üzere Peygamber'le bey'at ettik 44[21].
44[21] Bu, ilk Akabe gecesinde olan bey'attır. el-Mümtehine Sûresi'nin on ikinci âyetinde emredilen Ģartlar o bey'atta aynen vâki' olduğundan, bu bey'ata bey'atu'n-Nisâ' denilmiĢtir. Bu Ģartlarla mükellef olmakta erkek ve kadın müsâvîdir. Ġkinci Akabe'de ise Ensâr, evlâd ve ıyâllerini nasıl müdâfaa ve himaye ederlerse Rasûlullah'ı da öylece müdâfaa ve himaye eylemek üzere bey'at etmiĢler, ve ahdlerini hakkıyle îfâ ederek, kendilerinden sonra tâ kıyamete kadar Ġslâm'a girmiĢ ve girecek olanlara velî-i ni'met olmuĢlardır.
52
11- Bâb: Fitnelerden Kaçmak Dîndendir
12-.......Ebû Sâîd (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "Yakında (öyle fanâlıklar meydana gelecek ki) bir müslümânın, kendi dînini fitnelerden selâmete kaçırmak için, dağ başlarında gezdirip, yağmur sularının düştüğü yerlerde (yânî vâdîler ve sahralarda) güdeceği davarları, en hayırlı malı olacaktır" 45[22].
12- Peygamber(S)'in "Allah'ı en çok bileniniz benim" Sözü Ve Yüce Allah'ın: "Allah sizi yemînlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalblerinizin azmettiği
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/173. 45[22] Bu hadîste fitne günlerinde uzlete çekilmenin faziletli olduğu hükmü vardır. Ancak insan fitneyi izâle etmeğe kudreti bulunan kimselerden ise, fitneyi izâle etmek yolunda çalıĢması da ona vâcib olur. Bu vücûb da, hâl ve imkâna göre, ya farz-ı ayn yâhud farz-ı kifâye derecesinde olur... Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/174.
53
yeminler yüzünden muâhaze eder..." (elBakara: 2/225) Kavli Sebebiyle Ma'rifetin, Kalbin Fiili Olduğu Babı 46[23]
13-.......ÂiĢe (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) sahâbîlerine emrettiği zaman dâima takat getirebilecekleri iĢleri emreder idi. (O zamân) sahâbîleri: Yâ Rasûlallah, biz senin gibi değiliz. Allah
46[23] Bu âyetteki hüküm, el-Mâide: 5/89. âyette de tekrar edilmiĢtir. Bu âyetlerdeki "lağv" kelimesi muhtelif suretlerde tefsir edilmiĢtir, Ġmâm A'zâm'a göre: Bir kiĢinin bir Ģeyi doğru zannıyle yemîn ettikten sonra, onun hilafı zahir olmasıdır, Ġmâm ġafiî'ye göre: Yemîn kasdetmeksizin bu sözü te'kîd için "La vallahi, belâ vallahi" demesidir. Kaadî Beydâvî'ye göre ise: Dilin sürçmesiyle sehven edilen yemindir. Âyet bu ma'nâların hepsini Ģâmildir. Buhârî'nin maksadı, sâdece kavi ile îmânın tam olmayacağı, muhakkak ona i'tikaadın eklenmesiyle tamamlanacağı; i'tikaad ise kalbin fiili olduğu hususuna, bu âyetle delîl getirmektir. Âyet her ne kadar yeminler hakkında gelmiĢ ise de, ma'nâda müĢterek olmak dolayısıyla îmân hakkında da istidlal açıktır. Çünkü yeminde ve îmânda hakikatin dönüp durduğu yer, kalbin fiilidir. Böylece âyet, îmânın artıp eksileceğine de bir delildir. Çünkü Peygamber'in "Ben sizin Allah'ı en bileninizim" sözü de, zahiren insanların Allah'ı tanımakta birbirlerinden farklı derecelerde olduklarına ve Peygamber'in Allah'ı en iyi bilen insan olduğuna delâlet eder. Böyle olunca da îmân, ziyâde ve noksanı kabul edici olur (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/174.
54
senin olmuĢ olacak günâhlarına mağfiret etmiĢtir, derlerdi de, öfke alâmeti yüzünde bilinecek kadar kızar ve ondan sonra da: "En ziyâde takvalınız ve Allah'ı en çok bileniniz, şübhesiz ki benim" buyururdu47[24].
13- Kişinin, Kâfirliğe Dönmekten, Ateşe Atılacakmışcasına Hoşlanmaması Îmândandır Babı
14-.......Bize ġu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) buyurdu ki: "Kimde üç şey bulunursa imânın lezzetini tatmış olur: Allah ile Rasûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olan kimse; bir kulu seven, fakat yalnız Allah için seven kimse; Allah kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra yine kâfirliğe dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmayan kimse"48[25].
47[24] Hadîsin baĢlığa uygunluğu açıktır. Çünkü baĢlık hadîsten bir parçayı ihtiva etmektedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/174. 48[25] Bu bâb da Allah'ı ve Rasûl'ünü baĢkalarından çok seven kiĢinin îmânın tatlılığına zafer bulacağı ma'nâsını içine alır.
55
14- Îmân Ehlinin Ameller Sebebiyle Birbirlerinden (Faziletçe) Üstün Oluşları Babı
15-.......Bana Mâlik, Amr ibn Yahya elMâzinnî'den, o da babasından, o da Ebû Saîd Hudrî(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Cennet ahâlîsi cennete, ateş ahâlîsi de ateşe girdikten sonra Yüce Allah: Kimin kalbinde bir hardal tanesi ağırlığınca îmân varsa ateşten çıkarınız, diye emreder. Bunun üzerine bu kimseler simsiyah kesilmiş oldukları hâlde çıkarılıp Hayât (yâhud Haya) nehri içine atılırlar ve orada sel uğrağında kalan yabanî reyhan tohumları nasıl sür'atle yetişirse öylece yetişirler. Görmez misin, bunlar sapsarı olarak ve iki tarafa salınarak (ne güzel) sürerler" 49[26].
Hadîsin baĢlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü hadîsin Ģâmil olduğu üç Ģeyden biri, baĢlığın kendisidir (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/175. 49[26] Hadîsin baĢlığa uygunluğu açık olup Ģöyledir: Bunda îmândan çok az bir Ģeyin sahibini ateĢten çıkaracağı zikr
56
Ve keza Vuheyb ibn Aclânî (105) dedi ki: Bize Amr ibn Yahya babasından, o da Ebû Saîd'den bu hadîsi tahdîs etti ve bu rivayetinde "Hayât Nehri" ve "Hayırdan bir hardal tanesi" ta'bîrlerini söyledi 50[27].
edilmiĢtir. Kendisinde azlık ve çokluk bulunan bir Ģeyde farklılaĢma ise açıktır. O da îmânda ve amellerinde insanların birbirlerinden fazlalıklı ve meziyyetli olmalarıdır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/176. 50[27] Buhârî bunu burada ta'lîk yoluyla zikretti. Çünkü kendisi Vuheyb'e eriĢemedi. Kitâbu'r-Rikaak'da ise "Musa ibn Ġsmail'den o da Vuheyb'den..." isnâdıyle müsned olarak rivayet etmiĢtir. Buhârî'nin Vuheyb hadîsinden bu ziyâdeyi getirmesinde birkaç fâide vardır: a. Buhârî'nin maksadı bu hadîsi Amr'dan rivayet etmekte Mâlik'e muvafakat ettiğini göstermektedir. b. Vuheyb'in, Mâlik'in hilâfına olarak tahdîs lâfzıyle getirerek: "Haddesenâ Amr" sözü. Çünkü Mâlik "an" lâfzıyle getirmiĢti. "An"da ise ittisal ve semâ'a delâlet eder mi, yoksa etmez mi tarzında meĢhur bir ihtilâf vardır. ĠĢte Buhârî bu ziyâde ile ihtilâf tevehhümünü izâle etti. Maamâfîh Mâlik müdellis değildir. Bu fennin âlimleri indinde meĢhur olan "an" lâfzı, muan'ının müdellis olmadığı zaman ittisale hamledilmiĢtir. c. Mâlik'in Amr'dan rivayet ettiği hadîsinde "Haya yâhud hayât" lâfzı hakkında gelen Ģübhenin izâlesi: Vuheyb, o lâfız Ģübhesiz olarak "Hayât Nehri" demiĢtir... (Kirmânî, Ġbn Hacer ve Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/176.
57
16-.......Bize Ġbrâhîm ibn Sa'd (l 10-183), Salih ibn Keysân'dan; o da Ġbn ġihâb'dan, o da Ebû Umâme ibn Sehl'den tahdîs etti ki, o da Ebû Saîd Hudrî (R)'den Ģöyle derken iĢitmiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: - "Uyuduğum esnada gördüm ki insanlar bana arz olunuyorlardı. Üstlerinde gömlekler vardı, bu gömleklerin bâzısı memelere ulaşıyor, bâzısı daha kısa idi. Umer ibn Hattâb da bana arz olundu. Üstünde (eteklerini yerde) sürüdüğü bir gömlek vardı." - Yâ Rasûlallah! Bunu ne ile te'vîl (yânî ta'bîr) ettin? diye sordular. - "Dîn ile" dedi51[28].
15- Haya İmândandır Bâbı
51[28] Hadîsin baĢlığa uygunluğu, gömleğin dîn ile te'vîli yönündendir. Hadîste insanların çeĢitli uzunlukta gömlek giymekte birbirlerinden farklı oldukları zikr edilmiĢtir. Bu da insanların îmânda birbirlerinden farklı derecelerde bulunduklarına delâlet etmiĢtir (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/177.
58
17........ Bize Mâlik ibn Enes, Ġbn ġihâb'dan; o da Salim ibn Abdillah(106, 108)'den, o da babası Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki (Ģöyle demiĢtir): Rasûlullah bir gün Ensâr'dan bir kimsenin yanından geçiyordu. Ensârî, kardeĢini hayadan men'ediyordu. Rasûlullah (S): "Ona ilişme, çünkü haya îmândandır" buyurdu 52[29].
52[29] îmân, Allah'a karĢı ma'siyet iĢlemeğe mâni" olduğu gibi, haya da Allah'a ve insanlara karĢı ma'siyet iĢlemeğe mâni'dir. Bu sebeble haya îmândan bir Ģu'be sayılmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/177.
59
16- Bâb: "... Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse yollarım serbest bırakın... " (et-Tevbe: 9/5) 53[30].
18-.......Bize ġu'be, Vâkıd ibn Muhammed'den tahdîs etti: Ģöyle demiĢtir: Ben babamdan iĢittim; Ġbn Umer'den tahdîs ediyordu (O Ģöyle demiĢtir): Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "Allah'tan başka hakk ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasûlullah olduğuna (zahirde) şehâdet, namazı ikaame, zekâtı eda edinceye kadar
53[30] Bu hususta gelmiĢ olan "Allah'tan baĢka hakk ilâh olmadığına Ģehâdet etmelerine kadar" hadîsinin muvafık olması için "MüĢriklikten tevbe ederlerse" Ģeklinde anlaĢılmak gerekir. Âyetin baĢ tarafı Ģöyledir: "Haram olan o aylar çıktığı zaman artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları (esîr olarak) yakalayın, onları hapsedin, onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe ederlerse..." Bu âyete "Âyetu Seyf = Kılıç Âyeti" derler. Bu hüküm, yalnız müĢriklere âiddir. Nitekim bundan sonraki âyetler de bunu göstermektedir. Kitâb ehli olanlarla, yalnız Ġslâm Devleti'nin tebaiyyetini kabul edinceye kadar harb edilir; onlar bu tebaiyyeti kabul ettikleri zaman kendi dîn, can ve mal hürriyetlerine sâhib olarak yaĢarlar. Bu tebaiyyetin Ģartı da "cizye vergisi"ni vermeleridir. Kitâb ehline âid olan hüküm, etTevbe: 9/30. âyette ifâde edilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/178.
60
insanlarla muharebe etmekliğim bana emrolundu. Onlar bu işleri yapınca -Müslümanlık hakkının gereği (olan haddler) müstesna- İslâm hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Bâtınlarından dolayı olan) hesâblarına gelince, o (hesabı görmek) Allah'a âiddir"54[31]
17- Yüce Allah'ın: "İşte bu, sizin yapageldiğiniz iyi amelleriniz sayesinde mîrasçı kılındığınız Cennettir" (ez-Zuhrûf: 43/72; küçük fark ile el-A'râf: 7/43) Kavlinden
54[31] Hadîsin ma'nâsı, âyetin ma'nâsına mutabıktır; bundan dolayı aralarını bir yere getirdi. Kitâbu'1-îmân ile alâkalarına ve bunun bâblarından bir bâb yapılmalarına gelince, bundan, îmân edenin ma'sûm olduğunun bilinmesi, namazı kılmanın, zekâtı vermenin de, Buhârî'nin görüĢüne göre, îmân cümlesinden olduğunun bilinmesidir. Taberânî'nin el-Mu'cemu'l-Evsât'la Enes'den rivayet ettiğine göre, müstesna olan islâm hakkının ne olduğu Peygamber'den sorulmuĢ, ve: "Evlilikten sonra zina, islâm'a girdikten sonra dînden dönmek, bir de nefis katletmek. İşte bunlara mukaabil öldürülebilirler" diye cevâb verilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/178-179.
61
Dolayı "Îmân Ancak Ameldir" 55[32] Diyen Kimse Babı
Ve ilim ehlinden bir cemâat, Yüce Allah'ın Ģu: "İşte Rabb'ına and olsun ki onlara, topuna yapmakta oldukları şeylerden elbette soracağız" (el-Hıcr: 13/9293) kavli hakkında (sorulacak Ģey) "La ilahe illa'llâh‖tır dediler. Ve bir de "Artık çalışanlar da bunun gibi (bir murâd için) çalışmalıdır" (es-Sâffât: 37/61) 56[33]
55[32] Burada amel ile murâd; dilin, kalbin ve diğer organların amellerinin toplamıdır. Buna istidlal, âyetlerin ve hadîslerin hepsiyledir; yahûd hepsi delâlet eder olduğu için Kur'ân ve sünnetten her biri bu da'vânın bir kısmına delâlet eder. Hadîs'in bâb baĢlığına uygunluğu açıktır, o da amelin îmâna ıtlak edilmesidir, ibn Battal Ģöyle dedi: Âyet, âhıret derecelerine ancak amel ile nail olunacağına ve îmânın söz ve amel olduğuna hüccettir. Buna zikredilen hadîs de Ģehâdet eder. Bu, ehli sünnetten bir cemâatin mezhebidir. Buhârî'nin de bunu bâb yapmaktan muradı budur. Peygamber bu hadîste îmânı amelden kılmıĢtır. Diğer hadîslerde de îmân ile amel arasını ayırmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/179. 56[33] Bu, kâfirler îmân etsin demektir. Binâenaleyh amel söylenip, îmân murâd edilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/179.
62
buyurduğu için (îmân kalbin, lisanın ve a'zâların amelidir).
19-.......Bize Ġbn ġihâb, Saîd ibn Museyyeb (93 ? 95)'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti (Ģöyle demiĢtir): Rasûlullah'a: - Amelin hangisi efdaldir? diye soruldu. Rasûlullah (S): - Allah'a ve Rasûl'üne îmân etmektir, buyurdu. - Ondan sonra hangisi? diye soruldu. - Allah yolunda cihâddır, buyurdu. - Ondan sonra hangisi? denildi. - Makbul olmuş haccdır, cevâbını verdi 57[34]
18- Bâb: İslâm Hakikat Üzere Olmadığı Zaman, Sırf İnkiyâd İçin Yâhud
57[34] BaĢlığa uygunluğu açıktır; o da amelin îmân ma'nâsında kullanılmasıdır, ibn Battal: Âyet, âhıret derecelerinin amelle elde edilir olduğu ve îmânın kavi ve amelden ibaret olduğu hususlarında hüccettir. Zikredilen bu hadîs de buna Ģehâdet etmektedir, demiĢtir (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/180.
63
Öldürülmekten Korkmaktan Dolayı Olduğu Zaman (Muteber Olmaz)
Çünkü Yüce Allah: "Bedeviler îmân ettik dediler. De ki: Siz henüz îmân etmediniz, velâkin henüz îmân kalblerinizin içine girmemiş olduğu hâlde İslâm 'a girdik deyin..." (el-Hucurât: 49/14) buyurdu. Ġslâm hakîkat üzere olursa böylesi de zikri celîl olan Allah'ın Ģu: "Hakk dîn, Allah indinde İslâm'dır" (Âli Ġmrân: 3/19) kavlinin gereği üzere olmuĢtur.58[35] 58[35] Âyetlerin bâb baĢlığına uygunluğu açıktır. Çünkü bâb baĢlığı, "Ġslâm hakîkati üzere olmazsa fayda vermez" hükmüdür. Âyetler de bu hükme delâlet etmektedir. Râgıb el-Isfahânî el-Mufredât'ında Ģöyle der: Ġslâm, Ģeri'de iki kısımdır: Birisi îmânın dûnundadır ki, bu lisân ile i'tirâftır. Bununla kan siyânet olunur, beraberinde i'tikaad gerek olsun, gerek olmasın el-Hucurât: 49/14. âyetinde bu ma'nâ kasdolunmuĢtur. Birisi de îmânın fevkındedir ki, burada lisânen i'tirâf ile beraber hem kalben i'tikaad, hem, vefa, hem de Allah'a bütün kaza ve kaderinde teslimiyet vardır. Nitekim Ġbrâhîm aleyhi‘s selâm hakkında: "Rabb'i ona: Kendini Hakk'a teslim et, dediği zaman o: Âlemlerin Rabb'ına teslim oldum, demiştir'" (el-Bakara: 2/131) buyurulması böyledir. Kezâlik "Allah indinde dîn İslâm'dır" ve "Benim canımı müslümân olarak al" (Yûsuf: 101) kavli bu ma'nâyadır. Beni rızâna teslim olan kullarından kıl demektir. ġeytân'ın kaydından salim kıl ma'nâsına olmak da caizdir... Ġmâm A'zam'a mensûb el-Fıkhu'l-Ekber'de de Ģöyle zikredilmiĢtir: îmân, ikrar ve tasdiktir; islâm Allah Taâlâ'nın
64
20-.......Zuhrî Ģöyle dedi: Bana Âmir ibn Sa'd(103,104),babası Sa'd ibn Ebî Vakkas(R-55, 58)'dan haber verdi ki, Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) bir takım insanlara dünyalık veriyordu; bu Sa'd da orada oturuyordu. Derken Rasûlullah içlerinden en ziyâde beğendiğim birini bıraktı. Bunun üzerine: - Yâ Rasûlallah! Fulânı niçin bıraktın? Vallahi onu bir mü'min biliyorum, dedim. - Öyle deme, müslim (de), buyurdu 59[36].
emirlerine teslîm ve inkıyâddır. Binâenaleyh îmân ile Ġslâm arasında lügat tarikından fark vardır. Velâkin Ģeriat hükmünde islâm 'sız îmân, îmânsız islâm olmaz. Bu ikisi zahir ile bâtın, yüz ile astar gibidir. Dîn ile îmân, islâm ve Ģerîatin hepsine birden vâki' olan isimdir (Hakk Dîni, VI, 4482). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/180-181. 59[36] Sa'd'ın "mü'minen" sözünü, Peygamber'in mükerreren "ev müslimen" suretinde tashîh etmesi, îmânın bâtınî iĢlerden ve yalnız Allah'ın bildiği gayb hâllerinden olması dolayısıyle zahirî itaate ve teslimiyete bakarak "müslimen" demenin evlâ olduğunu öğretmek içindir. Vâkıdî'nin Megâzi‘de tasrîh ettiğine göre, bu mahrum edilen zât, muhacirlerden Cuayl ibn Surâka ed-Damrî (R)'dir. Sa'd'ın hüsnü Ģehâdette bu kadar ısrar etmesi de bundan ileri geliyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/181.
65
Bir müddet sustum. Nihayet o adam hakkındaki bilgim bana galebe etti de dayanamadım, yine sözümü tekrar ederek: - Fulânı niçin mahrum bıraktın? Vallahi ben onu mü'min biliyorum, dedim. Yine: - Öyle deme, müslim (de), buyurdu. Ben yine sustum. Lâkin o zât hakkındaki bilgim bana galebe etti, sözümü tekrar ettim. Rasûlullah yine o sözü tekrar ettikten sonra: - Ey Sa 'd, bir adama, Allah onu yüzü koyun ateşe atmasın diye başkasını daha ziyâde sevdiğim hâlde ihsanda bulunduğum olur, buyurdu 60[37]. Bu hadîsi Zuhrî'den Yûnus, Salih ibn Keysân, Ma'mer ibn RâĢid ve Zuhrî'nin erkek kardeĢinin oğlu Muhammed ibn Abdillah da rivayet etti61[38].
60[37] BaĢlığa uygunluğu açıktır; o da islâm hakîkat üzere olmazsa kabul olunmaz hükmüdür. Peygamber bunun için Sa'd'a "Ev müslimen = Öyle deme müslim de" demiĢtir. Çünkü Peygamber'in bu sözünde îmâna kesin hüküm vermekten nehy vardır. Zîrâ îmân bir bâtın iĢidir, onu Allah'tan baĢkası bilemez, islâm ise zahir ile bilinmiĢtir... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/182.
66
19- Bâb: Selâm (Vermek) İslâm'dandır
Ammâr ibn Yâsir (37) Ģöyle dedi: Üç Ģeyi her kim biraraya getirebilirse îmânı tam toplamıĢ olur:
61[38] Yânî bu hadîsi Zuhrî'den Ģu dört zât da rivayet ettiler ve bunlar, Zuhrî'den olan rivayetinde ġuayb'a mutâbaat eylediler. Böylece hadîsin rivayet tarîklerinin çokluğu ile kuvveti artıyor. Bu ifâdede ve Tirmizî'nin "Bu bâbda fulândan ve fulândan..." gibi sözlerinde birçok fâideler vardır. Birisi bu söylediğimizdir. Ġkincisi, mutâbaat yâhud istiĢhâdı tanımak için tarîkleri toplamağa rağbet eden kimsenin, hadîsin râvîlerini bilmesidir ki onların rivayetlerini ve müsnedlerini araĢtırması için bu bilgi kendisine lâzımdır. Üçüncüsü bu zikredilen râvîlerin de bu hadîsi rivayet ettiklerini tanıması. Bazen bilgisiz kimse isnâdda zikredilenden baĢka kimselerin bu hadîsi rivayet etmediğini vehmeder. Diğer bir kitâbda bu hadîsi baĢkasından rivayet edilmiĢ görür ve yanılarak vehmeder ve hadîs ancak fulân tarîkindendir diye iddiaya kalkıĢır. Bu bâbda fulândan ve fulândan da gelmiĢtir denildiği zaman zikredilen vehm zail olur. Dördüncüsü, Buhârî'nin sarîh olarak kendi Ģartına vefâsıdır. Çünkü denildiğine göre, onun Ģartı, her bir hadîs için iki ve daha fazla râvî olmaktır. BeĢincisi, hadîsin müstefîz, yânî yaygın olmasıdır ki, böylece Kur'ân'ı tahsis etmekte, hadîsin meĢhur olmasını Ģart koĢan müctehidler indinde hüccet olur. Müstefîz yânî meĢhur, nâkilleri üçten çok olan hadîstir (Aynî, 1,228). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/182.
67
Nefsine karĢı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selâm vermek, fakîr iken de infâk eylemek 62[39].
21-.......Abdullah ibn Amr(R)'dan (Ģöyle demiĢtir): Bir kimse Rasûlullah'a: - Ġslâm'ın en hayırlısı hangisidir? diye sordu. Rasûlullah (S): "Yiyecek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selâm vermendir" buyurdu 63[40].
62[39] Ammâr ibn Yasîr (37)'den gelen bu eserin "selâm vermendir" fıkrası, muteâkıb muttasıl hadîsin aynı fıkrasıyle uyuĢuyor. Böylece ta'lîkın muttasıl bir aslı mevcûd olmuĢ oluyor. Buhârî bu ta'lîk ile selâm vermenin, Ġslâm'ın yânî îmânın Ģu'belerinden bir Ģu'be olduğunu ifâde ettiği gibi, ta'lîkdaki diğer hasletlerin dahî îmânın Ģu'belerinden olduğunu ifâde etmiĢtir. Bu ta'lîk bâzı lâfız farklarıyle Ahmed, Bezzâr, Abdurrazzâk ve Taberânî tarafından mevsûlen rivayet edilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/182-183. 63[40] Hadîs, baĢlığın iki fıkrasından birini içine almakta olduğundan aralarında uygunluk tamamdır. Hadîsle ilgili diğer açıklamaları, daha önce geçtiği yerde tam olarak zikretmiĢtik... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/-183.
68
20- Hayât Yoldaşına Nankörlük Etmek (Bir Nevi' Küfürdür) Ve Kâfirliğin Berisinde Kâfirlik Vardır Babı64[41]
Bu konuda Ebû Saîd Hudrî'den ve Peygamber(S)'den rivayet edilmiĢ hadîs vardır 65[42].
64[41] Bu bâb ile bundan evvel geçen bâblar arasındaki münâsebet Ģudur: Geçen bâblarda zikredilen, îmân iĢleridir. Küfür ise, onun zıddıdır. îmânla küfür arasındaki münâsebet ise bunların birbirlerine zıd olmaları cihetidir. Çünkü iki Ģey arasını cem' eden Ģey, birkaç türlüdür...(Aynî). Musannif Buhârî'nin maksadı, tâatlere îmân ismi verildiği gibi, ma'siyetlere de küfür isminin verildiğini, ancak ma'siyetlere dînden çıkarıcı olan küfür ma'nâsı kasdedilmeyerek küfür ismi verileceğini beyân etmektir (Ebû Bekr ibnu'l-Arabî). Küfür, îmânın zıddıdır; küfür aynı zamanda ni'meti inkârdır, bu sonuncu ise Ģükrün zıddıdır. Küfrân da yukarıdaki Ģekildedir. Lâkin küfür dînde, küfrân ni'mette çok kullanılır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/183. 65[42] AĢîr, muâĢir yâni yoldaĢ demektir. ġu âyette geçer: "O zararı fâidesinden daha yakın olana tapar, (taptığı nesne) ne kötü yardımcı ve ne fena yoldaştır" (el-Hacc:22/13). Buhârî, bununla, bu bâbda zikrettiği hadîsin burada sevk eylediği tarîkden baĢka bir tarîki daha olduğunu iĢaret etmiĢtir. ĠĢaret ettiği o tarîki Kitâbu'l-Hayz'da tahrîc etti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/183.
69
22-....... Ibn Abbâs (R) Ģöyle demiĢtir: Peygamber (S): - Bana cehennem gösterildi, bir de gördüm ki cehennem ahâlîsinin çoğu kadınlardır. Onlar küfr ederler, buyurdu. Bunun üzerine: - Allah'a mı küfr ederler? diye soruldu. Peygamber: - Onlar kocalarına karış küfrün ederler, iyiliğe karşı küfrân ederler. Birisine bütün zaman ihsan etsen de sonra senden (hoşuna gitmeyen) bir şey görse, "Ben senden hiçbir hayır görmedim" der 66[43].
66[43] BaĢlığa uygunluğu açıktır. BaĢlık hayât arkadaĢına nankörlük etmek ve küfür kelimesinin Allah'ı inkârın dıĢında kullanılmasıdır. Hadîsteki küfür de nankörlük ma'nâsına kullanılmıĢtır. Bundan haklara ve ni'mete nankörlük etmenin haram kılınması hükmü alınmıĢtır. Çünkü ateĢe ancak haramı iĢleyen girer. Nevevî, hayât yoldaĢına karĢı ve ihsana karĢı nankörlüğü ateĢle tehdîd etmesi, bunların büyük günâhlardan olduğuna delâlet eder, demiĢtir...(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/184.
70
21- Ma'siyetler, Câhiliyyet İşi Nev'indendir Babı
Allah'a ortak koĢma müstesna, bu Câhiliyyet iĢlerinin sahihleri, bunları iĢlemeleri sebebiyle kâfir sayılmazlar. Çünkü Peygamber (S), Ebû Zerr'e: "Demek ki sen, içinde henüz Câhiliyyet ahlâkı bulunan bir kimsesin" buyurdu; Yüce Allah da: "Şübhesiz ki Allah, kendisine ortak tanınmasını mağfiret etmez, ondan başkasını, dileyeceği kimseler için mağfiret eyler..." (en-Nisâ: 4/48,116) buyurdu 67[44].
67[44] Bâb baĢlığı ma'siyetlere, Allah'ı inkâr ma'nâsına değil, sâdece ni'meti inkâr ma'nâsına olarak mecazen küfür adı verileceğini ifâde ediyor. Buharı, ma'siyet iĢlemenin, -günâhları sebebiyle insanları küfre nisbet eden Hâricîler'in hilâfına- insanı dînden çıkarmayan bir küfr olduğunu beyân etmek istedi. Kur'ân'ın nassı da Hâricîler'i reddediyor. Buhârî'nin âyeti delîl getirmesi açıktır. Ebû Zerr kıssasına gelince, o da, kendisinde Allah'a Ģirk koĢma dıĢında ister büyük, ister küçük günâh olsun, Câhiliyyet huylarından bir huy bakî kalan kimsenin, bu huy sebebiyle îmândan çıkmayacağı hususuna delîl getirilmek için zikredilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/185.
71
23-....... Bize ġu'be, Vâsıl el-Ahdeb(120)'den, o da el-Ma'rûr ibn Suveyd'den tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Ben Rebeze köyünde Ebû Zerr'e kavuĢtum. Toplamı bir hullelik, yânî bir ridâ ile bir izâr-dan ibaret bir takımlık kumaĢın yarısı kendisinin, yarısı kölesinin sırtında bulunuyordu. Ben kendisine böyle birer yarı parçanın her ikisinin sırtında ayrı ayrı bulunmasının sebebini sordum. Bunun üzerine Ebû Zerr (R) Ģöyle Ģöyle anlattı: Ben bir kerre bir adamla söğüĢtüm de onu anasından dolayı ayıbladımdı. Peygamber (S) bana: "Yâ Ebâ Zerr! Onu sen anasından dolayı mı ayıblıyorsun? Demek ki sen, içinde henüz Câhiliyyet (ahlâkı) bulunan bir kimsesin. Hizmetçileriniz sizin öyle kardeşlerinizdir ki, Allah onları sizin ellerinizin altına emânet etmiştir. Her kimin eli altında kardeşi bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçleri yetmeyecek zahmetli bir iş
72
yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz, onlara yardım ediniz" buyurdu 68[45].
22- Bâb: "Eğer mü’minlerden iki zümre birbirleriyle döğüşürlerse aralarım barıştırın..." (el-Hucurât: 49/9). Yüce Allah bu döğüşen kimselere mü'minler ismini verdi 69[46] .
68[45] Velîd ibn Müslim'in munkatı' olarak rivayetine göre, söğülen zât Bilâl HabeĢî (R) imiĢ. Ve Ona: "Yâ'bne's-sevdâ= Ey kara kadının oğlu!" diye söğmüĢ. Bilâl'in Ģikâyeti üzerine Peygamber'in tevbîhi vâki' olunca, Ebû Zerr yanağını yere koyup: "Bilâl ayağı ile .basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım" diyerek, kusurunun afvını istemiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/185. 69[46] Ġki bâb arasındaki münâsebet Ģudur: Bundan evvelki bâbda ma'siyet iĢleyen kimsenin, bu ma'siyet sebebiyle küfre nisbet edilmeyeceği zikredilmiĢ ve îmân sıfatı ondan selb olunmamıĢtı, iĢte keza bu bâbda da bunun benzeri beyân olunuyor. Çünkü burada zikredilen âyet, bâğîler hakkındadır ve Allah onları mü'minler diye isimlendirmiĢ ve kendilerinden îmân sıfatı selb olunmamıĢtır. Bundan da büyük günâh sahibinin îmândan çıkmayacağı bilindi. Bununla Haricîler ve Mu'tezile görüĢü reddolunuyor... Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/186.
73
24-.......Bize Eyyûb es-Sahtıyânî ile Yûnus ibn Abîd (139), Hasen el-Basrî(110)'den, o da el-Ahnef ibn Kays(67)'tan tahdîs etti. ġöyle demiĢtir: ġu adama Buhârî'nin Fiten'deki rivayetinde Peygamber'in amucaoğlu Alî'ye- yardıma gidiyordum. Ebû Bekre beni karĢıladı ve: - Nereye gidiyorsun? diye sordu. - ġu adama yardım etmek istiyorum, dedim. Ebû Bekre bana: - Geri dön; çünkü ben Rasûlullah(S)'tan iĢittim: "İki müslümân kılıçlarıyle karşılaştıkları zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir" buyuruyordu 70[47]. - Yâ Rasûlallah! Öldüren böyle; ya ölene ne oluyor? diye sordum. 70[47] "Bu cezaya hak kazanır" demektir. Yoksa ilâhî afv yetiĢip kurtulmak da vardır. Ebedî cehennemlik ma'nâsı ise hiç anlaĢılmamalıdır. Hadîste her iki tarafa da müslim nâmı verilmesinde de buna iĢaret vardır. Söz kıtali Ģer'an caiz kılacak bir te'vîl olmaksızın vâki' olan mukaatelededir. Kıtale karıĢan sahâbîlerin her iki tarafta olanlarının cennet ehli olması da buna delildir. Çünkü onlar ictihâddan ve kıtalde dînin ıslâhı var diye çarpıĢmıĢlardı. BaĢlıktaki el-Hucurât: 49/9 âyetinde de bâğî ehli olanlara -hakk üzere olan hasımları gibi- mü'min denilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/186-187.
74
- "Ölen de arkadaşını öldürmeğe hırslı idi de ondan" buyurdu.
23- Bâb: Zulmün Bâzısı Daha Hafiftir
71[48]
25-.......Bize Ebu'l-Velîd (227) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġu'be tahdîs etti. H Buhârî dedi ki: Ve bana BiĢr ibn Hâlid (253) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Muhammed ibn Ca'fer (192 ? 194) ġu'be'den, o da Süleyman ibn Mıhrân(148)'dan, o da Ġbrahim ibn Yezîd(96)'den tahdîs etti. Abdullah ibn Mes'ûd (R) Ģöyle demiĢtir: "îmân edip de îmânlarına zulüm karıştırmayanlar, işte emin olmak ancak onların hakkıdır. Doğru yola giden de onlardır" (el-En'am: 6/82) âyeti indiği zaman Rasûlulah(S)'ın sahâbîleri: Hangimiz nefsine zulm etmemiĢtir? dediler. Bunun
71[48] "Düne" lâfzı, ya gayr yâhud da ednâ ma'nâsınadır. Gayr ma'nâsına alınırsa, zulmün nevi'leri muhtelif ve baĢka baĢkadır demek olur; ednâ ma'nâsına alınırsa, zulmün bâzısı zulümlükte ve akıbetinin kötülüğünde daha Ģiddetlidir demek olur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/187.
75
üzerine: "Allah'a ortak edinmek şübhesiz büyük bir zulümdür" (Lukmân: 25/13) âyeti nazil oldu 72[49].
24- Münâfıkın Alâmeti Babı
26-.......Bize Nâfi' ibn Ebî Âmir Ebû Süheyl, babası Mâlik ibn Ebî Âmir(112)'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Münâfıkın alâmeti üçtür: Söz söylerken yalan söyler; va'd ettiği vakit sözünde durmaz; kendisine birşey emniyet edildiği zaman hıyanet eder" buyurdu.
72[49] Hadîsin bâb baĢlığına mutabakatı Ģu cihettendir: Zulmün birçok nevi'leri olduğu ve bâzı zulüm nevi'lerinin küfür, bâzısının da küfür olmadığı bilinince, bundan zarurî olarak, zulmün bâzısının daha hafif olduğu bilinmiĢ oluyor. Buhârî bu hadîsi iki tarîkten tahrîc etti. Biri: Ebu'l-Velîd'den, o da ġu'be'den, o da Süleyman'dan... Diğeri de BiĢr ibn Hâlid'den, o da Muhammed ibn Ca'fer'den, o da ġu'be'den, o da Süleyman'dan... Ġmâna Ģirk karıĢtırmak, ya nifak ya irtidâd sûretleriyle olur. MüĢrik ve münafık olmayanların mazhar oldukları emîn ve emân, cehennemde devamlı kalmaktan emîn ve emândır. Yoksa âsîye azab olacağı birçok nasslarla sabittir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/186-187.
76
27-…..Bize Sufyân es-Sevrî (160), A'meĢ'ten; o da Abdullah ibn Murre(100)'den o da Mesrûk(63)'tan; o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Dört şey her kimde bulunursa hâlis münafık olur; her kimde bunların bir parçası bulunursa onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir huy kalmış olur. Bunlar şunlardır: Kendisine bir şey emniyet edildiği zaman hıyanet etmek; söz söylerken yalan söylemek; ahd ettiğinde ahdini tutmamak; husûmet zamanında da haktan ayrılmaktır". ġu'betu'bnu'l-Haccâc bu hadîsi Süleyman elA'meĢ'ten rivayet etmekte Sufyân es-Sevrî'ye mutâbaat etti73[50].
73[50] Buhârî bu mutâbaatı Kitâbu'l-Mezâlim'de vasletti. Burada bu mutâbaattan maksadı, bu hadîsin A'meĢ'ten; diğer bir tarîkten de rivayet edilmiĢ olmasıdır. Bu mutâbaatın fâidesi de, takviyedir. "Bu iki hadîste bahsedilen hasletler bazen müslümânda bulunuyor dersen, murâd amel nifakıdır; kâfirlik nifakı değildir; nitekim, îmân ta'bîri de amele ıtlak ediliyor, diye cevâb veririm" (ġah Veliyyullah). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/188.
77
25- Bâb: Kadr Gecesini Tâatle Geçirmek Îmândandır 74[51]
28-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S): "Her kim îmânından dolayı ve ecrini yalnız Allah'tan umarak kadr gecesini tâatle geçirirse, onun lehine geçmiş günâhları mağfiret olunur" buyurdu.
26- Bab: Cihâd Îmândandır
29-.......Bize Ebû Zur'a ibnu Amr ibn Cerîr tahdîs edip Ģöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)'den iĢittim; Peygamber (S) buyurdu ki: “Allah kendi yolunda cihâda çıkan kimseye: "Onu evinden çıkaran
74[51] Bu ve bunu tâkîb eden üç babın her biri, îmân Ģu'belerinden birer Ģu'bedir, demektir. Müellif Buhârî "Selâm vermek îmândandır" babının beyânını cami' olan îmân Kitâbını zikr edip de, içlerinde îmânla münâsebet bulunduğu için araya istitrâden beĢ bâb daha soktuktan sonra -ki bunlar "YoldaĢa küfrân.." babından, "Münâfıkın alâmeti" babına kadardır- burada tekrar îmânın alâmetlerini zikre döndü (Kastallânî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/189.
78
şey yalnız bana îmân ve elçilerimi tasdik ise, nail olduğu ecir ve ganimetle (salimen yurduna) geri getireyim, yâhud cennete girdireyim" diye tekeffül etmiştir. Ümmetime meşakkat verecek olmasaydım, hiçbir cihâd müfrezesinin arkasından geri kalmazdım. Yemîn olsun ki Allah yolunda öldürülüp tiiriltilmemi, ondan sonra öldürülüp diriltilmemi, ondan sonra öldürülmemi ne kadar isterdim!” 75[52]
27- Bâb: Ramazân Gecelerini Nafile İbâdetle Geçirmek Îmândandır
75[52] Bu hadîsten Allah yolunda cihâdı, ve Ģehîdliğin fazileti, Ģahadet temennîsinin cevazı, Ģehîdlik ecrinin büyüklüğü, insanın takat getireceği Ģeylerin üstünde ve gücü yetse bile kendisine mümkin olmayacak hayırları temennî ve niyet etmesinin cevazı, cihâdın kifâye farzı olup, ayn farzı olmadığı; hadîsin zahiri kâfirlerle kıtal hakkında ise de, mekruh iĢleri ve müslümânlardan meĢakkatleri gidermek uğrunda çalıĢmanın, bâğîlerle kıtale gitmenin, ma'rûfu emr ve münkeri nehy etmeyi yerine getirme hususunda cihâda çıkan kimsenin de "fî sebîli'llâh = Allah yolunda" kavline gireceği hükümleri alınmıĢtır...(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/189.
79
30-.......Bana Mâlik, Ġbn ġihâb'dan; o da Humeyd ibn Abdirrahmân(95)'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Her kim ramazânda îmânı sebebiyle ve ecrini yalnız Allah'tan umarak nafile ibâdetlerle uğraşırsa, kendisi lehine, geçmiş günâhları mağfiret olunur"76[53] .
28- Bâb: Mükâfatını Yalnız Allah'tan Umarak Ramazân Orucunu Tutmak Îmândandır
31-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu:
76[53] BaĢlığa uygunluğu, içinde, geçmiĢ günâhların gufranı bulunan amele giriĢmek îmân Ģu'belerinden bir Ģu'be olması yönündendir. Takdîr Ģöyledir: Ramazânda kalkıp nafile ibâdet yapmak, îmân Ģu'belerinden bir Ģu'bedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/190.
80
"Her kim ramazân orucunu, îmânı sebebiyle ve mükâfatını yalnız Allah'tan umarak tutarsa, kendi lehine, geçmiş günâhları mağfiret olunur"77[54].
77[54] "Ramazân"ın lügat ma'nâsında temizlik, yanmak, keskinlik ma'nâları bulunduğu gibi dînî i'tibârında günâhların yanması ve Allah ayı diye Allah'a izafet ma'nâları âmil olmuĢtur. Bir hadîste "evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu ateĢten azadlık" diye vasıflanan ramazân ayının en mübarek bir gecesi, yânî Kadr gecesi, Kur'ân'ın inmesine baĢlangıç olmuĢtur (el-Bakara: 2/185; el-Kadr: 97/l-5). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/190.
81
29- "İslâm Dîni kolaylıktır" ve Peygamber(s)'in: "Allah'a en sevgili olan dîn müsâadekârlık (semahat) ve kolaylık üzerine kurulmuş olan, hanîf İslâm Dîni'dir" Sözü Babı 78[55]
32-....Bize Umer ibn Aliyy (190), Ma'n ibn Muhammed el-Gıfârî'den; o da Saîd ibni Ebî Saîd elMakburî(100)'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Şübhesiz ki bu dîn kolaylıktır. Hiçbir kimse yoktur ki, bu dîn hususunda (amellerim eksiksiz olsun diye) kendini zorlasın da dîn ona galebe etmesin (ve erinip büsbütün amelden kesilmesin). Öyle olunca 78[55] Bâb baĢlığının birinci cümlesi, hadîsin ilk cümlesi olduğu için, Rasûlullah'ın sözü olduğu apaçıktır, ikinci cümlenin de Peygamber'in sözü olduğunu Buhârî haber veriyor. Buhârî bu ikinci kısmı burada ta'lîkan verdi ve bunu, bu Sahîh'inde müsned olarak tahrîc etmedi. Edebu'l-Müfred Kitâbı'nda ise mevsûlen tahrîc etmiĢtir. Diğer muhaddisler de bu sözü mevsûlen rivayet etmiĢlerdir. Ġslâm'ın kolaylık dîni olduğunu nasslaĢtıran âyetler de vardır. Birini zikredelim: "Dîn (işlerin)de üzerinize hiçbir güçlük de yüklemedi" (el-Hacc: 22/78). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/191.
82
ortalama gidin. (Eğer en kâmili yapamazsanız, ona) yaklaşın, (az olsa da devamlı amel ve ibâdetten dolayı) sevinin; sabah, akşam ve gecenin bir cüz'ünde (ibâdete tevfîk vermesi için Allah'tan) yardım isteyin"79[56].
30- Bâb: Namaz Îmândandır
Ve Yüce Allah: "Allah îmânınızı zayi' edecek değildir…" (el-Bakara: 2/143) kavliyle, Beytu'l
79[56] Bu hadîs, amelde rıfka teĢviki ve en iyisini yapacağım diye uğraĢmaktan sakındırmayı tazammun ediyor. Allah yolunda yalnız elimizden kolaylıkla gelen amellerle mükellef olduğumuz gibi, birbirimize teklif edeceğimiz iĢlerde de takat getirilecek mıkdâr ile iktifa edeceğiz. Peygamber'in bu tenbîhten maksadı, nafile ibâdetleri îfâ için neĢâtlı zamanları seçmenin daha faziletli olduğunu beyândır. Arasıra teheccüd namazı kılmağa da bir iĢâretciği hâvidir. Allah yolunun yolcusu olan tâat ehlinin diyar diyar seyr ü sefer edenlere benzetilmesi de çok beliğ düĢmüĢtür. Bilindiği üzere sıcak beldelerde gündüz yolculuğu pek rahatsız edici, bazen de helak edici olduğu için sabahın, akĢamın, gecenin serin zamanlarında yürünmesi tavsiye edilmiĢtir (Tecrid Ter., I, 40-41; Çantay, Kırk Hadîsler, II, 324'de güzel haĢiyesi vardır). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/191.
83
Makdis'e doğru kıldığınız namazlarınızı zayi' edecek değildir, ma'nâsını kasdeder 80[57].
33- Bize Amr ibn Hâlid (229) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Zü-heyr ibn Muâviye (173) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ebû Ġshâk es-Sâbîî(127) Berâ ibn Âzib(R)'den Ģöyle tahdîs etti:Peygamber (S) Medine'ye ilk geldiğinde Ensâr'dan olan dedeleri (yâhud diğer lâfza göre dayıları) yurduna musâfir oldu. Ve on altı yâhud on yedi ay Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Hâlbuki kıblesinin BeytuM-Harâm'a doğru olmasını arzu ederdi. Ka'be'ye yönelerek ilk kıldığı namaz, ikindi namazı olmuĢtu. Bir cemâat de O'nunla birlikte kıldılar. Ondan sonra birlikte namaz kılanlardan biri namâzdan çıktı.Mescidin birinde bulunan bir cemâate namâzdalar iken yolu uğradı. Onlara: "Rasûlullah ile 80[57] Ġbn Battal Ģöyle dedi: Bu âyet Cehmiyye ve Murcie fırkaları aleyhine kat'î bir hüccettir. Çünkü onlar, amellere ve farzlara îmân ismi verilmez demiĢlerdir. Bu görüĢleri nassın hilâfınadır. Çünkü Yüce Allah; sahâbîlerin Beytu'l-Makdis'e doğru kıldıkları namazlarına îmân ismini verdi. Müfessirler arasında da bu âyetin, onların Beytu'l-Makdis'e doğru kıldıkları namazları hakkında indiği hususunda bir ihtilâf yoktur...(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/192.
84
birlikte Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için Ģehâdet ederim" deyince (namazlarını bozmadan) oldukları gibi Beyt'e döndüler. Rasûlullah Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldığı sırada Yahûdîler ve Hrıstiyanlar O'ndan hoĢlanırlardı.Ka'be'ye doğru yüzünü döndürünce, bu fiilini beğenmediler. Zuheyr dedi ki: Bize Ebû Ġshâk, Berâ'dan tahdîs etti. Berâ ibn Âzib bu hadîsinde Ģöyle demiĢtir: Kıble tahvîl edilmeden evvel, ilk kıbleye doğru namaz kılarak vefat etmiĢ, öldürülmüĢ kimseler de vardı. Bunlar hakkında nasıl bir hüküm vereceğimizi bilemedik. O zaman Yüce Allah: "Allah îmânınızı zayi' edecek değildir" (el-Bakara: 143) âyetini indirdi81[58].
81[58] Âyetin biraz daha geniĢ meali ve tefsiri Ģöyledir: "Gerçi kıblenin bu suretle çevrilmesi elbette büyük bir Ģeydir. Ancak bu Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler hakkında.böyle değil. Allah îmânınızı zayi' edecek.değildir. Çünkü Allah insanlara çok Ģefkat edici, çok merhamet eyleyicidir". ...Bu imtihan büyük ve ağır bir Ģeydir, ancak Allah'ın hidâyet ettiği, îmânda sebat nasîb eylediği kimselere değil; onlara Allah'ın hiçbir emri ağır gelmez. ġunu da biliniz ki, Allah sizin sebatkâr îmânınızı veya îmânınızın eser ve alâmeti olan namazlarınızı hiç zayi' etmek istemez. Binâenaleyh, kıble değiĢtirilirse, bundan evvel kıldığınız namazlar, vefat eden
85
31- Kişinin Müslümanlığının Güzelliği
Babı
34- Ġmâm Mâlik Ģöyle dedi: Bana Zeyd ibn Eslem haber verdi. Ona da Ata ibn Yesâr haber verdi. Ona da Ebû Saîd Hudrî haber verdi ki, kendisi Rasûlullah(S)'dan Ģöyle derken iĢitmiĢtir: "Bir kul müslümân olur ve müslümânlığı da güzel olursa, Allah onun evvelce işlemiş olduğu her kötülüğünü örter. Ondan sonra sıra kısasa (yânî mükâfat ve mücâzâta) gelir. Bir hasene, ondan yedi yüz kat büyük hasene ile; bir seyyie (yânî kötülük) ise, yalnız kendi misli ile karşılanır: meğer ki Allah o seyyieyi afveder"82[59].
kardeĢlerinizin namazları Allah indinde zayi' olmaz... (Hakk Dîni, I, 526). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/193. 82[59] Bu, kiĢinin Ġslâm'a zahiri ve hatmiyle beraber tam girip, Islâmî emirleri îfâ, nehiylerden çekinme ve mahlûkaata Ģefkat ile olur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/194.
86
35-....... Bize Ma'mer ibn RâĢid, Hemmâm ibn Münebbih(131)'den haber verdi. Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "Biriniz İslâm'a girişini güzel yaparsa, yapacağı her bir hasene, kendisi lehine on mislinden yedi yüz katına kadar büyük derecelerle yazılır; yapacağı her bir seyyie ise, ancak kendi misli ile yazılır"83[60].
83[60] Ġslâmî amellere on mislinden baĢlayıp daha büyük katlara kadar mükâfat; kötülüklere de kendi misli ile ceza verileceği âyetlerle de sabittir. On misli hükmü Ģu âyettendir: "Kim bir güzellikle gelirse işte ona bunun on katı var. Kim de bir kötülükle gelirse bu, o mıkdârdan başkasıyle cezalanmaz. Onlar haksızlığa uğratılmazlar" (el-En'âm: 6/160) Yedi yüz misli hükmü de Ģu âyettendir: ''Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli yedi başak bitiren, her başakta yüz dâne bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah kime dilerse ona kat kat verir. Allah ihsanı bol olan, hakkıyle bilendir" (el-Bakara: 2/261). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/194.
87
32- Bâb: Allah'a En Sevgili Olan Dîn (Ameli), En Devamlı Yapılanıdır 84[61]
36-....... HiĢâm dedi ki: Bana babam Urvetu'bnu'z-Zubeyr, ÂiĢe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S), ÂiĢe'nin yanında bir kadın varken yanlarına girdi. - "Bu kadın kimdir?" diye sordu. ÂiĢe: - Fulânca kadındır, dedi ve o kadının kıldığı namazları anlatmağa baĢladı. Rasûlullah ise: - "Bu sözü bırak. Dâima elinizden gelecek şeyleri yapınız. Yoksa Allah'a yemîn olsun ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz" buyurdu. Rasûlullah'ın
84[61] Bu bâbda istenen Ģey iyi amelere devamdır. Kul iyi amellere, ibâdetlere devam ettikçe Allah tarafından mahabbet artar. Çünkü Allah, kulun iyi amellere devam etmesini sever. "Allah'a en sevgili olan dîn" demek, en sevgili olan dînî âmel demektir. Çünkü dîn, tâattir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/194.
88
en ziyâde sevdiği dîn (yânî tâat), sahibinin devâmlı olarak yaptığı idi 85[62].
33- Îmânın Artıp Eksilmesi Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: "Biz de onların hidâyetini artırmıştık" (el-Kehf: 18/13), "...îmân edenlerin de inançları artsın..." (elMüddessîr: 74/31)
Ve Allah: "Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim..." (el-Mâide: 5/3) buyurdu. Binâenaleyh kemâlden bir Ģey eksildiği zaman, o eksiktir 86[63].
85[62] Müslim'in rivayetinde bu kadının ismi Havla' bintu Tuveyt diye tasrîh edilmiĢtir. Çok ibâdet eden bir kadındı. Peygamber ile ÂiĢe arasındaki konuĢma, kadın ÂiĢe'nin yanından çıktıktan sonra cereyan etmiĢtir. Hadîste, amele devamın fazileti; devamlı olacak amele teĢvîk vardır. Devamlı olan az amel, kesik kesik olan çok amelden hayırlıdır. Çünkü az'a devam etmekle tâat, zikr, murakabe, niyet, ihlâs ve Allah'a yönelme devam eder. Bir de bu hadîste, Peygamber'in ümmetine olan Ģefekatı ve re'fetinin beyânı vardır. Çünkü O ümmetini, kendilerine elveriĢli olacak Ģeye irĢâd eylemiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/195. 86[63] Bu bâbda îmânın artıp eksileceği zikredildi, îmânın, kulun dîn amellerine devam etmesiyle artacağı, amellere devamda
89
37-....... Bize Katâde, Enes(R)'ten tahdîs etti. Peygamber (S) buyurdu ki: "La ilahe ille'llâh deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayr (yânî îmân) bulunan kimse cehennemden çıkacaktır. La ilahe ille'llâh deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayr bulunan kimse cehennemden çıkacaktır. La ilahe
kısaltma yapmasıyle de eksileceğinde Ģübhe yoktur. Bilhassa bu, Buhârî ile muhaddislerden bir cemâate göre böyledir, îmânın artıp eksilmesine kaail olmayanlara göre de, yine amellere devamla îmânda artma, amelleri kısaltma ile de eksilme bulunur; fakat bu artma ve eksilme îmânın zâtına değil de sıfatına râci' olur. Buhârî, üçüncü âyeti ilk iki âyetin üslûbunda söylemedi. Çünkü üçüncü âyetten maksad, artma ma'nâsının lâzımı olan eksilmeyi beyândır. Buna istidlal Ģöyledir: îmâna artma gireceği gibi, eksilme de girecektir. Çünkü bir Ģey iki zıddan birini kabul ettiğinde, diğer zıddı da kabul etmesi zarurîdir. Buhârî bunu: "Kemâlden bir Ģeyi terk ettiği zaman, artık o eksik olur" sözü ile beyân etti. Ġlk iki âyetten murâd, artmayı lüzûmen değil de tasrîhen isbât etmektir. Çünkü bu iki âyette artma tasrîh edilmiĢtir. Üçüncü âyette ise sarîh olan Ģey, noksanın mukaabili bulunan kemâl'dir. Kemâlden de noksanlık, sarîh olarak değil de, iltizâmen anlaĢılır. Bâb baĢlığı îmânın artıp eksilmesi suretinde yapılınca, artmaya ilk iki âyetin sarîhliği ile, eksilmeye de iltizâm yoluyle üçüncü âyetle ihticâc etti (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/195-196.
90
ille'llâh deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayr bulunan kimse cehennemden çıkacaktır." Ebû Abdillah Buharı Ģöyle dedi: Ebân: Bize Katâde tahdîs etti; bize Enes Peygamber'den tahdîs etti, dedi. Bu isnâddaki hadîste "hayrdan" yerine "îmândan" ta'bîri geldi 87[64].
38-.......Bize Kays ibn Müslim (120), Tarık ibn ġihâb (83-R)'den haber verdi; Ģöyle demiĢtir: Yahûdîler'den bir kimse Umer ibn Hat-tâb(R)'a: - Ey Mü'minlerin Emîri! Sizin Kitâb'ınızda okumakta olduğunuz bir âyet var ki, biz Yahûdî
87[64] Bu, tarîklerdendir. Bu ta'lîki, Hâkim, Kitâbu'l-Erbâîn'inde, Ebû Seleme Musa ibn Ġsmâîl Ģöyle dedi: Bize Ebân tahdîs etti.... tarîkinden vasl etmiĢtir. Müellif Buhârî, bu ta'lîk ile Katâde'nin: "Bize Enes tahdîs etti" demesinde lâfzını sarahatle söylemesine tenbîh etti. Çünkü Katâde, an'anesiyle ihticâc edilmez bir müdellistir. Müdellis ise, ancak kendisinin an'ane yaptığı kimseden iĢitmesi sabit olursa ihticâc edilir, iĢte Buhârî bu ta'lîkle, bu iĢitmenin sübûtunu göstermiĢtir. Bir de Buhârî, metnin "min hayrın" sözü yerine "min îmânın" ta'bîriyle tefsir ediliĢine tenbîh etmiĢtir. Hadîste, sünnet ve cemâat ehli lehine, büyük günâh sahibinin bu fiili sebebiyle tekfir edilemiyeceği, âsî mü'minlerin de cehenneme girecekleri hususuna delîl vardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/196.
91
topluluğuna nazil olmuĢ olaydı, nazil olduğu günü bayram edinirdik, dedi. Umer: - Hangi âyettir o? diye sordu. Yahûdî: - "Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size dîn olarak müslümânlıktan hoşnûd oldum..." (el-Mâide: 5/3) cevâbını verdi. Bunun üzerine Umer: - Biz bu âyetin indiği günü de, yeri de biliyoruz (kıymetini takdîr ediyoruz). Bu âyet Peygamber'e bir cumua günü Arafa'da kaaim iken nazil olmuĢtur, dedi 88[65].
88[65] Suâli soran zât Ka'bu'l-Ahbâr'dır; o zaman daha îmân etmemiĢti. Emîrü'l-Mü'minîn Umer'in cevâbı, suâle mutabık düĢmemiĢ tevehhüm edilebilirse de, mutabakatı üç veçhile söz ehli olanlara zahirdir. Evvelâ: Âyet Arafe günü ikindiden sonra indiği için bayram gecesi inmiĢ, yâhud inmesiyle hemen bayram tahakkuk etmiĢ demektir. Saniyen: Cumua günü nazil olmuĢtur ki, o gün müslümânların her hafta tekrar eden bir bayramıdır. Sâlisen: Arafe gününün kendisi de bayramdır. Nitekim bu hadîs, Ġshâk ibn Kubeysa rivayetinde: = Arafe olan cumua gününde nazil oldu. Cumua da Arafe de -Allah'a hamd olsun- bize bayramdır"; Taberânî'nin rivayetinde: = ikisi de bize bayramdır" denilmiĢtir.
92
34- Bâb: Zekât İslâmdandır
Ve Allah'ın Ģu kavli: "Hâlbuki onlar Allah'a, O'nun dininde ihlâs erbabı muvahhidler olarak ibâdet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkasıyle emrolunmamışlardı. En doğru dîn de bu idi" (el-Beyyine: 98/5)
39-.......Bana Mâlik ibn Enes, amucası Ebû Süheyl ibn Mâlik'ten, o da babası Mâlik ibn Ebî Âmir'den tahdîs etti ki, o, Talha ibn Ubeydillah(R)'dan Ģöyle derken iĢitmiĢtir: Necd ahâlîsinden saçı darmadığınık (fakîr) bir kimse Rasûlullah'a geldi. Uzaktan sesini karmakarıĢık duyuyor, fakat ne
Gerek son iki rivayetteki sarahate, gerek Buhârî'deki iĢarete nazaran suâle mutabık cevâb verilmiĢ demektir (Ahmed Naîm). Umer'in sözünün ma'nâsı Ģudur: Biz bu günü ihmâl etmedik, onun inme zamanı ve inme yeri de bize gizli olmuĢ değildir. Aksine biz onunla ilgili her Ģeyi zabt etmiĢizdir. Hattâ onun inmesi zamanında Peygamber'in sıfatı ve durumunu bile ki, o zaman Peygamber ayakta idi. Bu ise, zabtın son derecesinde olmaktır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/197.
93
söylediğini anlayamıyorduk. Nihayet yaklaĢtı; meğer Ġslâm'ın ne olduğunu soruyormuĢ. Bu suâle karĢı Rasûlullah(S): - Bir gün bir gece içinde beş namaz, buyurdu. O zât: - Üzerimde bu namazlardan baĢkası da olacak mı? diye sordu. - Hayır, meğer ki kendiliğinden kılasın, buyurdu. Ondan sonra Rasûlullah: - Bir de ramazân orucu, buyurdu. O zât: - Üzerimde bundan baĢkası da olacak mı? diye sordu. O da: - Hayır, meğer ki kendiliğinden tutasın, cevâbını verdi. Talha der ki: Rasûlullah, zekâtı da ona söyledi. O zât yine: - Üzerimde bundan baĢkası da olacak mı? diye sordu. Yine Rasûlullah: - Hayır, meğer ki kendiliğinden veresin, cevâbını verdi. Bunun üzerine (o Necdli fakîr zât): - Vallahi bundan ne artık, ne eksik bir Ģey yapacak değilim, diyerek arkasını dönüp gitti. Bunu duyunca Rasûlullah:
94
- Eğer doğru söylüyorsa felah buldu gitti, buyurdu 89[66].
35- Bâb: Cenazenin Arkasından Gitmek Îmândandır
40- Bize Ahmed ibnu Abdillah ibn Alî elMencûfî (252) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ravh (205) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Avf ibn Ebî Cemile (146) Hasen Basrî'den ve Muhammed ibn Sîrîn(l 10)'den; onlar da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti (ki Ebû Hureyre Ģöyle demiĢtir); Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "Her kim îmânı sebebiyle ve sevabını-yalnız Allah'tan umarak bir müslümân cenazesi arkasından gider ve üzerine namaz kılıp gömülmesini bitirinceye
89[66] Allah, baĢlıktaki âyette üç Ģey zikretti: Birincisi bütün ibâdetlerin baĢı olan dîni hâlis kılmak, ikincisi dînin direği olan namazı ayakta tutmak, üçüncüsü de dâima namazın ardından zikredilen zekâtı vermek. Sonra Yüce Allah bunların hepsine "işte ayakta duracak olan dosdoğru dîn budur" kavliyle iĢaret etti. Hadîsin baĢlıktaki "Zekât Ġslâm'dandır" fıkrasına uygunluğu açıktır. Çünkü bunda zekâtı vermek, Ġslâm esaslarından biri olarak sayılmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/199.
95
kadar beraber bulunursa, iki kîrât ecr ile döner ki, kıratların her biri Uhud dağı gibidir. Her kim o cenaze üzerine namaz kılar da defn olunmadan evvel dönerse, bir kîrât ecr ile dönmüĢ olur". Usmân ibn Ebî Heysem el-Müezzin (220), bu hadîsi Avf el A'râbî(146)'den rivayet etmekte Ravh'a mutâbaat etti. Dedi ki: Bize Avf, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üzere geçen hadîs gibi tahdîs etti 90[67].
36- Mü'minin, Farkında Olmaksızın Amelinin Bâtıl Olup Boşa Gitmesinden Korkması Babı
90[67] Bu mutâbaatı Ebû Nuaym, el-Mustahrac'ında vasletmiĢtir. Eğer Buhârî, bu hadîsi Usmân el-Müezzin'den iĢitti ise, bu tarîk kendisi için bir derece daha yüksektir. Çünkü hadîs, Usmân'ın rivayetinden dört râvîli, Mercûfî'nin rivayetinden beĢ râvîlidir. Eğer sen, Buhârî, Mercûfî'nin rivayeti Usmân'ınkinden daha nazil iken niçin Mercûfî'ninkini evvelâ zikretti? dersen, Mercûfî'nin rivayeti vasledilmiĢ ve Usmân'ın rivayetinden ittifakça daha sağlam olduğu için, derim (Aynî). Hadîs metninde zikredilen "kîrât", aza da çoğa da Ģâmil olabilen bir sevâb ölçüsüdür; mıkdârını Allah bilir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/200.
96
Ġbrahim et-Teymî (192): "Sözümü amelimle ne zaman karĢılaĢtırdım ise yalancı çıkmaktan korkmuĢumdur" dedi. Ġbn Ebî Muleyke (117): "Peygamber'in sahâbîlerinden otuz zâta yetiĢtim; hepsi de münafık olmaktan korkuyorlardı, içlerinde, benim îmânım, Cibrîl ve Mîkâîl'in îmânı gibi sağlam ve nifak arız olmaktan masundur diyen de hiç yoktu" dedi. Hasen el-Basrî (110?)'nin de: "Allah'tan mü'minden baĢkası korkmaz, münafıktan baĢkası emîn olmaz" dediği zikrolunur. Ve Yüce Allah'ın: "... Bir de onlar işledikleri (günâh) üzerinde, bilip dururlarken ısrar etmeyenlerdir" (Ali-Ġmrân: 3/135) kavlinden dolayı, tevbe etmeksizin nifak ve ma'siyette ısrar etmekten korkulur 91[68].
91[68] Buhârî bu bâb baĢlığında birinci cümle ile sonuncu cümle arasına mu'tariza olarak üç tane ta'lîk soktu. Buhârî, Ġbrahim etTeymî'nin sözünü, kendi târîhinde Ebû Nuaym'den vasl etmiĢtir. Bunu diğer bâzı muhaddisler de vaslettiler. Ġbn Ebî Müleyke'nin sözü olan ta'lîki, ibn Ebî Heysem, kendi târîhinde vasletti. Hasen Basrî'nin sözü olan ta'lîki de Ca'fer el-Firyâbî "Münâfıkın Sıfatı" kitabında müteaddid tarîklerden muhtelif lâfızlarla vasletti. Buhârî, birinci ve ikinci ta'lîkleri cezm sîgasıyle, üçüncü ta'lîki de tamrîz sîgasıyle sevketti. Hasen'in sözünde tamrîz sîgasını kullanması, bu sözün kendince sahîh görülmemiĢ olmasından
97
41-.......Zubeyd (122) dedi ki: Ben Ebû Vâil(100)'e Murcie fırkası hakkında sordum. Bunun üzerine Ģöyle dedi: Bana Abdullah ibn Mes'ûd (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Müslüman'a sövmek fısk, onunla kıtal etmek küfürdür" buyurmuĢtur 92[69].
42-....... Bize Ġsmâîl ibn Ca'fer, Humeyd(143)'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti. Enes Ģöyle dedi: Bana Ubâdetu'bnu's-Sâmit (R) haber verip
dolayı değil, onu ma'nâ ile ve muhtasarca naklettiği içindir (Ġbn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/201. 92[69] Peygamber'in maksadı, müslümân ile süvüĢmek, fısk ve fücur ehlinin müslümân ile kıtalinin de küfür ehlinin Ģânından olduğunu beyân olsa gerektir. Küfür ehlinin Ģânından olan ahlâk ve ef'âl vakıa insanı âsî mertebesinden düĢürüp, hemen îmânını selbetmez. Fakat îmân kal‘asını zedeleyip sahibini maazallah küfür ve nifak vadisine sürüklemelerinden korkulur. Bundan dolayı ümmetin büyüklerinden çok kimseler, îmânlarına nifak karıĢmıĢ olmaktan ve farkına varmaksızın amellerinin heba olmuĢ olmasından son derece korkarlardı. Bu hadîste "Küfürle beraber tâat menfâat vermediği gibi, îmânla beraber ma'siyet zarar vermez" görüĢünde olan Murcie fırkasına redd vardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/201.
98
Ģöyle dedi: Rasûlullah (S), Kadr gecesini haber vermek üzere (hücresinden) çıktı. Derken müslümanlardan iki kiĢi kavga ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah: "Ben size Kadr gecesini haber vermek üzere çıkmıştım. Fulân ile fulân kavga ettiler de o bilgi ref olundu. İhtimâl ki, hakkınızda bu daha hayırlıdır. Artık siz Kadr gecesini (yirmiden sonraki) yedinci veya dokuzuncu veya beşinci gecelerde arayınız" buyurdu 93[70].
37- Cibrîl'in Peygamber'e Îmândan, İslâm'dan, İhsandan, Kiyamet Vaktinin Bilgisinden Sorması Ve Peygamberin Ona Bunları Beyân Etmesi Babı
93[70] Buhârî, bundan evvelki Abdullah ibn Mes'ûd hadîsini, bâb baĢlığının sonuncu hükmünün delîli olarak zikretti. Bu Enes hadîsini de bâb baĢlığındaki birinci hükmün delîli olarak zikretmiĢtir. Bu son hadîste kavga ve muhasama etmenin kötülenmesi, bu kavganın, Ģahıslara âid günâh yüzünden umûma ukubete sebeb olduğu hükmü vardır. Çünkü ümmet, Peygamber'in huzurunda kavga yapılması yüzünden bu mübarek gecenin bildirilmesinden mahrum olmuĢtur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/202.
99
Ve sonra Peygamber: "Cibril aleyhi's-selâm sizlere dîninizi öğretmek için geldi" buyurdu da, Abdu'1-Kays hey'etine îmândan olarak beyân ettiği Ģeylerle ve Yüce Allah'ın: "Kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa ondan bu dîn asla kabul olunmaz..." (Âli imrân: 3/85) kavli ile birlikte, buradaki hadîste zikrolunan Ģeylerin hepsini dîn yaptı 94[71].
43-....... Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Bir gün Rasûlullah(S) meydanda oturuyordu. Yanına bir adam geldi ve: - îmân nedir? diye sordu. Rasûlullah: 94[71] Buhârî, îmân ve Ġslâm'ı bir tek ma'nâdan ibaret görüyor. Cibrîl'in îmândan ve islâm'dan sormasının zahiri, ve Peygamber'in ona cevâbının zahiri, îmân ile Ġslâm'ın baĢka baĢka Ģeyler olmasını gerektirince, yânî îmân, tasdîk ve bir takım husûsî iĢler, Ġslâm da husûsî bir takım amelleri izhâr etmek olunca, Buhârî zahirî olan bu îmân-Ġslâm ayrılığını kendi yoluna te'vîl suretiyle reddetmek istedi. Bunu da i'tikâad ve amelin dîn oluĢu, Peygamber'in Abdu'1-Kays hey'etine îmânı islâm ile beyân ediĢi -çünkü onların kıssasında îmânı, burada islâm'ın tefsir elliği Ģeylerle tefsir etmiĢti-, Âlu Imrân: 3/85. âyetinin Ġslâm'ın dînden ibaret olduğuna delâlet ediĢi, Ebû Sufyân hadîsinin de îmânın dîn olduğuna delâlet etmesi ile istidlal etti. Netice i'tibâriyle bütün bunlar islâm ve îmânın bir Ģey olduğunu gerektirdi (Ġbn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/202-203.
100
- îmân Allah 'a, meleklerine, Allah 'a kavuşmaya, peygamberlerine inanman; kezâlik (öldükten sonra) dirilmeye inanmandır, cevâbını verdi. O zât: - Ġslâm nedir? dedi. Rasûlullah: - Allah'a ibâdet edip, O'na hiçbir şeyi ortak kılmaman, namazı dosdoğru kılman, farz edilmiş olan zekâtı vermen, ramazânda oruç tutmandır, buyurdu. Sonra o zât: - Ġhsan nedir? diye sordu. Rasûlullah: - Allah'ı sanki görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir; eğersen Allah'ı görmüyorsan şübhesiz O seni görmektedir, buyurdu. O zât: - Kıyamet ne zaman? dedi. Bunun üzerine Rasûlullah: - Bu mes'elede sorulan, sorandan daha âlim değildir. (Şu kadar var ki kıyametten evvel zuhur edecek) alâmetlerini sana haber vereceğim. Ne zaman satılmış câriye sahibini (yânî efendisini) doğu
101
rur95[72], kim idikleri belirsiz deve çobanları yüksek bina kurmakta biri-biriyle yarışa çıkarsa kıyametin alâmetleri görülmüş olur96[73]. (Kıyametin vakti) Allah'tan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir, buyurduktan sonra: "O saatin ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru (mukadder olan vakitte ve yerde) O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağım bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez- Şübhesiz Allah (herşeyi)
95[72] Memlûk cariyenin kendi sahibini doğurması, kendisinden doğan efendi-zâdesinin babası yerine geçip ona sâhib olması i'tibâriyledir. Bu emare câriye ve halayıkların kıyametten evvel çoğalacağından kinayedir. Bir ihtimâle göre de, çocuk anası olan câriye satılacak ve elden ele geçip tedavül ede ede, nihayet maazallah kendi çocuklarının mülkiyetine bilinmeden geçip istifrâĢ olunacak derecede insanların ahlâkı bozulacak demektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204. 96[73] Fakîr insan tabakalarının servete kavuĢacaklarına iĢarettir ki, çöllerde oturan müslümânların bir çeyrek asır geçmeden Bizans ile Iran devletlerine gâlib gelerek, birdenbire hatır ve hayâle gelmez büyük servetlere vâris olmaları suretiyle, Peygamber'in bu ihbarı tahakkuk etmiĢtir. Kıyamet alâmetlerinin behemahal fena Ģeyler olduğuna kaail olanlara göre ise, servet ve saman zamanın geçmesiyle zatî kıymetleri olmayan sefîl insanların eline geçeceğine iĢarettir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204.
102
bilendir. Herşeyden haberdârdır" (Lukmân: 31/34) âyetini tilâvet eyledi. Sonra o zât arkasını dönüp gitti. Rasûlullah: "Onu geri getirin" diye emretti; fakat sahâbîler onun izini bulamadılar. Bunun üzerine Rasûlullah: "İşte bu Cibril'dir. İnsanlara dînlerini öğretmek için geldi" buyurdu. Ebû Abdillah Buhârî der ki: Rasûlullah bu hadîste zikredilen Ģeylerin hepsini îmândan kıldı97[74].
97[74] Bu hadîste îmân ve islâm esaslarının Peygamber diliyle takrîr ve tesbiti; îmân, Ġslâm ve ihsanın en güzel ta'rîfleri yapılmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204.
103
38- Bâb 98[75]
44-.......Abdullah ibn Abbâs haber verip, Ģöyle dedi: Bana Ebû Sufyân haber verdi ki, Hırakl ona Ģöyle demiĢtir: "Ben sana; onlar (yânî müslümânlar) artıyor mu, yoksa eksiliyor mu diye sordum. Sen, onların 98[75] Kerîme bintu Ahmed el-Merveziyye ile Ebu'l-Vakt'in rivayetlerinde de "bâb", böyle isimsiz gelmiĢtir. Ebû Zerr, Asîlî ve diğerlerinin rivayetlerinde ise "bâb" sözü düĢmüĢtür. Nevevî de birinciyi, yânî isimsiz "bâb" Ģeklini tercîh etti de: "Bâb" isminin, yânî Cibril'in îmândan sormasının bu hadîsle ilgisi yoktur, binâenaleyh bu hadîsin bundan evvelki bâb'a katılması sahîh olmaz, dedi. Ben derim ki; burada ilgiyi nefyetmek iki halde de tamâm olmaz. Çünkü, eğer isimsiz olarak "bâb" lâfzı sabit olursa, bu bâb kendinden önceki babın faslı menzilesinde olur. Böyle olunca da bu babın evvelki bâb ile ilgisi zarurîdir. Eğer "bâb" sözü sabit olmazsa, hadîsin önceki bâb'a ilgisi zâten lâzımdır. Lâkin bu bâb, önceki babın ismindeki "Bunların hepsini dîn kıldı" kavliyle ilgilidir, ilgilenme vechi de, Hırakl hadîsinde onun dîne îmân ismi vermiĢ olmasıdır. Binâenaleyh dînin îmân olmasıyle, müellif Buhârî'nin muradı tamâm oluyor. Eğer burada Buhârî lehine hüccet yoktur, çünkü o söz Hırakl'den nakledilmiĢtir, denilirse,'cevâb Ģudur: Hırakl o sözü kendi ictihâdıyle söylemedi; o bunu ancak peygamberlerin kitâblarından istikra' ederek haber vermiĢtir... Keza Hırakl o sözü kendi Rûm diliyle söyledi, Ebû Sufyân da o sözü Arabca olan kendi diliyle ta'bîr etti ve bunu dil âlimlerinden bulunan ibn Abbâs'a nakl eyledi, ibn Abbâs da bunu redd ve inkâr etmeyerek, Ebû Sufyân'dan rivayet etti. Bu da o sözün lâfzan ve ma'nen sahîh olduğuna delâlet etti (Ġbn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204-205.
104
artmakta olduklarını söyledin, îmân keyfıyyeti de tamâm oluncaya kadar hep böyle gider. Ben sana, içlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen var mıdır diye sordum. Hayır, dedin, îmân da, mûcib olduğu inĢirah ve ferahlık kalblere karıĢıp kökleĢince böyle olur; hiçkimse onu sevmemezlik ermez..." 99[76]
39- Dînini Tertemiz Yapmak İsteyen Kimsenin Fazileti Babı
45-.......Âmir dedi ki: Ben Nu'mân ibn BeĢîr(64R)'den Ģöyle derken iĢittim: Ben Rasûlullah(S)'dan Ģöyle buyururken iĢittim: "Halâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında (halâl mı, haram mı belli olmayan bir takım) şübheli şeyler vardır ki, çok kimseler bunları bilmezler. Her kim şübheli şeylerden
99[76] Müellif Buhârî, "Vahyin baĢlangıcı" babında geçen Ebû Sufyân'ın uzun hadîsinden, burada maksadıyle ilgisinden dolayı, sâdece bu kısa parçayı almakla iktifa etti. Buhârî bunu, burada getirdiği isnâdla "Cihâd Kitâbı"nda sevketmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/205.
105
sakınırsa, ırzını da, dînini de tertemiz tutmuş olur. Her kim şübheli şeylere dalarsa, (içine girmek yasak olan) koruluk etrafında davarlarını otlatan bir çoban gibi, çok sürmez içeriye dalabilir. Haberiniz olsun, her devlet başkanının kendine mahsûs bir koruluğu olur. Gözünüzü açın; Allah'ın yeryüzündeki koruluğu da haram ettiği şeylerdir. Haberiniz olsun ki, bedenin içinde bir lokmacık et parçası vardır ki iyi olursa bütün beden iyi olur; bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o(et parçası)kalbdir"100[77]. 100[77] "Mudğa" sözünü, bedenin kalan kısmına nisbetle küçültmek iradesiyle "kalb" ma'nâsına kullandı. Kalb bu küçüklüğüyle beraber bedenin salâhı ve fesadı ona tâbi'dir. Kalb, bedenin sultânı olduğundan, o iyi olursa, onun raiyyesi gibi olan diğer organlar iyi olur. Tıbba göre kalb, nutfeden ilk oluĢan noktadır. Ondan kuvvetler meydana çıkar, ondan ruhlar gönderilir, idrâk ondan neĢ'et eder ve akletmek ondan baĢlar... iĢte bu ma'nâlardan dolayı bilhassa kalbi zikretti (Aynî). Ve kalb, yüreğe denir; fuâd ma'nâsınadır. Farsça'da "dil" denir. Bir kavle göre kullanmada fuâd daha husûsîdir ki, lisânımızda ona "gönül" ta'bîr olunur. Mütercim der ki, Nihâye'de iĢbu "Size Yemen ehli geldi, onlar kalbleri ince, fuâdları yumuşak insanlardır" hadîsinde Ģöyle dedi: Ma'rûf olan kalb ve fuâd birdir, ki "takallub" i'tibâriyle kalb, tefe'ud ve "tevakkud" (yânî yanıp tutuĢmak) i'tibâriyle fuâd denilmiĢtir. Bâzılarına göre fuâd yüreğin ortasına denir; bir kavle göre yüreğin perdesine denir. Ve kalb, habbe ve süveydâsından ibarettir. Tahkik ehli indinde kalb, yürek ta'bîr olunan, çam kozalağı Ģekilli cismânî ete taalluk eden Rabbânî bir latifeden ibarettir ki, bütün
106
kuvvetlerin baĢlangıcıdır. Nitekim dimağ, bütün hislerin baĢlangıcıdır. Hakimler indinde bu insanî hakîkattir ki nutk edici nefis ve bâtın ruh ta'bîr ederler. Ve yürek, natıka olan nefsin saltanat tahtıdır. Ve iĢbu "Âdem oğlunda bir çiğnem et vardır, o iyi olduğu zaman bütün beden iyi olur" hadîsinde kalbden murâd, anılan ilâhî lâtifedir ki, hayât feyzinin menbâıdır. Bâzı muhakkıklar dediler ki, kalb, yedi tabakayı müĢtemildir... Ve kalb denmesi "takallub"dan yâhud öz ve hâlis ma'nâsından alınmıĢtır. Ve mahal irâdesi 'itibariyle kalbden akıl ve anlayıĢ ve Ģecaat gibi Ģeyler de irâde olunur. Kaldı ki lisânımızda yürek dediğimiz, sol cânibde asılmıĢ olan ma'lûm etten uzuvdur. Lâkin bir gönlümüz dahi vardır ki, sükûn, harekelemeyi, istikrah gibi hâllerin medarıdır. Müellifin ikinci kavli buna mülayim olur ki, fuâd yüreğe ve kalb gönüle denir. Her kuvvetin baĢlangıcı olacaktır intehâ. Ve kalb, akıl ve heves ma'nâsına da kullanılır ve her Ģeyin özüne ve hâlisine denir (Kaamûs Ter.). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/206.
107
40- Bâb: Ganimetten Beşte Birini (Devlete) Vermek Îmândandır 101[78].
46- Bize Aliyyu'bnu'1-Ca'd (230) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġu'be, Ebû Cemre ed-Dab'î(128)'den haber verdi. Ebû Cemre Ģöyle dedi: Ben Ġbn Abbâs'ın maiyyetinde oturuyordum; Ġbn Abbâs beni kendi seririnin üzerine oturtur idi. Bana: Benim yanımda ikaamet et, sana kendi malımdan bir hisse ayırayım, dedi. Bunun üzerine ben onun maiyyetinde iki ay ikaamet ettim. Sonra Ġbn Abbâs Ģöyle dedi: Abdu'l
101[78] Yânî ganimetin beĢte birini Allah'ın emrettiği yerlere sarf edilmek üzere, devlete vermek de îmân Ģu'belerinden bir Ģu'bedir. Ganimet, harble düĢmandan alınan mallardır. Ganimetle ilgili Kur'ân âyeti Ģudur: "Eğer Allah'a ve hakk ile bâtılın ayrıldığı gün iki ordunun biribirine kavuştuğu gün kulumuz (Mııhammed)a indirdiğimiz (âyetler)e inanmışsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin mutlaka beşte biri Allah'ın, Rasûl'ünün, hısımların, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur. Allah her şeye hakkıyle kaadirdir." (el-Enfâl: 8/41). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/207.
108
Kays hey'eti102[79] (Bahreyn taraflarından) Peygamber'in yanına geldikleri zaman, Peygamber (S): - Sizler kimlerdensiniz, yâhud: Nerenin hey'etisiniz? diye sordu. Onlar: - Biz Rabîa kabîlesindeniz, dediler. - Hoşgeldiniz, Allah sizleri utandırmasın, pişman etmesin, buyurdu. Bunun üzerine: - Yâ Rasûlallah, biz sana yalnız haram ayda gelebiliriz. Seninle aramızda kâfir olan Mudar kabilelerinden Ģu topluluk vardır. O hâlde bize kestirme bir Ģey emret de geride kalanlarımıza haber verelim; o sebeble de cennete girelim, dediler. Peygamber'e içkileri de sordular.
102[79] Vefd, vâfidin cem'idir. Vâfld, bulunduğu yerden husûsî bir maksad ile kendi kavmi nâmına diğer memlekete giden kimseye denir. Yerine göre, mümessil veyâ sefir gibi bir ma'nâ ifâde eder. O hâlde burada vefd, mümessil hey'et demek olur. Bu hey'et Rabîa kabilelerinden Abdu'1-Kays tarafından Hudeybiye'den sonra Mekke fethinden biraz evvel Peygamber'e Munzir ibn Âiz el-Asarî'nin baĢkanlığında bir nevi' sefaretle gönderilmiĢti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/207-208.
109
Peygamber onlara dört Ģey emretti, dört Ģeyden de nehy etti. Onlara yalnız Allah'a îmân ile emrettikten sonra: - Yalnız Allah'a îmân etmek ne demektir, bilir misiniz? diye sordu. Onlar: - Allah ve Rasûl'ü en iyi bilendir, dediler. Peygamber: - Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı eda etmek, ramazân orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini vermenizdir, buyurdu. Keza onları dört Ģeyden, yâni hantem, dubbâ', nakîr, müzeffet (denilen kaplara hurma yâhud üzüm Ģırası koymak)ten nehyetti. Ġbn Abbâs'ın müzeffet yerine mukayyar dediği de rivayet edilmiĢtir 103[80].
103[80] Bunlar o diyarda içinde nebîz ve hamr, yânî Ģıra ile Ģarâb kurmak âdet olan dört nevi desti adıdır ki, içlerinde Ģıra kolayca mayalanıp alkollenirmiĢ. Bunlardan Hantem: Bir nevi' içi sırlı, ağzı yanından yapılmıĢ, kırmızı veya yeĢil topraktan îmâl edilmiĢ desti. Dubbâ: Desti yerinde kullanılan boĢ kuru kabak. Nakîr: ġıra kurmağa mahsûs içi oyulmuĢ ağaç parçası. Müzeffet:
110
Bunun ardından Rasûlullah o hey'et ferdlerine: - Bu emrettiklerimi iyice belleyiniz ve bunları arkanızda bıraktığınız kimselere haber veriniz, buyurdu 104[81].
41- Amellerin Ancak Niyet Ve İhlâs İle Muteber Olacağına Ve Herkesin Eline Ancak Niyet Ettiği Şeyin Geçeceğine Delîl Olarak Gelen Hadîs Babı
Binâenaleyh îmân, abdest, namaz, zekât, hacc, oruç ve bütün beĢerî muameleler bu kelâma girmiĢtir. Çünkü Allah da: "De ki: Herkes kendi şâkilesine göre amel eder... " (el-Ġsrâ: 17/84) buyurdu. "ġâkilesine göre" demek "niyetine göre" demektir. "Kişinin, sevabını yalnız Allah'tan umarak kendi ailesine
Zift yânî kara sakız ile sıvanmıĢ desti adıdır. Mukayyar: Yine zift ma'nâsına olan kaar veya kıyr ile sıvanmıĢ destidir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/208. 104[81] Hadîsin baĢlığa uygunluğu "Ganimetin beĢte birini (devlete) vermenizdir" fıkrasındadır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/208.
111
yaptığı harcaması da kendisi lehine bir sadakadır" ve keza Peygamber (S): "(Fetihten sonra hicret yoktur) Lâkin cihâd ve niyet vardır" buyurdu 105[82].
47-.......Bize Mâlik, Yahya ibn Saîd'den; o da Muhammed ibn Ġbrahim'den, o da Alkame ibn Vakkaas'tan;o da Umer(R)'den haber verdi ki, Umer Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "Ameller niyete göredir. Her bir kimse için ancak niyet ettiği Ģey vardır. Binâenaleyh her kimin hicreti Allah'a ve Rasûl'üne yönelmiĢse, onun hicreti Allah'a ve Rasûl'ünedir. Artık nail olacağı bir dünyâ
105[82] Buhârî, babın isminden sonra ileri sürdüğü "Binâenaleyh îmân, abdest, namaz, zekât, hacc, oruç ve bütün beĢerî muameleler bu kelâma girmiĢtir" hükmünü takviye etmek için bir âyet ve iki hadîs daha zikretmiĢtir. Âyetteki "Ģâkile"nin niyet ile tefsiri, Hasen Basrî'den, Muâviyetu'bnu Kurre'den ve Katâde'den rivayet edilmiĢtir. Bu hususta birbirine yakın baĢka tefsirler de gelmiĢtir. Takviye için sevk ettiği birinci hadîs, kiĢinin Allah rızâsını gözeterek yaptığı her iĢin, her amelin, hattâ kendi ailesine yaptığı harcamaların bile kendisi lehine sevâb olacak birer sadaka olduğunu takrir ediyor, ikinci hadîs ise, Mekke fethinden sonra hicret sebebiyle hayr talebinin kesildiğini ve fakat hayr talebinin cihâd ve niyet olduğunu beyân ediyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/209.
112
veya evleneceği bir kadından dolayı hicret etmiĢ kimse varsa, onun hicreti, hicretine sebeb olan Ģeyedir"
48-...,... Bana Adiyyibn Sabit (l 66) haber verip Ģöyle dedi: Ben Abdullah ibn Yezîd'den iĢittim, o da Ebû Mes'ûd(31)'dan; Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Bir kimse ecrini yalnız Allah'tan umarak ailesine infâk ettiği zaman, onun bu nafakası kendisi lehine bir sadaka olur".
49-.......Sa'd ibn Ebî Vakkas (R) oğluna Ģöyle haber vermiĢtir: Rasûlullah (S) bana hitaben Ģöyle buyurdu: "Şübhesiz sen, Allah rızâsını arayarak yapacağın her bir harcamadan dolayı muhakkak ecre nail olacaksın, hattâ eşinin ağzına verdiğin lokmaya kadar" 106[83]
106[83] Bu hadîsteki son ifâde, bundan evvelki hadîste anlatılan aile nafakasından sevaba nail olma hükmünü çok belîğ bir tarzda tavzîh etmektedir. Babın altında Umer'den getirdiği niyet hadîsinin bir rivayeti, elCâmi'u's-Sahîh'in birinci hadîsi olarak geçmiĢti: Ameller niyete
113
göredir. Bir iĢten maksad ne ise, hüküm ona göredir. Allah için çalıĢan Allah'a erer... Diğer iki hadîsin baĢlığa delâletleri açıktır Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/210.
114
42- Peygamber(S)'in: "Dîn ancak Allah için, Rasûlü için, Müslümânların imamları için ve bütün halk için nasihattir" Kavli İle, Yüce Allah'ın: "Allah için ve Rasûlü için nasihat ettikleri takdirde..." (et-Tevbe: 9/91) Kavli Babı 107[84]
107[84] "Dîn nasihatten ibarettir" demek, dînin direği ve kıvamı nasihattir demektir. Buhârî bu hadîsi Sahîh'inde müsned olarak zikretmemiĢ, bâb ismi olarak ta'lîkan zikretmiĢtir. Müslim, elCâmi'u's-Sahîh'inin Kitâbu'1-îmân bölümünde mevsûl olarak Temîm ed-Dârî'den rivayet etmiĢtir. Müslim'deki rivayet "Velikitâbihi" fıkrasını da ihtiva etmektedir: Allah için nasihat, Allah'ın vahdaniyyetine sahîh olarak i'tikâad edip, ibâdet ve tâatında niyeti hâlis kılmaktır. Rasûl'ü için nasîhat, Muhammed aleyhi-s-selâmın rasûlluk ve nebîliğini tasdîk, Ģerîatini kabul, emir ve nehyine inkıyâd eylemektir. Kitâb'ı için nasîhat, Kur'ân-ı Kerîm'i tasdîk ve mantûk olduğu hükümlerle amel etmekten ibarettir. imamlar için nasîhat, müslümânlarm önderleri olanlara, dîne uygun emir ve nehiylerine itaat edip, bâğîlık ve hurûcdan çekinmekten ibarettir. Halk için nasîhat, herkesi maslahatlarına irĢâd ve hayra delâletten ibarettir. Buhârî burada zikrettiği âyetle de bâb ismindeki hadîsi te'kîd etmiĢtir. Âyetin tamâmı Ģöyledir: "Allah 'a ve Rasûl'üne hayırhah oldukları takdirde ne zaîflere, ne hastalara, ne de harcayacaklarını bulamayanlara bir zorluk (ve mes'ûliyel) yoktur, iyilik edenlere karĢı da (muâhazeye) bir yol yoktur. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (etTevbe: 9/92).
115
50-.......Bana Kays ibn Ebî Hâzım'dan.o da Cerîr ibn Abdillah(74-8)'dan tahdîs etti; o Ģöyle demiĢtir: Ben Rasûlullah(S)'a namazı ikaame etmek, zekât vermek, her müslümâna nasihat edip hayırhah olmak üzere bey'at ettim.
51-.......Bize Ebû Avâne, Ziyâd ibn Ilâka(125)'dan tahdîs etti. ġöyle demiĢtir: Ben Cerîr ibn Abdillah(R)'dan Ģöyle derken iĢittim: Basra vâlîsi Mugîre ibn ġu'be'nin vefat ettiği gün (50) ayağa kalktı da, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra: BaĢınıza bir emîr gelinceye kadar tek ve ortaksız olan Allah'a ittikaa, vakaar ve sekinet üzere bulunmanızı tavsiye ediyorum. Zîrâ emîriniz Ģimdi buraya geliyor, diye nasihat etti. Müteakiben: (Vefat eden) Emîriniz için Allah'tan afv dileyiniz, çünkü o afvı severdi, dedikten sonra amma ba'du: Ben Peygamber(S)'e gelip: - Müslüman olmak üzere sana bey'at edeceğim, dedim.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/211.
116
ġart ettiği Ģeyler arasında her müslümâna hayırhah olmayı da Ģart etti. Ben de bu Ģart üzerine bey'at ettim. ġu mescidin Rabb‘ına yemîn ederim ki, ben sizin nasihat ediciniz, yânî hayırhâhınızım, dedi. Cerîr ibn Abdillah bu hutbeden sonra istiğfar ederek (minberden) indi108[85]
108[85] Bu nush ve nasihat maddesi, iki ma'nâya konulmuĢtur. Birisi hâlislik ve sâfîlik ma'nâsıdır. Nitekim mumu alınmıĢ hâlis bala "aselun nâsıhun" denilir. Birisi de söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarıp düzeltmek ma'nâsınadır. Bu iki ma'nânın mecmuundan alınarak da nush, hüsn-i niyet ve hulûsı kalb ile hayır-hâhlık ederek, eksiklikleri düzeltip ıslâh edecek öğüt vermek, va'z etmek, nasihat eylemek ma'nâsına gelir ki, nasîhat, o verilen öğüdün ismidir. Nasihat edilenin dünyevî ve uhrevî bi'1-cümle hayrını istemekten ibarettir. Buhari, Kitâbu'l-îmân'ı bu hadîsle sona erdirdi. Çünkü bu büyük, celîl, hafîl (dopdolu) bir hadîstir, Ġslâm'ın medarı olan dört hadîsten biridir de denildi. Buna göre Ġslâm'ın dörtte biri olmuĢ olur. Bâzıları bundan bütün hükümlere delîl çıkarmak mümkin olur, demiĢtir. Hadîsin bâb ismine uygunluğu açıktır. Buhâri'nin bâb isminden muradı, dîn'in amel'e vâki' olmasıdır; zîrâ Peygamber nasihate dîn ismini vermiĢtir, ibn Battal: Onun maksadı, islâm amelsiz sözden ibarettir diyenlere reddir. Çünkü Peygamber Onunla bey'atlaĢtığı zaman, kendisine her müslümâna nasîhat etmeyi de Ģart kılmıĢtır, dedi. Buhâri bu "îmân Kitâbı"nı nasîhat hadîsiyle bitirmek suretiyle de güzel bir bitiriĢ yapmıĢ ve islâm'dan olan nasîhat etme vazifesini de yerine getirmiĢ oluyor. Allah ona rahmet eylesin! Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/211-212.
117
Rahman ve Rahim olan Allah‘ın ismiyle
2- KİTÂBU'L-İLM (İLİM KİTABI)109[1]
109[1] el-Câmi'u's-Sahîh'dekı kitâbların hepsinin medarı (dönüp dolaĢması) ilim üzerine olduğu içindir ki, Buhâri bu ilim Kitâbı'nı, bundan sonraki kitâbların önüne geçirmiĢtir. Bunu niçin Ġmân Kitâbı'nın da önüne geçirmedi? dersen, îmân mükellef üzerine ilk vâcib olan Ģey olduğu için, yâhud mutlak olarak iĢlerin en faziletlisi, en Ģereflisi olduğu içindir derim. Nasıl böyle olmaz ki, îmân, ilimce de amelce de her hayrın baĢlangıcı, küçük büyük her kemâlin menĢeidir. Vahiy Kitâbı'nın en öne geçirilmesine gelince, îmânı ve dîn ile ilgili her
118
1- İlmin Fazîleti Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: "... Allah içinizde îmân etmiş olanlarla (bilhassa) kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini yükseltir. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (elMucâdîle: 58/12); "Rabb'ım benim ilmimi artır!" (Tâhâ: 20/114)110[2]
2- Konuşmasıyle Meşgul Bulunurken Kendisinden Bir İlim Sorulduğunda,
Ģeyi tanıma, ancak vahye dayandığı için, yâhud semâ'dan bu ümmete inen ilk hayr, vahy olduğu içindir (Kirmani, Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/213. 110[2] Buhârî, ilmin faziletini beyân hususunda iki âyeti zikretmekle yetindi. Çünkü Kur'ân, kat'î olan hüccetlerin en kuvvetlisidir. Nefyetmede de, isbât etmede de Kur'ân'la istidlal etme, baĢkalarıyla istidlalden daha kuvvetlidir (Kirmânî, Aynî). Ġlk âyetin baĢ tarafı Ģöyledir: "Ey îmân edenler, size meclislerde 'yer açın' denildiği zaman genişleyin ki, Allah da size genişlik versin. 'Kalkın' denilince de kalkıverin..." Bu âyetin tefsîri sırasında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, ilmin faziletiyle ilgili birçok hadîsler sıralamıĢtır: VI, 4790-4797. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/213-214.
119
KonuşmasınıTamamladıktan Sonra Suâl Sorana Cevâb Veren Kimse Babı
l- Bize Muhammed ibn Sinan (223) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Fuleyh (168) tahdîs etti. H ve keza bana Ġbrahim ibnu'l-Munzir (226) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Muhammed ibn Fuleyh (197) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana babam tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana Hilâl ibn Aliyy, Ata ibn Yesâr (94)'dan, o da Ebû Hureyre'den tahdîs etti. Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Meclisin birinde Peygamber (S) huzûrundakilere söz söylerken ansızın bir bedevi gelip: Kıyamet ne zamandır? diye sordu. Rasûlullah konuĢmasına devam etti. Oradakilerin kimi: Bedevî'nin ne dediğini iĢitti, amma suâlinden hoĢlanmadı dedi; kimi de: Belki iĢitmedi diye hükmetti. Nihayet Rasûlullah sözünü bitirince: "O kıyameti soran nerede?" diye, yânî bunun gibi bir lâfızla suâl etti. Bedevî: - ĠĢte ben yâ Rasûlallah, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah:
120
- Emânet zayi' edildiği vakit kıyameti bekle, buyurdu. Yine bedevî: - Emâneti zayi' etmek nasıl olur? diye tekrar sorunca, Rasûlullah: - İş, ehli olmayana yöneltilip dayandırıldığı zaman kıyameti bekle, buyurdu111[3].
3- İlme Delâlet Eden Bir Konuşmada Sesini Yükselten Kimse Babı
2-.......Bize Ebû Avâne, Ebû BiĢr (123-5)'den; o da Yûsuf ibn Mâhek (63-7)'den; o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Gittiğimiz yolculukların birinde Peygamber (S) geride kalmıĢtı da 111[3] Hadîsin baĢlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsten birçok hükümler alınmıĢtır: Sorana öğretmenin vücûbu, âlim meĢgul bulunduğu müddetçe ona herhangi bir-Ģey sormaması öğrencinin âdabından olduğu; çünkü konuĢmakta olduğu konuyu tamamlayıncaya kadar sözünü kesmemesi dinleyenlerin hakkı olduğu, öğrenci sormasında katı ve sert bile olsa öğretmenin ona yumuĢak ve rıfk ile muamele etmesi, âlimin cevâbda geniĢletme yapabileceği, cevâb vermekte kaadî, müftî ve müderrisin soru soranların öncelik sıralarını gözetmeleri gerekeceği... Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/215.
121
sonra bize yetiĢmiĢ idi. O sırada namaz vakti girmiĢti. Biz de abdest alıyorduk. Ayaklarımızı, mesh eder gibi, az su ile yıkamağa baĢladık. Peygamber bu hâli görünce en yüksek sesiyle iki yâhud üç kerre: "Cehennem'de yanacak ökçelere yazık!" diye nida etti112[4].
112[4] Müslim'deki rivayetlerin birinde gösterildiği üzere, bu sefer, Mekke'den Medine'ye dönüĢ idi. Vakti giren namaz da ikindi namazıydı. Bâzıları konak yerine varır varmaz hemen acele ile abdest almağa baĢlamıĢlar, ökçeleri ıslanmamıĢ olanları bile varmıĢ. Müslim'in rivayetinde bu inzardan sonra sarahaten Abdesti eksiksiz alın.'"tenbüıi de vardır: Müslim Ter., 1,323-324; "Tahâre, iki ayağı kemâliyle yıkamanın vücûbu babı", 26(241). Bu hadîsten: Abdestte iki ayağı tam yıkamanın vücûbu, temizliği her organa tam yaygınlaĢtırmanın vücûbu, cesedin azâb olunacağı, ilim münazarasında gerektiğinde ses yükseltmenin cevazı, âlimin farzlar ve sünnetlerin zayi' edilmesini gördüğünde bunu yüksek sesle reddedebileceği, te'kîd ve vücûbunda mübalağa olmak üzere mes'elenin tekrar tekrar söylenebileceği gibi hükümler alınmıĢtır. (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/215.
122
4- Muhaddisin Haddesenâ Yâhud Ahbaranâ Ve Enbeenâ Sözleri Babı113[5]
Bize Humeydî (219): Sufyân ibn Uyeyne(198)'nin nazarında Haddesenâ, Ahbaranâ, Enbeenâ ve Semi'tu bir ma'nâya idi, dedi. Abdullah ibn Mes'ûd da: Rasûlullah (S) sâdık ve masdûk olduğu hâlde Haddesenâ( = Bize tahdîs etti) demiĢtir. ġakîk da Abdullah ibn Mes'ûd'dan söyledi ki, kendisi: Ben Peygamber'den bir söz iĢittim, demiĢtir. Huzeyfe ibn Yemân (36) da: Rasûlullah (S) bize iki hadîs tahdîs etti, demiĢtir.114[6] Ve Ebu'l-Âliye (190) dedi ki: Ġbn
113[5] Bu, muhaddisin haddesenâ, ahbaranâ ve enbeenâ sözleri arasında fark var mıdır, yoksa hepsi bir midir hususunu beyân babıdır. Bu babı Kitâbu'l-Ġlm'de mutlak olarak zikretmesi, kitabını Peygamber'den rivayet edilmiĢ müsned hadîsler üzerine bina ettiğine tenbîh içindir. Bunun Ġlim Kitabı ile münâsebeti açıktır. Çünkü bu, muhaddisin lügat ve ıstılah yönünden mezkûr lâfızlar arasındaki farkı bilme hususunda muhtaç olacağı Ģeyler cümlesindendir. Buhârî "Bu ta'bîrlerin hepsi birdir, aralarında fark yoktur" görüĢünü tercîh etmiĢtir. Buhârî bu görüĢü, üstadı Humeydî'den; o da kendi üstadı Sufyân ibn Uyeyne'den nakletti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/216. 114[6] Bunlar arka arkaya üç ta'lîktir. Buhârî bunları sahâbînin bazen haddesenâ, bazen de semi'tıı demekte olduğuna,
123
Abbâs'tan: o da Peygamber'den; O da Rabb'ından rivayet etmekte olduğu hadîsde... Enes ibn Mâlik de: Peyamber(S)'den; O da azîz ve celîl olan Rabb'ından rivayet ederek... dedi. Ebû Hureyre de: Peygamber'den; o da azîz ve celîl olan Rabb'mızdan rivayet ederek... buyurdu, dedi.115[7]
3- Bize Kuteybe (240) tahdîs etti. Bize Ġsmâîl ibn Ca'fer (180) Abdullah ibn Dînâr (127)'dan; o da Ġbn Umer (R-73)'den tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S): "Ağaçların içinden bir nevi' vardır ki, yaprağı düşmez. O ağaç (kâmil) müslümânın benzeridir. Onun ne olduğunu bana tahdîs edin (söyleyin)" buyurdu. Orada bulunanlar vâdîlerdeki
binâenaleyh bunun da sahâbîlerin bu sîgalar arasında fark gözetmediklerine delâlet ettiğine tenbîh olmak üzere getirdi. Birinci ta'lîki, Kader Kitâbı'nda, ikinciyi Cenâiz Kitâbı'nda, üçüncüyü de Rikaak Kitâbı'nda vasletti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/216. 115[7] Bunlar da diğer üç ta'lîktir ki, bunları da an'anenin, yânî "an fulanin, an fulanın" ta'bîrlerinin, -bu fulânların buluĢmaları sabit olduğu zaman- vasl ifâde ettiğine tenbîh için getirmiĢtir. Buhârî bu üç ta'lîki de Tevhîd Kitâbı'nda vasletmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/217.
124
ağaçlan saymağa daldılar. Abdullah ibn Umer dedi ki: Bunun hurma ağacı olduğu hatırıma geldi, fakat (söylemeğe) utandım. Ondan sonra: Yâ Rasûlallah, onun ne ağacı olduğunu bize tahdîs et (=söyle), dediler. Rasûlullah: ''Hurma ağacıdır" cevâbını verdi116[8].
5- İmâmın, Kendi Maiyyetindekilere Karşı, Onlardaki Bilgiyi İmtihan Etmek İçin Ortaya Suâl Atması Babı
4-......Bize Abdullah ibn Dînâr, Abdullah ibn Umer (R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Ağaçların içinden bir nevi' vardır ki yaprağı düşmez. O ağaç müslümânın benzeridir. Onun ne olduğunu bana söyleyin" buyurdu. Orada bulunan insanlar vâdîlerdeki ağaçları saymağa daldılar. Abdullah ibn
116[8] Bu hadîste, üstadın talebeden, talebenin de üstâddan iĢitmesini tahdîs ta'bîriyle ifâde etmesi vardır. Çünkü Peygamber, sahâbîlere hitaben: "Bana tahdîs edin" buyurdu; onlar da Peygamber'e: "Bize tahdîs et" dediler. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/217.
125
Umer dedi ki: Bunun hurma ağacı olduğu hatırıma geldi, fakat ben söylemeğe utandım. Ondan sonra sahâbîler: Yâ Rasûlallah, onun ne ağacı olduğunu bize söyle! dediler. Rasûlullah: "Hurma ağacıdır!" buyurdu117[9].
117[9] BaĢlığa uygunluğu "Onun ne olduğunu bana tahdîs ediniz" ve "Yâ Rasûlallah! Onun ne olduğunu bize tahdîs et" sözlerindedir. BaĢlık tahdîs, ihbar ve in-bâ diye üç lâfızladır; hâlbuki hadîste tahdîs'ten baĢka lâfız yoktur dersen, ben: Hadîsin lâfızları muhteliftir, bütün yolları toplanırsa bu ta'bîrlerin hepsi de bulunur derim. Bu hadîsten:Âlimin, anlayıĢlarını denemek için ve onları düĢünmeye rağbetlendirmek için talebelerine soru sormasının müstehâblığı, büyüklere ta'zîm gösterip yanlarında gereksiz konuĢmamak, bir maslahatı kaçırmaya götürmediği müddetçe, hayanın müstehâblığı, cevâbını beyân etmekle beraber bilmecenin cevazı, daha iyi anlatmak ve zihinlerde ma'nâları sû'retlendirmek için misâller getirip beyân etmenin cevazı, kendinden aĢağıdaki kiĢilerin idrâk etmekte oldukları bâzı Ģeylerin büyük âlime bazen gizli olabileceği; çünki ilmin ilâhî bir hibe ve Rahmani bir mevhibe olduğu: "Lütuf ve inayet muhakkak Allah'ın elindedir; onu kime dilerse ona verir" (Âli Ġmrân: 3/73; el-Hadîd:57/29) gibi hükümler alınmıĢtır (Aynî) Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/218.
126
6- İlim Hakkında Gelen Sözler Ve Yüce Allah'ın: "Rabb'ım! Ilmimi artır! de" (Tâhâ: 20/114) Kavli Babı
7- Muhaddisin Huzurunda Okumak Ve Ona Arz Etmenin Hükmünü Beyân Babı118[10]
Ve Hasen Basrî, Sufyân es-Sevrî, Ġmâm Mâlik muhaddisin huzurunda okumayı (ondan nakletmenin sahîhliği hususunda) caiz gördüler. Ve bâzıları âlimin huzurunda (kendisinden nakledebilmek için) ona karĢı okumanın caiz olduğuna, Dımâm ibn Salebe hadîsini delîl olarak ileri sürdü: Dımâm, Peygamber(S)'e: "Namazları kılmamızı sana Allah mı emretti?" diye
118[10] Selefin bâzısı ancak üstâdların lâfızlarından iĢittikleri söze i'tibâr etmiĢlerdir de üstâdların huzurunda okunanlara i'tibâr etmemiĢlerdir, iĢte bu sebebledir ki Buhârî, Üstâdların huzurunda okunanların da cevazına dâir bu babı açtı ve bundan Hasen Basrî'nin "Âlimin huzurunda okumakta be's yoktur" sözünü getirdi. Bu sözü ta'lîk yaptıktan sonra, müsned olarak da sevk eyledi. Keza Sufyân es-Sevrî'den ve Ġmâm Mâlik'ten de mevsûlen zikretti ki, bu iki imâm, âlimden iĢitmek ile âlimin huzurunda okumayı müsâvî kılmıĢlardır... (Ġbni Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/219.
127
sormuĢtu da, Peygamber de ona: "Evet" diye ikrar etmiĢti. Bu hadîsi delîl getirenler: ĠĢte bu. Peygamberdin huzurunda ona karĢı okumaktır. Müteakiben Dımâm, Peygamber'den sorup öğrendiklerini kendi kavmine haber verdi, onlar da bunu caiz görüp, verdiği haberi kabul ettiler. Ġmâm Mâlik de bir hakkı i'tirâf edenin ikrarı, yazılmıĢ bulunan mektûbla ihticâc etti ki, o mektûb, hakkı ikrar edenlere karĢı okunur; onlar da, bu, sâdece karĢılarında kıraat suretiyle okunduğu hâlde "Fûlan bizleri iĢhâd etti‖ derler119[11]. Keza Kur'ân okutucu muallimin huzurunda okunur da, okuyan kimse "Beni fulân okuttu" der. Bize Muhammed ibn Selâm tahdîs etti. Bize Vâsıtlı Muhammed ibn Hasen, Avf el-A'râbi den; o da Hasen Basrî'den tahdîs etti ki, o: "Âlim
119[11] Burada "sakk"dan (belki de bugün "çek" dediğimiz Ģeyden) murâd, içinde bir hakkı i'tirâf ve ikrar eden kimsenin ikrarı yazılı bulunan mektûbdur. O ikrar ediciye, içindeki kendi ikrarı yazılmıĢ olan mektûb okunduğu zaman, kendisi yazılan bu sözleri bizzat telâffuz etmemiĢ olsa da "Evet buna Ģehâdet caiz oldu" der. ĠĢte bunun gibi, âlimin huzurunda okunduğu ve onun da bu okunan sözleri ikrar ettiği zaman artık o sözleri kendinden rivayet etmesi sahîh olmuĢtur (Ġbn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/220.
128
huzurunda okumakta bir be's yoktur" demiĢtir. Ve bize Muhammed ibn Yûsuf el-Firabrî haber verdi. Ve bize Muhammed ibn Ġsmâîl el-Buhârî tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ubeydullah ibnu Musa, Sufyân es-Sevri‘den tahdîs etti ki, Sufyân: "Okuyanın (onu rivayet ederken): Bana fulân tahdîs etti demesinde be's yoktur" demiĢtir. Müellif Buhârî: Ve ben Ebû Âsım(212)'dan iĢittim ki, o Ġmâm Mâlik'ten ve Sufyân es-Sevri‘den olmak üzere: Alimin huzurunda okumak ile âlimin okuması müsavidir diyordu, dedi120[12] 120[12] Buhârî, bâzılarının Dımâm ibn Sa'lebe hadîsiyle âlim huzurunda okumaya hüccet getirmelerini zikredince, hadîsin tamâmını burada getirdi. Buhârî bu babın baĢında ilmi elde etme yollarından semâ', kıraat veya arz yollarını zikretmiĢti. Bundan sonra munâvele ve mükâtebe yollarını zikredecektir. Hadîsi elde etme yolları, sırasıyla Ģu sekiz çeĢitte toplanır: a- Semâ': Hadîsi bizzat üstadın ağzından iĢitme. b- Huzurda okuma: ġeyhinden rivayet edebilmek için yazdığı hadîsleri üstadın huzurunda okuyup tasdîkından geçirmek; buna arz etmek de denir. c- İcazet: Üstadın semâ' ve kıraat olmaksızın -özel kaaideleri dâhilinde- bütün veya bâzı rivayetlerini öğrencinin rivayet etmesine izin vermesi. ç- Munâvele: Üstadın rivayetine izin vereceği bir kitabı öğrencisine kendi eliyle vermesidir. d- Kitabet yâhud mükâtebe: Üstadın kendi iĢittiği hadîslerinin tamâmını veya bir kısmını hâzır veya gaaib bir kimse için yazması veya yazdırmasıdır.
129
5- Bize Abdullah ibn Yûsuf tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Leys ibn Sa'd, Saîd el-Makburî'den; o da ġerik ibn Abdillah ibn Ebî Nemîr'den tahdîs etti ki, o da Enes ibn Mâlik (R)'ten Ģöyle derken iĢitmiĢtir: Peygamber (S) ile birlikte oturduğumuz sırada deve üstünde bir kimse gelip, devesini mescide çökerttikten sonra bağladı. Ondan sonra: - Hanginiz Muhammed'dir? diye sordu. Peygamber sahâbîleri arasında dayanmıĢ oturuyordu: - ĠĢte, dayanmıĢ olan Ģu beyaz kimsedir, dedik. O zât:
e- İ'lâm yâhud İ'lâmu'ş-Şeyh: Üstâd kendisinden rivayete izin vermeksizin, fulân hadîsi veya hadîsleri veya hadîs kitabını fulân üstadından iĢitmiĢ olduğunu bildirmesidir. f- Vasıyyet: Üstadın rivayet ettiği bir kitabı veya cüz'ü, sefere çıkarken veya vefat ederken bir Ģahsa vasıyyet yoluyla bırakmasıdır. g- Vicâdet: Bir üstadın bir râvînin kendi el yazısıyle yazılmıĢ bir kitabının veya bâzı hadîslerinin, baĢka bir kimse tarafından bulunması ve elde edilmesidir. Bu yollarla elde edilen hadîsleri rivayette ayrı ayrı ta'bîrler ve elde ediliĢ yollarını iĢaret eden eda ta'bîrleri vardır. Bu eda ta'bîrlerinin hadîsin sağlamlık, değer ve güvenilirliğinde çok ehemmiyetleri vardır. Bunlar Hadîs Usûlü ilminde etraflıca öğretilir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/220-221.
130
- Ey Abdu'l-Muttalib'in oğlu! diye hitâb etti. Peygamber: - Seni dinliyorum, buyurdu. O zât: - Ben sana bâzı Ģeyler soracağım, amma soracaklarım pek ağırdır; gönlün benden incinmesin, dedi. Peygamber: - Aklına geleni sor, buyurdu. O zât: - Senin ve senden evvelkilerin Rabb'ı aĢkına (söyle), bütün insanlara seni Allah mı gönderdi? dedi. Peygamber: - Yâ Allah, evet, buyurdu. O zât: - Allah aĢkına (söyle), bir gün bir gece içinde beĢ vakit namaz kılmamızı sana Allah mı emretti? dedi. - Yâ Allah, evet, buyurdu. - Allah aĢkına (söyle), senenin Ģu ma'lûm ayında oruç tutmamızı sana Allah mı emretti? dedi. - Yâ Allah, evet, buyurdu. - Allah aĢkına Ģu sadakayı zenginlerimizden alıp da fakirlerimize dağıtmayı sana Allah mı emretti? dedi. Peygamber: - Yâ Allah, evet, buyurunca, o zât:
131
- Sen ne getirdin ise ben ona îmân ettim. Kavmimin geride kalanlarına da elçi benim. Ben, Sa'd ibn Bekr oğulları'nın kardeĢi Dımâm ibn Sa'lebe'yim, dedi.121[13]
121[13] Sa'd ibn Bekr oğulları Peygamber'imizin süt dayılarının kabîlesidir. Süt annesi Halîme es-Sa'diyye onlardandır. Sa'd oğullarının îmânı, ibn Ġshâk'ın beyânına göre, hicretin dokuzuncu senesinde Huneyn gazasından sonra vâki' olmuĢtur. Dımâm'ın "îmân ettim" demesi ihbar mıdır, inĢâ mıdır? Buhârî'nin anladığı gibi ihbar ise, Sa'd oğullan nezdine Peygamber tarafından da'vet ve ta'lîm için gönderilen zât vâsıtasıyle îmân etmiĢler, Dımâm da Ġslâm'ın rükünlerini bir de vasıtasız olarak doğrudan doğruya Peygamber'in ağzından iĢitmeğe kavmi tarafından gönderilmiĢ demek olup, bu sözüyle îmân etmiĢ olduğunu haber vermiĢ oluyor. Eğer diğer bâzı muhaddislerin anladığı gibi inĢâî ise, îmânı -suâllerinin cevâblarını aldıktan sonra- Peygamber'in huzurunda vâki' olmuĢ; kendisini gönderen kavmi de ondan sonra îmâna gelmiĢ demektir. Ġbn Ġshâk'ın Ġbn Abbâs'tan yaptığı rivayet de bunu te'yîd eder. Bu tarîkten gelen hadîsin sonunda "Suâllerini sorup cevâblarını aldıktan sonra "EĢhedu en-lâ-ilâhe ille'llâh ve eĢ-hedu enne Muhammeden abduhu ve Rasûluhu" dediği zikrediliyor. Keza Müslim'in baĢka tarîk ile yine Enes'ten rivayetinde = Senin gönderdiğin kimse iddia ediyor ki." demiĢ oluyor ki, bu zeame( = iddia ediyor) lâfzı kendisinin de, kavminin de Peygamber'in elçisine henüz inanmayıp, iĢi anlamak için Dımâm'ın Peygamber huzuruna kavmi tarafından gönderildiğini sezdiriyor. Her ne'hâl ise, bu Dımâm ibn Sa'lebe muamelesi, hitâb ve suâldeki kabalığıyle beraber, hakkında Ġbn Abbâs: = Dımâm ibn Sa'lebe'den efdal hiçbir vâfidin geldiğini iĢitmedik" diyor. Onun bu fazileti bütün kavminin îmânına sebeb olmasıdır (Ahmed Naîm, Tecrid Ter., 1,60-61).
132
Bu hadîsi Musa ile Alî ibnu Abdilhamîd de Süleyman'dan; o da Sâbit'ten; o da Enes'ten; o da Peygamber'den olmak üzere böyle rivayet etmiĢlerdir. Bu hadîsi Musa ibn Ġsmâîl ile Alî ibn Abdilhamîd (222) Süleyman ibnu'l-Mugîre (150)'den; o da Sabit el-Bunânî (123)'den; o da Enes'ten; o da Peygamber'den olmak üzere bu Ģekilde rivayet ettiler.
8- Munâvele Hakkında Zikrolunan Sözler İle İlim Ehlinin, İlmi Diğer Beldelere Yazıp Göndermeleri Babı
Enes: Usmân Mushafları yazdırdı da müteakiben bunları diğer Ģehirlere gönderdi, dedi. Abdullah ibn Umer ibn Âsim (171), Yahya ibn Saîd ve Ġmâm Mâlik, bu yazıp gönderme iĢini caiz gördüler. Hicâzlılar'ın bâzısı da munâvelenin câizliği hususuna Peygamber'in Ģu hadîsini delîl getirdiler: Peygamber, bir müfrezenin kumandanı için bir emirname yazıp eline verdi ve: "Bu mektubu ancak şu, şu yere
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/222-223.
133
ulaştığın vakit oku!" diye emretti. Kumandan o yere ulaĢınca mektubu açıp maiyyetindekilere karĢı okudu da, böylece Peygamber'in yazılı emrini onlara haber verdi.122[14]
6-.......Abdullah ibn Abbâs (R) Ģöyle haber vermiĢtir: Rasûlullah (S) bir adama bir mektûb verip Bahreyn büyüğüne teslîm etmesini emretti. Bahreyn'in büyüğü mektubu Kisrâ'ya ulaĢtırdı. Kisrâ onu okuyunca yırttı. (Arada râvî olan Muhammed ibn ġihâb) dedi ki: Zannederim ki Saîd ibn Müseyyeb'den
122[14] Buhârî, babın isminden sonra zikrettiği ta'lîkleri Sahih"inin baĢka yerlerinde vasletmiĢtir. Burada müfreze kumandanına verilen yazılı mektûb hadîsini de Sahihinde mevsûlen getirmedi. Bu sahîh hadîsi Beyhakî ile Taberânî vasletmiĢlerdir. Peygamber Bedr'den evvel bir müfrezeyi Nahle Vâdîsi'ne gönderdi. Müfreze kumandanı Abdullah ibn CahĢ'a, Medine'den iki gün ayrıldıktan sonra mektubu açıp, içindeki emre göre hareket etmesini emretmiĢti. O da Medine'den iki konak ayrıldıktan sonra mektubu açmıĢ ve sekiz sahâbîden ibaret olan müfrezesine okuyup Peygamber'in emirlerini haber vermiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/223-224.
134
iĢittim, Ģöyle dedi: Rasûlullah, Kisrâ ile kavmine "Parça parça olsunlar" diye beddua etti.123[15]
7-....... Bize ġu'be, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'den haber verdi, o Ģöyle demiĢtir:Peygamber (S) bir mektûb yazdırdı yâhud yazdırmak istedi. Kendisine: Onlar (yânî Rûm'dan, Acem'den muhâtab olanlar) bir mektubu mühürlü olmadıkça okumazlar, denildi. Bunun üzerine gümüĢten bir mühür edindi ki, nakĢı "Muhammed Rasûlullah" idi. Bu mührün Peygamber'in elindeki beyazlığı hâlâ gözümün önündedir. ġu'be dedi ki: Ben Katâde'ye, onun nakĢı "Muhammed Rasûlullah" diyen kimdir? diye sordum. Katâde: Enes'tir, dedi124[16].
123[15] Bu hadîsten "munâvele"ye delâlet ciheti Ģudur: Peygamber mektubu elçisine karĢı okumadı, lâkin mektubu elçiye uzatıp verdi ve ona mektubun içindekileri kendisine isnâd etmesine ve "Bu, Rasûlullah'ın mektubudur" demesine icazet verdi. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/224. 124[16] Hadîs, baĢlığın son cüz'üne uymaktadır. Bu hadîsten: Ġlmi yazıp memleketlere göndermenin cevazı, kâfirlere mektûb yazmanın cevazı, devlet baĢkanının kaadîlelerin, hâkimlerin kendi yazılarına mühür basmalarının cevazı, erkeklerin
135
9- Meclis Hududunun Nihayete Ereceği Bir Yerde Oturan Kimse İle İlim Halkasında Bir Yarık Görüp Hemen Orada Oturuveren Kimse Babı
8-....... Ebû Vâkıd el-Leysî (R-68) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S), huzurunda sahâbîleri olduğu hâlde mescidde otururken, karĢıdan üç kiĢi geldi. Ġkisi Rasûlullah'a doğru yöneldi; birisi de gitti. Râvî dedi ki: Bu iki kimse Rasûlullah'ın huzurunda durdu. Bilâhare bu ikiden biri halkada bir aralık bularak, oracıkta oturdu. Diğeri ise, oradaki cemâatin arkasında bir yere oturdu. Üçüncüye gelince, arkasını dönüp gitti. Rasûlullah meĢgul olduğu konuĢmayı bitirince, Ģöyle buyurdu: "Bu üç kişinin hâlini size haber vereyim mi? İçlerinden biri Allah'a sığındı, Allah da onu
mühürleme sırasında gümüĢten mühür yüzük kullanmalarının cevazı gibi hükümler alınmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/224-225.
136
barındırdı. Diğeri (sıkıntı vermekten) utandı, Allah da ondan haya etti. Öteki ise (bu meclisten) yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi"125[17].
125[17] Bu hadîsten de: Bir ilim halkasına oturan kimsenin Allah'ın yakınında ve himayesinde olduğu, ve onun meleklerin üzerine kanatlarını açacakları kimselerden olduğu, âlimin de öğrenciyi böyle barındırıp korumasının vâcib olduğu; bir âlimin meclisine oturmak istenip de bundan utanan kimseye, bu yüksek hayasından dolayı Allah'ın da ona azabdan haya edeceği; âlimin ilim meclisinde oturmaktan yüz çevirenden Allah'ın da yüz çevireceği; ilim halkasında daha iyi iĢitmek için büyüğe yakın oturmanın müstehâblığı; ilim meclisinin kenarına oturmak ve kimseyi yerinden kaldırmamanın güzel edeblerden olduğu; ilim halkasında boĢ yer bırakmayanlara ve hayır talebinde sıkıĢanlara övgünün cevazı; âlimin, meclistekilerin soru sormasından evvel ilmi anlatmaya baĢlaması... gibi hükümler alınmıĢtır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/225-226.
137
10- Peygamber(S)'in: "Benden kendisine tebliğ ulaştırılanların bâzısı bizzat işitenden daha iyi belleyicidir" Kavli Babı126[18]
9-.......Ebû Bekre (R) Peygamber'! zikrederken Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (veda haccında) devesi üzerinde oturdu. Devenin dizginini bir adam tutuyordu. - Bu gün hangi gündür? dedi. Biz sükût ettik; o derecede ki, baĢka bir isim ile isimlendirecek zannettik; - Kurbân günü değil mi? buyurdu. - Evet, dedik. Sonra: - Bu ay hangi aydır? diye sordu.
126[18] Kirmânî Ģöyle dedi: Buhârî baĢlıktaki hadîsi muallak olarak getirdi. Bu, ya daha sonra isnâdıyle zikrettiği hadîsi ma'nâ ile nakletmek bâbındandır, yâhud da yanında baĢka bir tarîkden sabit olmuĢ bir hadîstir. Bunun bir rivayeti Tirmizî'de, Abdullah ibn Mes'ûd'dan gelmiĢtir. Bu hadîs, Buhârî'nin "Hacc Kitâbı"nda Minâ Hutbesi babında, Ebû Bekre (R)' den gelmiĢ mevsûl bir hadîstir (Aynî, Umdetu'l-Kaarî, I, 417-418). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/226.
138
Yine sükût ettik; o derecede ki isminden baĢka bir isim ile isimlendirecek zannettik. - Zu'l-hicce değil mi? buyurdu. - Evet, dedik. Bunun üzerine Ģöyle buyurdu: - "Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız bu belde içinde, bu ayda, bu günün harâmlığı kadar birbirinize haramdır. Burada hâzır bulunanlarınız, burada bulunmayanlara (yânî müstakbel nesillere) bunu tebliğ etsin. Olabilir ki, hâzır olan kimse, bunu daha iyi anlar bir kimseye tebliğ etmiş olur"127[19]
127[19] Bu hadîste tahdîs ve an'ane yolları vardır. Buhârî bunu Hacc, Tefsir, Fiten ve Bed'u'1-Halk kitâblarından da tahrîc etmiĢtir. Rivayetlerin bazısı mufassal, bâzısı da kısadır. Bundan da: Âlime, doğrudan doğruya ilim ulaĢmayan müstakbel nesillere de ilmi teblîğ etmesi ve ilmi anlamayanlara onu açıklamasının vâcib olacağı; çünkü bunun, Yüce Allah'ın âlimlerden "Onu muhakkak açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" (Âlu lmrân: 3/187) diye te'mînât aldığı bir husus olduğu, daha sonraki zamanlarda ilmi, geçenlerden daha iyi anlayacak kimselerin geleceği, hadîsi taĢıyanın ma'nâsını bilmese de ondan hadîs alınmasının caiz olacağı, haram olan Ģeyin harâmlığını te'kîd edip, Peygamber'in yaptığı gibi en belîğ Ģekilde bildirmenin âlime vâcib olduğu; mal, can, ırzın harâmlıkta musâvî oldukları gibi hükümler alınmıĢtır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/227.
139
11- İlim Öğrenmek, Söz Söylemekten Ve Amel Etmekten Öncedir Bâbı
Çünkü Yüce Allah: "Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur hakikatini bil..." (Muhammed: 47/19) buyurup, bunda evvelâ bilmek .emriyle baĢladı128[20]. "Âlimler, ancak ilim mîrâsı bırakan peygamberlere vâris olanlardır. Bu ilim mirasını alan, bol ve kâmil bir nasîb almıştır"129[21]. Ve "Her kim ilim arayarak bir
128[20] Bir Ģey evvelâ öğrenilip bilinir, ondan sonra söylenir ve onunla amel edilir. Binâenaleyh ilim, konuĢmaktan ve amel etmekten evveldir. Keza ilim, Ģerefçe de sözden ve amelden öndedir; zîrâ o, vücûd organlarının en Ģereflisi olan kalbin amelidir. Ġlim, sözün de, amelin de sahîh olmasında Ģarttır. Bunlar ilimsiz mu'teber olmazlar... Yüce Allah Peygamber'inin Ģahsında: "Binâenaleyh şu 'Allah'tan başka hiçbir tann yoktur' hakikatini bil, hem kendinin, hem erkek mü 'mirilerle kadın mü 'mirilerin günâhının mağfiretini iste. Allah dolaştığınız yeri de bilir, barındığınız yeri de" (Muhammed: 47/19) âyetinde, evvelâ bilgi ile baĢladı; ondan sonra söz ve amele iĢaret olan istiğfar ile emreyledi. Buharı bu âyetle bâb ismindeki sözün Kur'ân'daki Ģahidini göstermiĢ oluyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228. 129[21] Bu kelâm, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ġbn Hıbbân ve Hâkim'de sahîh denilerek rivayet edilen Ebu'd-Derdâ hadîsinden bir parçadır. BaĢkaları bunu senedindeki bir ıttırab sebebiyle zaîf bilmiĢlerse de, kendisini takviye eden birçok Ģâhidleri vardır.
140
yola girerse Allah da ona, cennette ulaştıracak yolu kolaylaştırır"130[22]. Ve zikri ulu olan Allah Ģöyle buyurdu: "... Allah'tan, kulları içinde, ancak âlimler korkar" (Fâtır, 35/28). Ve keza: "İşte misâller; biz onları insanlar için getiriyoruz. Âlim olanlardan başkası onları anlamaz" (el-Ankebût: 29/43): "Eğer biz işitir yâhud düşünür insanlar olsaydık, şu çılgın cehennem yaranı içinde bulunmazdık, dediler" (elMülk: 67/10) buyurdu. Ve keza: "De ki: Bilenlerle bilmeyenler musâvî olur mu?..." (ez-Zümer: 39/9) buyurdu131[23]. Peygamber (S) de: "Allah her kimin hayrını isterse ona dîn hususunda büyük anlayış
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228. 130[22] Bunu Müslim, A'meĢ hadîsinden; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere tahrîc etti. Bu "Kim bir mü'mini bir kederden nefes aldırırsa... " diye baĢlayan uzun hadîsin bir parçasıdır. Bunu, Tirmizî de tahrîc etmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228. 131[23] Buhârî arka arkaya sıraladığı bu âyetleri, ilmin ve âlimlerin rütbe ve makaam yüksekliğini isbât için delîl olarak getirmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228.
141
verir"; "ilim, ancak öğrenmekledir" buyurdu132[24]. Ebû Zerr de ensesini göstererek Ģöyle demiĢtir: "(Beni öldürmek için) kılıcı Ģuraya koysanız, ben de Rasûlullah'tan iĢitmiĢ olacağım bir sözü siz iĢinizi tamamlayıncaya kadar infaz edebileceğimi, yânî i‘lân edebileceğimi bilsem yine infaz ederim"133[25]. Ġbn
132[24] Bu iki ta'lîkten birincisini Buhârî, iki bâb sonra mevsûlen rivayet etti. Ġkincisi, yânî "İlim ancak öğrenmekledir" sözü, Ġbn Ebî Âsim ve Taberânî'nin merfû' olarak Muâviye hadîsinden; Ebû Nuaym el-Isfahânî'nin de Riyâzu'l-Muteallimîn'de Ebu'dDerdâ'dan merfû' olarak rivayet ettikleri hadîstendir. Tamâmı: "Ey insanlar, öğreniniz, İlim ancak öğrenmek ile (bâzı rivayetlerde öğretmek ile), hilm ancak tahallum ile, fıkıh ancak tefakkuh iledir. Kim hayrı biriktirirse (yâhud ihtiyar ederse) o kendisine verilir" tarzındadır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228-229. 133[25] Ebû Zerr'in bu sözünü Dârimî, Müsned'inde, Evzâî tarîkinden mevsûl olarak Ģöyle rivayet etmiĢtir: Bana Mersed ibn Ebî Mersed, babasından tahdîs etti. Ģöyle demiĢtir: Ebû Zerr'e geldim, o Minâ'da orta cemrenin yanında oturmuĢtu, halk etrafında toplanmıĢ, ondan fetva soruyorlardı. Derken ona bir adam gelip yanıbaĢmda durdu, sonra: Sen fetva vermekten vazgeçmedin mi? dedi. Ebû Zerr baĢını ona doğru kaldırıp: Sen benim üzerime murâkıb mısın? Eğer kılıcı Ģunun üzerine koysanız... dedi. Onu fetvadan men' eden Osman'dı. ġam'da Muâviye ile Ebû Zerr arasında Kenz âyeti (et-Tevbe: 9/35)'nin tefsirinde ihtilâf çıkmıĢtı. Muâviye: Bu âyet hâsseten ehli kitâb hakkında nazil oldu, dedi. Bu ihtilâf Ebû Zerr'in ġam'dan Medine'ye, oradan Rebeze'ye geçmesine sebeb olmuĢtur.
142
Abbâs da: "Rabbaniler olunuz" (Âli imrân: 3/79) demek, halimler ve fakîhler olunuz demektir, dedi. Ve: Rabbani, insanlar üzerinde ilim ile siyâset icra eden ve büyük ilimden evvel küçük bilgilerle terbiye eyleyen kimseye denilir134[26].
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/229. 134[26] Buradaki birinci ta'lîki, Hatîb Fıkıh ve Mutefakkıh kitabında sahîh bir senedle Ebû Bekr ibn Harbî tarikiyle rivâyet'etti. Ġbn Ebî Âsim da îlim Kitâbı'nda Mukaddemî'den rivayet etti. ikinci ta'lîk ise Buhârî'nin, bâzılarının görüĢü olarak yaptığı nakildir. "Rabbânî" ve "Rıbbiyy" tâbirleri Kur'ân'da birkaç defa geçer (Âli-Ġmrân: 3/79, 146; el-Mâide: 5/44, 63). Bunların ikisi de Rabb'e nisbettir. Rabb'e kulluk eden demektir. Râ'nın kesresi ile "Rıbbiyy"; Basra, Bısrıyyun gibi ismi mensûb tagayyurâtındandır. Rabbânî, mürebbî demek olan Rabbân'a nisbet olarak düĢünülebileceği gibi, Rıbbiyy de cemâat demek olan Rıbbe'ye nisbet olarak da tahlil edilmiĢtir. Bâzıları Rabbânî ile Rıbbiyy arasındadır ma'nâ farkı bulunduğunu söylemiĢlerdir: Ezcümle Ibn Zeyd demiĢtir ki: Rabbânî vâlî olan imamlar, Rıbbiyy de raiyye'dir ki, rabbe müntesibdirler. Binâenaleyh Rabbânî ve Rıbbiyy ikisi de Rabb'e intisâb ma'nâsını mutazammın olmakla beraber, rıbbe intisâb ile terbiye ve ta'lîm görmüĢ cemâat; Rabb'e intisâb ile diğerlerini ta'lîm ve terbiye edebilecek yüksek seviyede bulunanlar diye tefrîk edilmek en muvafık ma'nâ olacaktır. Maamâfîh bunların müteradif veya rıbbıyyûn, rabbâniyyûn'dan eam olarak da kullanılması caiz olur (Hakk Dîni, II, 1197). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/229-230.
143
12- Peygamber(S)'in Kendi Sahâbîlerine Va'z Ve Nasihat Etmek Ve İlim Öğretmek Hususunda Bıkkınlık Getirip Uzaklaşmasınlar Diye Hâllerini Gözetir Olduğu Babı
10-....... Ġbn Mes'ûd (R) Ģöyle demiĢtir: Peygamber (S), va'z ve nasihat hususunda bize bıkkınlık gelmesin diye hâlimize bakıp günler içinde vakitler kollardı.
11-.......Bize ġu'be tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana Ebu't-Teyyâh (128), Enes'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Kolaylaştırın, zorlaştırmaym; müjdeleyin nefret ettirmeyin" buyurmuĢtur135[27].
135[27] Bu bütün vâlîler, âmirler, idareciler, öğreticiler... topluluklarına yumuĢaklık ve mülâyemetle muamele etmeyi emirdir. Bu hadîs cevâmi'u'l-kelim, yânî çok değerli ma'nâlar toplayan câmialı sözlerdendir. Çünkü dünyâ ve âhiretin hayırlarına Ģâmil bulunmaktadır. Zîrâ dünyâ ameller yurdu, âhiret karĢılık görme yurdudur. Rasûlullah (S) iki darda da âlemlere rahmet olduğunu gerçekleĢtirmek üzere, dünyâ ile ilgili iĢlerde kolaylaĢtırmayı, âhiretle ilgili iĢlerde hayır va'di ve sürür haberi vermekle emretmiĢtir (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/230.
144
13- İlim Ehli İçin Belli Günler Ayıran Kimse Babı
12-....... Ebû Vâil Ģöyle dedi: Abdullah ibn Mes'ûd (R) her perĢembe günü insanlara va'z nasîhat edip ders yapardı. Bir kimse kendisine: Yâ Ebâ Abdirrahmân! Vallahi senin bizlere her gün ders yapmanı çok arzu ettim, dedi. Ibn Mes'ûd: Beni sizlere her gün ders vermekten men' eden Ģey, sizleri usandırmak istemememdir. Ben sizlere va'z vermekte sizin hâlinize uygun vakitler gözetiyorum. Nitekim Peygamber (S) de bizlere usanç gelmesinden endîĢe ettiği için, bizim durumumuza uygun zamanlar gözetirdi, dedi.136[28]
136[28] Peygamber (S) sahâbîlere bilinen vakitlerde va'z eder, üzerlerine bıkkınlık ve sıkıntı vermekten korktuğu için bütün vakitleri kaplamazdı. Nitekim "Kimse iki uyluğunu toplayıp birbirine yanaĢtırarak (eziyet verici Ģekilde) namaz kılmasın " ve "Evvelâ akĢam yemeğiyle baĢlayın, sonra namaz kılın'' sözleriyle onları nehyederdi ki, bunlardan maksadı Allah'a tam yöneiı.ıekten, namazdan ve niyetten, baĢka Ģeylerle meĢgul olmamaları idi. Yüce Allah da onu ümmetine çok Ģefkatli olmakla vasıflayıp, Ģöyle buyurmuĢtur:
145
14- Bâb: "Allah her kimin hayrını isterse ona dîn hususunda büyük bir anlayış verir".
13-.......Ibn ġihâb dedi ki: Humeyd ibn Abdirrahmân Ģöyle dedi: Ben Muâviye ibn Ebî Sufyân'dan hutbe yaparken iĢittim; Ģöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'den iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Allah her kimin hayrını isterse ona dîn hususunda büyük bir anlayıĢ verir. Ben (verici değil) yalnız taksim ediciyim. Veren ise Allah'tır137[29]. Bu
"Andolsun size kendinizden öyle bir Rasûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Müzminlere çok şefekatli, çok merhametlidir" (etTevbe: 9/128)(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/231. 137[29] Bu sözün ma'nâsı Ģudur: Bana vahy olunan dîn ilmini teblîğ ederken, bâzılarına tahsîs edip de diğerlerinden gizlediğim yoktur. Allah tarafından bana her ne bildirilmiĢ ise herkese musâvî surette teblîğ ediyorum. Ben ancak bir taksîm ediciyim. Tebliğlerim herkese göre farksız olmakla beraber, bu tebliğler insanlar tarafından farklı derecelerde anlaĢılıyor. Çünkü anlayıĢı veren Allah'tır. Allah'ın verdiği Ģey, kullarına farklı derecelerde oluyor. Bunun izleri de benim tebliğimden
146
ümmet Allah'ın (kıyamet) emri zuhur edinceye kadar Allah'ın dîni üzerinde hep sebat edip duracak ve kendilerine muhalefet edenler onlara zarar veremiyecektir"138[30].
15- İlimde İnce Anlayış (ın Fazileti) Babı
14-.......Mücâhid (100) Ģöyle demiĢtir: Medîne'ye doğru yaptığımız bir yolculukta Abdullah ibn Umer'e yoldaĢlık ettim. Kendisinden bu yolculuğumuzda Rasûlullah'tan tahdîs ederken bir tek hadîsten baĢka hadîs iĢitmedim. Kendisi Ģöyle dedi: Biz Peygamber (S)'in yanında idik. Bir hurma göbeği
sonra görülüyor. Herkes kısmetini benden alırsa da, veren Allah'tır, ben değilim. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/231-232. 138[30] Bu hadîs üç hükmü Ģâmildir: Biri, dînde fakîh olmanın üstünlüğü; ikincisi, hakîkatte vericinin Allah'tan ibaret olduğu; üçüncüsü de, bu ümmetten bir kısmının ebediyyen hakk dîn üzerinde bakî olacağıdır. Hadîsin son fıkrası: "Ümmetimden dâima hakk üzere gâlib ve zahir, muhaliflerinin zarar veremiyeceği bir taife hiç eksik olmayacaktır" (Alâmetu'nNübüvve, Müslim, 53. bâb) hadîsinin ma'nâsına da uygundur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/232.
147
getirildi. Bunun üzerine: "Ağaçlardan bir ağaç nevi' vardır ki, onun meseli müslümânın meseli gibidir" buyurdu. Ben, o hurma ağacıdır deyivermeyi istedim. Fakat bir de baktım ki, oradakilerin en küçüğü benim; onun için sustum. Peygamber, "O hurma ağacıdır" buyurdu139[31].
16- İlimde Ve Hikmette Gıbta Etmek Babı
Ve Umer ibn Hattâb: "Seyyidler olmanızdan önce fakîhler olunuz" dedi140[32].
139[31] BaĢlığa uygunluğu, Peygamber'in "Ağaçlardan bir ağaç nevi' vardır ki..." sözünü, onun sahâbîlerce bilinmesi yoluyla söylemiĢ olması yönündendir. Ġbn Umer bu bilgiyi anlamıĢ, fakat bunu açıklamaktan onu hayası ve küçüklüğü men' etmiĢti. Bunun bir rivayeti daha önce "ilim Kitâbı"nın baĢlarında geçmiĢ ve bâzı açıklamalar verilmiĢti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/232. 140[32] Bu bâb ismindeki hasedden maksad gıbtadır. Çünkü hased islâm'da haram kılınmıĢ çirkin bir huydur. Hased, bir kimsedeki ni'metin kendisinde olmasını istemekle beraber, ondakinin yok olmasını arzu etmektir. Gıbta ise, bir kimsedeki ni'metin devamını istemekle beraber, kendisinde de olmasını arzu etmektir. Buradaki hased'in gıbta ma'nâsına olduğunu "Fadâilu'l-Kur'ân"da Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği hadîs te'yîd etmektedir: "Kur'ân sahibinin gıbta edilmesi babı"; 20. bâb, 46. hadîs. Hz. Umer'in sözü olan ta'lîke gelince, onu ibn Abdi'1
148
15-.......Ben Abdullah ibn Mes'ûd (R)'dan iĢittim, Ģöyle dedi: Peygamber (S) Ģöyle buyurdu: "Ġki kiĢiden baĢkasına gıbta olmaz: Allah tarafından kendisine mal verilip de hakk yolunda o malı helak etmeğe musallat kılınan kimse, Allah tarafından kendisine hikmet verilip de onunla hükmeden ve onu baĢkalarına öğreten kimse".
Berr, Ġbn Sîrîn hadîsinden; o da Ahnef'ten olmak üzere sahîh bir senedle rivayet etmiĢtir. "Efendiler olmanızdan evvel fakîhler olunuz" demek, efendilik ve baĢkanlıktan önce, daha küçük yaĢlarda iken öğrenip âlimler olunuz; yâhud evlenmeden evvel âlimler olunuz, sonra büyüklük, idarecilik veya kocalık sıfatı, sizlerin üstâd önüne oturup ilim öğrenmenize mâni' olur, demektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/233.
149
17- Mûsâ Aleyhi's-Selâmın Deniz (Sâhilin)de Hızır'a Gitmesi İle Yüce Allah'ın: "Musa ona: Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbi' olayım mı? dedi" (elKehf: 18/66) Kavli Babı141[33]
16-.......Ibn ġihâb da kendisine bu hadîsi Ubeydullah ibn Abdillah'ın haber verdiğini tahdîs etti ki, Ġbn Abbâs (R) bir defa Hurr ibn Kays ibn Hısn elFezârî ile, Musa'nın arkadaĢı hakkında münazaa etmiĢtir. Bu münazaada Ġbn Abbâs: Musa'nın arkadaĢı Hızır'dır, dedi. Derken onların yanına Ubeyy ibn Kâ'b uğradı. Ġbn Abbâs onu çağırıp: Ben Ģu arkadaĢımla, Musa'nın buluĢmak için yol aramıĢ olduğu arkadaĢı
141[33] Bu bâbdan maksad, ilim tahsili için sefer etmeyi isbâttır. Çünkü ilim için sefer, sahâbîler, tabiîler ve tabiîlerin tâbi'leri zamanında (çok) alıĢılmıĢ değildi. Onlar ilmi kendi beldelerinin âlimlerinden alıyorlardı. Kitâblar tedvîn edilip de bunlar memleketlere yayılınca, ilim talihleri bir beldeden diğerine sefer ettiler. Artık ilim için sefer etmek onlar arasında âdet oldu. Binâenaleyh musannif Buhârî, sahîh, kavî bir aslı isbât etmiĢtir iyi anla. (ġah Veliyyullah, ġerhu Terâcimi Ebvâbı Sahîhi'lBuhârî, s. 13-14). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/234.
150
hakkında çekiĢtim. Sen Peygamber (S)'den onun hâlini zikrederken iĢittin mi? dedi. Ubeyy Ģöyle dedi: Evet, ben Rasûlullah'tan iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Musa, îsrâîl oğulları'ndan seçkin bir topluluk içinde bulunduğu sırada ona bir kimse geldi ve: Senden daha âlim bir kimse biliyor musun? diye sordu. Musa: Hayır, bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine Allah Musa'ya: Hayır, kulumuz Hızır vardır, diye vahyetti. Musa da onunla buluşmak yolunu taleb etti. Allah da onun için balığı bir alâmet yaptı. (Allah tarafından) kendisine: Balığı kaybettiğin zaman hemen dön. Muhakkak sen ona kavuşacaksın, denildi. Musa deniz içinde balığın izini ta'kîb eder oldu. Musa'nın genç adamı (kendisinden kuşluk yemeğini istediği zaman) Musa'ya: Gördün mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığı(n hâlini söylemeyi) unutmuşum; onu söylememi bana şeytândan başkası unutturmadı, dedi. Buna karşılık Musa genç adamına: İşte bizim arayacağımız bu idi, dedi ve izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler. Derken Hızır'ı buldular. İşte Allah'ın kendi Kitâb'ında kıssa
151
yaptığı şey, onların (Musa ile Hızır'ın) hâlindendir"142[34].
18- Peygamber(S)'in "Yâ Allah, ona Kitâb'ı öğret" Kavli Babı
17-.......Bize Hâlid el-Hazzâ'(141) Ġkrime(104,7)'den; o da ibn Abbâs(68)'tan tahdîs etti. Ġbn Abbâs (R): Rasûlullah (S) beni kucakladı da: "Yâ Allah, ona Kitâb'ı öğret!" diye dua etti, dedi143[35].
142[34] Mûsâ-Hızır kıssası, Kur'ân-ı Kerîm'in el-Kehf sûresi 6082. âyetlerinde geniĢçe anlatılmıĢtır. Buradaki hadîste vak'aya kısaca temas edilmiĢ, sonunda Kur'ân'daki tafsilâtına iĢaret buyurulmuĢtur. Bunun için hadîs ile âyetler birlikte okununca, Mûsâ-Hızır kıssası daha açık olarak anlaĢılır. Bununla ilgili hadîsler Sahîh-I Müslim ve Tercemesi, "Kitâbu'l-Fadâil; Hızır'ın faziletlerinden bir bâb' (c. VII, s. 265-276) da toplanmıĢtır. Bu hadîsten, ilim tahsîli için uzak mesafelere kadar sefer etmenin fazileti ve ilimle ilgili daha birçok hükümler istidlal edilir. Musa'nın bu sünnetine uyarak sahabe, tâbiûn ve tabiîlerin tâbi'leri ile, onlardan sonra gelen âlimlerin birçokları dîn ilimlerini cem' edip diyar diyar dolaĢmıĢlardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/235. 143[35] Peygamber'in bu duasının kabul edildiği gün gibi zahirdir. Çünkü "Reîsu'l-Müfessirîn", "Habru'1-Umme", "Tercemânu'lKur'ân", "Sultânu'l-Müfessirîn" gibi yüce lakablarla sahâbîler ve tabiîler arasında Ģöhret bulmuĢtur. Bunlar Abdullah ibn
152
19- Küçüğün Hadîs İşitip Yüklenmesi Ne Zaman Sahîh Olur?144[36]
18-....... Abdullah ibn Abbâs (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Minâ'da sütresiz olarak namaz kıldırdığı sırada, diĢi bir merkebe binerek karĢıdan geldim. O zaman bulûğ yaĢına yaklaĢmıĢtım. Safflardan birinin önünden geçtim. Merkebi otlasın diye salıverdim: Ondan sonra saffa girdim. Bu yaptığım iĢe kimse ses çıkarmadı.
19-.......Bana Zubeydî(147), Zuhrî'den; o da Mahmûd ibnu'r-Rabî' (R)'den tahdîs etti. Ģöyle
Abbâs'ın Kur'ân ile ilgili ilminin çokluğunu gösterdiği gibi, Peygamber'in açık bir mûcizesidir de. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/235. 144[36] Hadîsin âkil ve baliğ tarafından eda ve teblîğ edilmesi hususunda hiçbir ihtilâf yoktur. Ancak hadîsi yüklenmeye, yânî iĢitip öğrenmeye gelince, ihtilâma yaklaĢmasından sonra, akl edip hayır ve Ģerri ayırdığı zaman, çocuktan da caiz olur. ĠĢte müellif Buhârî, bunu isbât etmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/236.
153
demiĢtir: BeĢ yaĢımda iken Peygamber (S)'in bir kerre bir kovadan (ağzına su alıp) yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.
20- İlim Aramak İçin Sefere Çıkmak Babı
Ve Câbir ibn Abdillah, Abdullah ibn Uneys(54)'ten bir tek hadîsi iĢitebilmek için bir aylık yola gitti 145[37].
145[37] Musannif Buhârî bu ta'lîki, ilim aramak için karada ve deryada sefere çıkmanın fazîletine tenbîh olmak üzere zikretti. Bu tek hadîsi Buhârî "el-Edebu'l-Müfred"de, Ahmed ile Ebû Ya'la da Müsnedlerinde Abdullah ibn Muhammed ibn Ukayl tarîkinden tahrîc etmiĢlerdir. Bu Abdullah, Câbir ibn Abdillah'tan Ģöyle derken iĢitmiĢtir: Bana bir kimseden, Rasûlullah'tan iĢitmiĢ olduğu bir hadîs ulaĢtı. Bunun üzerine bir deve satın aldım, sonra yolculuk eĢyamı deveme yükleyip, ona doğru bir ay yolculuk ettim. Nihayet ġam'a geldim. O zât Abdullah ibn Uneys'miĢ. Kapıcısına: Ona "Kapının önünde Câbir bekliyor" de! dedim. "Abdullah oğlu Câbir mi?" diye sordu. "Evet" dedim. Bunun üzerine dıĢarı çıktı ve benimle sarmaĢtı. Ben: "Senden bana, senin Rasûlullah'tan iĢitmiĢ olduğun bir hadîs ulaĢtı. Ben de bunu bizzat iĢitmeden evvel ölmekliğimden endîĢe ettim" dedim. Bunun üzerine Ģöyle dedi: "Ben Rasûlullah'tan iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Allah kıyamet günü insanları çıplaklar olarak toplar..."
154
20-....... Evzâî (88-157) dedi ki: Bize Zuhrî, Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe ibn Mes'ûd'dan; o da Ġbn Abbâs'tan haber verdi ki, ibn Abbâs (R) bir defa Hurr ibn Kays ibn Hısn el-Fezârî ile Musa'nın arkadaĢı hakkında çekiĢmiĢtir. Derken onların yanına Ubeyy ibn Kâ'b uğradı, ibn Abbâs onu çağırıp: Ben Ģu arkadaĢımla, Mûsâ'nın buluĢmak için yol aramıĢ olduğu arkadaĢı hakkında çekiĢtim. Sen Rasûlullah'tan onun hâlini zikrederken iĢittin mi? dedi. Ubeyy Ģöyle dedi: Evet, ben Peygamber'den iĢittim; Ģöyle buyuruyordu: "Musa, Isrâîl oğulları'ndan seçkin bir topluluk içinde bulunduğu sırada ona bir kimse geldi ve: Senden daha âlim bir kimse biliyor musun? diye sordu. Musa: Hayır, bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine Allah Musa'ya: Hayır, kulumuz Hızır vardır, diye
Ebû Eyyûb Hâlid ibn Zeyd el-Ensârî'nin de bir hadîs için Mısır'a kadar gittiği ve hadîsi dinler dinlemez, ikaamet etmeksizin hemen geriye döndüğü rivayet edilmiĢtir. Bunun da rivayet zinciri ve tafsilâtı tamâmiyle zabtedilmiĢtir (Umdetu'l-Kaarî, I, 462-463). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/236-237.
155
vahyetti. Musa da onunla buluşmak yolunu taleb etti. Allah da onun için balığı alâmet yaptı. (Allah tarafından) kendisine: Balığı kaybettiğin zaman dön, muhakkak sen ona kavuşacaksın, denildi. Bundan sonra Musa deniz içinde balığın izini ta'kîb eder oldu. Musa'nın genç adamı (kendisinden kuşluk yemeğini istediği zaman) Musa'ya: Gördün mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığın hâlini söylemeyi) unutmuşum, onu söylememi bana şeytândan başkası unutturmadı, dedi. Buna karşılık Musa genç adamına: İşte bizim arayacağımız bu idi, dedi ve izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler. Derken Hızır'ı buldular. İşte Allah'ın kendi Kitâb'ında kıssa yaptığı şey, Musa ile Hızır'ın hâlindendir."
21- İlim Öğrenen Ve Başkalarına Öğreten Kimsenin Fazileti Babı
21-....... Bize Hammâd ibn Usâme (201), Bureyd ibn Abdillah'tan; o da Ebû Musa (R)'dan tahdîs etti. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Allah'ın benim vâsıtamla gönderdiği hidâyet ve ilim, bol yağmura
156
benzer. Bu yağmur kâh öyle bir toprağa düĢer ki, onun bir kısmı suyu kabul eder ve çayır ile bol ot yetiĢtirir. Bir kısmı da kurak olur, suyu (üstünde) tutar da Allah onunla insanları fâidelendirir: Ondan hem kendileri içerler, hem de hayvanlarını suvarırlar, ekin ekerler. Bu yağmur diğer bir nevi' toprağa daha isabet eder ki, düz ve kaypaktır; ne suyu üstünde tutar, ne çayır bitirir. Allah 'in dînini anlayıp da Allah 'm benim vâsıtamla gönderdiği hidâyet ve ilimden faydalanan ve bunu bilip de baĢkasına bildiren kimse ile, bunu duyduğu vakit kibrinden baĢını bile kaldırmayan ve Allah'ın benimle gönderilen hidâyetini kabul etmeyen kimse böyledir"146[38]. Ebû Abdillah Buhârî der ki: Ishâk ibn Ibrâhîm (238): "Ve kâne minhâ tâifetun kayyeleti'l-mâe ( O topraktan kimi suyu içen bir taifedir)" Ģeklinde söyledi.
146[38] Bu taksîme göre, topraklar da, insanlar da üç kısma ayrılmıĢ oluyorlar: 1. Faydalanan, fayda veren; 2. Fayda veren, faydalanmayan; 3. Ne fayda veren, ne de faydalanan. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/239.
157
"Kaaa" üzerinde su durur olan arazî parçasıdır. "Safsaf" da dümdüz arazîdir147[39].
22- İlmin Kaldırılması Ve Cehaletin Meydan Alıp Yayılması Babı
Ve Rabîatu'r-Re'y(136): "Kendisinde herhangi bir ilim bulunan kimsenin kendisini zayi' etmesi (yânî ilmini gizlemesi) lâyık değildir" dedi148[40].
147[39] Hadîste zikredilen "kîân", "kaaa‘ " lâfzının cem'idir. O da içinde su durmayıp üzerine yükseldiği arazîdir. "Safsaf" da dümdüz arazîdir. Bu son kelime hadîste yoktur. Ancak bunu istidrâd yoluyla zikretmiĢtir. Çünkü hadîste gelen lâfızları Kur'ân'dakilerden tefsir etmek Buhârî'nin âdetidir. Kur'ân'da "kaaen safsafen" (Tâhâ: 20/106) vâki' olmuĢtur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/239. 148[40] Ġlmin kaldırılıp cehaletin kökleĢmesi kıyamet alâmetlerinden olunca, herhangi ilmî bir mes'eleyi bilenlerin onu meydana çıkarması gerekir, ilmin kaldırılıp cehaletin ortalığı kaplaması, musibetlerden bir musibettir. Buhârî, Rabîatu'r-Re'y'in sözüyle, insanlardan ayrılmak ve benzeri suretlerle hadîs rivayetini terk etmenin ve ilmi tedris etmemenin, ilmin kaldırılması ve cehlin yayılması olduğunu ve bunun da içtimaî ve ferdî bir musibet olduğunu isbât etmiĢtir. Rabîatu'bnu Ebî Abdirrahmân(136)'ın bu sözünü Hatîb, elCâmi"mde, Beyhakî ise el Medhal'inde Abdu'1-Azîz elUveysî'den; o da Mâlik'ten; da Rabîatu'r-Re'y'den olmak üzere mevsûlen rivayet etmiĢlerdir.
158
22-.......Enes (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "İlmin kaldırılması, cehlin kökleşmesi, şarâbın içilmesi, zinanın çoğalması kıyamet alâmetlerindendir".
23-.......Enes (R) Ģöyle demiĢtir: Size öyle bir hadîs söyleyeceğim ki, benden sonra hiç kimse onu size tahdîs edip söyleyemiyecektir: Rasûlullah (S)'tan iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "İlmin azalması, cehaletin meydan alıp yayılması, zinanın meydana çıkıp şayi' olması, elli kadının yalnız bir bakanı olacak derecede kadınların çoğalıp erkeklerin azalması kıyamet alâmetlerindendir"149[41]
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/239-240 149[41] Her iki hadîsin "Ġlmin kaldırılması ve cehlin yayılması" baĢlığına delâletleri meydandadır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/240
159
23- İlmin Fazileti Babı
24-....... Ġbn Umer (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah(S)'tan iĢittim: "Uykuda iken bana bir kadeh süt getirdiler. O kadar içtim ki, kanıklık te'sîrinin tâ tırnaklarımdan sızdığını hâlâ duyuyorum. İçtikten sonra artığımı Umer ibn Hattâb'a verdim" buyuruyordu. Yâ Rasûlallah! Bunu ne ile yorumladın? diye sordular. "İlim ile" cevâbını verdi.150[42]
150[42] Sütün ilim ile tefsîr edilmesinin vechi, her ikisinin çok fayda vermekte iĢtirakleri, birinin cesedlere, diğerinin ruhlara salâha sebeb teĢkil etmeleridir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/240.
160
24- Kendisi Bir Hayvan Veya Diğer Bir Binek Üzerinde Dururken Suâl Soranlara Fetva Ve Cevâb Vermek Babı151[43]
25-.......Abdullah ibn Amr ibn As (R)'tan (o Ģöyle demiĢtir): Rasûlullah (S) Veda haccında, insanlar sorup öğrensinler diye, Minâ'da durdu. Yanına biri gelip: - Bilemedim de kurbân kesmeden önce tıraĢ oldum, dedi. Rasûlullah: - Kurbânını kes, günâhı yok, buyurdu. Diğeri gelip: - Bilemedim de taĢ atmadan evvel kurbân kestim, dedi.
151[43] Yânî bu caizdir; aslı sabittir. Bununla beraber bu zamanda ihtiyatlı olan, müftînin fetva vermek için bir mekânda itmi'nânla ve arkadaĢlarıyle müĢavere hâlinde olmasıdır. Bu babın hadîsiyle hayvan üzerinde durma sabit olmamıĢtır. Lâkin Buhârî, bu hususta baĢka bir tarîkle Peygamber'in Veda haccında, Minâ'da hayvan üzerinde duruĢunun sabit olmasına i'timâd etmiĢtir. Binâenaleyh, sen bu takriri iyi belle, çünkü bu sana bu kitabın çok yerlerinde fayda verecektir (ġah Veliyyullah). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/241.
161
- Taşı at, günâhı yok, buyurdu. Peygamber'e (o gün taĢ atmak, kurbân kesmek, tıraĢ olmak, tavaf etmek gibi hacc iĢlerinden) öne geçirilmiĢ veya geriye bırakılmıĢ hiçbir Ģey sorulmadı ki, cevâbında: "Yap, günâhı yok" buyurmasın152[44].
25- Fetvâ (Talebine) El Ve Baş İşaretleriyle Cevâb Veren Kimse Babı153[45]
152[44] Hacc menseklerinin -ki taĢ atmak, kurbân kesmek, tıraĢ olmak ve ifâza tavafı yapmaktır- tertîb üzere edası sünnet midir, yoksa vâcib midir? Ġmâm ġafiî ile Ġmâm Ahmed ibn Hanbel ve daha evvelki imamlardan Ata', Tavus, Mucâhid tertibin sünnetliğine kaail olup, menseklerin hangisi evvel yapılsa, te'hîr edildiğinden dolayı keffâret olan kan akıtmak lâzım gelmez, demiĢlerdir. Dayanakları da bu hadîs ile benzeri diğer hadîslerdir. Ġmâm Ebû Hanîfe ile Ġmâm Mâlik ve kendilerinden evvel gelen imamlardan Saîd ibn Cubeyr, Hasen Basrî, Ġbrâhîm Nahaî, Katâde tertibin vücûbuna, ve tertibi bozanlara kan akıtma keffâretf lâzım geleceğine kaail olmuĢlardır. Her iki taraf delillerinin tafsîli, fıkıh kitâblarındadır (Ahmed Naîm). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/241-242. 153[45] Bu zamanda en ihtiyatlı olan bunun aksi ise de, böyle el ve baĢ iĢaretleriyle cevâb vermenin de caiz olduğu sabit oluyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/242.
162
26-.......Bize Eyyûb Sahtiyânî, Ġkrime'den; o da ibn Abbâs'tan tahdîs etti (ki o Ģöyle demiĢtir): Peygamber'e Veda haccında suâl soruldu. Soran kimse: Ben taĢ atmadan önce kurbân kestim, dedi. Peygamber (S) bu suâle: "Günâhı yoktur" diyerek eliyle iĢaret etti. Soran kimse: Kurbân kesmeden önce tıraĢ oldum, dedi. Rasûlullah: "Günâhı yoktur" diyerek eliyle iĢaret etti.
27-.......Salim ibn Abdillah Ģöyle demiĢtir: Ben Ebû Hureyre (R)'den iĢittim ki, Peygamber (S): "îlim kabz olunacak (yânî kaldırılacak) cehalet ve fitneler zuhur edecek, herc çoğalacaktır" buyurdu. Yâ Rasûlallah, herc nedir? diye soruldu. Rasûlullah, katli kasdeder gibi elini eğip indirerek: "İşte böyle!" buyurdu154[46].
154[46] "Herc", ha'nın fethi ve râ'nın sükûnuyla insanlar fitne, ihtilâl, harb ve kıtal hengâmesine düĢmek ma'nâsınadır. Lisânımızda "insanlar birbirine düĢüp herc ve merc oldu" ta'bîri vardır... Herc'in lügat ma'nâsı ihtilâl ve karıĢıklıktır. Kati ma'nâsında kullanılması mecâzendir. Bunda kiĢinin eliyle yâhud baĢıyle yâhud irâdesi anlaĢılacak bir Ģeyle iĢaret ettiği zaman, bunun caiz olacağına delîl vardır.
163
28-....... Bize HiĢâm ibn Urve, Fâtıma bintu'lMunzir'den; o da Esma bintu Ebî Bekr'den tahdîs etti. Esma (R) Ģöyle demiĢtir: (GüneĢ tutulması zamanında) ÂiĢe'nin yanına gittim, o namaz kılıyordu. Bu insanlara ne oluyor? dedim. (GüneĢ tutulduğunu anlatmak için) gökyüzüne doğru (baĢıyle) iĢaret etti. Meğer insanlar hep namaza durmuĢlar. ÂiĢe': "Subhânallâh" dedi. Bu bir âyet mi? diye sordum. BaĢıyle evet diye iĢaret etti. Bunun üzerine ben de namaza durdum. Nihayet üzerime baygınlık geldi. (Yanımdaki kırbadan) baĢıma su dökmeğe baĢladım. Namazdan sonra Peygamber, Allah'a hamd ve sena edip Ģöyle buyurdu155[47]: "Cennet ve cehenneme kadar evvelce bana gösterilmemiĢ hiçbir Ģey kalmadı ki bu
InĢâallah Kitâbu't-Talâk'ta iĢaretle boĢamanın hükmü ve bu konuda fakîhlerin ihtilâfları gelecektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/242. 155[47] GüneĢ tutulması namazından sonra hutbenin müstehâb olduğu bundan anlaĢılıyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/243.
164
makaamımda görmüĢ olmayayım 156[48]. Bana vahy olundu ki, sizler kabirlerinizde Mesîh Deccâl'ın imtihanlarına benzer yâhud ona yakın -Esmâ'nm bu iki sözden hangisini söylediğini bilmiyorum-157[49] bir imtihan geçireceksiniz. (Kabre girmiĢ kimseye:) Bu adam (yânî Muhammed) hakkındaki ilmin nedir? diye sorulacak158[50]. Mü'min yâhud yakîn sahibi olan kimse -Esmâ'nın bu ikiden hangi lâfzı söylediğini bilmiyorum- : O zât Muhammed'dir. O Allah 'in Rasûlü'dür. Bize beyyineler ile hidâyet getirdi. Biz de da'vetine icabet ettik ve O'na uyduk. O zât Muhammed'dir diyecek. Bu söz üç kerre tekrarlanacak. Ondan
156[48] Buhârî'nin Enes rivayetinde olan küsûf'taki diğer hadîs ile Sahîh-i Müslim'de tasrîh edildiği üzere, o namaz esnasında cennet ile cehennem kıble cihetindeki duvarda Peygamber'in gözlerine temessül etmiĢti. Yânî o duvar, Peygamber'in gözleri için bir nevi' televizyon ekranı vazifesi görmüĢtü. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/243. 157[49] Bu Ģekk, Esmâ'nm lâfzı hakkında ara yerdeki râvînin Ģekkidir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/243. 158[50] Bu suâl ve imtihanı edenler Münker ve Nekîr adlarındaki iki melektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/244.
165
sonra o kimseye: Yat da rahatça uyu, o zâtın peygamberliğine kesin surette inanmakta olduğunu bildik, denilecek. Münafık yâhud kalbinde Ģübhesi olan kimseye -Esmâ'nın bunlardan hangisini söylediğini bilmiyorum- gelince, o (suâle karĢı): Ben bilmiyorum, iĢittim, insanlar birĢeyler söylüyorlardı, ben de onu söyledim, cevâbını verecek"159[51].
159[51] BaĢlığa uygunluğu, içinde baĢ ile iĢaret etme bulunması yönündendir. Lâkin bu ÂiĢe'nin fiilindendir. Bâzıları, bu fiil ÂiĢe üzerinde mevkuf (yânî durdurulmuĢ) olur demiĢlerse de, merfû' hadîs hükmündedir. Çünkü ÂiĢe, Peygamber'in arkasında namaz kılmakta idi. Peygamber de namaz içinde olsa bile arkasını görür idi... GüneĢ ve ay tutulması zamanları dakîkası dakikasına, hattâ saniyesi saniyesine erbabı tarafından evvelce hesâb ile haber verilebilir tabiî hâdiselerden oldukları için, vukua gelmelerinden korkuya ne mahal vardır? demek de olmaz. Çünkü bu kâinat nizâmının bozulma günü demek olan kıyametin kıyamı vaktinin, evvelden hesâb ve ta'yîn edilmiĢ bu gibi hâdiselerle birlikte vuku' bulmayacağına hiçbir aklî delîl yoktur. Fakat O en büyük hâdisenin halleri hakkında: "... Ay tutulduğu, güneşle ay bir araya getirildiği zaman" (el-Kıyâme: 75/9) âyetinden anlaĢılacağı üzere, kıyamet alâmetlerinden olarak bu kabîl bâzı felekî görünüĢlerin meydana geleceği sâdık haberci tarafından da haber verilmiĢtir. Buna mukaabil "Kıyametin subûtunun ne zaman olduğunu sana sorarlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabb'imin yanındadır. Onun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz. Göklere de, yere de ağır basmıştır. O sizlere ancak apansızın gelir..." (el-A'râf: 7/187) âyetindeki sarahatten dolayı apansızın kopacak olan kıyametin de vakti ta'yîn üzere bilinmediği için güneĢ ve ay tutulmalarinı
166
26- Peygamber(S)'in Abdu'l-Kays Hey'etini, Îmâni Ve İlmi Belleyip Ezberlemeleri Ve Bunu Arkalarındaki Kimselere Haber Vermeleri Üzerine Teşvik Eylemesi Babı
Mâlik ibn Huveyris(R-94): Peygamber (S) bizlere: "Ailelerinizin yanına dönünüz ve öğrendiklerinizi onlara öğretiniz!" buyurdu, dedi160[52].
29-....... Bize ġu'be, Ebû Cemre'den tahdîs etti. Ebû Cemre Ģöyle demiĢtir: Ben Ġbn Abbâs ile insanlar arasında tercemânlık yapıyordum. Ġbni Abbâs (R)
yalvarma, dua, niyaz ve ibâdet vesilesi sayarak namaza koyulmak, îmân ehline göre pek tabiî bir keyfiyettir.. (Tecrîd Ter., I, 74). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/244. 160[52] Mâlik ibn Huveyris'in bu sözü, Buhârî'nin "Namaz, Edeb ve Vahidin Haberi" kitâblarında getirdiği meĢhur hadîsin bir parçasıdır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/245.
167
Ģöyle dedi: Abdu'1-Kays hey'eti Peygamber'e geldi. Peygamber: - Hey'et kimlerdir, yâhud cemâat kimlerdir? diye sordu. - Biz Rabîa kabîlelerindeniz, dediler. - Hoş geldiniz. Allah sizi utandırmasın, pişman etmesin, buyurdu. Onlar: - Bizler sana uzak bir yerden geliyoruz. Seninle bizim aramızda Mudarr kâfirlerinden Ģu cemâat vardır. Biz sana yalnız haram ayda gelebiliriz. O hâlde bize bir Ģey emret de geride kalanlarımıza haber verelim; o sebeble de cennete girelim, dediler. Rasûlullah onlara dört Ģey emretti, dört Ģeyden de nehyetti. Rasûlullah onlara yalnız azîz ve celîl olan Allah'a îmân etmeyi emrettikten sonra: - Yalnız Allah'a îmân etmek ne demektir bilir misiniz? diye sordu. - Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dediler. Rasûlullah: - Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasûlullah olduğuna şehâdet etmek, namazı ikaame, zekâtı eda etmek, ramazân orucunu
168
tutmak ve ganimetin beşte birini vermenizdir, buyurdu. Kezâlik onları dubbâ, hantem ve muzeffet denilen kaplardan nehyetti. ġu'be dedi ki; Ġbn Abbâs belki nakîr, belki de mukayyer dedi. Sonra Rasûlullah: - Bu emrimi ezberleyin ve onu arkanızda kalanlara haber veriniz, buyurdu 161[53].
27- (Bir Şahsa) Vâki' Olan Bir Mes'eleyi Sormak İçin Sefer Etmek Ve Ehline De Öğretmek Babı
30-.......Bize Abdullah ibn Mübarek haber verip Ģöyle dedi: Bize Umer ibnu Saîd ibn Ebi'l-Hasen haber verip Ģöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Ebî Muleyke, Ukbe ibnu'l-Hâris'ten tahdîs etti ki, bu Ukbe ibnu'lHâris (R), Ebû Ġhâb ibn Azîz'in kızı ile evlenmiĢti. Derken yanına bir kadın geldi ve: Ukbe'yi de, evlendiği kadını da ben emzirdim, dedi. Ukbe o kadına: Ne senin
161[53] Bu hadîsin bir rivayeti "Imân Kitabı" 40. babında geçmiĢ ve orada bâzı açıklamalar verilmiĢti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/246.
169
beni emzirdiğinden haberim var, ne de evvelce bunu bana söylediğinden, cevâbını verdi. Müteakiben hayvanına binip Medîne'ye Rasûlullah'a gitti ve mes'elenin hükmünü ondan sordu. Rasûlullah (R): "Bir kerre (senin onun kardeşi olduğun) söylenmiş bulunduğu hâlde (o kadınla evlilik) nasıl olur?" buyurdu. Bunun üzerine Ukbe o kadından ayrıldı, o da baĢka bir kocaya vardı162[54].
28- İlim (Edinmek) Hususunda Nevbetleşmek Babı
31- Bize Ebû'l-Yemân tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġuayb, Zuhrî'den haber verdi. H Ebû Abdillah Buhari der ki, Ġbnu Vehb Ģöyle dedi: Bize Yûnus, Ġbn
162[54] BaĢlığa uygunluğu "Bineğine binip Medîne'ye Rasûlullah'a gitti ve mes'elenin hükmünü ondan sordu" sözünde olduğu açıktır. Bunun birer rivayeti "ġahâdetler" ve "Nikâh"ta da gelecektir. Bundan, temiz insanın töhmetli durumlardan çekinmesi vâcib olduğu, ilme hırslı olmak ve Allah'a yaklaĢtırıcı olan nev'inin tercîh edilmesi, emzirici kadının köle de olsa tek baĢına Ģahadetinin bâzı hâllerde caiz olabileceği gibi hükümler alınmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/246-247.
170
ġihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah ibn Ebî Sevr'den; o da Abdullah ibn Abbâs'tan; o da Umer ibn Hattâb'dan haber verdi: Umer (R) Ģöyle demiĢtir: Ensâr'dan bir komĢum ile beraber Benû Umeyye ibn Zeyd yurdunda oturuyor idim. Bu yurd Medine'nin Avâlî denilen yüksek semtindedir. (Bir Ģey öğrenmek ümidiyle) Rasûlullah'ın yanına nevbetleĢe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahy ve sâireye dâir ne duyarsam, haberini komĢuma getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı. Ensârî arkadaĢım bir defa nevbetinin gününde idi. DönüĢünde kapımı pek Ģiddetli çalarak: O burada mı? diye sordu. Ben ürktüm163[55]. Yanına çıktım. Büyük bir iĢ meydana geldi, dedi. (Umer der ki: Ben zâten böyle birĢey olacağını zannedip duruyordum. Sabah namazını kılınca giyinip kuĢandım. Sonra Medîne'ye inip) Hafsa'nın yanına girdim. Baktım ki ağlıyor. 163[55] Umer'in ürkmesi -diğer rivayetlerde beyân edildiği üzere-, o sıralarda Gassânîler'in Medîne'ye hücuma hazırlandıkları insanların ağızlarında yaygın bulunduğundan dolayı idi. Ensârî arkadaĢı telâĢ ile kapıya gelince, birdenbire Gassânîler'in ansızın hücumlarına uğramıĢ olduklarını sanmıĢtı. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/247.
171
Rasûlullah (S) sizleri boĢadı mı? diye sordum. Bilmiyorum, dedi. Ondan sonra Rasûlullah'm yanına girdim. Ayak üstü durduğum yerden: Zevcelerini boĢadın mı? dedim. "Hayır" dedi. Bunun üzerine ben de Allâhu ekber dedim.164[56]
164[56] Meydana gelen ve Umer'i bu kadar alâkadar eden mühim iĢ, Peygamber'in zevceleri hakkında bir ay müddetle îlâ (yânî bir ay müddetle görüĢmemeye yemîn) etmesi ve bu îlâ'nın sahâbîler arasında boĢama zannedilmiĢ olması idi. Hz. Umer, kızı Hafsa dolayısıyle bu iĢin evveliyyâtına vâkıf olduğu için, buradaki metinden hâriç olarak kavs içine alınan "Ben zâten..." sözünü söylemiĢti, îlâ müddetinin sonunda el-Ahzâb: 28-29. âyetleri nazil olarak, zevcelerin hepsi Allah, Rasûl, âhiret yurdu ile dünyâ hayât ve zîneti ve Rasûl'den ayrılma arasında muhayyer kılınmıĢlar, ve hepsi birinci Ģıkkı ihtiyar etmiĢlerdir. Bu hadîsten: ilim aramaya hırs göstermek, ilim talibinin kendi maiĢeti ve ilim aramaya yardım görebileceği hususlara bakıp düĢünmesi, vâhid haberinin kabulü, ve sahâbîlerin mürselleriyle amel etmenin cevazı, sahâbîlerin Peygamber'den iĢittiklerini birbirlerine haber verir ve "Rasûlullah Ģöyle buyurdu" diyerek, bunu müsned gibi yapar oldukları, çünkü içlerinde yalancı ve güvenilir olmayan bir kimse bulunmadığı; izin istemek için kapıya vurup tıklatmanın cevazı; babaların kızları yanına kocalarından izin istemeden girmeleri ve kocalarıyle zevciyyet iĢleri hakkında teftîĢ ve araĢtırma yapmalarının cevazı; ve ilim elde etmek için arkadaĢlarıyle nevbetleĢmenin ve bununla meĢgul olmanın cevazı gibi hükümler alınmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/248.
172
29- Öğüt Verme Ve Öğretme Sırasında Hoşlanmadığı Bir Şey Gördüğü Zaman Öfkelenmek Babı
32-.......Ebû Mes'ûd (R) Ģöyle demiĢtir: Bir kimse geldi ve: - Yâ Rasûlallah! Fulânca bize (namaz kıldırırken) o kadar uzatıyor ki, adetâ namazı terkedecek gibi oluyorum, dedi. Peygamber(S)'i hiçbir mev'ıza da o günkü kadar gadablı görmedim. Bu Ģikâyet üzerine Rasûlullah: "Ey insanlar! Sizler nefret ettiricilersiniz. Her kim insanlara namaz kıldırırsa namazı hafifletsin. Çünkü cemâatin içinde hasta olanı, zayıf olanı ve iş güç sahibi olanı vardır" buyurdu.
33-.......Zeyd ibn Hâlid el-Cuhenî (R-72,78)'den (o Ģöyle demiĢtir): Bir kimse Peygamber'den lukatayı (yânî yitik malı) sordu. Peygamber (S): - Bağını yâhud kabını, kılıfını belle, sonra onu ötekine berikine bir sene bildir, tanıt. Ondan sonra onu kullan. Ondan sonra da sahibi çıkarsa yine ona ver, buyurdu.
173
O zât: - Yitik deve de (böyle mi)? diye sordu. Rasûlullah o kadar öfkelendi ki, yanakları yâhud yüzü kızardı ve: - Ondan sana ne? Su tulumunu, ayakkabısını beraberinde taşır. (Muhtaç oldukça) su başına gelir, ağaçlardan otlar. Onu sahibi buluncuya kadar kendi hâline bırak, buyurdu. O zât: - Yâ yitik davara ne buyurursun? dedi. - O yâ senindir, yâ kardeşinindir, yâ kurdundur 165[57], buyurdu.
34-.......Ebû Musa (R) Ģöyle demiĢtir: Bir gün Peygamber(S)'den hoĢlanmadığı bâzı Ģeyler soruldu. Bu gibi suâller çoğaltılınca öfkelendi. Ondan sonra insanlara hitaben: - Bana istediğinizi sorun! buyurdu. 165[57] Yânî onu sen ve baĢkası tutup almazsa, onu kurt yer demektir. Bu ifâde, deve hâriç, davar kısmını tutup muhafaza etmeye bir izindir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/249.
174
Birisi kalkıp: - Benim babam kimdir? dedi 166[58]. - Baban Huzâfe'dir, buyurdu. Bir diğeri kalkıp: - Yâ Rasûlallah! Benim babam kimdir? dedi. - Şeybe'nin azadlısı Salim'dir, buyurdu. Umer ibn Hattâb Peygamber'in yüzündeki öfkeyi görünce: - Yâ Rasûlallah! Biz azîz ve celîl olan Allah'a tevbe ediyoruz, dedi 167[59].
166[58] Bu zât, Kisrâ'ya sefîr olarak gönderilen Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî el-Muhâcirî'dir. Müslim'in rivayetine göre bu Abdullah, babasından baĢka bir babaya nisbet edilir ve biriyle kavga ettikçe "fulânın oğlu" diye ayıblanırdı. Annesi böyle bir suâl sorulduğunu iĢitince: Senden daha fena evlâd görmedim. Ananın câhiliyyet günlerinde kadınların irtikâb ettiği Ģeylerden birini irtikâb etmediğini nereden biliyordun? Ya ananı, âlem nazarında rüsvây edeydin iyi mi olurdu? diye azarlamıĢ. O da cevaben: Vallahi eğer beni bir zencî köleye ilhak etmiĢ olaydı, onu baba kabul eder, KureyĢli olmak da'vâsından vazgeçerdim, demiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/250. 167[59] Buradaki her üç hadîsin baĢlığa delâletleri gizli değildir.
175
30- İmâmın Yâhud Muhaddisin Huzurunda Önünde İki Dizi Üzerine Çöken Kimse Babı
35-.......Bize ġuayb, Zuhrî‘den haber verip Ģöyle dedi: Bana Enes ibn Mâlik(R) Ģöyle haber verdi: Rasûlullah (S) çıktı. (Kendisine hoĢlanmadığı bâzı Ģeyler soruldu; bu suâlleri çoğalttılar; bundan dolayı öfkelendi de, benden sorunuz dedi). Abdullah ibn Huzâfe ayağa kalkıp: - Benim babam kimdir? dedi. Rasûlullah: - Baban Huzâfe'dir, buyurdu. Ondan sonra Rasûlullah "Bana sorunuz" demeyi çoğaltınca, Umer, iki dizi üstüne çökerek: - Biz Allah'ı Rabb, İslâm'ı dîn, Muhammed'i Peygamber olarak kabul ve tasdîk ettik, dedi. Bunun üzerine sükût buyurdu168[60].
168[60] Hadîsin baĢlığa uygunluğu açıktır. Müslim'deki rivayette Rasûlullah bu hitabesinde: "Her kim bana bir Ģey sorarsa muhakkak haber vereceğim, babasının kim olduğunu sorsa bile" buyurmuĢ. Abdullah ibn Huzâfe ile Sa'd ibn Salim bunun üzerine ayağa kalkıp, babalarının kim olduğunu sormuĢlardır... Bu sırada Rasûlullah'tan daha baĢkaları da bir takım sorular
176
31- Anlaşılması İçin Sözü Üç Defa Tekrar Eden Kimse Babı
Rasûlullah: "İyi dinleyin! Bir de yalan söylemektir" dedi ve bu sözü durmadan tekrar ediyordu. Ve Ġbn Umer: "Peygamber üç defa "Tebliğ ettim mi?" diye söyledi, dedi169[61].
sorup cevâblarını almıĢlardır. Taberî rivayetinde: Umer kalkıp Rasülullah'a doğru gitti. Mübarek ayağını öptü ve: "Biz câhiliyyetten kurtulalı çok olmadı, bizi afvet, Allah seni afvetsin" dedi, denilip Umer'in Peygamber'in öfkesini yatıĢtırıncaya kadar çalıĢtığı haber verilmiĢtir. Umer'in bu sözleri son derece câmialı, vecîz ve kesin bir düstûr Ģeklinde Ġslâm îmânının ikrarıdır. Bu hadîsi Ahmed Naîm Ģöyle de terceme etmiĢtir: "Allah'ın Rabb'ımız olduğuna, Ġslâm'ın dînimiz olduğuna, Muhammed'in Peygamber olduğuna râzî olduk, dedi. Bunun üzerine öfkesi geçip sükût buyurdu" (Tecrîd Ter., I, 80. haĢiye). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/251. 169[61] Bâb ismindeki birinci ta'lîk, "Kitâbu'Ģ-ġehâdât"ta tamâmını vaslettiği hadîsin bir parçasıdır. Yalan sözden sakınma el-Hacc: 22/30. âyette, Ġbn Umer'den yapılan ta'lîk ise Veda haccı hutbesi hadîsinin'son parçasıdır. Bâb isminin birinci kısmı, öğretme ve ta'lîm sırasında bâzı sözlerin iyice anlaĢılması için tekrar tekrar söylenmesini ifâde ediyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/251.
177
36-.......Bize Sumâme ibn Abdillah, dedesi Enes(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) bir söz söylediği zaman, iyice anlaĢılsın diye üç kerre tekrar ederdi. Keza bir kavmin yanına gelip selâm verdiği zaman da üç kerre selâm verirdi170[62].
37-.......Bize Ebû Avâne, Ebû BiĢr'den; o da Yûsuf ibn Mâhek'den; o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Yaptığımız yolculukların birinde Rasûlullah (S) geride kalmıĢtı da sonradan bize yetiĢmiĢti. O sırada ikindi namazı vakti girmiĢti. Biz de abdest alıyorduk. Ayaklarımızı (mesh eder gibi az su ile yıkamaya) baĢladık. Bu hâli görünce en yüksek sesiyle
170[62] "Bir kavmin yanına geldiği zaman" ifâdesinde "zaman" sözünün zahiri umûm için demektir. Lâkin burada bâzı vakitler ma'nâsındadır. Yânî topluluk kalabalık olduğu zaman, Peygamber yanlarına geldiğinde, topluluğun üç tarafına ayrı ayrı selâm verirdi, demek olabilir; yâhud da isti'zân selâmı olabilir. Sarihler baĢka tevcihlerde de bulunmuĢlardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/252.
178
iki yâhud üç kerre: "Cehennemde yanacak ökçelere yazık!" 171[63] diye nida etti.
32- Kişinin Kendi Tasarrufunda Bulunan Dişi Hizmetçisine Ve Ehline İlim Öğretmesi Babı
38-.......Âmir eĢ-ġa'bî dedi ki: Bana Ebû Burde, babası Ebû Musa'dan tahdîs etti. Ebû Musa (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyuruyordu: "Üç kişinin ikişer ecri vardır: Bunlardan biri Kitâb ehlinden olup da hem kendi peygamberine, hem de Muhammed'e îmân eden kimsedir. Diğeri köle edilmiş bir kuldur ki, hem Allah'ın hakkını, hem de efendilerinin hakkını eda ettiğinde (o da iki ecre nail olur). Üçüncüsü öyle bir kimsedir ki, yanında tasarruf edeceği bir câriye bulunur da onu
171[63] Hadîsin bir rivayeti ayniyle bu isnâdla "ilim Kitabı", "ilimde ses yükseltme bâbı"nda geçmiĢti. Ancak orada Ebu'nNu'mân'dan; o da Ebû Avâne'den.. senediyle sevk etmiĢti. Burada ise; Müsedded'den; o da Ebû Avâne'den Ģeklindedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/252.
179
edeblendirir, amma (şiddetten uzak olarak) güzel güzel edeblendirir, ve onu iyice öğretir, lâkin (yine rıfk ile) güzel güzel öğretimini tamamlar, bundan sonra da onu hürriyete kavuşturup onunla evlenir. İşte boylesinin de iki ecri vardır". Bu hadîsi söyledikten sonra Âmir eĢ-ġa'bî, kendi muhatabına: ĠĢte bu bilgiyi biz sana hiçbir bedel istemeksizin veriyoruz. Hâlbuki vaktiyle Peygamber zamanında bundan küçük bir mes'ele için tâ Medîne'ye kadar bineğe binilip yolculuk edilirdi, dedi172[64].
33- İmâmın Kadınlara Va'z Vermesi Ve Onlara İlim Öğretmesi Babı
172[64] Sondaki bu sözler, hadîsin râvîsi, tabiî büyüklerinden Âmir eĢ-ġa'bî'nin sözüdür. Bunu kendisine böyle bir mes'eleye dâir suâl soran bir Horâsânlı'ya söylemiĢtir. Bununla öğretme ücreti istemeyip, sâdece öğretme ve teblîğ etme sevabını ifâde etmiĢ oluyor. Hadîsin bâb ismine mutabakatı, köleler hakkında hadîsin nassı ile, hürr olan aile ferdleri hakkında kıyâs iledir. Çünkü hürr olan aile ferdlerine Allah'ın farzlarını ve Rasûl'ünün sünnetlerini öğretmeğe olan i'tinâ, kölelere öğretmekteki i'tinâdan daha kuvvetlidir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/253.
180
39-.......Bize ġu'be, Eyyûb'dan tahdîs etti. Eyyûb: Ben Atâ'dan iĢittim, dedi. Ata: Ben îbn Abbâs'tan iĢittim, dedi. ibn Abbâs (R): Ben Peygamber (S) üzerine Ģehâdet ediyorum, dedi. Yâhud Ata da: Ben ibn Abbâs üzerine Ģehâdet ediyorum, demiĢtir: Rasûlullah (mescidde va'z ettikten sonra) kadınlara duyuramadım zannıyle yanında Bilâl olduğu hâlde (erkek saflarından) çıktı. Kadınlara va'z ederek onlara sadaka vermeyi emretti. (Sözleri o kadar te'sîr etti ki) kadınların kimi (kulaklarmdaki) küpeyi, kimi (parmağındaki) yüzüğü çıkanp atmağa baĢladılar. Bilâl de onları eteği içine topluyordu. Ve Ismâîl (194), Eyyûb'dan; o da Atâ'dan diye söyledi. Ata da: îbn Abbâs'tan söyledi, îbn Abbâs: Ben Peygamber üzerine Ģehâdet ediyorum ki... demiĢtir173[65].
173[65] Hadîsin baĢlığa uygunluğu açıktır. Bununla kadınlara va'z vermenin, onlara âhireti ve islâm hükümlerini hatırlatmanın, sadaka vermeye teĢvîk etmenin müstehâblığı sabit oluyor. Peygamber'e ve ailesine sadakanın haram olduğu ma'lûmdur. Bu sadakalar, münâsib yerlere sarfedilmek üzere toplanırdı. Hadîsin sonundaki ifâde Buhârî'nin ta'lîkidir. Çünkü Ġsmâîl ibn Uleyye, Buhârî'nin doğum yılı olan 194 yılında vefat etmiĢtir. Buhârî bu ta'lîkle Ġsmail'in Eyyûb'dan: onun da Atâ'dan; onun
181
34- Hadîs Öğrenmeyi Şiddetle Arzu Etmek Babı
40-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle dedi: Bir kerre: Yâ Rasûlallah! Kıyamet gününde senin Ģefaatinle en ziyâde mes'ûd olacak insan kimdir? denildi 174[66]. Rasûlullah (S): "Yâ Ebâ Hureyre! Hadîs bellemek için sende gördüğüm şiddetli arzuya göre, bu hadîsi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zâten tahmin ediyordum. Kıyamet gününde halk içinde
da îbn Abbâs'tan rivayet ettiğini göstermek istedi. Bir de burada kesin olarak Ġbn Abbâs, Peygamber üzerine Ģehâdet etmiĢtir. Binâenaleyh Ģehâdet lâfzı, yalnız Ġbn Abbâs'ın kelâmından olduğu da gösterilmiĢtir. Sonra Buhârî, bu ta'lîkı, "Kitâbu'zZekât"ta da Mümil ibn HiĢâm'dan; o da Ġsmail'den olmak üzere mevsûlen tahrîc etmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/254-255. 174[66] Bir rivayette "Kultu = Dedim", bir yerinde "Kaale = Dedi"; burada da "Kîle = Denildi" tarzında gelmiĢtir. Bu suâli soranın Ebû Hureyre olduğu hadîsin devamından açık olarak anlaĢılmaktadır. "Kile" ve "Kaale" rivayetleri tashîf gibi görünüyor. Sîn ve noktalı ha ile Musahhaf Hadîs, kelimelerindeki bâzı harflerin noktalarını değiĢtirmek suretiyle yanlıĢ rivayet edilen hadîsdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/255.
182
şefaatimle en ziyâde mes'ûd olacak kimse kalbinden yâhud içinden-hâlis olarak La ilahe ille'llah.. diyendir" buyurdu 175[67].
35- İlim Nasıl Kabz Olunacak Bâbı
Ve Umer ibn Abdilazîz (101), Ebû Bekr ibn Hazm(102)'a Ģöyle yazdı: "Bak Rasûlullah'ın hadîsinden ne bulursan yaz. Zîrâ ben ilmin yok 175[67] La ilahe ille'llâh tan sonra Muhammed Rasûlullah sözü vardır. Bunlar birbirini tamâmlar ve ikisi asla ayrılmazlar. Peygamber'in Ģefâatından faydalanmayacak ferd yoktur. Peygamberimiz bütün insanlığın dehĢet yerinden rahat bulması için umûmî bir Ģefaatçi olduğu gibi, bâzı kâfirlerin azablarının hafifletilmesi, cezaya hakk kazanan bâzı mü'minlerin cehennemden kurtulması, cehenneme girmiĢ mü'minlerin kurtulması, bâzı mü'minlerin hesâbsız, azâbsız cennete girmesi, keza cennete giren mü'minlerin derecelerinin yükselmesi için çeĢit çeĢit Ģefaatleri vardır. Bu Ģefaatler içinden en ziyâde faydalanacakların muhlis mü'minler olduğunda Ģübhe yoktur. Hadîsten: Ġlim ve hayra hırslı olmak, çünkü hırslı kiĢiyi bu hırsı, gizli mes'eleleri ve ince ma'nâlan araĢtırmaya ulaĢtırır; âlimin öğrencisini iyi düĢünüp, onun ilim içtihadında daha araĢtırıcı olması için, onu buna tenbîh etmesi; âlimin kendisine soruluncaya kadar ilimden sükût etmesi ilmi gizlemek gibi olmayacağı; Ebû Hureyre'nin hadîs ve ilim öğrenmekteki hırsı ve fazîleti; hitâb sırasında künyenin cevazı gibi hükümler alınmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/255-256.
183
olmasından ve âlimlerin göçüp gitmesinden korkar oldum. Zabt esnasında Peygamber'in sözünden baĢkası kabul edilmesin. Bir de (âlimlere söyleyin) ilmi ifĢa etsinler (yânı meydana koysunlar; gizlemesinler, herkese söylesinler). Kezâlik âlimler (muayyen yerlere) oturarak ders versinler ki bilmeyenlere öğretilmiĢ olsun. Zîrâ ilim gizli bir Ģey hâline getirilmedikçe yok olmaz". Bize bu Umer ibn Abdilazîz hadîsini "Âlimlerin göçüp gitmesi" sözüne kadar Âlâ ibn Abdi'l-Cebbâr (214) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Abdulazîz ibnu Müslim (167), Abdullah ibnu Dinar'dan böylece tahdîs etti 176[68]..
176[68] Buharı bu isnâdla Umer ibn Abdilazîz'in bu eserini "Âlimlerin göçüp gitmesi" sözüne kadar mevsûl olarak rivayet ettiğine iĢaret etmiĢtir. "Zehâbe'l-ulemâ" sözünden sonrasının Umer ibn Abdilazîz'in kelâmından olması, velâkin bu rivayete girmemiĢ bulunması da muhtemildir; onun kelâmından olmaması da muhtemildir. Bu ikinci ihtimâl daha zahir olandır. Ebû Nuaym da el-Mustahrac'da bunu tasrîh etmiĢtir. Böyle olduğu takdirde bu söz Buhârî'nin kelâmından olur ki, onu Umer ibn Abdilazîz'in sözü bittikten sonra, onun arkasından getirmiĢ-tir(Aynî). Ebû Nuaym Târîhu Isbahân'da bu kıssayı Ģu lâfızla rivayet etmiĢtir "Umer ibn Abdilazîz -Allah ondan râzî olsun- bütün
184
41-.......Bana Mâlik, HiĢâm ibn Urve'den; o da babası Urve'den; o da Abdullah ibn Amr ibni'l-Âs'tan tahdîs etti. Abdullah ibn Amr (R) Ģöyle demiĢtir: (Veda haccında) Rasûlullah(S)'tan iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Allah, ilmi kullarından çekip çıkarmak (yânî silmek) suretiyle değil, âlimleri kabz etmek suretiyle kabz edecektir. Nihayet hiç bir âlim kalmayınca, halk bir takım câhil kimseleri kendilerine başkanlar edinirler. Bunlara bir takım suâller sorulur, onlar da ilimleri olmadığı hâlde fetva verirler de hem kendileri dalâlete düşerler, hem halkı dalâlete düşürürler"177[69]
memleketlere 'Rasûlullah(S)'ın hadîsine bakınız ve onu toplayınız!' diye yazdı". Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/256. 177[69] "Bunun ma'nâsı Ģudur: Allah, ilmi kendilerine ihsan ettikten sonra kullarından çekip çıkarmaz. Onlara kendisini bilmeğe ve Ģeriatını yaymağa götürücü olan ilim hususunda hibe ettiği Ģeyleri geriye almaz. Lâkin Allah'ın ilmi çekip alması, âlimlerin öğretim yapmayarak kendi ilimlerini zayi' etmeleri suretiyle olur, nihayet geçen âlimlere halef olacak hiçbir âlim bulunmaz, iĢte Peygamber böylece bütün hayırların kabz olunacağını haber vermiĢtir"(Ġbn Battal).
185
Firabrî (320) Ģöyle der: Bize Abbâs ibn Fadl elHerevî tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Kuteybe ibn Saîd tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Cerîr ibn Abdilhamîd, HiĢâm ibn Urve'den yukarki Mâlik hadîsi tarzında tahdîs etti 178[70]
36- Bâb: İlim (Öğretmek)de Sırf Kadınlar İçin Gün Tâ'yîn Edilir Mi?
42-.......Ebû Saîd Hudrî (R) Ģöyle demiĢtir: Bir defa kadınlar Peygamber'e: - Senin sözünü dinlemekte erkekler bize galebe ediyorlar, binâenaleyh kendiliğinden bize bir gün tahsîs et, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah, kadınlara kendileriyle buluĢacağı bir gün va'd ve ta'yîn etti. Kadınlar o ta'yîn edilen günde Peygamber'in yanına
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/257. 178[70] Bu kısım, râvînin Buhari üzerine yaptığı ziyâdelerdendir. Bu kabîl ziyâdeler çok azdır. Kuteybe rivayeti olan bu ziyâdeyi Ġmâm Müslim, Sahihinde tahrîc etmiĢtir (ibn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/257.
186
geldiler. O da kendilerine va'z etti ve onlara bâzı Ģeyler emretti. Kadınlara söylediği sözler arasında: "İçinizden hiçbir kadın yoktur ki, çocuklarından üçünü (âhirete kendinden) evvel yollasın da cehenneme karşı onun için bir siper peyda olmasın " sözü vardı. Kadınlardan biri: - Ġki çocuk da (öyle değil mi)? dedi. Rasûlullah (S): - İki dânesi de (öyledir), buyurdu.
43-.......Bize ġu'be, Abdurrahmân ibni'lEsbahânî'den; o da Zekvân'dan; o da Ebû Saîd Hudrî(R)'den; o da Peygamber(S)'den yukarıki hadîsi tahdîs etti. Ve yine ġu'be, Abdurrahmân ibni'lEsbahânî'den rivayet etti. Abdurrahmân Ģöyle demiĢtir: Ben Ebû Hâzım'dan iĢittim, o da Ebû Hureyre'den: Rasûlullah (mukayyed olarak): "Bulûğ çağına ulaşmamış üç çocuk" buyurmuĢtur179[71].
179[71] Yânî ġu'be bu hadîsi Abdurrahmân'dan, biri Ebû Saîd'e, diğeri de Ebû Hureyre'ye ulaĢan iki senedle rivayet etmiĢ
187
37- Birşey İşitip De Anlayamayan Kimsenin, O Şeyi Öğrenmek İçin İşittiği Zâta Tekrar Müracaat Etmesi Babı
44-.......Bize Nâfi' ibn Umer (124) haber verip Ģöyle dedi: Bana Ġbnu Ebî Muleyke tahdîs edip Ģöyle dedi: Peygamber'in zevcesi ÂiĢe, bilmediği herhangi birĢeyi iĢitse, öğrenmek için muhakkak Peygamber'e müracaat ederdi. Bu cümleden olarak Peygamber (S): "Kim hesaba çekilirse azâb edilmiş olur" buyurdu. ÂiĢe dedi ki: Bunun üzerine ben: Allah Taâlâ "îşte böylesi kolay bir hesaba çekilir" (el lnĢikaak: 84/8) buyurmuyor mu? dedim. ÂiĢe dedi ki: Bunun üzerine
oluyor. Ebû Hureyre hadîsinde "Bulûğ yaĢına varmıĢ üç çocuk" diye mukayyed olarak gelmiĢ bir ziyâde vardır. Hadîsler, baĢlıktaki sorunun müsbet cevâbını teĢkîl etmiĢlerdir. Bundan kadınların dîn iĢlerini sormaları ve bu hususta ve ihtiyâçları olan diğer hususlarda erkeklerle konuĢmaları cevazı alınmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/258.
188
Peygamber: "Bu senin dediğin ancak arzdır, yoksa her kim ince hesaba çekilirse helak olur" buyurdu 180[72].
180[72] "Arz"dan maksad, amelleri tartılmak üzere insanların mîzâna, yâhud amellerin sahihlerine arz olunmasıdır ki, arz günündeki hesâb, ashâbu'l-yemîn (yânî sağcılar) denilen mes'ûdlar hakkında pek kolay geçeceği, Kur'ân'ın nassı ile bilinmiĢtir. Bu sağcılar muhasebeye ma'rûz kaldıkları gün, gufran ile müjdelenmiĢ ve amellerinin kendilerine arzında taksîrâtlarıyle beraber nail oldukları büyük ni'metlere muttali' olacaklardır. Mağfiret müjdesine bitiĢik olmayan muhasebe ise ağırdır. Hasenattan zannolunan nice amellerin kabul edilmediği, hesâb münâkaĢası esnasında tebeyyün edeceğinden, bu münâkaĢa azaba götürücü yâhud baĢa baĢ selâmete eriĢilse de, münâkaĢanın kendisi azâb olmuĢ olur (Tecrîd Ter., I, 85). "Ġyi bil ki Peygamber(S) burada muhasebenin iki nevi' olduğuna iĢaret etti. Biri lugavî muhasebe ki, bu Kur'ân'da hisâben yesîren ( = kolay muhasebe) diye vasıflandırılandır, ikincisi örfî olandır. O da münâkaĢadan ibarettir. Peygamber'in bu kelâmında murâd edilen, iĢte bu münâkaĢa ma'nâsma olan muhasebedir. Sonra Ģunu da bil ki, Peygamber (S) bu hadîste bizleri fıkıh usûlü bahislerinden büyük bir bahse irĢâd etmiĢtir. O da Kitâb ve sünnetten muhtelif görünen iki Ģey arasını birleĢtirme yoludur" (ġah Veliyullah Dihlevî, ġerhu Tercâmi Ebvâbı Sahîhi'l-Buhârî, s. 15). Bu hadîsten: ÂiĢe'nin fazileti, öğrenmeğe ve tahkîka olan hırsı, Rasûlullah'ın kendisine tekrar tekrar müracaat edilmesinden sıkılmaz olduğu; hesaba çekilmenin ve günâhların arz edilip gösterilmesinin isbâtı; kıyamet günü azabın isbâtı; münazara etmenin, sünnet ile Kitâb'ı mukaabele etmenin cevazı; hesaba çekilmede insanların farklı oluĢları gibi hükümler alınmıĢtır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/259.
189
38- Bâb: "Hâzır bulunup şâhid olanlar gaaib olanlara ilmi tebliğ etsin". Bunu İbn Abbâs, Peygamber(S)'den söyledi 181[73].
45-....... Bana Leys tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana Saîd el-Makburî, Ebû ġurayh(R-68)'den tahdîs etti. Ebû ġurayh Huzâî, Amr ibn Saîd ibni'1-Âs'a Mekke'ye Abdullah ibn Zubeyr'e karĢı ordular sevkettiği sırada Ģöyle dedi: Ey Emîr, Mekke fethinin ertesi günü Rasûlullah(S)'ın ayağa kalkıp îrâd eylediği bir sözü (yânî hutbeyi) sana haber vermekliğime bana izin ver. O hutbeyi Ģu iki kulağım iĢitti, kalbim belledi, söyleyeni de söylerken gözlerim gördü: Yüce Allah'a hamd ve sena ettikten sonra, Ģöyle buyurdu: "Mekke'yi (tâ evvelden beri) haram eden Allah'tır. Onu haram kılan, insanlar değildir. Bundan dolayı Allah'a ve âhiret gününe îmân eden kimse için Mekke'de ne kan dökmek, ne de bir ağaca balta vur 181[73] Bu ta'lîki müellif Buhârî, "Kitâbu'l-Hacc'ın "Minâ günlerinde hutbe bâbı"nda Ġbn Abbâs'tan olmak üzere mevsûlen rivayet etmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/259.
190
mak halâl olmaz. Şayet Rasûlullah burada harb etti diye ruhsat tarafına kaçan biri bulunursa, ona: Allah yalnız Rasûl'üne izin vermiştir, size izin vermemiştir, deyiniz. Bana da yalnız bir günün bir saati içinde izin verdi. Ondan sonra bugünkü harâmlığı dünkü harâmhğı derecesine döndü. Bu dediklerimi burada hâzır bulunup şâhid olanlar burada bulunmayanlara (ve müstakbel nesillere) tebliğ etsin". Ebû ġurayh'a: Amr ne dedi? diye soruldu. Amr da cevaben: Yâ Ebâ ġurayh, ben senden daha âlimim; Mekke hiçbir âsîyi, zimmetinde kan olan bir kaçağı, firar eden hiçbir hırsızı kurtaramaz, dedi 182[74].
182[74] Bu Amr ibn Saîd ibni'1-Âs, Umeyye oğulları hanedanından ve vâlîlerindendir. Yezîd ile Mervân ve Abdülmelik'in günlerinde Abdullah ibn Zubeyr (R) hazretlerine karĢı ordular techîz ve sevk etmiĢ, nihayet halîfelik sevdasına düĢtüğü için Abdülmelik ile harb de yapmıĢ ve onun tarafından sulh ve emândan sonra aldatılarak öldürülmüĢtür. Mekke haremine karĢı ordu sevk edilmemesi hakkında Ebû ġurayh(R)'ın nasihatine mukaabil, ona ilim taslayarak verdiği cevâb da mugalatadır. Ġbn Zubeyr hazretleri, Amr'ın hizmet ettiği kimselerden evvel ġam'dan mâada bütün Ġslâm beldelerinden bey'at almıĢ olup, sahâbî oğlu sahâbî olmak dolayısıyle halifeliğe de onlardan daha haklı idi. Böyle iken onu âsî, kaatil ve hırsız menzilesinde tutup Harem'in hürmetini parçalamağa kalkıĢması; cinsiyyet ve kavmiyyet asabiyyetine tâbi' olmaktan baĢka Ģeye hami olunamaz (Ahmed Naîm, I, 86-87).
191
46-.......Bize Hammâd, Eyyûb'dan; o da Muhammed ibnu Sîrîn'den; o da Abdurrahmân ibnu Ebî Bekre'den; oda babası Ebû Bekre'den tahdîs etti. Peygamber zikrolundu (yânî Ebû Bekre, Peygamber'i zikretti de Ģöyle dedi): Peygamber(S) Ģöyle buyurdu : "Şübhesiz kanlarınız, mallarınız -Muhammed ibn Sîrîn: Ebû Bekre oğlunun Ģunu da söylediğini zannediyorum dedi- ve ırzlarınız, bu ayınızın içinde bu gününüzün harâmlığı kadar birbirinize haramdır. Dikkat edin, hâzır olanlarınız gaaib olanlarınıza (ve müstakbel nesillere) bunu tebliğ etsin. -Muhammed ibn Sîrîn: Rasûlullah (S) doğru söylemiĢtir, yânî O'nun emrettiği aynen vâki' olmuĢ, bu tebliğ iĢi devam edip durmuĢtur, der idi.- Rasûlullah iki kerre: "Dikkat edin, tebliğ ettim mi?" buyurdu 183[75].
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/260-261. 183[75] Bu babın Ġlim Kitâbı'yla ilgisi, ġâri'in, ilmin ifâde edilmesi ve yayılmasını istemiĢ olması yönündendir. "Rasûlullah doğru söyledi" sözü, emrettiği Ģey aynen vâki' oldu ma'nâsınadır. Bu tarz ifâde onların kullanıĢlarından gelmiĢtir. Buna göre zahir olan, bu ifâde hadîsin tetimmesine iĢarettir ki, o da "Benden kendisine tebliğ ulaştırılanların bâzısı bizzat
192
39- Peygamber (S) Üzerine Yalan Söyleyen Kimsenin Günâhı Babı
47-......Ben Rıb'î ibn HırâĢ(101-4)'tan iĢittim, Ģöyle diyordu: Ben Alî (R)'den iĢittim, Ģöyle diyordu: Peygamber (S): "Benim ağzımdan yalan söylemeyiniz. Her kim benim ağzımdan yalan söylerse cehenneme girsin" buyurdu.
işitenden daha iyi belleyicidir" sözüdür (Dihlevî, ġerhu Terâcim, s. 15). Bu hadîslerden Ģu hükümler alınmıĢtır: Ebû ġurayh'ın: "Ey Emîr, bana izin ver" kavlinde, inkâr hususunda güzel bir incelik vardır; bilhassa meliklerin maksadlarına muhalif hususları redd hususunda. Çünkü onlara nâzik davranmak kalblerini daha iyi da'vet edici olur. Ebû ġurayh'ın, dînini tebliğ ve neĢir hususunda Allah'ın âlimlerden aldığı taahhüde vefakârlığı ve yerine getirmesi..., "Bu hutbede şâhid olan burada hâzır bulunmayanlara tebliğ etsin" kavlinde ilmin nakli, sünnetlerin ve hükümlerin yayılması hususlarına apaçık delâlet vardır. Hadîs Allah'ın Mekke'yi haram kılmasına apaçık delâlet etmektedir. Valilere, me'mûriyet sahiblerine nasihat etmek, onları aldatmamak, onlara karĢı kaba söz söylememek, sözde te'kîd yapmak, konuĢmada maksaddan önce hamd etmek, haram ve halâl kılmanın Allah katından olduğu, bunda beĢer için hiçbir giriĢ bulunmadığı gibi... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/261.
193
48-.......Bize ġu'be, Cami' ibn ġeddâd (118)'dan; o da Âmir ibn Abdillah ibn Zubeyr(124)'den; o da babası Abdullah ibn Zubeyr(72)'den tahdîs etti. Abdullah (R) dedi ki: Ben Zubeyr ibn Avvâm(36)'a: Ben senden, fulân ve fulân kimselerin tahdîs eder olduğu gibi, Rasûlullah(S)'tan hadîs söylerken iĢitmiyorum, dedim. Zubeyr: Bana gelince, ben Rasûlullah'tan hiç ayrılmadım. Lâkin ben Rasûlullah'tan iĢittim ki, O: "Her kim benim ağzımdan yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın" buyuruyordu, dedi 184[76].
184[76] ġunu bil ki Peygamber üzerine her ne kadar sahâbîler tarafından yalan söylenmemiĢ ise de, çok rivayet etmekte bu kabilden bir Ģeyin vâki' olması zannı vardır. Hâlbuki bir Ģeyin kendinden sakınmak vâcib olunca, onun zannından da sakınmak lâzımdır. Sahâbîlerin çok hadîs rivayet edenleri ezberlemeyi ve zabtı iyi bağlayan, yalana düĢmekten emîn kılınan kimselerdi. Bu sıfatlarıyle onlar ilmi neĢretmeyi ve Ģayi' kılmayı kasdettiler. Böylece onlar bu güzel niyetlerine mukaabil en güzel mükâfat ile mükâfatlandırılmıĢlardır. Az hadîs rivayet edenleri de yine güzel niyetlerine mukaabil en güzel mükâfat ile mükâfatlandırılmıĢlardır. "Herkesin yüzünü kendine döndürücü olduğu bir yönetici vardır" (el-Bakara: 2/148-ġâh Veliyyullah, s. 16). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/262.
194
49-.......Bize Abdu'l-Vâris, Abdu'l-Azîz'den tahdîs etti. ġöyle demiĢtir: Enes (R) Ģöyle dedi: Yemîn olsun beni sizlere çok hadîs rivayet etmekten, Peygamber(S)'in "Her kim benim üzerime bilerek yalan söylerse, cehennemdeki oturacağı yerine hazırlansın" buyurmuĢ olması men' etmektedir.
50- ....... Bize Yezîd ibn Ebî Ubeyd (146), Seleme ibnu'l- Ekva'(R-74)'dan tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Ben Peygamber(S)'den iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Benim söylemediklerimi her kim bana isnâd ederse cehennemdeki yerine hazırlansın."
51-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Peygamber (S) Ģöyle buyurdu: "Benim adımı (kendinize yâhud birbirinize) isim takınınız, fakat künyemi (yânî "Ebu'l-Kaasım" künyesini) takınmayınız 185[77]. (ġu da bilinsin ki) her 185[77] Dînen nehyedilen, "Ebu'l-Kaasım Muhammed" suretiyle isim ve künyenin bir Ģahısta toplanmasıdır. Nitekim bunu tasrîh eden rivayet de vardır. Bu nehyin neshine kaail olanlar olduğu gibi, Peygamber'in hayâtına maksûr olduğuna kaail olanlar da vardır. Nitekim Ġmâm Alî, oğlu Muhammed ibnu'l-Hanefiyye ile
195
kim beni ru'yâda görürse, hakikatte beni görmüĢ olur. Zîrâ Ģeytân benim suretime temessül edemez. Bir de her kim benim ağzımdan bilerek yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın"186[78]
Muhammed ibn Ebî Bekr ve Muhammed ibn Talha ibn Ubeydillah'ın künyeleri Ebu'l-Kaasım idi. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/263. 186[78] Bu hadîs daha bir kaç lâfızla da gelmiĢtir ki, hepsi de sahihtir:"= Her kim beni ru'yâda görürse hakkı görmüĢ olur"; yânî gördüğü hulüm demetleri kabilinden değildir; beni görmüĢtür. " = Uyanıklıkta da beni görecektir"; " = Beni uyanık hâlde görmüĢ gibidir". Bu Ģekil lâfızların hepsi bir ma'nâyadır. Hepsinden anlaĢılan ma'nâ, Peygamber'imizi ru'yâda görmenin hakk ve sâdık ru'yâ olmasıdır. Bunun ta'lîki de, metindeki lâfız ile geldiği gibi "= Zîrâ Ģeytânın kendisini bana benzetmesi olamaz" lâfzı ile de gelmiĢtir ki, yine aynı ma'nâdır. Son hükmün ru'yâ ile münâsebet ciheti, Peygamber'imizi ru'yâda görmemiĢ kimsenin gördüm demesi, kendisini bu vaîdin hükmüne girdireceğini anlatır. Bu hadîslerden özetle Ģu hükümler alınmıĢtır: Peygamber üzerine yalan söyleme harâmlığının azameti; bunun baĢkaları üzerine söylenen yalandan çok daha büyük bir günâh olduğu; bunun failinin Peygamber'den halâllık istemekten baĢka keffâret yapamayacağı; Peygamber üzerine yalan söyleme ile hükümlerden, tergîb ve terhîb gibi Ģeylerden olanlar arasında fark bulunmadığı, bunların hepsinin müslümânların icmâı ile büyük günâhların en büyükleri nev'inden haram oldukları; bir hadîsin uydurma olduğunu bildiği veya zannettiği hâlde râvîlerinin hâllerini ve za'fını beyân etmeksizin rivayet eden kimselerin de bu tehdide gireceği, istikbâlde bir takım hadîs uydurucularının meydana çıkacakları... (Aynî).
196
40- İlmin Yazılması Babı 187[79]
52-.......Bize Vekî'(197), Sufyân'dan; o da Mutarrıf(133)'dan; o da ġa'bî'den; o da Ebû Cuhayfe(R-72)'den haber verdi. O Ģöyle demiĢtir: Ben Alî'ye: Sizin yanınızda (Rasûlullah'tan kalan) bir kitâb, yazılmıĢ bir Ģey var mıdır? diye sordum. Alî (R): Hayır, bizde Allah'ın Kitâbı'ndan, bir de müslümân olana
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/263-264. 187[79] Hakkında ihtilâf edilen hükümlerde Buhârî'nin yolu, o hususlarda kesin bir hüküm söylemeyip, sâdece ihtimâl üzere îrâd eylemektir, iĢte bu bâb ismi de bu nevi'dendir. Çünkü selef bu hususta amel ve terk yönünden ihtilâf etmiĢlerdir. Her ne kadar sonradan iĢ istikrar bulup yazmanın cevazına, hattâ müstehâblığına icmâ' hâsıl olmuĢsa da. Hattâ ilmi teblîğ etmek kendisine vâcib olanlardan unutma endîĢesi bulunanlara yazmanın vücûbu bile uzak olmaz (Askalânî). "Müellifin maksadı Ģudur: Hadîs yazmak her ne kadar Peygamber zamanında, hadîslerin Kur'ân'la karıĢmaması için yâhud insanların ezberlemekleri ziyâde yazıya dayanmamaları için men' edilmiĢ ise de, sonradan hadîsleri tedvîn ve te'lîf etmek Ģayi' olmuĢtur. Hadîste buna âid bir asi vardır. Abdullah ibn Amr ibn As gibi bâzı sahâbîlerin yazma kıssaları ise, bu hadîs yazma lehine bir takım deliller ve Ģâhidlerdir" (ġah Veliyyullah). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/264-265.
197
verilen anlayıĢtan baĢka birĢey yoktur. Bir de Ģu sahîfenin içindeki vardır, cevâbını verdi. Ebû Cuhayfe dedi ki: Ben: Peki, bu sahîfenin içinde ne var? diye sorunca: Onun içinde diyetin, esîri kurtarmanın ve bir kâfire bedel müslümânı katil olunmayacağının hükmü vardır, dedi 188[80].
53-.......Bize ġeybân (164), Yahya ibn Ebî Kesîr(129)'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki (o Ģöyle demiĢtir): Huzâalılar Câhiliyyet günlerinde öldürülmüĢ bir müĢrik Huzâalı'ya mukaabil Leys oğulları'ndan birini 188[80] Alî'nin bu hadîsinden bir takım hükümler alınmıĢtır: ibn Battal Ģöyle dedi: Bunda ġia'nın bid'atini, Alî'nin Peygamber'in vasîsi olduğu ve Rasûlullah tarafından ona tahsîs edilmiĢ ondan baĢkasının bilmediği ilim bulunduğunu iddia edenlerin iddialarını kesip atan delil vardır. Çünkü Alî kendi yanında, insanların yanında yazılı bulunan Allah Kitâbı'ndan baĢka bir yazı bulunmadığını bildirmiĢ ve kendi nefsine, baĢkalarına mümkün olanın gayrı bir Ģey tahsîs etmemiĢtir. Bunda âlimin Kur'ân'dan kendi anlayıĢıyle Ģeriat asıllarına uygun olmak Ģartıyle, müfessirlerden nakledilmiĢ olmayan anlayıĢ çıkarabileceğine irĢâd vardır. Mâlik, ġafiî ve Ahmed bununla müslimin kâfir mukaabilinde kısas olarak öldürülmeyeceğine hüccet getirmiĢlerdir, imâmdan kendisine has olan iĢlerden sormanın cevazı... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/265.
198
Mekke'nin fethi senesinde diğer bâzı rivayetlerin sevkine göre, fethin ertesi günü-öldürmüĢlerdi. Bu hâdise Peygamber'e haber verildi. Peygamber hemen devesine binip hitâb ederek Ģöyle buyurdu: "Şübhesiz Allah katli yâhud fîli Mekke'den habs (yânî men') etmiştir. -Katil ve fîl kelimelerinden hangisinin söylendiğinde Ebû Abdillah Buhârî Ģübhe etti-189[81] Ve Allah, Mekke ahâlîsine (bir kerre) Rasûlullah ile mü'minleri musallat kıldı 190[82]. Haberiniz olsun, Mekke benden evvel hiçbir kimse için halâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimse için halâl olmayacaktır. Biliniz ki o yalnız bir günün bir saatinde yalnız benim için halâl olmuştur. Malûmunuz olsun ki, işte
189[81] Buhârî, aradaki râvîler hep böyle "katli yâhud fîli" tarzında Ģekk üzere rivayet etmiĢ olduklarım söylüyor. Bâzıları yine Ģekk üzere "fîl yâhud katil" diye rivayet etmiĢlerdir. Bir rivayette de cezm üzere yalnız "fîl" denilmiĢtir ki, zevke en mülayim geleni de budur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/266. 190[82] Fetih gününde Hâlid ibn Velîd'in Handeme'de müĢriklerle zarurî olarak vâki" olan müsademesi ile kanı heder edilmiĢ birkaç müĢrikin, Peygamber'in emriyle öldürülmüĢ olduğuna îmâ ediliyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/266.
199
bu saatimde o benim için bile haramdır. Mekke'nin dikeni kesilmez, ağacına balta değdirilmez, yitiği kimse tarafından el uzatılıp alınamaz, meğer ki sahibini arayacak için olur. O hâlde her kimin bir kimsesi katl olunursa iki şeyden hangisi kendisi hakkında hayırlı ise onu isteyebilir (yânî iki şey arasında muhayyerdir): Ya kendisine diyet verilir, ya maktulün ehli kaatili kısas ettirir". Bunun üzerine Yemen ahâlîsinden bir kimse geldi de: Yâ Rasûlallah, (bu söylediklerini) benim için yaz! dedi. Rasûlullah da: "Ebû Fulân (yânî Ebû Şah) için yazınız" buyurdu. Derken KureyĢ'ten bir zât: Yâ Rasûlallah! Izhır (yânî Mekke ayrığı) müstesna olsun. Zîrâ biz onu evlerimizde ve kabirlerimizde kullanıyoruz, dedi. Bunun üzerine Peygamber(S): "Izhır otu müstesna, ızhır otu müstesna" buyurdu 191[83]. Ebû Abdillah Buhârî der ki: Kısas edilir
191[83] Talebden sonraki istisna, ya o ânda buna dâir vahy geldiğine, ya geçen bir vahyde istisnanın beyân ve tebliği talebe ta'lîk buyurulduğuna, yâhud da böyle bir vahy yoksa, Peygamber'in Allah tarafından me'mûr buyurulduğu hususların tafsillerinde içtihada me'zûn olduğuna delildir.
200
ma'nâsma "Kaved" masdarından kaaf harfi ile "Yukaadu" denilir. Ebû Abdillah Buhârî'ye: Peygamber'in o Ģahıs için yazdığı hangi Ģeydir? diye soruldu da, Buhârî: Peygamber o zât için bu hutbeyi yazdırmıĢtır, dedi.
54-.......Bize Amr ibn Dînâr (126) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana Vehb ibn Mürıebbih (114), kardeĢi Hemmâm ibn Münebbih(131)'den haber verdi. O Ģöyle demiĢtir: Ben Ebû Hureyre(R)'den iĢittim Ģöyle diyordu: "Peygamber'in sahâbîlerinden Peygamber'in hadîsini benim kadar toplayan bir kimse yoktur. Yalnız Abdullah ibn Amr müstesnadır. Çünkü o yazardı, ben yazmam". Hemmâm ibn Münebbih'ten gelen bu hadîsi rivayet etmekte Vehb ibn Münebbih'e Ma'mer ibn RâĢid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre'den tarikiyle mutâbaat etmiĢtir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/266.
201
55-.......Bana ibnu Vehb tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd, Ġbn ġihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah'tan; o da ibn Abbâs'tan haber verdi. Ġbn Abbâs (R) Ģöyle demiĢtir: Peygamber (son hastalığında) ağrısı Ģiddetlenince: "Yazı yazacak şey getiriniz, size öyle bir kitâb (vasıyyetnâme) yazayım ki, ondan sonra hiç dalâlette kalmayasmız" buyurdu. Umer (R): Peygamber'in hastalığı ağırlaĢtı. Bizim elimizde de Allah'ın Kitabı vardır. O bize yeter, dedi. Bunun üzerine oradaki sahâbîler ihtilâfa düĢtüler. Sözleri birbirine karıĢtı. Rasûlullah (S): "Yanımdan savulun; benim yanımda nizâlaşmak olmaz" buyurdu. Ġbn Abbâs, bu sözleri râvî Ubeydullah ibn Abdillah'a nakl ettikten sonra odadan çıkmaya davranıp: "Âh ne büyük musibettir o musibet ki, Rasûlullah ile yazmak istediği kitâb arasına perde oldu" diyerek dıĢarı çıktı 192[84].
192[84] ġarihler bu hadîs hakkında geniĢçe tevcihler, açıklamalar yapmıĢlar, ġiîler'in bu hadîse tutunarak Umer aleyhine ileri sürdükleri iddialara mufassal cevâblar vermiĢlerdir. Ahmed Naîm de Tecrîd Tercemesi'nde (I, 91-94) bu mes'ele üzerinde tatmin edici bir Ģekilde durmuĢtur. Ahmed Naîm merhumun bu güzel îzâh ve cevâblarım iĢaret ettiğimiz yerden okumalarını
202
okuyucularımıza salık verip, ġah Veliyyullah Dihlevî'nin bu husustaki kısa açıklamasını terceme ederek buraya alıyorum: "Ġyi bil ki, ibn Abbâs'ın bu "Âh ne büyük musibet!..." sözleri ayakların kayacağı bir yerdir. Nice büyük zâtlar burada sürçmüĢler, nice anlayıĢlar burada haktan sapmıĢlardır. Ben bu hadîsin, yânî Peygamber'in yazma emrinin bütün tarîklerini teker teker araĢtırdıktan sonra Ģu hakikate ulaĢtım: "ibn Abbâs'ın "Âh ne büyük musibet..." sözü ancak, onun diğer Ģübheleri gibi bir Ģübhe yoluyla meydana gelmiĢtir. Sahîh rivayetlerde sabit olmuĢtur ki Ebû Bekr, Alî ve diğerleri gibi büyük sahâbîler, Rasûlullah'ın bunu söylediği sırada hâzır bulunuyorlardı; onlar Peygamber'in bu yazma emrinden maksadının ancak Kur'ân'da gelenleri te'kîd ve tevsikten baĢka bir Ģey olmadığını anlamıĢlardı. ġayet maksadı diğer bir Ģey olmuĢ olsaydı, bunu onlara ikinci ve üçüncü defa emrederdi. Çünkü Peygamber, bundan sonra daha günlerce ayık olarak yaĢadı. "Bununla beraber Peygamber'in Alî'ye kâğıd ve yazı âleti getirmekle emrettiği, Alî'nin de yanından gitmesini müteâkıb, Peygamber'in geçmesinden endîĢe edip: "Yâ Rasûlallah, ben iĢitirim ve bellerim, dediği; bunun üzerine Peygamber'in ona sadaka hükümlerini, kâfirlerin Arab Yarımadasından çıkarılması, elçi hey'etlerine kendisinin muamelesi gibi iyi muamele edilmesi; Ensâr'a hayırla vasıyyet ve bundan evvel çoğunu beyân ettiği diğer Ģeyleri beyân eylemiĢ olduğu da rivayet edilmiĢtir. "Artık bunlardan sonra Ġbn Abbâs (R)'ın Ģübhesine tutunmaya ve sahâbîlerin en hayırlıları hakkında söylenegelenleri söylemeğe hiçbir mecal kalmamıĢtır. Çünkü ibn Abbâs o zaman bulûğa yaklaĢmıĢ, taze bir oğlandı. Ġ'tibâr ise böyle bir çocuğun anlayıĢına değil, büyük sahâbîlerin anladığı Ģeyedir. Allah hepsinden râzî olsun (ġerhu Terâcimi Sahîhi'l-Buhâri, s.17) Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/267-268.
203
41- Geceleyin İlim Öğretmek Ve Va'z Etmek Babı
56-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Ma'mer ibn RâĢid'den; o da Zuhrî'den; o da Hind bintu'l-Hâris elFirâsıyye'den; o da mü'minlerin annesi Ümmü Seleme(59)'den haber verdi.(Keza Ġbn Uyeyne dedi ki:) Amr ibn Dinar'dan ve Yahya ibn Saîd el-Ensârî'den; onlar da Zuhrî'den; o da Hind'den; o da Ümmü Seleme'den. ġöyle demiĢtir: Bir gece Peygamber (S) uyandı da: "Subhânallâh, bu gece ne fitneler indi, ne hazîneler de açıldı! Hücrelerin sahibelerini (yânî mü'minlerin annelerini) uyandırınız. Dünyâda nice giyinik kadınlar vardır ki, âhirette çıplakdırlar" buyurdu 193[85]
193[85] Peygamber'imizin ru'yâda görüp de haber verdiği fitnelerle ni'metler, Allah'ın bildirmesi, yânî vahy yoluyla kendisine bildirilen Ģeylerdendir. Peygamberin ru'yâları da vahydir. Hz. ÂiĢe'nin haber verdiği üzere, vahyin baĢlangıcı ru'yâ olmuĢtur. Bu hadîsde Peygamber'in nice mu'cizeleri apaçıktır. Peygamber'imiz ümmetinin kendinden sonra hem yakalanacakları fitneler ve musîbetleri, hem de nail olacakları hudûdsuz ni'met ve rahmet hazînelerini haber verdiği gibi, "Kâsiyât, Âriyât" zümresinden, yâhud müstetire olmakla
204
42- İlim Uğrunda Gece Uyanık Kalıp Sohbet Ve Lâkırdı Eylemek Babı
57- .......Abdullah ibn Umer (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) hayâtının sonunda bir kerre bize yatsı namazını kıldırdı. Selâm verince ayağa kalktı ve: "Bu gecenizi görüyorsunuz ya, işte bu gecenizden i'tibâren yüz sene başında (bu gün) yeryüzünde olanlardan hiçbir kimse kalmıyacaktır" buyurdu 194[86].
beraber libâsta israf ve tebzîr edecek nice kadınların zuhur edeceğini de haber veriyor. Mü'minlerin annelerini uyandırmayı emretmesi de, kendilerine va'z etmek, sadakaları çoğaltmak ile israfı terketmeyi teĢvîk eylemek, Peygamber'in zevceleri olduklarına aldanarak ibâdet ve tâatten gaflet caiz olamayacağını bildirmek içindir. Dünyâdaki isrâfçı kâsiyât = giyiniklerin âhırette âriyât = çıplaklar olmaları, hasenattan çıplak oldukları içindir de denilmiĢtir. Bunun daha baĢka tefsirleri de yapılmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/269. 194[86] Câbir'in rivayetinde tasrîh edildiğine göre, Rasûlullah bunu söyledikten sonra bir ay daha yaĢamıĢtır. Hızır'ın vefat etmiĢ olduğuna kaail olanlar bu hadîs ile istidlal ederler. Muhalif görüĢ sahiblerine göre ise bu hadîsin, Îsâ, Hızır, melekler ve Iblîs'e Ģümulü yoktur. "Yeryüzünde olanlar"dan maksad Muhammed ümmetidir ki, bunlardan kimi
205
58-.......Ġbn Abbâs (R) Ģöyle demiĢtir: Bir gece Peygamber'in zevcesi teyzem Meymûne bintu'lHâris'in evinde geceledim. Peygamber o gece nevbeti dolayısiyle onun yanında idi. Peygamber (mescidde) yatsı namazını kıldırdıktan sonra evine geldi. Dört rek'at namaz kıldıktan sonra uyudu. Sonra kalktı. "Çocuk uyudu mu?" dedi, yâhud buna benzer bir söz söyledi. Sonra namaza durdu; ben de sol tarafına durdum. Beni sağ tarafına geçirip beĢ rek'at kıldı. Ondan sonra da iki rek'at kıldı, ondan sonra uyudu. O kadar ki, horultusunu, duydum. Ondan sonra namaz kıldırmak üzere (mescide) çıktı 195[87].
icabet ümmeti, kimi da'vet ümmeti olduğundan, o zamanki müslümânlar ile kâfirler bunda dâhildirler. Demin saydıklarımız ise ümmetten sayılmıĢ değillerdir. Tâ altıncı, yedinci hicret asırlarında bile Peygamber'in sahâbîliği iddiasında bulunan Reten Hindî, Ma'mer ibnu Burayk, Ma'mer Mağribî ve benzerleri uzun ömürlülerin yalancılıklarına bu hadîs ile ihticâc edilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/269-270. 195[87] Uzanıp uyuduktan sonra abdest almadan namaz kılabilmek Peygamberlik husûsiyetlerindendir. Peygamberlerin gözleri uyusa da kalbleri uyumaz. Gece namazı bu rivayete göre, son iki rek'at sabah namazının sünnetine ayrıldıktan sonra vitir
206
43- İlmi Hıfz Edip Bellemek Babı
59-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Ġnsanlar "Ebû Hureyre çok hadîs rivayet ediyor" deyip duruyorlar. Hâlbuki Allah'ın Kitâbı'nda Ģu iki âyet olmasaydı hiçbir hadîs nakletmezdim. Ebû Hureyre bu sözden sonra: "Hakikat, indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi ve doğruyu biz Kitâb'da insanlara onu pek aşikâr bir surette bildirdikten sonra gizleyenler, işte onlara hem Allah lâ'net eder ve hem la 'net etmek şânından olanlar la 'net eder. Ancak tevbe edenler, düzeltenler ve (hakikati gizlemeyip) iyice açıklayanlar başka. Ben artık onların günâhlarından geçerim. Ben en çok tevbeyi kabul edenim, en çok merhamet eyleyenim" (el-Bakara: 2/159-160) âyetlerini okuyup, Ģöyle derdi: Muhacir kardeĢlerimizi çarĢılarda alıĢ veriĢ etmek iĢi meĢgul ederdi. Ensâr
namâzıyle beraber dokuz rek'attan ibaret olmuĢ oluyor. Toplamı onbir rek'attır.'.. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/270.
207
kardeĢlerimizi de mallarında çalıĢmak meĢgul ederdi. Ebû Hureyre ise karın tokluğuna Rasûlullah'tan ayrılmazdı da, onların hâzır bulunmadıkları meclislerde hâzır bulunur ve onların belleyemedikleri sözleri bellerdi196[88].
60- Bize Muhammed ibn Ibrâhîm ibn Dînâr (182), Ġbn Ebî Zi'b(159)'den; o da Saîd el-Makburî'den;
196[88] Ebû Hureyre'nin delîl getirdiği iki âyet, metindeki iki âyet olabileceği gibi, bunlar bir sûredeki âyettir, ikincisi ile de Ģu âyet kasdedilmiĢtir, denilmiĢtir: "Allah bir zaman kendilerine Kitâb verilenlerden onu behemahal insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz diye te'mînât almıştı. Onlar işte o sözü sırtlarının arkasına attılar. Onun mukaabilinde az bir menfaati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne kötüdür" (Âli Ġmrân: 3/187). Ebû Hureyre bu âyetlere bakarak ilmi ketm edip gizlemeyi haram bildiği için, mümkün olduğu kadar bildiklerini neĢre çalıĢmıĢ ve bu yüzden mesmûâtı çok olduğu gibi, merviyyâtı da herkesten ziyâde olmuĢtur. Buhârî'nin Târîh'deki rivayetine göre, Ebû Hureyre bir kerre on dâneden çok, büyük sahâbînin toplu olduğu bir mecliste bulunmuĢ da, onların bilmedikleri bâzı hadîsler rivâyat etmiĢ. Onlar birbirlerinden tahkik edip, bunların sahîhliğine kaani' olmuĢlar. O mecliste bu hâl birkaç kerre tekerrür edince bâzı kimseler: Muhacirler ile.Ensâr, Ebû Hureyre gibi hadîs rivâyet edemesinler, bu nasıl olur? demiĢler. Bunlara cevaben Ebû Hureyre metindeki bu sözleri söylemiĢ oluyor (Ibn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/271.
208
o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Yâ Rasûlallah, ben senden birçok hadîs iĢitiyorum da unutuyorum, dedim. "Ridânı yay!" buyurdu. Yaydım, iki eliyle bir Ģey avuçlayıp attı. Sonra: "Topla!" diye emretti. Ridâmı topladım. ĠĢte ondan sonra artık hiçbirĢey unutmadım. Bize Ibrâhîm ibnu'l-Munzir tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ibnu Ebî Fudeyk tahdîs edip bu hadîsi rivayet etti. Bu rivayete Ebû Hureyre: Rasûlullah eliyle bir Ģey avuçladı da ridânın içine attı, demiĢtir.
61-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah(S)'tan iki kab ilim belledim. Bunlardan birini neĢrettim. Diğerine gelince, onu neĢretseydim, benim Ģu boğazım kesilirdi 197[89].
197[89] Ebû Hureyre'nin neĢrettiği ilim, rivayet ettiği hadîslerdeki ilimdir. NeĢretmediği ilim için bâzıları ileride ümmetin baĢına gelecek fitnelere, musibetlere, kıyametten evvel Ümmetin baĢına gelecek hâllere âid ilim idi demiĢlerdir. Peygamber'in vefatından sonra yakın istikbâlde Usmân'ın, Hüseyn'in Ģehâdetleri ve diğerleri gibi meydana gelecek elemli vak'alar ve Ģahısları siyâset kaynaĢmaları içinde ferman dinleyecek ve hakka samimiyetle kulak verecek hâlde olmayanlara karĢı bildiğini söylemek, tarafsız ve fitneden uzak bir zât için hakîkaten tehlikeli idi.
209
44- Alimler(in Söyleyecekleri Şeyler) İçin Susup Dinlemek Babı
62-.......Bana Aliyyu'bnu Müdrik (120), Ebû Zur'a'dan; o da Cerîr(R)'den haber verdi ki, Veda haccmda Peygamber (S) Cerîr'e: "insanları sustur da dinlesinler" diye emretti. (Halk sükût ettikten sonra da): "Benden sonra birbirinin boynunu vuran kâfirlere dönmeyiniz" buyurdu 198[90].
Bâzıları da Ģuhûd ve irfan sahiblerine hass olup, Ģerîat ilminin neticesi ve Rasûlullah'a mahabbet ve güzel mutâbaatın büyük meyvesi olan ve diğerlerinin idrâkinden masun kalan esrar ilmidir, derler. Allah murâdını en iyi bilendir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/272. 198[90] "Benden sonra kâfirlere dönmeyiniz..." sözünün ma'nâsı "Kâfirlerin hasletleri üzere olmayınız" demek olabilir. Bu takdirde "Birbirinin boynunu vuran...." ibaresi ona bir tefsîr ve beyân olur. Bu sözden murâd "Irtidâd etmeyiniz" demek de olabilir. Bu takdirde ise, "Birbirinin boynunu vuran" sözünün ma'nâsı, "Irtidâdınız ve bu sıfatınızla Câhiliyyet ve küfür günlerindeki gibi olursunuz" demek olur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/273.
210
45- İnsanların En Âlimi Hangisidir? Diye Sorulduğu Zaman Âlim Kişiye Müstehâb Olan Şey, İlmi Allah'a Dayandırmasıdır Babı
63-.......Saîd ibn Cubeyr Ģöyle demiĢtir: Ben Ibn Abbâs'a: Nevf el-Bikâlî, Hızır'ın sahibi olan Musa, Isrâîl oğulları'nın Musa'sı değildir; o ancak baĢka bir Musa'dır iddiasında bulunuyor, dedim. Bunun üzerine îbn Abbâs Ģöyle dedi: Allah'ın düĢmanı yalan söylemiĢtir. Bize Ubeyy ibn Ka'b, Peygamber(S)'den tahdîs etti ki, Ģöyle buyurmuĢtur: "Musa Peygamber bir kerre israil oğulları içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine: İnsanların hangisi en âlimdir? diye soruldu. En âlim benim, diye cevâb verdi. Bu hususta (Allah en iyi bilendir diyerek) ilmi Allah'a havale etmediğinden dolayı Allah ona tevbîh etti. Allah ona: 'iki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri var. O senden daha âlimdir' diye vahyetti. Musa: Yâ Rabb, ona nasıl yol bulayım? dedi. Ona: 'Bir zenbîl içinde bir balık taşı, onu nerede kaybedersen, o kulum oradadır' denildi. Musa gitti. Hizmetçisi Yûşâ ibn Nün (aleyhi's-selâm)'ı da
211
beraberinde götürdü. Bir zenbîl içine bir balık koyup yüklendiler, (îki denizin bitiştiği yerdeki) kayanın yanına varınca başlarını yere koyup uyudular. Derken balık zenbîlden sıyrıldı ve deniz içinde kendine su künkü gibi (bir boşluk bırakarak) yol aldı. Deniz içinde böyle bir yolun açılması Musa ile hizmetçisine hayret edilmeğe değer acîb bir şey olmuştu 199[91]. Uyandıktan sonra o gecenin bakıyyesi ile bütün gün gittiler. Sabah olunca Musa hizmetçisine: Kuşluk yemeğimizi getir, andolsun bu seferimizden bir yorgunluğa kavuştuk, dedi. Hâlbuki Musa, emrolunduğu o yerin ötesine geçinceye kadar yorgunluk duymamıştı. Hizmetçisi: Ne dersin, taşın dibinde barındığımız zaman balığı (n gittiğini haber vermeyi) unuttum, dedi. Musa: Zâten istediğimiz bu idi, dedi200[92]. Bunun üzerine kendi izlerine baka
199[91] Kıssanın buraya âid kısmı Kur'ân-ı Kerim'de tafsil edilmektedir:(el-Kehf: 18/60-82.) Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/275. 200[92] Ġstedikleri bu idi. Çünkü Hızır ile balığın dirilip kaçtığı yerde buluĢacaklardı. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/275.
212
baka geriye döndüler. Taşın yanına vardıklarında bir de baktılar ki elbisesine bürünmüş -yâhud elbisesine bürünen- bir zât duruyor. Musa selâm verdi. Hızır: 'Acâib! Bu senin bulunduğun yerde selâm nereden?'dedi. 'Ben Musa'yım' dedi. O: 'Isrâîloğullan'nın Musa'sı mı?' diye sordu. 'Evet' dedi. Musa ona: 'Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbi' olayım mı?' dedi. Hızır: 'Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin yâ Musa. Bende Allah 'in bana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allah'ın sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu da ben bilemem' cevâbını verdi. Musa: 'Allah isterse beni sabredici bulacaksın, sana hiçbir işte karşı gelmiyeceğim' dedi. Gemileri olmadığı için deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Yakınlarına bir gemi uğradı. Kedilerini de yüklemeleri için gemicilerle konuştular. Hızır gemiciler tarafından tanındı. O ikisini ücretsiz olarak gemiye
213
aldılar. O sırada bir serçe geminin kenarına konup, denizden bir iki yudum su aldı. Hızır: "Yâ Musa, benim ilmimle senin ilmin, Allah'ın ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile eksiltmez' dedi. Ondan sonra geminin tahtalarından birini el uzatıp söktü. Musa: 'Bizi gemilerine ücretsiz almış olan bir topluluğun gemilerine kasdedip, içindekileri batırmak için mi deliyorsun?'dedi. Hızır: 'Ben sana sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?' dedi. Musa: 'Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme' dedi. Vakıada Musa'nın bu ilk muhalefeti unutma eseri idi. Yine gittiler. Bir de baktılar ki bir çocuk, diğer çocuklarla oynuyor. Hızır, çocuğun başını yukarısından tuttu ve başını eliyle kopardı. Musa: 'Tertemiz bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha?' dedi. Hızır: 'Ben sana, sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?'dedi. -Ibn Uyeyne: Bu ikincisi daha te'kîdlidir, dedi.- Yine gittiler, nihayet bir köye gelince, ahâlîsinden yemek istediler. Ahâlî onları
214
müsâfir etmekten çekindiler. Hızır ile Musa orada yıkılmağa yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır o duvarı doğrulttu: Hızır eliyle işaret ederek onu doğrultuverdi. Musa Hızır'a: 'Eğer isteseydin bunun için bir ücret alabilirdin'dedi. Hızır: işte bu benimle senin aynlışımızdır' dedi". Peygamber (S) (kıssayı buraya kadar naklettikten sonra): "Allah Musa'ya rahmet eylesin. Çok arzu ederdik ki, keşki sabredeydi de aralarında geçecek maceralar (Allah tarafından Kur'ân'da) bize hikâye olunaydı" buyurdu 201[93].
201[93] Hızır aleyhi's-selâm bundan sonra Musa'nın sabredemeyip muhalefet ettiği üç hâdisenin iç yüzünü ona açıkladı ve Musa'dan ayrıldı. Buna âid en kesin bilgileri el-Kehf: 18/60-82. âyetlerden okumalıdır. Peygamber'in izhâr eylediği temennî, hakîkaten her mü'minin derin bir iĢtiyakla iĢtirak edeceği bir ilim ve hikmet temennîsidir. Bu hadîs ile âyetlerden ilim tahsîli için uzak mesafelere kadar sefer etmenin faziletine istidlal edilmiĢtir. Musa'nın bu sünnetine uyarak sahabe, tâbiûn ve tâbiûnun tâbi'leri ile onlardan sonra gelen âlimlerden birçokları dîn ilimlerini toplayıp diyar diyar dolaĢmıĢlardır. Musa'nın bu sefere çıkıĢ sebebini, ilim araĢtırıcılığının faziletini ve gerçek âlimin ta'rîfini anlatan bir rivayet Ģudur:
215
46- Kendisi Ayakta İken Oturmakta Olan Bir Âlime Suâl Soran Kimse Babı
64-.......Ebû Musa (R) Ģöyle demiĢtir: Peygamber'e bir kimse geldi ve: Yâ Rasûlallah! Allah yolunda kıtal ne demektir? Kimimiz öfkesine kapılarak, kimimiz arından dolayı kıtal yapıyor? diye sordu. Rasûlullah (S) soran kimseye doğru baĢını
"Musa Peygamber Rabb'ına suâl edip: - Yâ Rabb! Kullarının sana en sevgilisi hangisidir? demiş. - Beni zikreden ve unutmayandır, buyurulmuş. - En hâkim kulun hangisidir? demiş. - Hakk ile hükmeden ve hevâsına uymayandır, buyurulmuş. - En âlim kulun kim? demiş. - Belki bir kelimeye rastgelirim de hidâyete delâlet eder veya bir felâketten kurtarır diye insanların ilmini tetebbu' ile araştırıp kendi ilmine ekleyendir, buyurulmuş. Bunun üzerine Musa: - Yâ Rabb, kullarından benden daha âlimi varsa bana göster, demiş. - Var, buyurulmuş. - O hâlde onu nerede arayayım? demiş. - İki denizin birleştiği yerde, kayanın yanında balığı kaybedeceğin yerde..." diye ta'rîf buyurulmuş (Hakk Dîni, IV, 3256-3257). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/276.
216
kaldırdı. -Râvî der ki 202[94]: BaĢını ona doğru kaldırması sırf soran kimsenin ayakta bulunduğundan dolayı idi.- Ve: "Her kim Allah 'm kelimesi en yüksek olsun diye kıtal yaparsa, onunkisi aziz ve celîl olan Allah yolundadır" buyurdu 203[95].
47- Haccda Küçük Taşları (Cemreleri) Atma Sırasında Suâl Ve Cevâb Babı
202[94] Sözün zahirine göre bu "kaale( = râvî der ki)"den sonrasını söyleyen, Ebû Musa (R)'dır. Ondan rivayet edenlerin biri olması da muhtemildir. Bunu söyleyen Ebû Musa'dan baĢkası ise, bu söz haberin arasına katılmıĢ bir söz olur ki, buna "mudrec kelâm" denir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/277. 203[95] Bu hadîsten: Amellerin ancak iyi niyetlerle hesâb edileceği, ibâdette Ġhlasın Ģart olduğu; mücâhidler hakkında gelmiĢ olan fazîletin ancak "Allahın Kelimesini en yüksek kılmak için" mukaatele edenlere hass olacağı; Peygamber'e fasâhat ve câmialı sözler söyleme kaabiliyeti verildiği, çünkü soran kimseyi onun lâfzıyle değil de, sorusunun ma'nâsmı toplayıcı bir cevâb ile cevâblayıp: "Kim Allah'ın Kelimesi en yüksek olsun diye kıtal yaparsa, işte onunki Allah yolundadır" buyurduğu gibi hükümler alınmıĢtır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/277.
217
65-.......Abdullah ibn Amr (R) Ģöyle demiĢtir: Ben Peygam ber(S)'i Minâ'da cemrenin yanında gördüm, kendisine suâller soruluyordu: Bir kimse: Yâ Rasûlallah, cemreyi atmadan önce kurbân kestim, dedi. Rasûlullah: "Cemreyi at, günâhı yok" buyurdu. Diğer biri: Kurbân kesmeden önce tıraĢ oldum, dedi. Rasûlullah: "Kurbânı kes, günâhı yok" buyurdu. Peygamber'e o gün öne geçirilmiĢ yâhud geriye bırakılmıĢ hiçbir Ģey sorulmadı ki (cevâbında) "Yap, günâhı yok" buyurmasın 204[96].
48- Yüce Allah'ın: "Sana ruhu sorarlar. De ki: Ruh Rabb'ımm emrindendir. Size az bir ilimden başkası verilmemiştir" (el-İsrâ: 17/85) Kavli Babı
66-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) Ģöyle demiĢtir: Ben Peygamber (S)'in maiyyetinde Medîne
204[96] Bu hadîs aynı sahâbîden, küçük lâfız farkıyle Kitâbu'1-Ġlm, 23. bâb'da geçmiĢti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/278.
218
harabelerinde yürüyordum. Peygamber beraberinde bulunan hurma dalından bir deyneğe dayanıyordu. Derken bir kaç Yuhûdî'ye rastladı. Bir takımı diğer takımına: O'na ruhu sorun, dedi. Bir takımı da: O'na birĢey sormayın, bunun hakkında hoĢlanmayacağınız birĢey söyler, dedi. Bunun üzerine biri kalkıp: Yâ Ebâ'lKaasım, ruh nedir? diye sordu. Peygamber sükût etti. Kendi kendime: O'na Ģübhesiz vahy. olunuyor, dedim. Ve yanından kalktım. Vahiy hâli sıyrılınca: "Sana ruhu sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Onlara az bir ilimden başkası verilmemiştir" (el-lsrâ: 17/85) âyetini söyledi. Râvî A'meĢ: Bizim okuyuĢumuzda iĢte böyle "Ve mâ ûtû (= Onlara verilmedi...)" Ģeklindedir, dedi 205[97].
49- Bâzı İnsanların Anlayışlarının Kısa Olması Ve Terkten Daha Şiddetli Bir Hâle Düşmeleri Endîşesinden Dolayı Üstün Kılınmış 205[97] "Ve mâ ûtû" hadîsin râvîlerinden A'meĢ'in kıraatidir. Mütevâtir ve meĢhur kıraat ise: "Yemâûtîtum( = Size az bir ilimden baĢkası verilmemiĢtir)" okunur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/279.
219
Bâzı Şeyleri Yapmayı Yâhud İlân Etmeyi Terkeden Kimse Babı
67-.......el-Esved (75) Ģöyle demiĢtir: ibn Zubeyr bana: ÂiĢe sana çok sırr söyler idi. Binâenaleyh o sana Ka'be hakkında ne tahdîs etti? dedi. Ben de ona Ģunu söyledim: ÂiĢe bana dedi ki: Peygamber (S): "Yâ Âişe, şayet kavminin zamanları yakın olmasaydı -îbn Zubeyr; küfre yakın olmasaydı dedi- muhakkak Ka'be'yi bozar ve ona biri insanların gireceği, diğeri de çıkacakları iki kapı yapardım" buyurdu, iĢte Ibnu Zubeyr Peygamber'in bu arzusunu yerine getirmiĢtir 206[98].
206[98] Bu hadîs bâzı küçük farklarla, Hacc ve Temenni kitâblarında da gelecektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/279.
220
50- Anlayamamalarından (Hoşlanmadığı Ve Bu Yüzden Aktarılmasını Hoşgörmediği İçin) İlmi, Bir Topluluktan Başka Bir Topluluğa Tahsis Eden Kimse Babı
Ve Alî (Ġbn Ebî Tâlib-R): "Ġnsanlara anlayabilecekleri Ģeyler söyleyiniz. Siz Allah ve Rasûlü'nün tekzîb olunmasını arzu eder misiniz?" demiĢtir. Bize Ubeydullah ibnu Musa, Ma'rûf ibn Harrabûz'dan; o da Ebu't-Tufeyl(110-R)'den; o da Alî (Ġbn Ebî Tâlib R)'den bu sözü tahdîs etti 207[99].
207[99] Bu hadîs, müellif Buhârî'nin âlî isnâdlarındandır. Zîrâ buna üç râvî ile ulaĢmıĢtır. Üçüncü râvî sahâbî olan ibn Tufeyl'dir. Müellif burada hadîsin senedini metinden sonraya bırakmıĢtır. Bunu ya hadîsin isnâd yoluyla eserin isnâd yolu arasını ayırmak için, yâhud ibnu Harrabûz sebebiyle isnadın za'fını göstermek için, yâhud tefennün yâni' çeĢit çeĢit söylemek için, yâhud da bunun da cevazını beyân etmek için böyle yapmıĢtır, ibnu Harrabûz'u ibn Maîn zaîf addetmiĢtir. Müellif Buhârî'de de onun bu hadîsten baĢka hadîsi yoktur. Hz. Alî'nin bu sözünün benzerini ibn Mes'ûd (R) da söylemiĢtir ki, bunu imâm Müslim, sahîh bir senedle Sahîh'inin mukaddimesinde Ģöyle tahrîc etmiĢtir: Ve bana Ebu't-Tâhir ile Harmele ibn Yahya tahdîs edip Ģöyle dediler: Bize ibnu Vehb haber verip Ģöyle dedi: Bana Yûnus, ibn ġihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe'den haber verdi ki, Abdullah
221
68-.......Katâde Ģöyle demiĢtir: Bize Enes ibn Mâlik (R) Ģöyle tahdîs etti: Muâz ibn Cebel, deve üstünde Peygamber'in terkisinde iken, Peygamber (S): - Yâ Mûaz ibne Cebel! diye nida etti. Muâz: - Lebbeyk yâ Rasûlallah, ve sa'deyk, dedi. Peygamber yine: - Yâ Muâz! diye çağırdı. Muâz: - Lebbeyk yâ Rasûlallah ve sa'deyk, dedi. Bu üç kerre vâki' oldu. Üçüncüde Rasûlullah. - Hiçbir kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allah 'tan başka ilâh olmadığına ve
ibn Mes'ûd Ģöyle demiĢtir: "Sen akıllarının ermeyeceği bir sözü herhangi bir zümreye (hakîkatte) söyleyici değilsin (yânî söylemiĢ, ma'rifet ve hizmet yapmıĢ değilsin... Çünkü) o söz onlardan kimi üzerinde ancak bir fitne olmuĢtur" (Müslim, elCâmi'u's-Sahîh, Mukaddime, Bâb: 3.) Akıllar, takatleri derecesinden fazlasını taĢıyamazlar. O takatlerin üstüne çıkılırsa, hâlde mevcûd olan salâh bile yerini fesada bırakır. Âlimlerin birçoğu, anlaĢılması güç ve te'vîli müĢkil olan sözlerin ve müteĢâbihlerin âmmeye söylenmesini hoĢ görmemiĢlerdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/280.
222
Muhammed'in Rasûlullah olduğuna şehâdet etsin de Allah onu ateşe haram etmesin, buyurdu. Muâz: - Yâ Rasûlallah, bunu insanlara haber vereyim de sevinsinler mi? dedi. - Haber verdiğin takdirde buna güvenirler, buyurdu. Muâz ibn Cebel, bunu ölümüne yakın günâhtan sıyrılmak için haber verdi.
69-.......Ben Enes (R)'ten iĢittim, Ģöyle dedi: Bana zikrolundu ki, Peygamber (S), Muâz'a: - Allah'a hiçbir şey ortak kılmıyarak Allah'a kavuşan kimse, cennete girdi, buyurmuĢtur. Muâz: - Bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedi. Rasûlullah: - Hayır, çünkü ben onların buna güvenmelerinden endîşe ederim, buyurdu 208[100] 208[100] Bu hadîslerde muvahhidlere büyük bir müjde vardır. Doğrulukla can ve gönülden Ģehâdet kelimelerini telâffuz edip söyleyen ve itaat eden kimsenin cehennem ateĢine haram olacağı müjdesi. Böyle müjdeler Enes'ten ve Ebû Saîd Hudrî'den de rivayet edilmiĢtir. Günâhları afvolunmamıĢ ma'siyet ehlinin,
223
51- İlim (Öğrenip Öğretmek)de Haya Babı
Ve Mucâhid ibn Cebr: "Haya eden de, büyüklük taslayan da ilim öğrenemez" demiĢtir. ÂiĢe (R) de: "Ensâr kadınları ne iyi kadınlardır! Hayaları kendilerini dînde fakîhler (derin âlimler) olmalarından men' etmedi" demiĢtir209[101]
cehenneme uğradıktan sonra cennete gireceğine dâir daha birçok haberler vardır. Haberlerde nesh carî olmayacağından bu hadîslerin arasını te‘lîf etmek gerekir. ĠĢte bunun için buradaki "haram kılma"dan maksad ebedî kılmaktır demiĢlerdir. Bu takdirde Ģehâdet kelimelerini Allah rızâsı için gönülden söyleyenler ateĢte ebedî olmazlar demek olur. Daha güzel bir tevcihe göre, kâfirlerin karargâhı olan ateĢten masun olurlar, demektir. Bu takdire göre âsî mü'minler azab yurduna girseler bile kâfirler gibi orada çok uzun zaman kalmayacaklar demek olur... (Tecrîd Ter., II, 303. 268. hadîs). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/281-282. 209[101] Büyüklere iclâl ve ihtiram ciheti üzere vâki' olacak haya makbuldür. Amma dînî bir iĢi terke sebeb olacak hayaya, yânî utangaçlığa gelince, o kötülenmiĢtir. Ve böylesi dînin tavsiye ettiği haya değildir. O ancak zaîflik, gevĢeklik ve aczdir. Mucâhid ibn Cebr'in sözü olan ta'lîkı, Ebû Nuaym, el-Hılye'de Alî ibn Medînî'den; o da Ġbn Uyeyne'den; o da Mansûr'dan; o da Mucâhid'den tarikiyle Buhârî'nin Ģartına göre sahîh bir senedle vasl etmiĢtir. ÂiĢe'nin sözü olan ta'lîkı da, Ebû Dâvûd, Ubeydullah ibn Muâz'dan, bize babam tahdîs etti, bize ġu'be, Ġbrahim ibn
224
70-.......Bize HiĢâm, babası Urvetu'bnu'zZubeyr'den; o da Ümmü Seleme(R)'den tahdîs etti. ġöyle demiĢtir: Ümmü Suleym (R) Rasûlullah'ın yanına geldi de: Yâ Rasûlallah! "Allah hakktan haya etmez" (el-Ahzâb: 33/53). Bir kadın ihtilâm olursa yıkanması îcâb eder mi? diye sordu. Peygamber (S): "Suyu gördüğünde (evet)" cevâbını verdi. Ümmü Seleme utancından yüzünü örterek: Yâ Rasûlallah! Kadın da ihtilâm olur mu? dedi. Rasûlullah: "Evet. Sağ elin toprağa gelsin! Bu olmasa çocuğu kendisine nasıl benzeyebilir?" buyurdu.
Muhâcir'den; o da Safiyye bintu ġeybe'den; o da ÂiĢe'den; Ģöyle dedi... senediyle rivayet etmiĢtir (ibn Hacer, Aynî, Kastallânî). Bu bâbdaki hadîs ile ilim öğrenmekte ve öğretmekte utanmak olmayacağı sabit olmuĢtur. Keza bu hususta utanıp sıkılmamanın güzelliği, hadîsin tarîklerinin birinde takarrür eden hükümle sabittir: Mü'minlerin anneleri bu suâlinden dolayı Ümmü Suleym'i ayıpladılar da Rasûlullah (S) onları bundan men' etmiĢtir. ġu hâlde, dînî ve ilmî mes'elelerde utanmanın suâle mâni teĢkîl etmemesi lâzım geleceğini öğrenmiĢ oluyoruz. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/282.
225
71-.......Abdullah ibn Umer (R)'den (ki o Ģöyle demiĢtir): Rasûlullah (S): "Ağaçlardan bir nevi' vardır ki yaprağı düşmez, o ağaç müslümânın benzeridir. Nedir o, bana söyleyin" buyurdu, insanlar çöldeki ağaçlan saymağa daldılar. Benim kalbime onun hurma ağacı olduğu düĢtü. Abdullah dedi ki: Fakat ben söylemeğe utandım. Yâ Rasûlallah, onu bize haber ver, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S): "O, hurma ağacıdır" buyurdu. Abdullah dedi ki: Müteakiben babama gönlüme düĢen Ģeyi söyledim. Babam: Vallahi onu söylemiĢ olmaklığın bana, benim Ģu, Ģu Ģeylerim olmasından daha sevimli olurdu, dedi210[102].
52- Âlime Bizzat Kendisi Bir Şey Sormaktan Utanıp da Sorma İşini Başkasına Emreden Kimse Babı
210[102] Bu hadîs küçük lâfız farklarıyle Ģimdiye kadar Kitâbu‘lĠlm'in 3., 5., 14., 50. bâblarında geçmektedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/283.
226
72-.......Alî ibn Ebî Tâlib (R) Ģöyle demiĢtir: Ben çok mezîsi olan bir adam idim. Peygamber'e sormasını Mıkdâd ibnu'l-Esved'e emrettim. O da sordu. Peygamber (S): "Abdest alması îcab eder" buyurmuĢtur211[103].
53- Mescid İçinde İlim Takrir Etmek Ve Herhangi Bir Suâlin Cevâbını Zikretmek Babı
73-.......Bize Abdullah ibn Umer ibn Hattâb'ın azâdlısı Nâfi', Abdullah ibn Umer (R)'den tahdîs etti (ki Ģöyle demiĢtir): Bir kimse mescidde ayağa kalktı ve: Yâ Rasûlallah, nereden ihrama girip telbiye etmemizi emrediyorsun? diye sordu. Rasûlullah (S): "Medine ahâlîsi Zu'l-Huleyfe'den, Şam ahâlîsi Cuhfe'den, Necd ahâlîsi Karn'dan itibâren telbiye etsinler” buyurdu. Abdullah ibn Umer der ki: Rasûlullah'm: "Yemen
211[103] Mezî ince bir sudur ki, oynaĢma ve öpme esnasında önden çıkar. Âlime kendisi bir Ģey sormaktan utanan kimsenin, suâlden doğacak maksadın husulü için, bunu baĢkasına sordurmasının caiz olduğu bu hadîsten anlaĢılmakdır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/284.
227
ahâlîsi Yelemlem'den i'tibâren telbiye etsinler" buyurduğunu da söylüyorlar. Ġbn Umer: Ben bu son sözü Rasûlullah'tan anlamadım, der idi.
54- Suâl Soran Şahsa, Sorduğu Şeyden Fazlasıyla Cevâb Veren Kimse Babı212[104]
74- Bize Âdem (ibn Ebî Ġyâs) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ġbnu Ebî Zi'b, Nâfi'den; o da Ġbn Umer (R)'den; o da Peygamber (S)'den tahdîs etti. Ve keza (Âdem, o da ibn Ebî Zi'b'den), o da Zuhrî'den; o da Sâlim'den; o da Ġbn Umer'den (Ģöyle demiĢtir): Bir kimse Peygamber'den: Ġhrama giren (insan) ne giyer? diye sordu. Peygamber (S): "Ne gömlek, ne sarık, ne don, ne bornus, ne çehrî veya zağferân ile boyanmış bir kumaş giyer. Na'leyn bulamadığı takdirde mest 212[104] Suâl husûsî, cevâb umûmî olursa, .sorulandan fazlasıyla cevâb vermek caizdir Usûlcülerin: "Cevâbın suâle mutabık olması îcâb eder" sözündeki mutâbakaat tan maksad, cevâbda ziyâde olmaması değildir; ondan murâd, cevâbın sorulan hükmü ifâde edici olmasıdır (Kastallânî). Bu son iki babın hadîsleri "Hacc Kitâbı"nda da gelecek ve açıklamalar orada verilecektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/285.
228
giysin ve onları topukların altına varıncaya kadar kessin" buyurdu.
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
229
3- KİTÂBU'L-VUDÛ' (ABDEST ALMA KİTABI)213[1]
1- Abdest Almak Hakkında Gelen Şeyler Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: "Ey îmân edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve başlarınızı mesh edip, her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın.
213[1] Daha önce (îmân Kitâbı'nın baĢında) de zikretmiĢtik ki, Buhârî, kitabını evvelâ "Vahy Babı" mukaddimesiyle baĢlatmıĢ, bundan sonra fıkıh bâblarına Ģâmil olan diğer kitâbları sırasıyle zikretmiĢtir. îmân Kitabı ile ilim Kitâbı'nı, îmân Kitâbı'nın baĢında zikrettiğimiz ma'nâdan dolayı öne geçirmiĢti. Ondan sonra ibâdetlerle ilgili olan kitâbları zikre baĢladı. Ġbâdetlerle ilgili kitâbları muamelât, âdâb, hudûd... gibi iĢlerle ilgili diğer kitâblardan evvel getirdi. Çünkü bunların îmân ve Ġlim Kitâbları'nın ardından zikredilmesi daha münâsibdir. Zîrâ ibâdetlerin aslı ve dayanağı îmândır. Abdest almadan sonra diğer ibâdetlerden önce bütün nevi'leriyle Namaz Kitâblarını getirdi. Çünkü namaz, kitâbda ve sünnette îmânın arkasından gelicidir. Çok devretmesinden dolayı onu bilmek ihtiyâcı daha Ģiddetlidir. Namaz Kitâbı'ndan evvel Abdest Alma Kitâbı'nı getirdi. Çünkü abdest alma, namazın Ģartıdır. Bir Ģeyin Ģartı ise kendinden öne geçer. Bâzı Buhârî nüshalarında "Taharet Kitabı" Ģeklinde gelmiĢ, bunun ardından da "Abdest alma hakkında gelenler babı" gelmiĢtir. Bu Ģekil daha münâsibdir. Çünkü Tahâret ( = Temizlik) abdest almadan daha umûmîdir... (Umdetu'l-Kaarî, s.641). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/286.
230
Cünüb olduysanız boy abdesti alın... " (el-Mâide: 5/6) 214[2].
Ebû Abdillah Buharı Ģöyle dedi: Peygamber (S), abdest almada farz olanın azaları birer defa yıkamak olduğunu beyân eyledi215[3]. ve keza kendisi azaları ikiĢer defa ve üçer defa yıkadı. Ve üçer defadan fazla
214[2] Bu âyette abdest alma, gusul etme ve suyun yokluğunda veya suyu kullanmaya mânı' hâllerde teyemmüm yapma esâsları, farzları takrîr ve tesbît edilmiĢtir. Bu üç çeĢit temizlik en-Nisâ: 4/43. âyetinde de bildirilmiĢtir. Abdest, hadesten taharet yânî i'tibârî ve görülmeyen bir kirlilikten temizlik olduğu için, bununla necasetten taharet için olan yıkamayı birbirine karıĢtırmamalıdır. Necasetten taharette pislik iyice zâil oluncaya kadar yıkamak ve icâbına göre oğmak veya silmek lâzım ise de, abdestte bu iki temizliğe mâni' olan kir ve pislikler daha evvel giderilmiĢ bulunacağından, görülmeyen hadesi gidermek için bir defa yıkamak kâfi olabilir; farzı bu kadardır. Çünkü emr tekrar îcâb etmez, fakat iki daha iyidir ve üç defa tekrar sünnettir... Abdestin, guslün, teyemmümün hikmeti maddî nezâfet ve ma'nevî taharettir... (Hakk Dini, II,1587). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/287. 215[3] Buna ayrılmıĢ olan bir bâbda mevsûlen zikredeceği bir ta'lîkdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/287.
231
yıkamadı216[4]. Ġlim ehli abdest almakta suyu israf etmeyi ve Peygamber'in fiilinden öteye geçmeyi kerîh gördüler217[5].
2- Bâb: "Tahâretsiz (Yânî Abdestsiz) Hiçbir Namaz Kabul Olunmaz" 218[6].
l-.......Bize Ma'mer, Hemmâm ibn Münebbih'ten haber verdi ki, o Ebû Hureyre (R)'den Ģöyle derken iĢitmiĢtir: Rasûlullah (S): "Kendisinde hades meydana gelen kimsenin namazı, o kimse abdest almadıkça
216[4] Bu da kendisine ayrılmıĢ olan bir bâbda mevsûlen zikredeceği bir ta'lîkdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/287. 217[5] Buhârî bununla Ġbn Ebî ġeybe'nin ve Ġbn Mâce'nin bâzı sahâbî ve tabiîlerden bu ma'nâda rivayet ettikleri hadîsleri iĢaret etmiĢtir. Bâzı Ģarihler de: Buhârî'nin bu sözü, üç defadan fazlayı men'e dâir olan icmâın nakline iĢarettir, demiĢlerdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/287. 218[6] Bu bâb ismi, Müslim'in ve diğer muhaddislerin tahrîc ettikleri bir hadîsin lâfzıdır. Bu hadîsin birçok tarikleri vardır, fakat bunlar içinde Buhâri'nin Ģartına uygun olanı yoktur. ĠĢte bu sebebden dolayı onu bâb ismi olarak zikretti de bâbın altında Ebû Hureyre hadîsini getirdi. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/287.
232
kabul olunmaz" buyurdu. Hadramevt ahâlîsinden bir kimse: "Yâ Ebâ Hureyre, hades nedir?" diye sordu. Ebû Hureyre: "Sessiz veya sesli yel" cevâbım verdi 219[7].
3- Abdest Almanın Fazileti Babı
Ve abdest alma izlerinden dolayı yüzleri nurlular, elleri ve ayaklan sekililer.
2-........Bize Leys, Hâlid (ibn Yezîd-139)'den; o da Saîd ibn Ebî Hilâl (135)'den; o da Nuaym elMucmir'den tahdîs etti; o Ģöyle demiĢtir: Ben Ebû Hureyre ile beraber mescidin arkasına çıktım, akabinde Ebû Hureyre (R) abdest aldı da Ģöyle dedi: Ben Peygamber (S)'den iĢittim, Ģöyle buyuruyordu:
219[7] Ebû Hureyre'nîn hades nevi'lerinden yalnız bu ikisini söylemesi ya diğerleriyle evleviyyetle namaz kılmamıyacağını kasdetmesinden, yâhud Hadramevtli sorucunun, namaz esnasında musallîden vâki' olabilecek hadesleri sormuĢ olmasından dolayıdır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/288.
233
"Benim ümmetim kıyamet gününde bedenlerindeki abdest alma izlerinden dolayı yüzleri nurlular, elleri, ayaklan sekililer diye çağırılacaklardır".
Ebû Hureyre: Artık bu parlaklığını daha ziyâde artırmağa kimin gücü yeterse yapsın, dedi 220[8].
4- Bâb: (Abdestli Kimse Abdestinîn Bozulduğunu) Kesinlikle Bilmedikçe Şübheden Dolayı Abdest Almaz
3........ Bize Zuhrî, Saîd îbn Müseyyeb'den; o da Abbâd ibn Temîm'den; o da amucası (Abdullah ibn Zeyd-63)'ndan tahdîs etti ki, bu Abdullah ibn Zeyd (R) namazda iken kendisinde bir Ģey (yânî hades) vukuunu hayâl eden kimsenin hâlini Rasûlullah'a arz eylemiĢ.
220[8] Peygamber'in buradaki sözü, abdest almanın faziletine ve abdest organlarında abdest suyunun değdiği yerlerin âhırette ayrı bir parlaklık ve nûrlulukta olacaklarına açıkça delâlet etmektedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/289.
234
Rasûlullah (S) da: "Bir ses veya bir koku duymadıkça namazdan çıkmasın" buyurmuĢtur 221[9].
5- Abdest Almakta Hafifletme Babı
4-.......Bize Sufyan (ibn Uyeyne), Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti. Amr Ģöyle dedi: Bana Kurayb (98), ibn Abbâs (R)'tan haber verdi (ki Ģöyle demiĢtir): Peygamber (S) bir gece uyudu, hattâ horladı. Ondan sonra (abdest almaksızın) namaz kıldı. Bu sözü îbn Abbâs'ın: Uzanıp horladı, ondan sonra kalkıp namaz kıldı, tarzında söylediği rivayet olunuyor. (Alî ibn Abdillah el-Medînî Ģöyle dedi:) Sonra bu hadîsi Sufyan, bize birçok defalar kâh uzun, kâh kısa olarak Amr'dan, o da Kurayb'dan, o da Ġbn Abbâs'tan
221[9] Bu hadîste Ġslâm'ın asıllarından bir asıl ve fıkhın kaaidelerindenbir kaaide vardır. O da, eĢya, aksi kesinlikle bilininceye kadar asılları üzerinde bekaa ile hükmedilir; birden meydana geliveren Ģekk onlara zarar vermez kaaidesidir. Âlimler bu kaaide üzerinde ittifak etmiĢlerdir, fakat kullanma keyfiyyetinde, yânî uygulamada görüĢ ayrılıkları vardır... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/289.
235
olmak üzere tahdîs etti222[10]. Ġbn Abbâs Ģöyle demiĢtir: Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Geceleyin Peygamber (S) kalktı. Gecenin bir kısmı olunca Peygamber kalktı ve asılı duran küçük bir tulumdan hafif bir abdest aldı. -Amr bu abdestin pek hafif ve pek az su ile olduğunu söylüyordu- Ve kalkıp namaza durdu. Ben de onun aldığı gibi abdest aldıktan sonra gelip sol tarafında namaza durdum. -Sufyan belki yine solu ma'nâsına olan "ġimâlihi" demiĢtir.- Peygamber benim yerimi değiĢtirdi; beni sağ tarafına geçirdi. Sonra Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı. Ondan sonra uzanıp uyudu; hattâ horladı. Sonra munâdî (yânî müezzin) Ona gelip namaz vaktinin girdiğini haber verdi. Bunun akabinde müezzin kalkıp Peygamber'in maiyyetinde namaza çıktı. Peygamber (tekrar) abdest almadığı hâlde namazı kıldırdı. (Sufyan ibn Uyeyne Ģöyle dedi:) Biz Amr ibn Dînâr'a: Ġnsanlar,
222[10] Yânî Sufyan ibn Uyeyne, babın hadîsini Amr'dan bir defa mücmel muhtasar, bir defa da mufassal olmak üzere, iki kerre rivayet etmiĢtir. Bâb ismi için tesbit edilen, ikincisidir. Buhârî icmali ikincisine ilâve etti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/290.
236
Rasûlullah'ın uyur, amma kalbi uyumaz derler; (ne dersiniz)? diye sorduk. Amr: Ben Ubeyd ibn Umeyr'den iĢittim: Peygamberlerin ru'yâları vahiydir, diyordu. Ubeyd bu sözden sonra da "Ben seni ru'yâmda boğazlıyorum görüyorum... " (es-Saffât: 37/102) âyetini okudu, dedi 223[11] 223[11] Amr ibn Dînâr: Evet insanların söyleyegeldiği Ģey hakktır. Çünkü ben Ubeyd ibn Umeyr'den iĢittim: Peygamberlerin ru'yâsı vahiydir, dedikten sonra: "İbrahîm: Oğulcuğum, ben seni ru 'yâmda boğazlıyorum görüyorum, dedi" âyetini okudu. -Bunu Müslim merfû' olarak rivayet etti.- Binâenaleyh, onların kalblerinin, kendilerine vahyedilen Ģeyleri bellemeleri için uyumamaları îcâb eder. Nitekim söyleyen söyledi ve söyleyiĢi de güzel yaptı: "Peygamber'in ru'yâsında vahy inkâr olunmaz. Çünkü onun öyle bir kalbi vardır ki, gözü uyuduğu zaman kalbi uyumaz" (edDihlevî, Bûsirî'nin Bür'e Kasîdesi'nden) Peygamber'in kalbinin uyumaması, abdestinin bozulmadığına delâlet etmiĢtir. Hadîsteki âyet, Ġbrâhîm Peygamber'in Ġsmâil veya Ġshâk'ı boğazlamaya me'mûr olduğunu haber veren âyettendir; tamâmı Ģöyledir: "Artık o (oğul İbrâhîm'in) yanında koşmak çağına erince (babası): 'Oğulcağızım'dedi, 'Ben seni ru'yâmda boğazlıyorum görüyorum. Bak artık ne düşünürsün'. (Oğlu) dedi: 'Babacığım, sana edilen emir ne ise yap. İnşaallah beni sabr edenlerden bulacaksın '" (es-Saffât: 37/102). Bu gece namazının bir rivayeti Ġlim Kitâbı'nda da geçmiĢti. Bunda Rasûlullah'ın gece uykudan uyanınca asılı duran kilçük bir tulumdan pek hafîf bir abdest aldıktan sonra gece namazı kılıp tekrar uyuduğu ve müezzinin sabah namazı vaktinin geldiğini haber vermesi üzerine, onunla birlikte hemen namaza çıktığı, fakat bu sefer abdest almadığı zikredilmektedir. Hadîsin baĢlığa delâleti, bu pek hafîf abdest alma keyfiyetidir.
237
6- Abdest Almayı Tam Ve Kâmil Yapmak
Babı
Ġbn Umer: "Ġsbâğu'l-vudû' her abdest uzvunu pampak kılmaktır" dedi 224[12].
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/291. 224[12] el-Ġsbâğ: Bir nesneyi itmam ve ikmâl eylemek ma'nâsınadır... Ġsbâğu'l-Vudû' bundan alınmıĢtır ki, suyu her uzva gereği gibi hakkı üzere verip itmam ve ikmâl eylemekten ibarettir (Kaamûs Ter.). Bu, Kur'ân'da da bu ma'nâda geçmektedir: "Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini Allah'ın muhakkak sizin için musahhar kıldığını, açık ve gizli birçok ni'metlerini sizin üzerinize bol bol tamamladığım görmediniz mi?.." (Lukmân: 31/20) "Tam ve kâmil işler yap... " (Sebe: 34/11). el-Ġnkaa: Bir nesneyi pak ve pâkize kılmak ma'nâsınadır. Buradaki ta'lîki, yânî ibn Umer'in "Ġsbâğ" kelimesine âid tefsirini, Abdurrazzâk kendi Musannaf'ında mevsûl olarak sahîh bir senedle tahrîc eylemiĢtir. Ġsbâğ, lügatte ikmâl ve itmamdır. Abdest almakta ise suyu abdest yerlerine ulaĢtırmak ve her uzva hakkını tam vermek demektir. Bu, farzdır. Üçleme, beyazlığı ve nûrlandırmayı uzatma, kirleri ovalamak suretiyle azaları pampâk eylemeye gelince, bunlar sünnetler, müstehâblar ve âdâblardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/292.
238
5-.......Kurayb'dan, o da Usâme ibn Zeyd (R)'den tahdîs etti. Kurayb Usâme'den iĢitti ki Ģöyle diyordu: Rasûlullah (S) Arafat'tan geriye hareket etti. Dağ yoluna girince inip su dökdü. Ondan sonra abdest aldı, fakat abdesti hafif aldı. Ben: Namazı kılacak mısın yâ Rasûlallah? diye sordum. "Namaz ileride (kılınacak)" buyurdu. Yine bineğine bindi. Muzdelife'ye varınca indi ve abdest aldı. Bu sefer abdest almayı tam ve kâmil yaptı. Sonra namaz ikaamet edildi de akĢam namazını kıldırdı. Ondan sonra herkes devesini kendi durağında çökertti. Sonra yatsı namazı ikaame edildi. Yine namazı kıldırdı ve iki namaz arasında hiçbir namaz kılmadı 225[13].
7- Bir Avuç Dolusu Sudan İki Eli (Birleştirmek Sureti) İle Yüz Yikamak Babı
225[13] BaĢlığa uygunluğu "Peygamber bu sefer abdest almayı tam ve kâmil yaptı" sözündendir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/292.
239
6-.......Bize Süleyman ibn Bilâl, Zeyd ibn Eslem'den; o da Ata ibn Yesâr'dan; o da Ġbn Abbâs'tan haber verdi, ibn Abbâs (R) abdest aldı da yüzünü yıkadı. ġöyle ki, bir avuç su alıp ağzını çalkaladı ve burnuna su çekti. Sonra bir avuç su alıp onunla Ģöylece, yânî sağ avucunu diğer avucu ile birleĢtirip yüzünü yıkadı. Yine bir avuç su alıp sağ elini (yânî kolunu) yıkadı. Yine bir avuç su alıp sol elini yıkadı. Sonra baĢını mesh etti. Sonra bir avuç su aldı ve sağ ayağını yıkayıncaya kadar onu azar azar üzerine döktü. Sonra diğer bir avuç daha su aldı ve onunla ayağını, yânî sol ayağını (yine öylece) yıkadı. Ondan sonra: Rasûlullah(S)'ı, gördüm iĢte böyle abdest alıyordu226[14], dedi.
226[14] Ġbni Abbâs bu hadîsinde abdest alma iĢini uygulamalı olarak en güzel Ģekilde ta'rîf edip göstermiĢ, sonunda: Rasûlullah'ı iĢte böyle abdest alıyor gördüm demekle de bunun bizzat Rasûlullah'ın abdest alıĢı olduğunu bildirmiĢ oluyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/293.
240
8- Her Hâl Üzerine Ve Cinsî Münâsebet Sırasında "Bismillah" Demek Babı227[15]
7-....... Bize Cerîr, Mansûr'dan; o da Salim ibn Ebi'l-Ca'd (l00)'dan; o da Kurayb'dan; o da Ġbn Abbâs (R)'dan tahdîs etti. Ġbn Abbâs, bunu Peygamber'e ulaĢtırıyordu. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Herhangi biriniz eşine (cinsî münâsebet için) geldiği zaman Bismillah, Allâhumme cennibnâ'şşeytâne ve cennibi'ş-şeytâne mâ razaktenâ (= Allah'ın ismiyle, yâ Allah, bizleri şeytândan uzaklaştır ve şeytânı da bize ihsan ettiğin çocuktan uzak kıl) der de, onların arasında bir çocuk takdir olunursa, şeytân o çocuğa zarar veremez" 228[16]. 227[15] Bu her hâl üzerine, yânî tâhir, abdestsiz, cünüb olması hallerinde "Bismillah" demek, Allah'ı anmak hakkında bir bâbdır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/293. 228[16] Abdest almak öncesi "Bismillah" demek hakkında Peygamber'in sözünden olarak rivayet edilen "Abdest almağa Bismillah demeyenin abdesti yoktur" hadîsi râvîlerinin bâzısı mesturetu'l-hâl( = yâni gizli hâili kadınlar) olması sebebiyle Buhârî'nin Ģartı üzere olmayınca, Buhârî, abdest almak için "Bismillah" demenin sünnetliğini bu bâbda getirdiği hadîsle isbât etmiĢtir. Çünkü getirdiği bu hadîs, Allah'ı anmaktan en
241
9- Halâya Girerken Ne Söyleyeceği Babı
8- Bize Âdem (ibn Ebî Ġyâs) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġu'be, Abdu'l-Azîz ibn Suheyb'den tahdîs etti. Abdu'1-Azîz Ģöyle dedi: Ben Enes (R)'ten iĢittim, Ģöyle diyordu: Peygamber (S) halâya girdiği zaman "Allâhumme innî eûzu bike mine'l-hubusi ve'l-habâisi (= Yâ Allah, ben hubusten ve habâisten sana sığınırım)" der idi 229[17].
uzak hâl olan cinsî münâsebet sırasında "Bismillah" demenin müstehablığına delâlet etmektedir, öyleyse, abdest almakta da "Besmele" çekmeye evlâ tarikiyle delâlet eder (ġah Veliyyullah). Böylece hadîs, baĢlığın her iki Ģıkkına da delâlet edip uygun düĢmüĢ oluyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/294. 229[17] Bu iki lâfız ile yapılan dua Peygamber'in "cevâmi'u'lkelim" sözlerindendir. Bu iki kelime birçok ma'nâlara geliyor: Hubus, Ģeytânların erkekleri; habâis de onların diĢileridir, demiĢlerdir. Kezâlik habâis, mutlak olarak Ģeytânlar, ma'siyetler, kötülenmiĢ fiiller ve düĢük huylar; hubus da küfür, fücur, isyan, mutlak olarak Ģerr ma'nâlarına gelir. Ġbnu'l-A'râbî hubus'u, bir kerre mekruh, yânî istenilmeyen Ģey diye tefsîr ettikten sonra, bu ma'nâyı tafsîl ederek, mekruh iĢlerin nevi'lerine göre baĢka baĢka ta'bîrler ile beyân edildiğini ve meselâ habîs kelâma Ģetm, habîs dîne küfr, habîs taama haram, habîs içkiye dârr denildiğini söylüyor. ĠĢte hubus ile habâis'ten
242
(Buhârî dedi ki): Muhammed ibn Ar'are, bu hadîsi ġu'be'den rivayet etmekte Âdem ibn Ebî Ġyâs'a mutâbaat etti230[18]. Ve Gunder, ġu'be'den: "Halâya geldiği zaman" dedi. Musa ibn Ġsmâîl ise, Hammâd ibn Seleme' (167)'den: "Halâya girdiği zaman" dedi. Saîd ibn Zeyd de Ģöyle dedi: Bize Abdu'1-Azîz ibn Suheyb tahdîs etti: "Halâya girmek istediği zaman" 231[19].
sakınmak, bu söylediğimiz Ģeylerin hepsinden sakınmak demektir (Tecrîd Ter., 1,114). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/294. 230[18] Velhâsıl Muhammed ibn Ar'are bu hadîsi ġu'be'den, Âdem'in ġu'be'den rivayet ettiği gibi rivayet etmiĢtir, iĢte bu tam mutabaattır, bunun fâidesi sırf takviyedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/295. 231[19] Buhârî bu ta'lîkleri, kitabının baĢka yerlerinde vasl etmiĢtir. Bu rivayetlerin lâfızları muhtelif ise de ma'nâları birbirine yakın olup, bir. ma'nâya dönerler, o da, Peygamber'in halâya girmek istediği zaman bu duayı söyler olduğudur. Müellif, halâdan çıkmak akabinde söyler olduğu Ģeyi, Ģartına uymadığı için zikretmedi. Hu hususta Ġbn Hıbbân ve Ġbıı Huzeyme de ÂiĢe'den: Rasûlullah (S) gaair'ten çıktığı zaman Gufrâneke der idi; ibn Mâce de Enes'ten Haladan çıklığı zaman Elhamdu lillâhi'llezi ezhebe annî"l-ezâ ve âfâni; Dârakutnî de Ġbn Abbas'tan: Elhamdu lillâhi'llezi ahraca annî ma yu 'zini ve emseke aleyye ma yenfaunni rivayetleri vardır (Kastallanî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/295.
243
VAHY BÂBI
3
1- Bâb1[1]: Rasûlullah'a -Allah O'na Salât Ve Selâm Etsin- Vahyin Başlangıcı Nasıl Olduğu2[2] Ve Zikri Yüce Olan Allah'ın Şu Kavli:
1[1] Ebû Zerr (434/945) ve Asîlî (392/1001) rivayetinde "bâb"sız; diğerlerinde "bâb" sözüyledir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/141. 2[2] Musannif Buhârî'ye, kitabına maksadından haber verir bir hutbe ile başlamamış olduğu ve bir de Hamdele ve Şehâdet'le başlamadığı için i'tirâz edilmiştir. Bu iki i'tirâza cevâb: Hutbede kendisinden hiç ayrılınmayacak bir tek siyâk vâcib olmaz. Hutbeden garaz, maksada delâlet edecek bir şeyle başlamaktır. İmâm Buhârî, kitaba, "Vahyin başlaması" unvanı ve amelin niyetle birlikle devr edici olduğuna müştemil olup maksadına delâlet eyleyen hadîsle başlamıştır. Sanki o: "Ben, mahlûkaatın hayırlısından alınmış olan sünnet vahyini öyle bir veçhile toplamayı kasdettim ki, bunda amelimin güzelliği ve kasdım zahir olacaktır: Kişi için ancak niyet ettiği şey vardır" demekledir. Binâenaleyh tasrîh etme yerine telvîhle, yâni parıldatmakla iktifa etmiştir. Zâten o, bu kitabın başlıklarının çoğunda, bu yola gitmiştir. Kitabına hamd ve şehâdetle başlamadığı i'tirâzına cevâb şudur: Ebu Dâvûd ve diğerlerinin Ebû Hureyre'den rivayet ettikleri: "El-hamdu liliahi İle başlanılmayan her şerefli iş, kesiktir." "İçinde şehâdet kelimesi bulunmayan her hutbe kesik el gibidir." hadîsleri, Buhârî'nin şartı üzere değillerdir. Bunların her ikisi hakkında söz vardır. Biz bunların hüccetliğe elverişli olduklarını kabul ettik; fakat, bu iki hadîste hamdele ve şehâdetin söyleme ve yazmada beraberce vâcib olacağı hükmü yoktur. Muhtemel ki Buhârî kitabını ortaya koyma sırasında diliyle nutk olarak hamdetmiş ve şehâdetleri söylemiştir de, "Besmele" ile yetinerek, bunları yazmamıştır. Çünkü üç şey, yânî Besmele, hamdele ve teşehhûd'ü bir yere toplayacak olan mikdâr, Allah'ı anmaktır. O da Besmele ile hâsıl olmuştur. Bunu, Kur'ân'da ilk nazil olan "Rabbinin ismiyle oku!" kelâmı da te'yîd
4
"Nuh'a, ondan sonraki peygamberlere vahy ettiğimiz ve İbrahim'e, İsmâil'e, İshâk'a, Ya'kûb'a, evlâdlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahy eylediğimiz ve Dâvûd'a Zebûr verdiğimiz gibi,
etmektedir. Binâenaleyh yazmada Kur'ân'a uyma yolu. Besmele ile başlamak ve yalnız onu yazmaktır. Bilhassa bu, birinci babın ihtiva ettiği şeyleri söylemekte uygun düşmüştür. Çünkü bizzat maksûd olan bu babın hadîsleridir. Keza Rasûlullah'ın hükümdarlara yazdığı mektûblarıyle, hükümler hakkındaki mektûblarının hamdele ve diğerleri olmaksızın, sâdece Besmele ile başlatılmış olmalarıyle, yazmada Besmele'nin yeteceğini te'yîd eder. Buhârî, hamd ve şehâdet lâfızlarına risale ve vesikalarda değil de, ancak hitabelerde ihtiyaç olunacağım iş'âr eder. Musannif, kitabını hutbe ile başlatmayınca, içindekilerle öğrenme ve öğretme yönünden faydalanmaları için, bunu ilim ehline yazılmış-mektûblar mecrasına akıtmıştır. Bu babın şerhinde daha birçok cevâblar verilmiştir ki, onlarda tefekküre meydân vardır....(İbn Hacer). Bana göre, buradaki vahyin ma'nâsı, ibaresiyle telâffuz edilmiş ve tilâvet olunmuş bulunan vahiy, yânî Kur'ân ile hadîs denilen gayr-ı metluvv vahiydir. Bu ifâde, müslümânların dillerindeki "Nasıl başladı? Nereden geldi? Bizim yanımıza hangi cihetten vâki' oldu?" şeklinde söylenen ta'bîrlerdendir. Bu suâlin cevâbı: "O bizim yanımıza güvenilir âlimlerden, onlara da sahâbîlerden, onlara da Peygamber'den, ona da Allah'ın ona vahyetmesinden vâki' olmuştur" kelâmıdır. Bâb içinde Allah'ın bu işleri Peygamber'e vahyetmesinin bizce şübhesiz ve mütevâtir bir husus olduğuna delâlet eden hadîsler vardır (Şah Veliyyullah). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/141-142.
5
şübhesiz Sana da vahyettik biz." (en-Nisâ: 4/163)3[3]
1- Bize Humeydî Abdullah ibn Zubeyr (öl.219) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne (öl.198) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Yahya ibn Saîd el-Ensârî (143? 146) tahdîs edip Ģöyle dedi; Bana Muharamed ibn Ġbrahim et-Teymî (120-121) haber verdi ki, kendisi Alkame ibn Vakkaas el-Leysî (63? - 83?)'den Ģöyle
3[3] Âyetin bâb başlığına münâsebeti, Peygamberimize yapılan vahyin sıfatı, kendinden önce gelip geçmiş peygamberlere yapılan vahyin sıfatına uygun olması cihetindendir. Buhârî, bu âyeti kitabının başına, vahyin bütün peygamberlerde Allah'ın bir sünneti, bir kanûnu olduğunu isbât gayesi için almıştır. "Muhakkak biz sana, tıpkı Nuh'a ve ondan sonraki bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik." Yânî, mücerred bir ilham, bir sâniha, bir firâset değil; bütün peygamberlerde kaanûn olan bir vahiy ile vahyettik. Sana olan vahiy, o peygamberlerde cereyan eden ve onları peygamber tanıtan vahiylerin bütün nevi'lerini hâiz ve onların hey'et-i mecmuasına mümasildir. Binâenaleyh seni onlardan tefrîk etmek küfür ve inâddan başka birşey değildir. Sen, ilk gelen bir peygamber değilsin; Nûh'dan sana gelinceye kadar nice peygamberler gelmiştir... Nübüvvetin künhü, bir Allah vergisi olan vahy-i mahsûstur. Bütün peygamberler böyle İlâhî vahy ile peygamber olmuşlardır. Sana da bütün onlara vahy olunduğu gibi vahyolunmuştur ve sen de onların cümlesinin vahiy sureti tecellî etmiş ve sana indirilen Kitâb, bu suretle indirilmiştir... (Hakk Dîni, II, 1524-1525.) Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/142-143.
6
derken iĢitmiĢtir: Ben Umer ibn el-Hattâb -Allah ondan râzî olsun- (20)'dan iĢittim, minber üzerinde Ģöyle dedi: Ben Rasûlullah (S)'dan iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan şey ancak odur. Artık her kim nail olacağı bir dünyâ (malı) veya nikâh edeceği bir kadından dolayı hicret etmiş ise, onun hicreti (Allah'ın ve Rasûlü'nün rızâsına değil), hicret etmiş olduğu şeyedir"4[4].
4[4] Buhârî, bu "Niyet Hadîsi"ni çok büyük bir dikkat ve titizlikle topladığı kitâbına başlangıç yapmakla, bunun el-Câmi'u's-Sahîh içindeki mevkiini, Fâtiha'nın Kur'ân-ı Kerîm içindeki mevkii yerinde tutmuştur. Böylece Buhârî. niyetin insan hayatındaki büyük ehemmiyetini belirtmiş oluyor: Şübhesiz şer'î hükümler ve dînî mükellefiyetler iki esâs üzerinde tezahür eder: a. Kalbin bir şeye yönelmesi, onu kasdetmesi, o şeye varması, onu kabullenmesi şeklinde tezahür eden kalbî ameller; b. Organlarla yapılan her türlü ameller, yânî hareketler, işler ve davranışlar. Niyet hadîsi bütün kalbi amelleri içine aldığından, dînin yarısını toplamıştır. Bütün amellerin oluşu ve ayrıca değer kazanması, evvelâ içimizdeki gizli niyetlere, ikinci olarak da organların görünürdeki fiil ve harekellerine dayanmakladır... Buhârî bu hadîsi, Sahîh'ınin diğer altı yerinde, başka başka şeyhleri yolundan getirmiştir: îmân, Itk, Menâkıbu'l-Ensâr (Hicretu'n-Nebî), Nikâh, Eymân ve'n-Nuzur, Hıyel (Terku'l-Hıyel babında). Bu hadîs, kişinin bir nevi' hareketinin kıymeti niyetinin nev'ine bağlı bulunduğuna ve herkesin sevâb ve ikaaba nâiliyeti, niyet ettiği hayr ve
7
2- Bize Abdullah ibn Yûsuf (217-218?) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Mâlik ibn Enes (179), HiĢâm ibn Urve(61-146)'den, o da babası Urvetu'bnu'z-Zubeyr (20-94/97?)'den, o da mü'minlerin annesi ÂiĢe (58;R)'den haber verdi ki (Ģöyle demiĢtir:) Haris ibn HiĢâm (18, R), Rasûlullah(S)'dan: ―Yâ Rasûlallah, sana vahy nasıl gelir?‖ diye sordu. Rasûlullah: "Bâzı vakitlerde bana çıngırak sesi gibi gelir ki, bana en ağır geleni de budur. Benden o hâl gider gitmez, (meleğin) bana söylediğini iyice bellemiş
şerrden ibaret bulunduğuna delâlet etmektedir. Buna göre, her nevi' hareketimiz üzerinde niyetin pek büyük te'sîri vardır. Böyle yüksek bir hakîkati bildirmekte olduğu için, bunu müelliflerin çoğu kitâblarının başına geçirmişlerdir. Buhârî de Sahih'ine bu hadîs ile başlamıştır. Ebû Dâvûd: Rasûlullah'ın beş yüz bin hadîsini yazdım. Sonra bunlardan hükümlere dâir olan 4800 hadîs seçtim. Zühd'e, faziletlere dâir olanları tahrîc etmedim. Bu hadîslerden dördü insanın dînî hususlarında kâfidir, demiş ve bu niyet hadîsini bu dört hadîs içinde birinci olarak zikretmiştir (Sünen'ın baş tarafındaki hâl tercemesi). Bunun sebebi, bu hadîste vicdanî temayüllerin, her çeşit hareket ve fiillerin iyi veya kötü olmasının ölçüsü niyetler olduğunun ve her fiil ve hareketin îcâb ve terkinde niyetin hâkim bulunduğunun teblîğ buyurulmuş olmasıdır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/143-144.
8
olurum. Bazen de melek bana bir insan olarak temessül eder, benimle konuşur, ben de söylediğimi iyice bellerim" buyurdu5[5]. ÂiĢe (R) Ģöyle dedi: Rasûlullah'ı, soğuğu pek Ģiddetli bir günde kendisine vahy inerken
5[5] Vahy'in mâhiyeti peygamberlerden başkalarınca bilinemez. Diğer kimselerin vahyi ta'rîfe kalkışması körlerin renklerden bahsetmeleri kadar yakışıksızdır. Ancak vahyin mertebeleri, nevi'leri ve vahyin nüzulü zamanında hâzır olanların müşahede ettikleri bâzı eserleri vardır ki, onlardan bahsedilebilir... Vahy ve iyhâ hakkında şunlar yazılmıştır: İyhâ, vahy göndermektir... Vahy, lugatta risâlet, kitâbet, ilhâm, gizli söz ma'nâlarına gelir. Ve maddenin aslı, sür'at ve seri' işaret ma'nâsınadır. Zeccâc, lugâten umûmî ma'nasını "Gizli bir surette bildirmek" diye ta'rîf etmiştir. Zîrâ sür'at bir gizliliği de gerektirir. Umumiyetle vahy, evvelâ İkiye ayrılmak lâzım gelir ki, biri, Allah'dan başkalarından olan işâret ve bildirme, diğeri de Allah tarafından olan işaret ve bildirmedir. Vahy lügatin esâsında, bunların hepsine şâmil ise de, lügat örfünde ancak Allah tarafından olan işaret ve ilhama isim olmuştur. Mutlak olarak vahy denildiği zaman da bu anlaşılır. Bunun da "Ve mâ kâne tibeşerin..." (eş-Şûrâ: 42/5l) âyetinden anlaşıldığı üzere muhtelif nevi'leri ve peygamberlere mahsûs olup olmayanları da vardır... (Hakk Dîni, II, 1524-1526). Bâb, vahyin beyânı ve keyfiyyetine bağlanmış olunca, Buhârî burada vahy hakkında gelen hadîslerin zikrine başladı. Şu kadar var ki, niyet hadîsini bunlardan Öne geçirmesi el-Câmi'u's-Sahîh'i tasniften Allah'a yaklaşmayı kasdettiğine tenbîh içindir. Çünkü ameller ancak niyetlerledir. Bir de bunda, Peygamber'in Allah'a hicreti, inzivâya çekilip O'na ibâdet ederek yalvarması, Allah'ın da O'na vahy ihsan edip peygamber göndermesi işlerinin başlangıcı vardır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/144-145.
9
görmüĢümdür, (iĢte öyle soğuk bir günde bile) kendisinden o hâl geçtiği vakitte Ģakaklarından Ģapır Ģapır ter akardı.
3- Bize Yahya ibn Bukeyr (104-231) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Leys (93-167) Ukayl(141)'den, o da Ġbn ġihâb(124)'dan, o da Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti. Mü'minlerin annesi ÂiĢe (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah'ın ilk vahy baĢlangıcı uykuda doğru ru'yâ görmekle olmuĢtur. Hiç bir ru'yâ görmezdi ki sabah aydınlığı gibi açık seçik zuhur etmesin. Ondan sonra kalbine yalnızlık sevgisi bırakıldı. Artık Hırâ Dağı'ndaki mağara içinde yalnızlığa çekilip, orada ailesinin yanına gelinceye kadar adedi muayyen gecelerde tehannüs -ki taabbüd demektir- eder ve yine azıklanıp giderdi. Sonra yine Hadîce'nin yanına dönüp, bir o kadar zaman için yine azık tedârik ederdi. Nihayet Rasûlullah'a bir gün Hırâ mağarasında bulunduğu sırada Hak (yânî vahy) geldi. ġöyle ki, ona melek geldi ve: Ġkrâ', (yânî: Oku) dedi. O da: "Ben
10
okumak bilmem" cevâbını verdi6[6]. Peygamber buyurdu ki: "O zaman Melek beni alıp tâkatim kesilinceye kadar sıkıĢtırdı. Sonra beni bırakıp yine: Ġkrâ', dedi. Ben de O'na: Okumak bilmem, dedim. Yine beni alıp ikinci defa tâkatim kesilinceye kadar sıkıĢtırdı. Sonra beni bırakıp yine: Ġkrâ', dedi. Ben de: Okumak bilmem, dedim. Nihayet beni alıp üçüncü defa sıkıĢtırdı. Sonra beni bırakıp: "Yaradan Rabb'ının ismiyle oku.O insanı yapıĢkan bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabb'ın nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. Ġnsana bilmediğini O öğretti.(elAlâk: 96/1-5) dedi".
Bunun üzerine Rasûlullah (kendisine vahy olunan) bu âyetlerle (korkudan) yüreği titreyerek 6[6] Bir rivayette "kaale (= dedi)" yerine "kultu (= dedim)" denilmiştir. Mü'minlerin annesi bu hadîste vahyin başlaması kıssasını Peygamber'den işitmesini tasrîh etmeksizin rivâyet ettiğine nazaran hadîsin mürsel olması hâtıra gelebilirse de "kaale" yerine "kultu" rivayetinin de bulunması ve ondan sonra = Kaale feahazenî" buyurulması, hadîsin merfû' olduğuna işarettir Bakılınca aklen de öyle olması gerekir. Çünkü Hz. Âişe vahyin keyfiyyetini Peygamberimizden işitmese nereden bilecekti? (Ahmed Naîm). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/147.
11
döndü ve Hadîce bintu Huveylid'in yanına girerek: "Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz!" dedi. Korkusu gidinceye kadar vücûdunu sarıp örttüler. Ondan sonra Rasûlullah vâki' olan hâdiseyi Hadîce'ye haber vererek: "Kendimden korktum" dedi. Hadîce (R): "Öyle deme; Allah'a yemîn ederim ki, Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, iĢini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramıyacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, hak yolunda zuhur eden hâdiselerde (halka) yardım edersin" dedi. Bundan sonra Hadîce, Peygamber'i birlikte alıp amcasıoğlu Varakatu'bnu Nevfel ibn Esed ibn Abdi'l-Uzzâ'ya götürdü. Bu zât, câhiliyyet zamanında Hristiyan dînine girmiĢ bir kimse olup Ġbrânîce yazı bilir ve Ġncil'den Allah'ın dilediği mıkdârda bâzı Ģeyleri Ġbrânîce yazardı. Varaka gözlerine körlük gelmiĢ bir ihtiyardı. Hadîce Varaka'ya: - Amcağlu, dinle bak, kardeĢinin oğlu ne söylüyor? dedi. Varaka: - Ne var kardeĢimin oğlu? diye sorunca, Rasûlullah gördüğü Ģeyleri kendisine haber verdi.
12
Bunun üzerine Varaka Ģöyle dedi: ―Bu gördüğün, Allah'ın Musa'ya gönderdiği Nâmûs'tur. Ah keĢke senin da'vet günlerinde genç olaydım! Kavmin seni çıkaracakları zaman keĢke hayâtta olsam!‖ Bunun üzerine Rasûlullah: - "Onlar beni çıkaracaklar mı ki?" diye sordu. O da: - Evet. Senin getirdiğin gibi bir Ģey getirmiĢ (yânî vahy tebliğ etmiĢ) bir kimse yoktur ki düĢmanlığa uğramasın. ġayet senin da'vet günlerine yetiĢirsem, sana son derecede yardım ederim, cevâbını verdi. Ondan sonra çok geçmedi, Varaka vefat etti; Ve o esnada bir müddet için vahy kesildi7[7].
7[7] Varaka'ya âid kıssa "vefat etti" sözüyle son bulmuştur. Onun hayâtı ve ölümü ile vahyin kesilmesi arasında ilişki yoktur. Binâenaleyh "Ve fetera'l-vahyu = Ve vahy kesildi"deki vâv, âtıfa değil isti'nâfiyyedir. İkrâ' Süresi'ndeki ilk âyetlerin inmesinden sonra vahyin bir müddei kesilmesinden ve Cibril'in bir daha görünmemesinden dolayı -diğer rivayetlerden bilindiği üzere- Peygamber'in kalbini o derece hüzün ve gam kapladı ki. kendisini yüksek dağ tepelerinden atıp nefsini helak etmeye bile birkaç kerre teşebbüs etmiş ve her defasında, beraberinde bulunan melek, kendisine görünüp nehyetmiştir. Bu melek rivayete göre İsrafil'dir. Cebrail'in sık sık inmesinden evvel, sırf Peygamber'i
13
Ġbn ġihâb Ģöyle dedi8[8]: Ve bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân (194) haber verdi ki, Câbir ibn Abdillah (93) da -geçen hadîsi rivayet edip- Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S), vahyin kesilmesinden bahsederken söz arasında Ģöyle buyurdu: "Ben (bir gün) yürürken birden bire gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki, Hırâ'da bana gelen melek (yânî Cibril aleyhi's-selâm) semâ ile arz arasında bir kürsî üzerinde oturmuş. Pek ziyâde korktum, (Evime) dönüp: 'Beni örtün, beni örtün' dedim. Bunun üzerine Allah Taâlâ "Ey bürünüp sarınan! Kalk artık korkut.
teselli etmek için, arasıra görünür ve bir iki kelimelik vahy bile tebliğ ederdi. Vahyin kesilme müddeti hakkındaki rivayetler çeşitlidir. En azı onbeş gün, en çoğu üç senedir. Câbir'in rivayet ettiği bundan sonraki hadîsten fetreti müteâkıb, ilk nazil olan âyetler "Yâ eyyühe'l-müddessir.." sûresinin baş tarafları olduğu anlaşılıyor (Ahmed Naîm). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/148. 8[8] Bunun gibisi, yânî muhaddisin isnâdın evvelinden bir yâhud daha fazla râvîyi zikretmemesi ta'lîk diye isimlendirilir. Böyle hadîse muallak hadîs denilir. Buhârî ta'lîkı, ancak hadîs kendi nazarında müsned olduğu zaman yapar. Bu müsnedlik ya daha önce geçen isnâd ile, yâhud da diğer bir isnâd ile sabittir... Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/148.
14
Rabb'ını büyük tanı. Elbiselerini temizle. Azabı terk eyle!" (el-Müddessir: 74/1-5) âyetlerini indirdi. Arlık vahy kızıştı da arka arkaya devam etti." Bu hadîsi Leys'ten rivâyet etmekte Abdullah Ġbn Yûsuf ile Ebû Salih (140-224), isnâdın baĢında bulunup Buhârî'nin Ģeyhi olan Yahyâ ibn Bukeyr'e mutâbaat etmiĢlerdir9[9]. Ve yine bu hadîsi Zuhrî'den 9[9] Bu, "mutâbaat" sözünün geldiği ilk yerdir. Buhârî, Sahih'inin içinde mutâbaat sözünü çok kullanmıştır. Bunun için mutâbaat ta'bîrinin ma'nâsmı iyice bellemek lâzımdır: Hadîsin "mutevâtir", "meşhur", "mustefîz", "aziz" nevî'leri makbul olup "garîb (ferd)" nev'inin kimi makbul, kimi merdûddur. "Garîb hadîs" diğer deyişle "Ferd hadîs", hangi tabakada olursa olsun bir tek şahıs tarafından rivayet edilen hadîstir. Böyle bir hadîs, diğer bir yoldan veya yollardan rivayet edilmiş olmakla ferdlikten ve sıhhatına delâlet eden diğer bâzı karinelerin eklenmesiyle zaîflıktan kurtulur. Ferd zannolunan bir hadîsin diğer tarik veya tarîklerden acaba râvîsi var mıdır? Diğer hadîscilerce bu hadîs tanınmış mıdır? diye hâlini araştırmağa, ıstılahta "i'tibâr" denir. Câmi'ler, müsnedler, cüz'ler gibi hadîs kitâblarından araştırmak netîcesinde ferd olan hadîsin başkası tarafından da rivayet edildiği tebeyyün ederse, bu hadîs artık ferdlikten kurtulmuş ve "mutâba" yâhud "mutâba'un aleyh" olmuş olur. Mutâba' hadîsin râvîsine de mutâba'un aleyh derler. İkinci, yânî sonradan bulunan râvîye de "mutâbi" ve hadîsine "tâbi" denir. Mutâbi' hadîsi kimden rivayet etmiş ise, o şahsa da "mutâba' aleyh" adı verilir. Hâsılı mutâbaat, muayyen bir râvîye isnadının tamâmında yâhud bir kısmında diğer bir râvînin muvafık ve muşârik olmasıdır. İ'tibâr'ın kaaidesi şudur: Muhaddis, râvîlerden birinin rivayet ettiği ferd hadîsi ele alıp, arayıp taramak sûretiyle diğer hadîs râvîlerinin rivayetleriyle mukaayese (i'tibâr) edip, acaba bu hadîsi o lâfız ile rivayet eden başkası da var mıdır, diye bakar. Ve o râvînin akranından
15
rivayet etmekte Hilâl ibn Reddâd, Ukayl'e mutâbaat etmiĢtir. Yûnus ibn Yezîd (159) ile Ma'mer ibn RâĢid (153), bundan evvelki hadisteki "Kalbi titreyerek" ta'bîri yerinde "Omuz ile boyun arasındaki etleri titreyerek" ta'bîrini söylediler10[10].
4- Bize Mûsâ ibn Ġsmâîl (223) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ebû Avâne (176) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Mûsâ ibnu Ebî ÂiĢe tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Saîd
işe başlar. O hadîsi o lâfz ile başkası da o râvînin şeyhinden rivayet etmiş midir? Böyle bir kimse yok ise, şeyhinin şeyhinden -râvînin şeyhi gibi- başkası rivayet etmiş midir? dîye isnadın sonuna kadar birer birer araştırır. Rivayette ortak bulursa, "mutâbaa" meydana gelmiş ve mutâbî'in keşf edilmesiyle ferd sanılan o hadîsin râvîsi "mutâba"' olmuş olur. Hadîsin mutâbi'ini bulamazsa, o ma'nâda rivayet edilmiş diğer hadîs var mıdır? diye arar. Bulursa, keşfedilen râvî, münferid sanılan râvînin "şâhid"i olmuş olur. Bunu da bulamazsa hadîs, onun nazarında artık ferdlikten kurtulamaz. (Tecrîd Ter., I, 111112). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/148-149. 10[10] Buhârî'nin murâdı şudur: Zuhrî'nin ashabı bu lâfız hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bu hadîste Ukayl, Zuhrî'den, yukarıda geçtiği gibi diye rivayet etti. Ve ona bu lâfızda Hilâl ibn Reddâd mutâbaat etti. Yûnus ile Ma'mer de ona muhalefet ettiler: Zuhrî'den rivayet ettiler. "Bevâdır", "bâdire"nin cem'idir. Badirede insan vücûdunun omuz ile boyun arasında olan etceğize denir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/149.
16
ibn Cubeyr (95) Ġbn Abbâs (-3 + 68-R)'dan tahdîs etti ki, o; "Onu acele (kavrayıp ezber) etmen için dilini onunla depretme..." (el-Kıyâme: 75/16) âyetinin tefsîri hakkında Ģöyle demiĢtir: "Rasûlullah (S), indirilen âyetler(in zabtı yüzün)den güçlük çeker ve bundan dolayı çok kerreler dudaklarını kımıldatırdı." Bunu söylerken Ġbn Abbâs: "ĠĢte bak Rasûlullah dudaklarını nasıl kımıldatıyor idiyse, ben de sana öylece kımıldatıyorum" demiĢ11[11] Bunun üzerine Yüce Allah O'na: "Onu acele (kavrayıp ezber) etmen için (Cibrîl vahyi iyice bitirmeden) dilini onunla depretme. Onu (göğsünde) toplamak, onu (dilinde akıtıp) okutmak şübhesiz bize âiddir. Öyleyse biz onu okuduğumuz vakit, sen onun kırâatine uy. Sonra onu açıklamak da hakikat bize âiddir" (el-Kıyame: 75/6-19) âyetlerini indirdi.
11[11] İbn Abbâs'ın, Peygamber'in bu fiilini aynen taklîd ederek hikâye ettiği gibi, kendisinden rivayet edenler de rivayet esnasında müteselsilen hep öyle hikâye ile dudaklarını depretmişlerdir. Bu şekilde rivayet edilen hadîse müteselsil hadîs denir. Musâfaha hadîsi de bu tarzda müteselsilen rivayet edilmiştir (Tecrid Ter., I, 13, haşiye). Teşbîk bi'lyed hadîsi, Buhârî.'Salât 88. Bâb, 124. hadîs. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/150.
17
"Kur'ân'ı senin göğsünde toplayıp onu okuyabilmen Ģübhesiz bize âiddir"; "Kur'ân'ı (Cibrîl'in diliyle) sana okuduğumuzda onu dinle ve (sükût ederek) ona kulak ver"; "Ondan sonra onu (dürüst) okumanı biz tekeffül ederiz " demektedir12[12]. ĠĢte bundan sonra Rasûlullah'a ne zaman Cibrîl gelirse sükût edip, onu dinlerdi. Cibrîl gidince, onun getirdiği kelâmı (âyetleri), o nasıl okumuĢ ise Peygamber de öylece okur idi.
5- Bize Abdûn (221) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek (113-181) haber verip Ģöyle dedi: Bize Yûnus ibn Yezîd, Zuhrî'den haber verdi. H ve yine bize BiĢr ibn Muhammed (224) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Abdullah ibn Mübarek haber verip 12[12] Onu senin göğsünde toplayıp, onu sana ezberletmek bize âid olduğu gibi, onun ma'nâlarından herhangi bir şey sana müşkil olursa, onu sana açıklamak ve anlatmak da bize âiddir. Binâenaleyh onu ezberlemek ve ma'nâlarını sür'atle kavramak hususunda "kaçırır, belleyemem" diye telâş etme. Bu tavsiye şu âyette de yapılmıştır: "Sana onun vahyi tamamlanmazdan evvel Kur'ân'ı (okumakta) acele etme; ve 'Rabb'im. benim ilmimi artır' de" (Tâhâ: 20/114). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/150.
18
Ģöyle dedi: Bize Yûnus Ġbn Yezîd ve Ma'mer ibn RâĢid, Zuhrî'den onun benzerini haber verdi; Zuhrî Ģöyle dedi: Bana Ubeydullah ibn Abdillah (94 ? 99) haber verdi, Ġbn Abbâs (68-R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S), insanların en cömerdi idi. En cömerd olduğu zaman da ramazânda idi ki (bu ay) Cibrîl'in kendisiyle çokça buluĢtuğu zaman idi. Cibrîl aleyhi's-selâm ramazânın her gecesinde Peygamber'le buluĢur ve onunla Kur'ân'ı müdârese ve müzâkere ederdi. ĠĢte bundan dolayı Rasûlullah hayır dağıtmakta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömerd idi13[13]. 13[13] İbn Abbâs'ın, Peygamber'in cömerdliğini hiçbir engele rastlamıyarak salıverilmiş rüzgâra benzetmesi, evvelâ cömerdlik ve hayırlar dağıtmakta rüzgârdan daha sür'atli olduğundan, saniyen rüzgâr yağmurlu bulutları toplayıp İlâhî rahmeti muhtaç topraklara ulaştırmaya vâsıta olmasından, sâlisen esen rüzgâr, durgunca hafif rüzgârdan daha ziyâde yol alıp, daha çok yerlere hayır dağıtmasından dolayıdır. İnsanların en cömerdi idi. Cömerdlik ve kerem öğülmüş sıfatlardandır ki, her mü'minin bununla sıfatlanması lâzım gelir. Peygamber insanların en cömerdidir. Nefsi, nefislerin en şereflisi; mizacı mizaçların en adaletlisi olunca. O'nün fiilinin, fiillerin en güzeli, şeklinin şekillerin en hoşu, ahlâkının da, ahlâkların en güzeli olması zarurîdir. Binâenaleyh O'nun insanların en cömerdi oluşunda hiç şübhe yoktur. Nasıl olmaz ki, O, ebedî ni'metler mukaabilinde fânî ni'metlerden müstağnidir. En cömerd olduğu zamanlar Cibrîl ile en çok buluştuğu ramazân ayları idi. Çünkü bu bulunmasında makaamlarda çok yükselme ve
19
6- Bize Ebu'l-Yemân el-Hakemu'bnu Nâfi' (138222) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġuayb ibn Ebî Hamze (162), Zuhrî'den haber verdi; Zuhrî Ģöyle dedi: Bana Abdullah ibn Utbe ibn Mes'ûd'un oğlu Ubeydullah haber verdi ki, ona da Abdullah ibn Abbâs (68) haber vermiĢtir. Ġbn Abbâs'a da Ebû Sufyân ibn Harb (31 ? 34) haber verdi ki, gerek kendisiyle, gerek KureyĢ kâfirleri ile Rasûlullah'ın Hudeybiye sulhunu akdettiği mütâreke müddeti içinde ticâret için ġam'a giden bir KureyĢ kaafilesi içinde bulunduğu sırada (Rûm Kayseri) Hıraklıyus tarafından da'vet olunmuĢ. Ebû Sufyân ile arkadaĢları Hıraklıyus'un yanına gelmiĢler. O zaman Hıraklıyus ile maiyyetindekiler Ġliya (yânî Beytu'l-Makdis)'da imiĢ. Rûm büyükleri yanında iken
gayb ilimlerine çok muttali' olması vardı; bilhassa Kur'ân müdâresesinden (Metin haşiyesinden). Hadîsin bu bâbda getirilmesinin münâsebet ciheti, içinde Kur'ân'ın nüzul başlangıcının ramazânda olduğuna işaret bulunmasıdır. Cibrîl, her sene ramazânda O'nunla buluşur ve o sene içinde inen Kur'ân'ı O'nunla mukaabele ederdi. Vefat ettiği yılın ramazânında Kur'ân'ı iki kerre mukaabele etmişti. İşte bu da vahy hükümlerindendir; bâb da vahy hakkındadır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/151-152.
20
Kayser bunları meclisine çağırmıĢ. Huzuruna alıp, tercemânın da gelmesini emretmiĢ. Tercemân: - Peygamber'im diyen bu zâta nesebce en yakın olan hanginizdir? diye sormuĢ. Ebû Sufyân dedi ki: Ben: - Nesebce en yakınları benim, dedim. Bunun üzerine Hıraklıyus: - Onu bana yakın getiriniz. ArkadaĢlarını da yakına getiriniz, lâkin arkasında dursunlar, dedi. Ondan sonra tercemânına dönüp dedi ki: - Bunlara söyle. Ben bu zât hakkında bu adamdan (bâzı Ģeyler) soracağım. Bana yalan söylerse onu tekzîb etsinler. Ebû Sufyân dedi ki: Vallahi arkadaĢlarım yalanımı ötede beride söylerler diye utanmasaydım, O'nun (yânî Peygamber) hakkında yalan uydururdum. Ondan sonra bana ilk sorduğu Ģu oldu: - Sizin içinizde nesebi nasıldır? - O'nun içimizde nesebi pek büyüktür, dedim. - Sizden bu sözü ondan evvel söylemiĢ (yânî ondan evvel peygamberlik da'vâsi etmiĢ) hiçbir kimse var mıydı? dedi.
21
- Yoktu, dedim. - Babaları içinde hiçbir melik gelmiĢ midir?
dedi.
- Hayır, dedim. - Ona tâbi' olanlar halkın Ģereflileri mi, yoksa zaîfleri midir? dedi. - Halkın zaîf olanlarıdır, dedim. - O'na tâbi' olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu? dedi. - Artıyorlar, dedim. - Ġçlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dîninden dönenler var mıdır? dedi. - Yoktur, dedim. - ġu dediğini demezden (yânî dîne da'vetten) evvel, hiç yalan ile ittihâm ettiğiniz var mıydı? dedi. - Hayır, dedim. - Hiç gadr eder mi (yânî ahdi bozar mı)? dedi. - Hayır gadr etmez, ancak biz Ģimdi onunla bir müddete kadar mütâreke halindeyiz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz, dedim.
22
Ebû Sufyân dedi ki: Bana (kendiliğimden) bir Ģey katmağa imkân verecek, bu sözden baĢkasını bulamadım. - O'nunla hiç harb ettiniz mi? dedi. - Evet, ettik, dedim. - O'nunla harbiniz nasıldır? dedi. - Aramızda harb (tâli'i) nevbet iledir. Gâh o bize zarar verir, gâh biz ona zarar veririz, dedim. - Size ne emrediyor? dedi. - Bize yalnız Allah'a ibâdet ediniz, hiçbir Ģeyi O'na ortak etmeyiniz. Dedelerinizin inanıp söyleyegeldikleri Ģeyleri terk ediniz, diyor. Bize namazı, doğruluğu, iffetliliği ve Allah'ın eklenip durmasını emrettiği her Ģeyi ekleyip durmayı emrediyor, dedim. Bunun üzerine tercümâna dedi ki: - Ona söyle: Nesebini sordum, içinizde yüksek nesebli olduğunu beyân ettin. Peygamberler de zâten böyle kavimlerinin neseb sâhibleri içinden gönderilirler. Ġçinizden bu sözü O'ndan evvel söylemiĢ hiçbir kimse var mıydı diye sordum; hayır dedin. O'ndan evvel bu sözü söylemiĢ bir kimse olaydı, bu da
23
kendisinden evvel söylenilmiĢ bir söze tâbi' olmuĢ bir kimsedir, diyebilirdim diye düĢünüyorum. Babaları içinde hiçbir hükümdar gelmiĢ midir diye sordum; hayır dedin. Babaları içinden bir hükümdar olaydı, bu da babasının mülkünü geri almaya çalıĢır bir kimsedir diye hükmederdim diyorum. Bu da'vâsına kalkıĢmadan evvel O'nun bir yalanını tutmuĢ mu idiniz diye sordum; hayır dedin. Ben ise muhakkak biliyorum ki (önceden) halka karĢı yalan söylemeyi irtikâb etmemiĢ iken (sonradan) Allah'a karĢı yalan söylemeğe cür'et edemezdi. O'na tâbi' olanlar halkın eĢrafı mı, yoksa zaîfleri mi diye sordum; O'na tâbi' olanlar insanların zaîfleri olduğunu söyledin. Rasûlllerin tâbi'leri de (zâten) onlardır. O'na uyanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu diye sordum; artıyorlar dedin. îmân iĢi de tamâm oluncaya kadar hep bu Ģekilde gider. Ġçlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dîninden dönen var mıdır diye sordum; hayır dedin. îmân da mûcib olduğu inĢirâh kalblere karıĢıp kökleĢinceye kadar böyle olur. Hiç ahde vefasızlık eder mi diye sordum; hayır dedin. Peygamberler de böyledir; gadr etmezler. Size ne emrediyor diye sordum.
24
Yalnız Allah'a ibâdet edip, O'na hiçbir Ģeyi ortak kılmamayı size emrettiğini, putlara ibâdetten sizleri nehyettiğini, kezâlik namaz ile doğruluk ve iffetlilik ile emrettiğini söyledin. Eğer bu dediklerin doğru ise, Ģu ayaklarımın bastığı yerlere yakında O zât mâlik olacaktır. Zâten bu peygamberin zuhur edeceğini bilirdim. Lâkin sizden olacağını tahmîn etmezdim. O'nun yanına varabileceğimi bilsem, O'nunla buluĢmak için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olaydım (hizmet arz ederek) ayaklarını yıkardım! Ondan sonra Hırakl, Dıhye'nin elçiliği ile14[14] Busrâ emîrine15[15] gönderilen (ve onun tarafından Kayser'e ulaĢtırılan) Peygamber'in mektubunu istedi. Getiren adam16[16] onu Hırakl'e verdi; o da okudu. Mektûbda Ģunlar yazılmıĢtı: 14[14] Dıhyetu'bnu Halîfe el-Kelbî(R)'dir. Sahâbîlerin büyüklerinden, son derece güzel ve yakışıklı bir zât idi. Çok kerreler Cibrîil onun suretine bürünerek vahy getirirdi. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/157. 15[15] Bu emîrin ismi Haris ibn Ebî Şemir Gassânî'dir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/157. 16[16] Mektubu Busrâ Emîri'nden alıp Hırakl'e götüren, meşhur Hatim Tâî'nin oğlu Adiyy idi. Dıhye ile birlikte Kayser'in nezdine
25
“Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed'den Rûm'un büyüğü Hırakl'e. Hidâyete tâbi' olanlara selâm olsun. Bundan sonra, seni İslâm da'vetine (yânî müslümanlığa) da'vet ediyorum. İslâm'a gir ki selâmette kalasın ve Allah ecrini iki kat versin. Eğer kabul etmezsen çiftçilerin günâhı senin boynunadır."Ey kitâb ehli, hepiniz bizimle sizin aranızda müsâvî bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler tanımayalım. Eğer yüz çevirirlerse, deyiniz ki: Şâhid olun, biz muhakkak müslümânlarız" (Âli Ġmrân: 3/64). Ebû Sufyân dedi ki: Hırakl diyeceğini dedikten ve mektubun okumasını bitirdikten sonra yanında gürültü çoğaldı, sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. (ArkadaĢlarımla yalnız kalınca) Onlara de
gitmişlerdi. Bezzâr'ın Müsned'indeki rivayete göre, mektubu Kayser'in eline sunan Dıhye'dir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/157.
26
dim ki: Ġbn Ebî KebĢe'nin17[17] (yânî Peygamber'in) iĢi hakîketen büyüyor. Benû Asfar meliki18[18] O'ndan korkuyor. Artık Rasûlullah'ın gâlib geleceğine tâ Allah Ġslâm'ı kalbime girdirinceye kadar kesin inancım devam etti19[19]. Ġliyâ, yânî Beytu'l-Makdis sahibi ve Hırakl'ın dostu olup ġam hristiyanlarına episkopos ta'yîn edilen Ġbnu'n-Nâtûr, Hırakl'den bahsederek derdi ki, Hırakl Beytu'l-Makdis'e geldiği zaman (günün birinde) pek
17[17] Müşrikler Peygamber'i Ebû Kebşe adındaki kimseye nisbet ederlerdi. Bu adam putlara ibâdet hususunda Kureyş'e muhalefet ederek Şı'ra'l-Abûr adlı yıldıza tapmış bir Huzâa'lı idi. Peygamber de putlara ibâdet hususunda Kureyş'e muhalefet edince, ona benzeterek "Ebû Kebşe'nin oğlu" ismini verdiler. Bir rivâyete göre de Ebû Kebşe, annesi cihetinden Peygamber'in dedelerindendir. Peygamber'i ona nisbet etmekle, gûyâ ona çekmiş olduğunu kasdetmek isterlerdi (İbnu'l-Esîr, en-Nihâye). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/157. 18[18] Arablar Romalılar'a "Benu'l-Asfar" derlerdi. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/158. 19[19] İbn Abbâs'ın Ebû Sufyân'dan rivayeti burada bitiyor. Bundan sonraki kıssa, Zuhrî'nin İbnu'n-Nâtûr'a ulaştırdığı rivayettir. Sezilebileceği üzere, Ebû Sufyân'dan rivayet edilmemiştir. İbnu'nNâtûr, Abdülmelik'in hilâfeti günlerinde hayâtta idi. Zuhrî kıssayı ondan dinlemiştir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/158.
27
ziyâde kederli göründü. Pıtrîklerinden (kumandanlarından) bâzıları20[20] ona: Senin hâlini baĢka türlü görüyoruz, dediler. Ġbnu'n-Nâtûr dedi ki: Hırakl yıldızlara bakar, kâhinliğe21[21] âĢinâ bir kimse idi. Bu suâle ma'rûz kalınca, onlara: Bu gece yıldızlara baktığımda Hitan Meliki'ni zuhur etmiĢ gördüm. Bu ümmet içinde sünnet olanlar kimlerdir? diye sordu. Yahûdîler'den baĢka sünnet olan yoktur; onlardan da sakın endîĢe etme. Memleketinin Ģehirlerine yaz, oralardaki Yahûdîler'i öldürsünler, dediler. Derken Hırakl'ın huzuruna Gassân Meliki tarafından Rasûlullah'a dâir haber ulaĢtırmaya me'mûr olarak gönderilmiĢ bir adam getirildi. Hırakl o adamdan haberi alınca: Gidin de bu adam sünnetli midir, değil 20[20] Pıtrîklik, Roma ile Bizans devletlerinin yüksek dîvân mansıblarından idi. Lâtincesi "patrîçiyûs"dur. Bu, en yüksek ruhanî mansıb olan patriklik değildir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/159. 21[21] Kehânet bazen şeytânların ilkaasına dayanır, bazen de yıldızların hükümlerinden istifâde edilirdi. Bunun her iki çeşidi de câhiliyyet devrinde Allah islâm'ı gâlib kılıncaya kadar yaygın idi. islâm gâlib olunca, kâhinlerin şevketi kırıldı ve islâm dîni, kâhinlere i'timâd etmeyi inkâr etti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/159.
28
midir, bakın, dedi. Baktılar ve sünnetli olduğunu bildirdiler. Sonra gelen adamdan: Arab kavmi sünnetli midir? diye sordu. Sünnet olurlar cevâbını aldı. Bunun üzerine Hırakl: Bu ümmetin meliki iĢte zuhur etmiĢtir, dedi. Ondan sonra Hırakl, Roma'da ilimce kendi benzeri olan bir dostuna mektûb yazıp Hımıs'a gitti. Hımıs'tan ayrılmadan o dostundan, Peygamber'in zuhur ettiği ve bunun bir peygamber olduğu hakkındaki görüĢüne muvafık bir mektûb geldi. Müteakiben Hırakl, Hımıs'da bulunan bir kasrına Rûm büyüklerini da'vet ederek kapıların kapanmasını emretti. Sonra yüksek bir yere çıkıp: - Ey Rûm cemâati, bu peygambere bey'at edip de felah ve rüĢde nail olmayı istemez misiniz? diye hitâb etti. Bunun üzerine cemâati, yaban eĢekleri kadar sür'atle kapılara doğru kaçıĢtılarsa da kapıları kapanmıĢ buldular. Hırakl, bu derece nefretlerini görüp îmâna girmelerinden ümidsiz olunca: Bunları geri çevirin, diye emretti ve (onlara dönüp): Deminki sözlerimi dîninize olan sıkı bağlılığınızı öğrenmek için söyledim, (bunu da) gözlerimle gördüm, dedi. Bu söz
29
üzerine oradakiler memnunluklarını beyân ederek, kendisini ta'zîmen secde ettiler. Hırakl(ın îmâna da'vet olunması) hakkındaki haberin sonu da bundan ibarettir22[22]. Bu hadîsi Salih ibn Keysan, Yûnus ve Ma'mer de Zuhrî'den rivayet etmiĢlerdir23[23].
22[22] Bu hadîsin bu bâbda zikrinin münâsebeti ciheti şöyledir: Hadîs kendilerine vahy verilen peygamberlerin vasıflarından bir kısmına şâmil olmuştur; bâb da vahyin başlama keyfiyeti hakkındadır. Yine Hırakl kıssası, işinin başlangıcında Peygamber'in hâlinin nasıl olduğunu içine almaktadır. Hırakl'e yazılan mektûbdaki âyet ile başlıktaki âyet, Yüce Allah'ın peygamberlere dîni doğrultmalarını ve Tevhîd kelimesini en yüksek kılmalarını vahy ettiğine şâmildirler (Aynî). Hadîsin son fıkrasındaki ifâdelerden Hırakl'in îmân etmeye yanaştığı, fakat kavminden korkup îmânını açıklamadığı seziliyor. Çünki Hırakl, Mekke ticâret kaafilesi başkanı sıfatıyla o zaman Şam'da bulunan Ebû Sufyân'ı Kudüs'e getirtip, uzun uzadıya suâl cevâb ederek, derin tahkîkaat ve tedkîkaat neticesinde kendisinde vicdanî bir kanâat hâsıl olmuş, toptan îmân etmek üzere Rûm büyüklerine teklîf etmiş; onlar kabul etmediklerinden kendisi de îmânını açığa çıkarmamış olduğu anlaşılabilir! Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/159. 23[23] Yânî bu üç râvî de bu hadîsi Zuhrî'den rivayet etmekte Şuayb'a mutâbaat ve muvafakat etmişlerdir. Buhârî bu Hırakl hadîsini ayrı ayrı senedler, uzun ve kısa metinlerle Sahîh'ınin on dört yerinde getirmiştir: Vahy, İlim, Cihâd, Cizye, Mağâzî, Tefsir, Şahâdât, Edeb, Ahkâm, İsti'zân, Vahidin Haberi., gibi (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/159.
30
Rahmân ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
1- KİTÂBU'L-ÎMÂN24[1]. (Îmân Kitabı)
24[1] Rasûlullah'a vahyin nasıl baĢladığı bâbı, el-Câmi'u'sSahîh'in evvelinde kitaba bir mukaddime gibi olduğu için, onu "kitâb" sözüyle değil de "bâb" sözüyle zikretti. Bundan sonra da fıkıh bâbları yolu üzere diğer "kitâb"lan zikretmeye baĢladı, îmân Kitâbı'nı diğerlerinden öne geçirdi. Çünki o, hepsinin temeli ve dayanağıdır. Zîrâ geri kalanlar onun üzerine kurulmuĢ ve onunla ĢartlandırılmıĢlardır; iki darda kurtuluĢ ancak onunladır. Bundan sonra "Ġlim Kitâbı"nı getirdi. Çünkü ondan sonra gelecek olan kitâbların hepsinin medarı, dönüp dolaĢacağı yer, ilimdir; hepsi onunla bilinecek, onunla ayrılıp tafsîl edilecektir. Ġlim Kitâbı'nı îmân'dan sonra getirmesi, îmânın mükellef üzerine ilk vâcib olan Ģey olmasından yâhud mutlak olarak iĢlerin en faziletlisi, en üstünü, en Ģereflisi olmasındandır. Nasıl olmasın ki, îmân, ilim ve amelce her hayrın baĢlangıcı, incelik ve büyüklükçe her kemâlin çıkıĢ yeridir... (Umdetu'l-Kaarî, s.119) Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/160.
31
1- Îmân Babı Ve Peygamberin: İslâm Beş Şey Üzerine Bina Edilmiştir... Kavli
Îmân, dil ile söylemek ve organlarla iĢlemektir. Îmân, artar ve eksilir. Yüce Allah Ģöyle buyurdu: "O, mü'minlerin yüreklerine, îmânlarını kat kat artırmaları için sekîneti indirendir" (el-Feth: 48/4); "Biz de onların hidâyetini artırmıştık" (el-Kehf: 18/13); "Allah hidâyeti kabul edenlerin hidâyetini artırır" (Meryem: 19/76); "Hidâyeti kabul edenler (e gelince), onların muvaffakıyyetini artırmış, onlara takvalarını ilhâm etmiştir" (Muhammed: 47/17); "Îmân edenlerin de îmânları artsın " (elMuddessir: 74/31); Ve Allah'ın Ģu kavli: "Bir sûre indirildiği zaman içlerinden kimi: Bu sûre hanginizin îmânını artırdı, der. Îmân etmiĢ olanlara gelince (her inen sûre) dâima onların îmânını artırmıĢtır ve onlar birbirleriyle müjdeleĢirler" (etTevbe: 9/124);
32
Ve zikri celîl olan Allah'ın Ģu kavli: "Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: (Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu hazırladılar, o hâlde onlardan korkun, dedi de, bu (söz) onların îmânını artırdı ve: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, dediler" (Âli Ġmrân: 9/173). Ve Yüce Allah'ın Ģu kavli: "Mü'minler düşman ordularını görünce: işte bu Allah'ın ve Rasûlü'nün bize va'd ettiği şeydir. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir, dediler. (Bu) onların îmânlarını ve teslimiyetlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı" (el-Ahzâb: 33/22)25[2].
25[2] Buhârî, burada îmânın artması husûsuna delîl olmak üzere sekiz âyet zikretti; artmayı kabûl eden her Ģey zarûrî olarak eksilmeyi de kabûl edecektir. Eski hadîscilerin îmân mes'elesindeki maksadlarını beyânda Ģârihlerin sözleri muztarib oldu. ġöyle ki, onlar kalbiyle tasdik, diliyle ikrar edip de amel etmeyene o mü'mindir dediler. Ve ameller îmândandır diye de hükmettiler. Cüz' olmadan küllün mevcûd olmaması kendilerine müĢkil oldu. Bana göre bu mes'elede hakk Ģudur: îmân iki türlüdür: Biri sırf inkıyâd îmânı'dır; ona dünyâ hükümleri müteferri' olur. Buhârî buna "Bâb: Ġslâm hakîkat üzere olmadığı zaman" baĢlığında tenbîh etmiĢtir. Ġkincisi hakîkî îmân'dır. Bunların misâli Ģudur: Meselâ zaîf, nahîf bir erkeğe mecaz olmayarak "o erkektir" deniliyor. Bunun yanında, bütün insanî kuvvetleri toplayan kiĢiye de yine mecaz olmayarak "o erkektir" deniliyor. ĠĢte
33
bunun gibi kendisinde yalnız tasdîk ve ikrar bulunan kimseye, mü'min deniliyor; bu iki sıfatla beraber sâlih ameli de cami' olan kimseye de mecaz olmayarak "o mü'mindir" deniliyor. Bu da îmânın bir yakînlik derecesinden ibaret olmasıdır (ġah Veliyyullah, ġerhu Terâcim...,s.7-8). Bu konuda et-Tevbe: 9/124. âyetinin tefsir özeti: "Bir îmân ziyâde etmek mefhûmu, mevcûd bir îmâna daha yüksek bir kuvvet ve revnak vererek heyecan ve kemâlini artırmak veyâhud yeni baĢtan bir hakîkat tasdîk ettirmek ma'nâlarından daha umûmîdir ki, evvelki keyfiyyet, ikinci de kemmiyyet bakımından ziyâdedir. Bir hakikate nazaran îmân iĢi tek olduğundan, bunda kemmiyyet i'tibâriyle değil, ancak keyfiyyet i'tibâriyle bir ziyâde ve noksan düĢünülebilir. Bu haysiyyetle peygamberler ve sıddîklar ile diğerlerinin îmân mertebeleri arasında farklar bulunur. Nitekim Ġbrahim Peygamber'in "Lâkin kalbimin yatışması için" (el-Bakara: 2/260) demesi, bu neĢ'enin kemâlinin en sonunu talebdir. Yine bu bakımdandır ki, "Haber almak, gözle görmek gibi değildir". Gayb ile Ģuhûd, duygu ile görgü, bedahet ile istidlâl arasında, hattâ hafızadaki Ģuhûdun hâtırasıyle hâldeki Ģuhûd arasında ancak zevk ile erilebilen bir kuvvet ve vuzûh farkı vardır ki, bu vuzûh, yakînın aslına değil, kemâl ve keyfiyyet derecesine âiddir. Lâkin îmân, müteaddid iĢlere ilgisi bakımından düĢünüldüğü zaman müteaddid tasdîkler arka arkaya geleceğinden, bunda îmân kemmiyet i'tibâriyle de artar. Meselâ hem namaza, hem zekâta inanmakta, yalnız namaza inanmaktan ziyâde bir îmân vardır. Kezâlik hem geçmiĢ kitâblara, hem de Kur'ân'a îmân eden müslimde, yalnız Tevrat ve Ġncil'e inananlardan ziyâde bir îmân vardır. Bu suretle nazil olan teklîfler ve hükümlerin artması nisbetinde, îmânın kemmiyyeti de artar. Ve bu haysiyyetle hükümlerin tafsilâtına vâkıf olan âlimlerin îmânı, her hâlde avamdan ziyâde olur. Keyfiyyet cihetiyle ise bil'akis olmak mümkündür. Halktan birinin icmâlî îmânında, bir âlimin tafsîlî îmânından ziyâde bir kuvvet ve neĢ'e bulunabilir. Bir de îmân vücûdî, küfr ise ademî olduğundan, îmânın kendisinde küfre nazaran bir vücüd
34
Allah için (yânî Allah'a tâat sebebiyle) sevmek ve Allah için sevmemek îmândandır 26[3]. Umer ibn Abdilazîz (101), Adiyy ibn Adiyy (123)'e Ģöyle yazdı: Muhakkak ki îmânın bir takım farizaları, akideleri, men' edilmiĢ Ģeyleri ve mendûbları vardır. Kim bunları tam yaparsa îmânı tamamlamıĢ olur, kim de bu iĢleri tam yapmazsa îmânı kemâle
ziyâdesi vardır. Bir kâfir, îmâna geldiği zaman, geçmiĢ hâline nazaran vücûdunda ve kalbinde bir ziyâdelik kazanmıĢ, bir nemâ hâsıl etmiĢ olur. Bu veçhile "Hanginize bu bir îmân ziyâde etti?" sözü, gerek keyfiyyet gerek kemmiyyet i'tibâriyle îmân artmasını nefy ve inkâr ma'nâlarına Ģâmil olduğu gibi, îmân aslının nefy ve inkârını da iĢ'âr eder..." (Hakk Dîni, III, 26492650). ... Sekînet bu sebeble mü'minlerin üzerine iner ve inmesiyle onları bulundukları îmân mertebesinden muayene makaamına nakleder. Ve böyle ıyân ile îmânlarını katlar ki, îmânları ile beraber îmân artırsınlar diye. Basît olan îmân, aslında ziyâde ve noksan olmasa bile, te'yîd edicileri arttıkça îmânın kemâlinin de artacağında Ģübhe yoktur. Bir de îmânın sebebleri ve ilgilendiği Ģeyler arttıkça, tevhîdin aslı olan îmân bir ağaç gibi dallarını ve budaklarını artıra artıra neĢv-ü-nemâ bularak, nihayet istenen meyvelerini verir, îmânın aslına nazaran ise ziyâde ve noksan, Ģiddet ve za'f ile tefsîr olunur. Çünkü asıl tasdîk kemmiyyet kabîlinden değildir (el-Feth: 48/4. Âyetin tefsîrinden, Hakk Dîni, VI, 4410). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/162-163. 26[3] Bu ma'nâda gelmiĢ müsned sahîh hadîsler vardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/163.
35
erdirmemiĢ olur. Eğer ben yaĢarsam, bu iĢleri bilmeniz için ben onları size iyice beyân edip açıklayacağım. Ve Ģayet ölürsem, ben sizlere hemdem ve yâr olmaya hırslı değilim 27[4]. Ġbrâhîm aleyhi's-selâm da: "Ey Rabb'ım, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, dedi; Allah: inanmadın mı yoksa, dedi; O da: İnandım, fakat (gözümle de görerek) kalbimin yatışması için." (elBakara: 2/260) demiĢti. Muâz ibn Cebel (18), bir zâta: Bizimle otur da (dîn iĢlerini müzâkere ederek) bir sâat îmânı artıralım, dedi28[5].
27[4] Bu, Buhârî'nin sıhhatine hükmettiği tarîklerdendir. Bunu Umer ibn Abdilâziz'in: "îmânı kemâle erdirmiĢtir" sözü sebebiyle, îmânın artıp eksileceği hususuna delîl olarak zikretmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/163. 28[5] Bu eseri, Ahmed ibn Hanbel ve Ebû Bekr ibn Ebî ġeybe, Esved ibn Hilâl'e varan sahîh bir senedle vasl etmiĢlerdir. Delâlet vechi açıktır. Muâz, mü'min bulunduğu için îmânın aslına haml edilmesi ihtimâli yoktur, ancak Allah'ı zikr etmekle îmânın artması murâd edilmiĢ olmasına hamledilir. Kaadî Ebû Bekr ibnu'l-Arabî Ģöyle dedi: Bu sözde artmaya bir taalluk yoktur. Zîrâ Muâz ancak îmân yenilemeyi kasdetmiĢtir. Çünkü kul faraza ilk defa mü'min olur, sonra da her düĢünüp fikr ettikçe evvelâ nefy ettiği Ģeyi sonradan isbât etmek
36
Ġbn Mes'ûd (32): Yakîn, îmânın tamâmıdır, dedi
29[6].
Ġbn Umer (73): Kul, gönlündeki Ģübhe veren Ģeyleri tamâmiyle terk etmedikçe takvanın hakîkatine
suretiyle, devamlı îmânı yenileyici olur. Çünkü îmân yenilemek îmândandır. Bunlar Buhârî'nin ta'lîklerindendir. Bunlar iki nev' üzeredirler: Birisi cezm sîgasıyle zikretmekte olduklarıdır ki, bu, Buhârî tarafından sahîhlikle hükümdür. Ġkincisi cezm sîgasıyle olmayarak zikretmekte olduğu Ģeylerdir ki, bunlarda Buhârî'nin sıhhat hükmü yoktur. Buradaki ta'lîkler birincisi nev'indendirler. Bunları, Buhârî, îmânın artıp eksileceğine delîl olarak zikretmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/163. 29[6] Bu ta'lîk, Taberânî'nin sahîh bir senedle vasl ettiği bir eserin bir tarafıdır; tamâmı Ģöyledir: = Yakîn, îmânın tamâmıdır, sabr da îmânın yarısıdır". Bu haberi Ebû Nuaym ve Beyhakî tahrîc etmiĢlerdir. Buhârî, iĢaretle delâlet eden kısmı kısaca almak ve sarahatle delâlet eden kısmı hazf etmek hususundaki âdeti üzere yürümüĢtür. Çünkü nısf lâfzı, îmânın cüz'lere ayrılmasında sarihtir. Ahmed ibn Hanbel, Abdullah ibn Hakîm tarıkından Ġbn Mes'ûd'un: "Yâ Allah, bizim îmânımızı, yakînımızı ve fıkhımızı artır!" der idiğini rivayet etti. Bunun isnadı sahihtir. Fakat musannif Buhârî, zikrettiğim sebebden dolayı, bunu zikretmiyor (Ibn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/164.
37
ulaĢmaz, dedi30[7]. Mucâhid ibn Cebr (101), "Dînden Nuh'a tavsiye ettiğini sizin için de bir şeriat yaptı" (eĢ-ġûrâ: 42/13) âyetini: Ey Muhammed, sana da Nuh'a da bir tek dîn tavsiye ettik, demektir diye tefsîr etti. Ġbn Abbas, "Sizden herbîriniz için bir şeriat, bir yol ta'yîn ettik" (el-Mâide: 5/48) âyetindeki "Ģır'a ve minhâc"ı, geniĢ yol ve sünnet diye tefsîr etti. Yine Ġbn Abbâs, "Duanız olmasaydı Rabb'ım size değer verir miydi de" (ei-Furkan: 25/77) kelâmı sebebiyle, duânız îmânınız demektir, diye tefsîr etti. Duânın lugattaki ma'nâsı îmândır 31[8].
30[7] Ġbn Umer'in bu sözünün ma'nâsı, Müslim'in Sahîh'inde Nevvâs (R)'dan merfû' olarak gelmiĢtir (el-Birr ve's-Sıla, 5. Bâb, "2553"). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/164. 31[8] Ġbn Umer'in ta'lîkını, Abd ibn Humeyd Tefsîr'ınde vasl etmiĢtir. Ġbn Abbâs'ınkini de Abdurrazzâk senedli olarak rivayet etmiĢtir. Bundan murâd, Kitâb ve sünnet delillerinin, îmânın artıp eksilmesi hususunda birbirlerini takviye edip durdukları Ģey, bütün peygamberlerin Ģerîatinden ibâret olduğudur. Nitekim Yüce Allah, Kitâb'ında Ģöyle buyurmuĢtur: "O, dîni doğru tutun, onda tefrikaya düşmeyin diye (asl-ı) dînden hem Nuh 'a tavsiye ettiğini, hem sana vahyettiğimizi, hem İbrâhîm'e, Mûsâ'ya ve İsâ'ya tavsiye ettiğimizi sizin için
38
1- Bize Ubeydullah ibn Mûsâ (213-214) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Hanzalatu'bnu Ebî Sufyân (151), Ġkrime ibn Hâlid(115)'den, o da Ġbn Umer'den haber verdi: Ġbn Umer (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûl'ü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek, ramazân orucunu tutmak"32[9].
2- Îmâna Âid İşler Ve Yüce Allah'in Şu Kavli Bâbı: "Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne
de şeriat yaptı.," (eĢ-ġûrâ: 42/13). Yânî bütün ümmetler dînin asıllarında birleĢmiĢler, feri'lerinde taaddüd etmiĢlerdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/164. 32[9] Bu, beĢ rüknü ile islâm'ın hâlini, beĢ direk üzerine dikilen çadırın hâline benzetmedir. Ġslâm binasının rükünlerinin, etrafında deverân etmekte olduğu mihveri "La ilahe illellâh... " Ģehâdetidir. îmânın kalan Ģu'beleri, yan direkleri gibidir. Bu beĢ Ģey, bir zümrenin yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olmayan, muhakkak her Ģahsın yerine getirmesi lâzım gelen aynî farzlardandır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/165.
39
döndürmeniz hâlis iyilik değildir. Fakat hâlis iyilik, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitâb 'a ve peygamberlere îmân eden, malı sevgisine rağmen akrabaya, yetimlere, yoksullara, yol oğluna, dilenenlere, köle ve esirleri kurtarmaya veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahidleştikleri zaman sözlerini yerine getirenler, sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabr ve metanet gösterenlerin bu hayırlı işleridir. İşte böyleleri, sâdık olanlardır ve onlar takvâya erenlerin tâ kendileridir" (el-Bakara: 2/177) 33[10];
33[10] Bu bâb ve bundan sonraki bâbların hepsi, birinci bâbla alâkalıdır ve hepsi de îmânın kavl ile amelden ibâret olup, artar eksilir bulunduğunu beyân edicidirler (Aynî). Bu âyet, görüleceği gibi, bütün insanî kemâlleri sarahaten yâhud zımnen delâlet ederek toplamaktadır. Ġnsanî kemâller bütün çoklukları ve Ģu'belenmeleriyle beraber, üç Ģeye inhisar eder: Ġ'tikaad sahîhliği, iyi geçinme ve nefis temizliği. Birincisine "Men antene billahi... ve'n-Nebiyyine" kavli ile; ikincisine "Ve âte'l-mâle... " kavli ile; üçüncüsüne de "Ve ekaame's-salâte... " kavli ile iĢaret edilmiĢtir. Bundan dolayı, îmân ve i'tikâadına nazaran bunları kendisinde toplayanı, sâdıklık vasfı ile vasıfladı. Halk ile muaĢereti ve Hakk ile muamelesine i'tibâr ederek de takva ile vasıfladı. Rasûlullah da: "Kim bu âyetle amel ederse
40
"Mü'minler muhakkak felah bulmuştur ki, onlar namazlarında huşû 'u gözetenlerdir, onlar boş ve fâidesiz şeylerden yüz çeviricidirler, onlar zekâtlarını verenlerdir, onlar ırzlarını koruyanlardır, şu var ki, zevcelerine yâhud sağ ellerinin mâlik olduklarına karşı müstesnadır, çünkü onlar kınanmış değildirler. O hâlde kim bunların ötesini isterse şübhe yok ki, onlar haddi aşanlardır. Ve öyle mü'minler ki, onlar emânetlerine ve ahidlerine riayetkardırlar, onlar namazlarına devam ederler" (elMu'minûn: 23/1-9)34[11].
îmânını kemâle erdirmiĢtir" kavli ile buna iĢaret buyurdu. ĠĢte bu, müellif Buhârî'nin, bu âyetle istidlal etmesinin vechi ve bunu bâb baĢına koymasının uygunluğu cihetidir. Sonra Buhârî bu maksad için diğer bir âyetle de istidlâl etti (Kastallânî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/166. 34[11] Bu âyetlerden de bilindi ki, kendisiyle felah ve necat hâsıl olacak olan îmân, içinde bu söylenen ameller mevcûd bulunan îmândır. Ġbn Battâl Ģöyle dedi: Tasdîk, îmân mertebelerinin birincisidir.Ġmânı tam ve kâmil kılmak ise, ancak zikr olunan bu iĢlerle olur. Buhârî, îmânı kemâle ulaĢtırmayı irâde etmiĢtir (Kirmânı).
41
2- Bize Süleyman ibn Bilâl (172), Abdullah ibn Dînâr(127)'dan o da Ebû Sâlih(101)'ten, o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "îmân altmıştan fazla şu'bedir. Hayâ da îmândan bir şu'bedir" buyurmuĢtur 35[12].
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/166. 35[12] Hadîsteki ġu'be ile murâd haslettir; yânî îmân birçok hasletlere sâhibdir. Hayâ; tevbe ve rucû' ma'nâsınadır. Hayâ ve istihyâ, utanmak ma'nâsınadır. Mütercim der ki, ZemahĢerî ve Matarzî dediler ki, haya ve istihyâ maddesi hayâttan alınmıĢtır... Haya levm, ayıblama ve kötüleme olunacak vaziyetlerden sakınmak sebebiyle, insan hayâtına arız olan tagayyür ve inkisâr (yânî değiĢme ve kırılma)'dan ibârettir. "Hayiye" kelimesi de bu haletten nâĢî hayâtın vaziyeti mütegayyir oldu demektir ki, ondan utanmak ile ta'bîr olunur. Ve Seyyid ġerif dedi ki, hayâ iki nevi' olur: Birisi nefsânî ki, Hz. Hudâ onu nefislerde halk ve ibdâ' eylemiĢtir; yânî fıtrî olur; insanların yanında avret yeri açmaktan hayâ gibi. ikincisi, îmânî olur. Mü'min olan kimsenin Allah'tan korktuğu için ma'siyetlerden çekinmesinden ibârettir (Kaamûs Ter.). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/166-167.
42
3- Müslümân. Dilinden Ve Elinden Müslümânların Selâmette Kaldığı Kimsedir Bâbı
3- ....... Bize ġu'be (160), Abdullah ibn Ebî'sSefer'den ve Ġsmâîl ibn Ebî Hâlid(145)'den, onlar da ġa'bî'den, o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Müslüman dilinden, elinden müslümânların selâmette kaldığı kimsedir. Muhacir de Allah'ın nehy ettiğini terk edendir". Ebû Abdillah el-Buhârî Ģöyle dedi: Ve Ebû Muâviye (194) dedi ki: Bize Dâvûd ibn Ebî Hind (139) Âmir eĢ-ġa'bî'den tahdîs etti. ġa'bî: Ben Abdullah ibn Amr'dan iĢittim; o da Peygamber'den dedi. Ve keza Abdu'1-A'lâ (189) Dâvûd'dan; o da Âmir'den, o da Abdullah ibn Amr'dan, o da Peygamber'den söyledi36[13]. 36[13] Buhârî burada bu iki ta'lîki getirdi. Buhârî birinci ta'lîk ile ġa'bî'nin Abdullah ibn Amr'dan iĢitmesini beyân etmek istedi... Ġkinci ta'lîk ile de Abdu'l-A'lâ'nın rivayetinde mübhem bırakılan Abdullah'ın, Ebû Muâviye rivayetinde beyân edilen, Abdullah ibn Amr'dan ibaret olduğuna tenbîh etmek istedi..
43
4- Müslümânların Hangisi Efdaldir Bâbı
4- ........ Ebû Mûsâ (R) Ģöyle demiĢtir: - Yâ Rasûlallah! Müslümanların hangisi efdaldır? diye sordular. Rasûlullah (S): - "Müslümanlar, dilinden ve elinden selâmette kalandır" buyurdu 37[14].
Bu, Buhârî'nin ta'lîklerindendir. Çünkü Buhârî, Ebû Muâviye'ye ve Abdu'l-A'lâ'ya kavuĢamadı. Bunlardan kendisine birer vâsıta ile ulaĢıp aslı i'tibâriyle müsned ve muttasıl olan bu iki isnadı ta'lîkan zikretti; bunların muallaklığını göstermek için de "Haddesenâ" yâhud "Ahbaranâ"yı kullanmayıp, yine cezm ve kat'iyyet ifâde eden "Kaale" ile Ģevketti. Bu ise caizdir. Çünkü bu, istiĢhâd ve mutâbaat içindir; müstakillen kendisiyle istidlal etmek değildir (Kirmânî, Ġbn Hacer ve Aynî). Hadîsin baĢlığa uygunluğu açıktır. Çünkü geçen bâbda îmânın birçok Ģu'beleri olduğu zikredilmiĢti; bu bâbda da bu Ģu'belerden ikisi zikredilmektedir ki, onlar da müslümânların müslümânın dilinden ve elinden selâmeti, muhacir de nehy edilenlerden ayrılandır. Bunda müslümânları, eza verecek her Ģeyi terke teĢvîk vardır. Bundaki sırr da bütün insanlarla iyi huylu olmaktır. Nitekim Hasan Basrî ebrârın tefsîrinde: Onlar zerreye(yanî küçük karıncalara bile) eziyyet vermeyenler ve Ģerre râzî olmayanlardır, demiĢtir...(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/167-168. 37[14] Her iki bâb arasındaki münâsebet açıktır. Çünkü ikisi de müslümâna hass olan vasıflardan bir vasfın beyânı hakkındadır.
44
5- Yiyecek Yedirmek İslâm'dandır Bâbı
5- ....... Bize Leys ibn Sa'd (175) Yezîd(128)'den, o da Ebu'l-Hayr(90)'dan, o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti (O Ģöyle demiĢtir): Bir kimse Rasûlullah'a: - Ġslâm'ın en hayırlısı hangisidir? diye sordu. Rasûlullah (S): - "Yiyecek yedirmen, tanıdığına tanımadığına selâm vermendir" cevâbını verdi 38[15].
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/168. 38[15] Ġnsanlara yiyecek yedirmek Ġslâm'ın yâhud îmânın Ģu'belerindendir. Bu, cömerdlik ve iyi ahlâkın emâresindendir. Bunda muhtaçlar için menfaat, Peygamber'in meded ve yardım istediği açlığın kapatılması ve giderilmesi vardır. Herkese selâm vermek ise müslümânlara kanat açmaya ve tevâzu'ya delâlet eder. Bunda da kalblerin yaklaĢmasına, kelimelerin toplanmasına ve birbirlerine meveddet ve muhabbete teĢvîk vardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/169.
45
6- Kişinin Kendi Nefsi İçin Arzû Ettiğini Kardeşi İçin De Arzû Etmesi Îmândandır Bâbı
6- ....... Bize Müsedded ibn Muserhed (228) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân (198) ġu'be ibn Haccâc'dan, o da Katâde ibn Diâme es-Sedîsî(117)'den, o da Enes ibn Mâlik(93)'ten, o da Peygamber(S)'den tahdîs etti. Ve kezâ Hüseyin el-Muallim'den; dedi ki: Bize Katâde, Enes(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Hiçbiriniz, kendiniz için arzû ettiğinizi kardeşiniz için arzû etmedikçe, (kemâliyle) îmân etmiş olmaz" buyurdu 39[16]. 39[16] el-Hubb, "hâ"nın dammı ve "bâ"nın teĢdîdiyle dostluk ve sevgi ma'nâsına isimdir. Müellif Basâir'de bu resme tahkîk eylemiĢtir ki, ma'lûm ola ki iĢbu hubb maddesi lûgatta beĢ ma'nâ üzere devr edicidir: a. Safâ ve beyaz ma'nâsına... b. Uluvv ve zuhûr ma'nâsına... c. Lüzûm ve sübût ma'nâsınadır; deve çöktüğü ve kalkmadığı zaman habbe'l-baîru derler, d. Hulûs ve lubâb ma'nâsınadır: Kalbin özü ve dâhili demek olan habbetu'lkalb sözü bundandır. Hubûbât'ın tekili olan habbe de bundandır, çünkü bir Ģeyin aslı ve kıvâmının maddesidir, e. Hıfz ve imsak ma'nâsınadır. Ġçinde suyu muhâfaza edip tutmakta olan kaba habbu'lmâ' denmesi de bundandır. Bunda aynı zamânda sübût ma'nâsı da vardır. Hâsılı zâhir bir iĢtir ki,
46
7- Rasûlullah(S)'ı Sevmek Îmândandır
Bâbı
7-.......Bize Ebû'z-Zinâd (130) el-A'rac(l 17)'dan, o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Nefsim elinde olan Allah 'a yemîn ederim ki hiçbiriniz, ben kendisine babasından da, evlâdından
iĢbu beĢ ma'nâ mahabbet ve vedâdın lâzımelerindendir. Zîrâ kalbin safâsı, irâdesi ve derûnun taalluku mahbûb tarafına kemâl üzere uluvv ve zuhûru ve sübûtunun luzûmu ve muhibbin kalbinin özü mahbûba ihale olunması ve derûnda alâkasının mahfuz olması ve mahabbet bâ'bında derkârdır. Bu vechile mahabbet husûsunda anılan beĢ ma'nâ topluca gerçekleĢmiĢtir. Hulâsa bu ma'nâları câmi olan mefhûma delâlet edici olmak için hubb maddesini koydular ki, boğazın en ötesinden olan hâ harfiyle dudak harfi olan bâ'dan mürekkeb olduğu için, gûyâ ki muhibbin ibtidâ ve intihâ hâl ve sânı baĢtanbaĢa mahbûbuna münhasır olup, araya Ģâir eĢyânın girmesi olmadığını telmîh ve iĢ'âra mebnîdir. Asıl mahabbetin dahî Ģânı böylece olmak lâzımdır. Bundan noksan olursa, ona mahabbet denmesi sahih ve revâ değildir (Kaamûs Ter.). Peygamber bu hadîsinde ahlâkın en büyük asıllarından birini bu kadar câmialı ve vecîz ifadesiyle kaanûnlaĢtırmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/169-170.
47
da daha sevgili olmadıkça (kemâliyle) îmân etmiş olmaz" 40[17].
8- Bize Ya'kûb ibn Ġbrâhîm (252) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ġbn Uleyye (194) Abdulazîz ibn Suheyb'den, o da Enes'ten, o da Peygamber'den tahdîs etti. H ve keza bize Âdem ibn Ebî Iyâs tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti. Enes Ģöyle demiĢtir:
40[17] Peygamber sevgisini cibillî mertebesine çıkaramayan mü'min, hiç değilse Rasûlullâh'ın rızâsını diğer mahlûkların rızâsına ve kendi hevasına tercih ve takdîm ederek cibillî ve fıtrî derecesine yaklaĢtırmağa çalıĢmalıdır. ġarih Aynî, Rasûlullah mahabbetinin ta'zîm ve iclâlden ibaret kalması kâfi olmayıp, bütün ma'nâsınca kalbin meyli ma'nâsına mahabbet olması lâzım geleceğini isbât ettikten sonra, Ģu iki rivayeti de naklediyor: Amr ibnu'1-Âs (R): Hiç kimse bana Rasûlullah'tan daha sevgili olmadığı gibi, hiç kimse de benim nazarımda O'ndan daha celâletli değildi. O'na karĢı olan ta'zîm ve iclâlimin kemâlinden dolayı gözlerimi doyura doyura yüzüne bakamadım, demiĢtir. Umer ibnu'l-Hattâb da, bu metindeki hadîsi iĢittikten sonra: Yâ Rasûlallah, sen bana nefsimden baĢka her Ģeyden daha sevgilisin, demiĢ. Buna karĢı Rasûlullah: "Yâ Umer, nefsinden de sevgili olmalıyım" buyurmuĢ. Bunun üzerine Umer "Nefsimden de" deyince, "Yâ Umer, işte şimdi oldu" buyurmuĢ (Tecrîd Ter., I, 26-27). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/170.
48
Peygamber (S) Ģöyle buyurdu: "Hiçbiriniz ben ona babasından da, evlâdından da, bütün insanlardan da sevgili olmadıkça (kemâliyle) îmân etmiş olmaz".
8- Îmânın Tatlılığı Babı
9-.......Bize Eyyûb es-Sahtıyânî (131) Ebû Kılâbe(104)'den, o da Enes(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Kimde üç şey bulunursa îmânın tatlılığını tatmış olur: Allah ile Rasûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi sevmek, fakat yalnız Allah için sevmek; (Allah onu küfürden kurtardıktan sonra) yine küfre dönmekten, ateşe atılacakmışçasına hoşlanmamak" 41[18]
41[18] Bu büyük bir hadîs ve Ġslâm'ın asıllarından bir asıldır, îmânın tatlılığı tâatlerden lezzet almak, Allah ve Rasûl'ünün rızâsı uğrunda meĢakkatlere tahammül etmek ve bunu dünyâ metâına üstün tutmak demektir. Îmân tatlılığının bu üç Ģeyde olmasının hikmeti nedir, denilirse; buna Ģöyle cevâb verilir: Bu üç Ģey bu lezzeti meydana getirici olan kâmil îmânın unvanıdır (yânî sernâmesi ve önsözüdür). Çünkü nefsinde ni'met verenin ancak Yüce Allah olduğu,
49
9- Bâb: (Kâmil) Îmânın Alâmeti Ensâr'ı Sevmektir
10- ....... Bana Abdullah ibnu Abdillah ibn Cebr haber verip Ģöyle dedi: Ben Enes(R)'den iĢittim; Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Kâmil îmânın alâmeti Ensâr'ı sevmek, münafıklığın alâmeti de Ensâr'a buğz etmektir"42[19]
O'ndan baĢka ne verici, ne de mâni' olucu bulunmadığı, baĢkalarının sâdece arada vâsıtalardan ibaret olduğu inancı yerleĢip kuvvetlenmedikçe, bir kimsenin îmânı tamamlanıp kemâle eremez...(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/171. 42[19] Münafık zahiren mü'min, bâtınen kâfir demek olunca Peygamberimizle muhacirleri evlerini ve gönüllerini açıp konuk etmek, onlara çocukları ve ıyâllerden daha ileri muamele etmek ve uğurlarında mallarını ve canlarını onlara tahsîs edip vermek, dostlarına dost, düĢmanlarına düĢman olmak suretiyle barındırmak, yardım etmek ve Ġslâm Dîni'ni azîz kılıp yükseltmek gibi bahâ biçilmez ulu menkabelerle sıfatlanmıĢ olan Ensâr'a, bu sıfatlarından dolayı buğz edenler -mü'min görünseler de- kalben kâfir olduklarında Ģübhe yoktur. Bununla beraber bu ma'nâca sakındırma, yalnız Ensâr'ın değil bütün sahâbîlerin Ģânında da gelmiĢtir. Nitekim Alî ibn Ebî Tâlib'e Müslim'deki rivayette: "Yâ Alî, sana mü'minden, başkası mahabbet etmez, münafıktan başkası da buğz etmez" buyurulduğu gibi, umûmî olarak sahâbîlerin fazîleti babında da: "Her kim onları severse bana
50
10- Bâb 43[20]
11-.......Zuhrî Ģöyle dedi: Bana Ebû Ġdrîs Âizu'llah ibnu Abdillah (80) haber verdi ki, Ubâdetu'bnu's-Sâmit (R) ki, birinci Akabe gecesinde
muhabbetinden dolayı sever, her kim de onlara buğz ederse bana buğzundan dolayı buğz eder" buyurulmuĢtur. Bu hadîste bahse konu olan mahabbet ve buğz, iĢte bu cihetten olanıdır. Yoksa bir kimsede bu cihetten olmaksızın muhalefeti çekici ârizî bir iĢten dolayı bir sahâbî hakkında -Allah korusun- muvakkat mahabbetsizlik eseri görülse, bununla ne münafık, ne kâfir olur. Nitekim sahâbîler arasında muharebeler olmuĢken, hiçbiri diğerine nifak isnâd etmiĢ değildir. Bunların çekiĢmeleri ictihâdî idi. Ġctihâdda ise hasımların kimi isabet edici, kimi hatâ edicidir. Bununla beraber sahabe devri geçtikten sonra kendilerine rızâ ve mahabbetsizliğe götürecek geçici dünyevî sebebler defteri kapanmıĢ ve medihlerine dâir Kur'ân nassları bunları bürüyecek ve "Allah onlardan râzî olmuştur, onlar da Allah'tan râzî olmuşlardır." (el-Mâide: 5/119; Tevbe: 9/101; Mucâdile: 58/22; Teğâbun: 64/8) ilâhî berâetini muvakkaten olsun dürecek hiçbir vesile kalmamıĢ olduğundan sahâbîlere buğz etmeyi mezheb edinen fırkaların sapıklık olduğunda Ģübhe kalmaz (Tecrîd Ter., I, 28-29). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/172. 43[20] Bunda, kendisinden öncekiyle bir ilgi vardır. "Bâb" kavliyle ikisi arasını ayırmıĢtır. Nitekim musannıfların tasniflerinde, unvandan soyulmuĢ olarak "Ģu fasl" kavilleriyle bunun benzeri yapılagelmektedir... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/172.
51
bey'at eden on iki nakîbin biri olmuĢ ve Bedir harbinde de hazır bulunmuĢ idi; Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) etrafında sahâbîlerinden bir cemâat mevcûd olduğu hâlde buyurdu ki: "Allah'a (ibâdette) hiçbir şeyi ortak kılmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız bir yalanla (kimseye) iftira etmemek, hiçbir ma'rûfta (iyi işte) isyan etmemek üzere bana bey'at (yânî benimle ahd) ediniz, içinizden sözünde duran olursa mükâfatı Allah 'in üzerindedir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyâda cezalandırılırsa, bu ceza ona keffârettir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı fiili Allah örterse, işi Allah'a kalır: İsterse onu afveder, isterse ona ceza verir". Biz de bu Ģart üzere Peygamber'le bey'at ettik 44[21].
44[21] Bu, ilk Akabe gecesinde olan bey'attır. el-Mümtehine Sûresi'nin on ikinci âyetinde emredilen Ģartlar o bey'atta aynen vâki' olduğundan, bu bey'ata bey'atu'n-Nisâ' denilmiĢtir. Bu Ģartlarla mükellef olmakta erkek ve kadın müsâvîdir. Ġkinci Akabe'de ise Ensâr, evlâd ve ıyâllerini nasıl müdâfaa ve himaye ederlerse Rasûlullah'ı da öylece müdâfaa ve himaye eylemek üzere bey'at etmiĢler, ve ahdlerini hakkıyle îfâ ederek, kendilerinden sonra tâ kıyamete kadar Ġslâm'a girmiĢ ve girecek olanlara velî-i ni'met olmuĢlardır.
52
11- Bâb: Fitnelerden Kaçmak Dîndendir
12-.......Ebû Sâîd (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "Yakında (öyle fanâlıklar meydana gelecek ki) bir müslümânın, kendi dînini fitnelerden selâmete kaçırmak için, dağ başlarında gezdirip, yağmur sularının düştüğü yerlerde (yânî vâdîler ve sahralarda) güdeceği davarları, en hayırlı malı olacaktır" 45[22].
12- Peygamber(S)'in "Allah'ı en çok bileniniz benim" Sözü Ve Yüce Allah'ın: "Allah sizi yemînlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalblerinizin azmettiği
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/173. 45[22] Bu hadîste fitne günlerinde uzlete çekilmenin faziletli olduğu hükmü vardır. Ancak insan fitneyi izâle etmeğe kudreti bulunan kimselerden ise, fitneyi izâle etmek yolunda çalıĢması da ona vâcib olur. Bu vücûb da, hâl ve imkâna göre, ya farz-ı ayn yâhud farz-ı kifâye derecesinde olur... Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/174.
53
yeminler yüzünden muâhaze eder..." (elBakara: 2/225) Kavli Sebebiyle Ma'rifetin, Kalbin Fiili Olduğu Babı 46[23]
13-.......ÂiĢe (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) sahâbîlerine emrettiği zaman dâima takat getirebilecekleri iĢleri emreder idi. (O zamân) sahâbîleri: Yâ Rasûlallah, biz senin gibi değiliz. Allah
46[23] Bu âyetteki hüküm, el-Mâide: 5/89. âyette de tekrar edilmiĢtir. Bu âyetlerdeki "lağv" kelimesi muhtelif suretlerde tefsir edilmiĢtir, Ġmâm A'zâm'a göre: Bir kiĢinin bir Ģeyi doğru zannıyle yemîn ettikten sonra, onun hilafı zahir olmasıdır, Ġmâm ġafiî'ye göre: Yemîn kasdetmeksizin bu sözü te'kîd için "La vallahi, belâ vallahi" demesidir. Kaadî Beydâvî'ye göre ise: Dilin sürçmesiyle sehven edilen yemindir. Âyet bu ma'nâların hepsini Ģâmildir. Buhârî'nin maksadı, sâdece kavi ile îmânın tam olmayacağı, muhakkak ona i'tikaadın eklenmesiyle tamamlanacağı; i'tikaad ise kalbin fiili olduğu hususuna, bu âyetle delîl getirmektir. Âyet her ne kadar yeminler hakkında gelmiĢ ise de, ma'nâda müĢterek olmak dolayısıyla îmân hakkında da istidlal açıktır. Çünkü yeminde ve îmânda hakikatin dönüp durduğu yer, kalbin fiilidir. Böylece âyet, îmânın artıp eksileceğine de bir delildir. Çünkü Peygamber'in "Ben sizin Allah'ı en bileninizim" sözü de, zahiren insanların Allah'ı tanımakta birbirlerinden farklı derecelerde olduklarına ve Peygamber'in Allah'ı en iyi bilen insan olduğuna delâlet eder. Böyle olunca da îmân, ziyâde ve noksanı kabul edici olur (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/174.
54
senin olmuĢ olacak günâhlarına mağfiret etmiĢtir, derlerdi de, öfke alâmeti yüzünde bilinecek kadar kızar ve ondan sonra da: "En ziyâde takvalınız ve Allah'ı en çok bileniniz, şübhesiz ki benim" buyururdu47[24].
13- Kişinin, Kâfirliğe Dönmekten, Ateşe Atılacakmışcasına Hoşlanmaması Îmândandır Babı
14-.......Bize ġu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) buyurdu ki: "Kimde üç şey bulunursa imânın lezzetini tatmış olur: Allah ile Rasûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olan kimse; bir kulu seven, fakat yalnız Allah için seven kimse; Allah kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra yine kâfirliğe dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmayan kimse"48[25].
47[24] Hadîsin baĢlığa uygunluğu açıktır. Çünkü baĢlık hadîsten bir parçayı ihtiva etmektedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/174. 48[25] Bu bâb da Allah'ı ve Rasûl'ünü baĢkalarından çok seven kiĢinin îmânın tatlılığına zafer bulacağı ma'nâsını içine alır.
55
14- Îmân Ehlinin Ameller Sebebiyle Birbirlerinden (Faziletçe) Üstün Oluşları Babı
15-.......Bana Mâlik, Amr ibn Yahya elMâzinnî'den, o da babasından, o da Ebû Saîd Hudrî(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Cennet ahâlîsi cennete, ateş ahâlîsi de ateşe girdikten sonra Yüce Allah: Kimin kalbinde bir hardal tanesi ağırlığınca îmân varsa ateşten çıkarınız, diye emreder. Bunun üzerine bu kimseler simsiyah kesilmiş oldukları hâlde çıkarılıp Hayât (yâhud Haya) nehri içine atılırlar ve orada sel uğrağında kalan yabanî reyhan tohumları nasıl sür'atle yetişirse öylece yetişirler. Görmez misin, bunlar sapsarı olarak ve iki tarafa salınarak (ne güzel) sürerler" 49[26].
Hadîsin baĢlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü hadîsin Ģâmil olduğu üç Ģeyden biri, baĢlığın kendisidir (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/175. 49[26] Hadîsin baĢlığa uygunluğu açık olup Ģöyledir: Bunda îmândan çok az bir Ģeyin sahibini ateĢten çıkaracağı zikr
56
Ve keza Vuheyb ibn Aclânî (105) dedi ki: Bize Amr ibn Yahya babasından, o da Ebû Saîd'den bu hadîsi tahdîs etti ve bu rivayetinde "Hayât Nehri" ve "Hayırdan bir hardal tanesi" ta'bîrlerini söyledi 50[27].
edilmiĢtir. Kendisinde azlık ve çokluk bulunan bir Ģeyde farklılaĢma ise açıktır. O da îmânda ve amellerinde insanların birbirlerinden fazlalıklı ve meziyyetli olmalarıdır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/176. 50[27] Buhârî bunu burada ta'lîk yoluyla zikretti. Çünkü kendisi Vuheyb'e eriĢemedi. Kitâbu'r-Rikaak'da ise "Musa ibn Ġsmail'den o da Vuheyb'den..." isnâdıyle müsned olarak rivayet etmiĢtir. Buhârî'nin Vuheyb hadîsinden bu ziyâdeyi getirmesinde birkaç fâide vardır: a. Buhârî'nin maksadı bu hadîsi Amr'dan rivayet etmekte Mâlik'e muvafakat ettiğini göstermektedir. b. Vuheyb'in, Mâlik'in hilâfına olarak tahdîs lâfzıyle getirerek: "Haddesenâ Amr" sözü. Çünkü Mâlik "an" lâfzıyle getirmiĢti. "An"da ise ittisal ve semâ'a delâlet eder mi, yoksa etmez mi tarzında meĢhur bir ihtilâf vardır. ĠĢte Buhârî bu ziyâde ile ihtilâf tevehhümünü izâle etti. Maamâfîh Mâlik müdellis değildir. Bu fennin âlimleri indinde meĢhur olan "an" lâfzı, muan'ının müdellis olmadığı zaman ittisale hamledilmiĢtir. c. Mâlik'in Amr'dan rivayet ettiği hadîsinde "Haya yâhud hayât" lâfzı hakkında gelen Ģübhenin izâlesi: Vuheyb, o lâfız Ģübhesiz olarak "Hayât Nehri" demiĢtir... (Kirmânî, Ġbn Hacer ve Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/176.
57
16-.......Bize Ġbrâhîm ibn Sa'd (l 10-183), Salih ibn Keysân'dan; o da Ġbn ġihâb'dan, o da Ebû Umâme ibn Sehl'den tahdîs etti ki, o da Ebû Saîd Hudrî (R)'den Ģöyle derken iĢitmiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: - "Uyuduğum esnada gördüm ki insanlar bana arz olunuyorlardı. Üstlerinde gömlekler vardı, bu gömleklerin bâzısı memelere ulaşıyor, bâzısı daha kısa idi. Umer ibn Hattâb da bana arz olundu. Üstünde (eteklerini yerde) sürüdüğü bir gömlek vardı." - Yâ Rasûlallah! Bunu ne ile te'vîl (yânî ta'bîr) ettin? diye sordular. - "Dîn ile" dedi51[28].
15- Haya İmândandır Bâbı
51[28] Hadîsin baĢlığa uygunluğu, gömleğin dîn ile te'vîli yönündendir. Hadîste insanların çeĢitli uzunlukta gömlek giymekte birbirlerinden farklı oldukları zikr edilmiĢtir. Bu da insanların îmânda birbirlerinden farklı derecelerde bulunduklarına delâlet etmiĢtir (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/177.
58
17........ Bize Mâlik ibn Enes, Ġbn ġihâb'dan; o da Salim ibn Abdillah(106, 108)'den, o da babası Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki (Ģöyle demiĢtir): Rasûlullah bir gün Ensâr'dan bir kimsenin yanından geçiyordu. Ensârî, kardeĢini hayadan men'ediyordu. Rasûlullah (S): "Ona ilişme, çünkü haya îmândandır" buyurdu 52[29].
52[29] îmân, Allah'a karĢı ma'siyet iĢlemeğe mâni" olduğu gibi, haya da Allah'a ve insanlara karĢı ma'siyet iĢlemeğe mâni'dir. Bu sebeble haya îmândan bir Ģu'be sayılmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/177.
59
16- Bâb: "... Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse yollarım serbest bırakın... " (et-Tevbe: 9/5) 53[30].
18-.......Bize ġu'be, Vâkıd ibn Muhammed'den tahdîs etti: Ģöyle demiĢtir: Ben babamdan iĢittim; Ġbn Umer'den tahdîs ediyordu (O Ģöyle demiĢtir): Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "Allah'tan başka hakk ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasûlullah olduğuna (zahirde) şehâdet, namazı ikaame, zekâtı eda edinceye kadar
53[30] Bu hususta gelmiĢ olan "Allah'tan baĢka hakk ilâh olmadığına Ģehâdet etmelerine kadar" hadîsinin muvafık olması için "MüĢriklikten tevbe ederlerse" Ģeklinde anlaĢılmak gerekir. Âyetin baĢ tarafı Ģöyledir: "Haram olan o aylar çıktığı zaman artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları (esîr olarak) yakalayın, onları hapsedin, onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe ederlerse..." Bu âyete "Âyetu Seyf = Kılıç Âyeti" derler. Bu hüküm, yalnız müĢriklere âiddir. Nitekim bundan sonraki âyetler de bunu göstermektedir. Kitâb ehli olanlarla, yalnız Ġslâm Devleti'nin tebaiyyetini kabul edinceye kadar harb edilir; onlar bu tebaiyyeti kabul ettikleri zaman kendi dîn, can ve mal hürriyetlerine sâhib olarak yaĢarlar. Bu tebaiyyetin Ģartı da "cizye vergisi"ni vermeleridir. Kitâb ehline âid olan hüküm, etTevbe: 9/30. âyette ifâde edilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/178.
60
insanlarla muharebe etmekliğim bana emrolundu. Onlar bu işleri yapınca -Müslümanlık hakkının gereği (olan haddler) müstesna- İslâm hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Bâtınlarından dolayı olan) hesâblarına gelince, o (hesabı görmek) Allah'a âiddir"54[31]
17- Yüce Allah'ın: "İşte bu, sizin yapageldiğiniz iyi amelleriniz sayesinde mîrasçı kılındığınız Cennettir" (ez-Zuhrûf: 43/72; küçük fark ile el-A'râf: 7/43) Kavlinden
54[31] Hadîsin ma'nâsı, âyetin ma'nâsına mutabıktır; bundan dolayı aralarını bir yere getirdi. Kitâbu'1-îmân ile alâkalarına ve bunun bâblarından bir bâb yapılmalarına gelince, bundan, îmân edenin ma'sûm olduğunun bilinmesi, namazı kılmanın, zekâtı vermenin de, Buhârî'nin görüĢüne göre, îmân cümlesinden olduğunun bilinmesidir. Taberânî'nin el-Mu'cemu'l-Evsât'la Enes'den rivayet ettiğine göre, müstesna olan islâm hakkının ne olduğu Peygamber'den sorulmuĢ, ve: "Evlilikten sonra zina, islâm'a girdikten sonra dînden dönmek, bir de nefis katletmek. İşte bunlara mukaabil öldürülebilirler" diye cevâb verilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/178-179.
61
Dolayı "Îmân Ancak Ameldir" 55[32] Diyen Kimse Babı
Ve ilim ehlinden bir cemâat, Yüce Allah'ın Ģu: "İşte Rabb'ına and olsun ki onlara, topuna yapmakta oldukları şeylerden elbette soracağız" (el-Hıcr: 13/9293) kavli hakkında (sorulacak Ģey) "La ilahe illa'llâh‖tır dediler. Ve bir de "Artık çalışanlar da bunun gibi (bir murâd için) çalışmalıdır" (es-Sâffât: 37/61) 56[33]
55[32] Burada amel ile murâd; dilin, kalbin ve diğer organların amellerinin toplamıdır. Buna istidlal, âyetlerin ve hadîslerin hepsiyledir; yahûd hepsi delâlet eder olduğu için Kur'ân ve sünnetten her biri bu da'vânın bir kısmına delâlet eder. Hadîs'in bâb baĢlığına uygunluğu açıktır, o da amelin îmâna ıtlak edilmesidir, ibn Battal Ģöyle dedi: Âyet, âhıret derecelerine ancak amel ile nail olunacağına ve îmânın söz ve amel olduğuna hüccettir. Buna zikredilen hadîs de Ģehâdet eder. Bu, ehli sünnetten bir cemâatin mezhebidir. Buhârî'nin de bunu bâb yapmaktan muradı budur. Peygamber bu hadîste îmânı amelden kılmıĢtır. Diğer hadîslerde de îmân ile amel arasını ayırmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/179. 56[33] Bu, kâfirler îmân etsin demektir. Binâenaleyh amel söylenip, îmân murâd edilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/179.
62
buyurduğu için (îmân kalbin, lisanın ve a'zâların amelidir).
19-.......Bize Ġbn ġihâb, Saîd ibn Museyyeb (93 ? 95)'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti (Ģöyle demiĢtir): Rasûlullah'a: - Amelin hangisi efdaldir? diye soruldu. Rasûlullah (S): - Allah'a ve Rasûl'üne îmân etmektir, buyurdu. - Ondan sonra hangisi? diye soruldu. - Allah yolunda cihâddır, buyurdu. - Ondan sonra hangisi? denildi. - Makbul olmuş haccdır, cevâbını verdi 57[34]
18- Bâb: İslâm Hakikat Üzere Olmadığı Zaman, Sırf İnkiyâd İçin Yâhud
57[34] BaĢlığa uygunluğu açıktır; o da amelin îmân ma'nâsında kullanılmasıdır, ibn Battal: Âyet, âhıret derecelerinin amelle elde edilir olduğu ve îmânın kavi ve amelden ibaret olduğu hususlarında hüccettir. Zikredilen bu hadîs de buna Ģehâdet etmektedir, demiĢtir (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/180.
63
Öldürülmekten Korkmaktan Dolayı Olduğu Zaman (Muteber Olmaz)
Çünkü Yüce Allah: "Bedeviler îmân ettik dediler. De ki: Siz henüz îmân etmediniz, velâkin henüz îmân kalblerinizin içine girmemiş olduğu hâlde İslâm 'a girdik deyin..." (el-Hucurât: 49/14) buyurdu. Ġslâm hakîkat üzere olursa böylesi de zikri celîl olan Allah'ın Ģu: "Hakk dîn, Allah indinde İslâm'dır" (Âli Ġmrân: 3/19) kavlinin gereği üzere olmuĢtur.58[35] 58[35] Âyetlerin bâb baĢlığına uygunluğu açıktır. Çünkü bâb baĢlığı, "Ġslâm hakîkati üzere olmazsa fayda vermez" hükmüdür. Âyetler de bu hükme delâlet etmektedir. Râgıb el-Isfahânî el-Mufredât'ında Ģöyle der: Ġslâm, Ģeri'de iki kısımdır: Birisi îmânın dûnundadır ki, bu lisân ile i'tirâftır. Bununla kan siyânet olunur, beraberinde i'tikaad gerek olsun, gerek olmasın el-Hucurât: 49/14. âyetinde bu ma'nâ kasdolunmuĢtur. Birisi de îmânın fevkındedir ki, burada lisânen i'tirâf ile beraber hem kalben i'tikaad, hem, vefa, hem de Allah'a bütün kaza ve kaderinde teslimiyet vardır. Nitekim Ġbrâhîm aleyhi‘s selâm hakkında: "Rabb'i ona: Kendini Hakk'a teslim et, dediği zaman o: Âlemlerin Rabb'ına teslim oldum, demiştir'" (el-Bakara: 2/131) buyurulması böyledir. Kezâlik "Allah indinde dîn İslâm'dır" ve "Benim canımı müslümân olarak al" (Yûsuf: 101) kavli bu ma'nâyadır. Beni rızâna teslim olan kullarından kıl demektir. ġeytân'ın kaydından salim kıl ma'nâsına olmak da caizdir... Ġmâm A'zam'a mensûb el-Fıkhu'l-Ekber'de de Ģöyle zikredilmiĢtir: îmân, ikrar ve tasdiktir; islâm Allah Taâlâ'nın
64
20-.......Zuhrî Ģöyle dedi: Bana Âmir ibn Sa'd(103,104),babası Sa'd ibn Ebî Vakkas(R-55, 58)'dan haber verdi ki, Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) bir takım insanlara dünyalık veriyordu; bu Sa'd da orada oturuyordu. Derken Rasûlullah içlerinden en ziyâde beğendiğim birini bıraktı. Bunun üzerine: - Yâ Rasûlallah! Fulânı niçin bıraktın? Vallahi onu bir mü'min biliyorum, dedim. - Öyle deme, müslim (de), buyurdu 59[36].
emirlerine teslîm ve inkıyâddır. Binâenaleyh îmân ile Ġslâm arasında lügat tarikından fark vardır. Velâkin Ģeriat hükmünde islâm 'sız îmân, îmânsız islâm olmaz. Bu ikisi zahir ile bâtın, yüz ile astar gibidir. Dîn ile îmân, islâm ve Ģerîatin hepsine birden vâki' olan isimdir (Hakk Dîni, VI, 4482). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/180-181. 59[36] Sa'd'ın "mü'minen" sözünü, Peygamber'in mükerreren "ev müslimen" suretinde tashîh etmesi, îmânın bâtınî iĢlerden ve yalnız Allah'ın bildiği gayb hâllerinden olması dolayısıyle zahirî itaate ve teslimiyete bakarak "müslimen" demenin evlâ olduğunu öğretmek içindir. Vâkıdî'nin Megâzi‘de tasrîh ettiğine göre, bu mahrum edilen zât, muhacirlerden Cuayl ibn Surâka ed-Damrî (R)'dir. Sa'd'ın hüsnü Ģehâdette bu kadar ısrar etmesi de bundan ileri geliyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/181.
65
Bir müddet sustum. Nihayet o adam hakkındaki bilgim bana galebe etti de dayanamadım, yine sözümü tekrar ederek: - Fulânı niçin mahrum bıraktın? Vallahi ben onu mü'min biliyorum, dedim. Yine: - Öyle deme, müslim (de), buyurdu. Ben yine sustum. Lâkin o zât hakkındaki bilgim bana galebe etti, sözümü tekrar ettim. Rasûlullah yine o sözü tekrar ettikten sonra: - Ey Sa 'd, bir adama, Allah onu yüzü koyun ateşe atmasın diye başkasını daha ziyâde sevdiğim hâlde ihsanda bulunduğum olur, buyurdu 60[37]. Bu hadîsi Zuhrî'den Yûnus, Salih ibn Keysân, Ma'mer ibn RâĢid ve Zuhrî'nin erkek kardeĢinin oğlu Muhammed ibn Abdillah da rivayet etti61[38].
60[37] BaĢlığa uygunluğu açıktır; o da islâm hakîkat üzere olmazsa kabul olunmaz hükmüdür. Peygamber bunun için Sa'd'a "Ev müslimen = Öyle deme müslim de" demiĢtir. Çünkü Peygamber'in bu sözünde îmâna kesin hüküm vermekten nehy vardır. Zîrâ îmân bir bâtın iĢidir, onu Allah'tan baĢkası bilemez, islâm ise zahir ile bilinmiĢtir... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/182.
66
19- Bâb: Selâm (Vermek) İslâm'dandır
Ammâr ibn Yâsir (37) Ģöyle dedi: Üç Ģeyi her kim biraraya getirebilirse îmânı tam toplamıĢ olur:
61[38] Yânî bu hadîsi Zuhrî'den Ģu dört zât da rivayet ettiler ve bunlar, Zuhrî'den olan rivayetinde ġuayb'a mutâbaat eylediler. Böylece hadîsin rivayet tarîklerinin çokluğu ile kuvveti artıyor. Bu ifâdede ve Tirmizî'nin "Bu bâbda fulândan ve fulândan..." gibi sözlerinde birçok fâideler vardır. Birisi bu söylediğimizdir. Ġkincisi, mutâbaat yâhud istiĢhâdı tanımak için tarîkleri toplamağa rağbet eden kimsenin, hadîsin râvîlerini bilmesidir ki onların rivayetlerini ve müsnedlerini araĢtırması için bu bilgi kendisine lâzımdır. Üçüncüsü bu zikredilen râvîlerin de bu hadîsi rivayet ettiklerini tanıması. Bazen bilgisiz kimse isnâdda zikredilenden baĢka kimselerin bu hadîsi rivayet etmediğini vehmeder. Diğer bir kitâbda bu hadîsi baĢkasından rivayet edilmiĢ görür ve yanılarak vehmeder ve hadîs ancak fulân tarîkindendir diye iddiaya kalkıĢır. Bu bâbda fulândan ve fulândan da gelmiĢtir denildiği zaman zikredilen vehm zail olur. Dördüncüsü, Buhârî'nin sarîh olarak kendi Ģartına vefâsıdır. Çünkü denildiğine göre, onun Ģartı, her bir hadîs için iki ve daha fazla râvî olmaktır. BeĢincisi, hadîsin müstefîz, yânî yaygın olmasıdır ki, böylece Kur'ân'ı tahsis etmekte, hadîsin meĢhur olmasını Ģart koĢan müctehidler indinde hüccet olur. Müstefîz yânî meĢhur, nâkilleri üçten çok olan hadîstir (Aynî, 1,228). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/182.
67
Nefsine karĢı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selâm vermek, fakîr iken de infâk eylemek 62[39].
21-.......Abdullah ibn Amr(R)'dan (Ģöyle demiĢtir): Bir kimse Rasûlullah'a: - Ġslâm'ın en hayırlısı hangisidir? diye sordu. Rasûlullah (S): "Yiyecek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selâm vermendir" buyurdu 63[40].
62[39] Ammâr ibn Yasîr (37)'den gelen bu eserin "selâm vermendir" fıkrası, muteâkıb muttasıl hadîsin aynı fıkrasıyle uyuĢuyor. Böylece ta'lîkın muttasıl bir aslı mevcûd olmuĢ oluyor. Buhârî bu ta'lîk ile selâm vermenin, Ġslâm'ın yânî îmânın Ģu'belerinden bir Ģu'be olduğunu ifâde ettiği gibi, ta'lîkdaki diğer hasletlerin dahî îmânın Ģu'belerinden olduğunu ifâde etmiĢtir. Bu ta'lîk bâzı lâfız farklarıyle Ahmed, Bezzâr, Abdurrazzâk ve Taberânî tarafından mevsûlen rivayet edilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/182-183. 63[40] Hadîs, baĢlığın iki fıkrasından birini içine almakta olduğundan aralarında uygunluk tamamdır. Hadîsle ilgili diğer açıklamaları, daha önce geçtiği yerde tam olarak zikretmiĢtik... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/-183.
68
20- Hayât Yoldaşına Nankörlük Etmek (Bir Nevi' Küfürdür) Ve Kâfirliğin Berisinde Kâfirlik Vardır Babı64[41]
Bu konuda Ebû Saîd Hudrî'den ve Peygamber(S)'den rivayet edilmiĢ hadîs vardır 65[42].
64[41] Bu bâb ile bundan evvel geçen bâblar arasındaki münâsebet Ģudur: Geçen bâblarda zikredilen, îmân iĢleridir. Küfür ise, onun zıddıdır. îmânla küfür arasındaki münâsebet ise bunların birbirlerine zıd olmaları cihetidir. Çünkü iki Ģey arasını cem' eden Ģey, birkaç türlüdür...(Aynî). Musannif Buhârî'nin maksadı, tâatlere îmân ismi verildiği gibi, ma'siyetlere de küfür isminin verildiğini, ancak ma'siyetlere dînden çıkarıcı olan küfür ma'nâsı kasdedilmeyerek küfür ismi verileceğini beyân etmektir (Ebû Bekr ibnu'l-Arabî). Küfür, îmânın zıddıdır; küfür aynı zamanda ni'meti inkârdır, bu sonuncu ise Ģükrün zıddıdır. Küfrân da yukarıdaki Ģekildedir. Lâkin küfür dînde, küfrân ni'mette çok kullanılır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/183. 65[42] AĢîr, muâĢir yâni yoldaĢ demektir. ġu âyette geçer: "O zararı fâidesinden daha yakın olana tapar, (taptığı nesne) ne kötü yardımcı ve ne fena yoldaştır" (el-Hacc:22/13). Buhârî, bununla, bu bâbda zikrettiği hadîsin burada sevk eylediği tarîkden baĢka bir tarîki daha olduğunu iĢaret etmiĢtir. ĠĢaret ettiği o tarîki Kitâbu'l-Hayz'da tahrîc etti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/183.
69
22-....... Ibn Abbâs (R) Ģöyle demiĢtir: Peygamber (S): - Bana cehennem gösterildi, bir de gördüm ki cehennem ahâlîsinin çoğu kadınlardır. Onlar küfr ederler, buyurdu. Bunun üzerine: - Allah'a mı küfr ederler? diye soruldu. Peygamber: - Onlar kocalarına karış küfrün ederler, iyiliğe karşı küfrân ederler. Birisine bütün zaman ihsan etsen de sonra senden (hoşuna gitmeyen) bir şey görse, "Ben senden hiçbir hayır görmedim" der 66[43].
66[43] BaĢlığa uygunluğu açıktır. BaĢlık hayât arkadaĢına nankörlük etmek ve küfür kelimesinin Allah'ı inkârın dıĢında kullanılmasıdır. Hadîsteki küfür de nankörlük ma'nâsına kullanılmıĢtır. Bundan haklara ve ni'mete nankörlük etmenin haram kılınması hükmü alınmıĢtır. Çünkü ateĢe ancak haramı iĢleyen girer. Nevevî, hayât yoldaĢına karĢı ve ihsana karĢı nankörlüğü ateĢle tehdîd etmesi, bunların büyük günâhlardan olduğuna delâlet eder, demiĢtir...(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/184.
70
21- Ma'siyetler, Câhiliyyet İşi Nev'indendir Babı
Allah'a ortak koĢma müstesna, bu Câhiliyyet iĢlerinin sahihleri, bunları iĢlemeleri sebebiyle kâfir sayılmazlar. Çünkü Peygamber (S), Ebû Zerr'e: "Demek ki sen, içinde henüz Câhiliyyet ahlâkı bulunan bir kimsesin" buyurdu; Yüce Allah da: "Şübhesiz ki Allah, kendisine ortak tanınmasını mağfiret etmez, ondan başkasını, dileyeceği kimseler için mağfiret eyler..." (en-Nisâ: 4/48,116) buyurdu 67[44].
67[44] Bâb baĢlığı ma'siyetlere, Allah'ı inkâr ma'nâsına değil, sâdece ni'meti inkâr ma'nâsına olarak mecazen küfür adı verileceğini ifâde ediyor. Buharı, ma'siyet iĢlemenin, -günâhları sebebiyle insanları küfre nisbet eden Hâricîler'in hilâfına- insanı dînden çıkarmayan bir küfr olduğunu beyân etmek istedi. Kur'ân'ın nassı da Hâricîler'i reddediyor. Buhârî'nin âyeti delîl getirmesi açıktır. Ebû Zerr kıssasına gelince, o da, kendisinde Allah'a Ģirk koĢma dıĢında ister büyük, ister küçük günâh olsun, Câhiliyyet huylarından bir huy bakî kalan kimsenin, bu huy sebebiyle îmândan çıkmayacağı hususuna delîl getirilmek için zikredilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/185.
71
23-....... Bize ġu'be, Vâsıl el-Ahdeb(120)'den, o da el-Ma'rûr ibn Suveyd'den tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Ben Rebeze köyünde Ebû Zerr'e kavuĢtum. Toplamı bir hullelik, yânî bir ridâ ile bir izâr-dan ibaret bir takımlık kumaĢın yarısı kendisinin, yarısı kölesinin sırtında bulunuyordu. Ben kendisine böyle birer yarı parçanın her ikisinin sırtında ayrı ayrı bulunmasının sebebini sordum. Bunun üzerine Ebû Zerr (R) Ģöyle Ģöyle anlattı: Ben bir kerre bir adamla söğüĢtüm de onu anasından dolayı ayıbladımdı. Peygamber (S) bana: "Yâ Ebâ Zerr! Onu sen anasından dolayı mı ayıblıyorsun? Demek ki sen, içinde henüz Câhiliyyet (ahlâkı) bulunan bir kimsesin. Hizmetçileriniz sizin öyle kardeşlerinizdir ki, Allah onları sizin ellerinizin altına emânet etmiştir. Her kimin eli altında kardeşi bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçleri yetmeyecek zahmetli bir iş
72
yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz, onlara yardım ediniz" buyurdu 68[45].
22- Bâb: "Eğer mü’minlerden iki zümre birbirleriyle döğüşürlerse aralarım barıştırın..." (el-Hucurât: 49/9). Yüce Allah bu döğüşen kimselere mü'minler ismini verdi 69[46] .
68[45] Velîd ibn Müslim'in munkatı' olarak rivayetine göre, söğülen zât Bilâl HabeĢî (R) imiĢ. Ve Ona: "Yâ'bne's-sevdâ= Ey kara kadının oğlu!" diye söğmüĢ. Bilâl'in Ģikâyeti üzerine Peygamber'in tevbîhi vâki' olunca, Ebû Zerr yanağını yere koyup: "Bilâl ayağı ile .basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım" diyerek, kusurunun afvını istemiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/185. 69[46] Ġki bâb arasındaki münâsebet Ģudur: Bundan evvelki bâbda ma'siyet iĢleyen kimsenin, bu ma'siyet sebebiyle küfre nisbet edilmeyeceği zikredilmiĢ ve îmân sıfatı ondan selb olunmamıĢtı, iĢte keza bu bâbda da bunun benzeri beyân olunuyor. Çünkü burada zikredilen âyet, bâğîler hakkındadır ve Allah onları mü'minler diye isimlendirmiĢ ve kendilerinden îmân sıfatı selb olunmamıĢtır. Bundan da büyük günâh sahibinin îmândan çıkmayacağı bilindi. Bununla Haricîler ve Mu'tezile görüĢü reddolunuyor... Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/186.
73
24-.......Bize Eyyûb es-Sahtıyânî ile Yûnus ibn Abîd (139), Hasen el-Basrî(110)'den, o da el-Ahnef ibn Kays(67)'tan tahdîs etti. ġöyle demiĢtir: ġu adama Buhârî'nin Fiten'deki rivayetinde Peygamber'in amucaoğlu Alî'ye- yardıma gidiyordum. Ebû Bekre beni karĢıladı ve: - Nereye gidiyorsun? diye sordu. - ġu adama yardım etmek istiyorum, dedim. Ebû Bekre bana: - Geri dön; çünkü ben Rasûlullah(S)'tan iĢittim: "İki müslümân kılıçlarıyle karşılaştıkları zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir" buyuruyordu 70[47]. - Yâ Rasûlallah! Öldüren böyle; ya ölene ne oluyor? diye sordum. 70[47] "Bu cezaya hak kazanır" demektir. Yoksa ilâhî afv yetiĢip kurtulmak da vardır. Ebedî cehennemlik ma'nâsı ise hiç anlaĢılmamalıdır. Hadîste her iki tarafa da müslim nâmı verilmesinde de buna iĢaret vardır. Söz kıtali Ģer'an caiz kılacak bir te'vîl olmaksızın vâki' olan mukaatelededir. Kıtale karıĢan sahâbîlerin her iki tarafta olanlarının cennet ehli olması da buna delildir. Çünkü onlar ictihâddan ve kıtalde dînin ıslâhı var diye çarpıĢmıĢlardı. BaĢlıktaki el-Hucurât: 49/9 âyetinde de bâğî ehli olanlara -hakk üzere olan hasımları gibi- mü'min denilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/186-187.
74
- "Ölen de arkadaşını öldürmeğe hırslı idi de ondan" buyurdu.
23- Bâb: Zulmün Bâzısı Daha Hafiftir
71[48]
25-.......Bize Ebu'l-Velîd (227) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġu'be tahdîs etti. H Buhârî dedi ki: Ve bana BiĢr ibn Hâlid (253) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Muhammed ibn Ca'fer (192 ? 194) ġu'be'den, o da Süleyman ibn Mıhrân(148)'dan, o da Ġbrahim ibn Yezîd(96)'den tahdîs etti. Abdullah ibn Mes'ûd (R) Ģöyle demiĢtir: "îmân edip de îmânlarına zulüm karıştırmayanlar, işte emin olmak ancak onların hakkıdır. Doğru yola giden de onlardır" (el-En'am: 6/82) âyeti indiği zaman Rasûlulah(S)'ın sahâbîleri: Hangimiz nefsine zulm etmemiĢtir? dediler. Bunun
71[48] "Düne" lâfzı, ya gayr yâhud da ednâ ma'nâsınadır. Gayr ma'nâsına alınırsa, zulmün nevi'leri muhtelif ve baĢka baĢkadır demek olur; ednâ ma'nâsına alınırsa, zulmün bâzısı zulümlükte ve akıbetinin kötülüğünde daha Ģiddetlidir demek olur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/187.
75
üzerine: "Allah'a ortak edinmek şübhesiz büyük bir zulümdür" (Lukmân: 25/13) âyeti nazil oldu 72[49].
24- Münâfıkın Alâmeti Babı
26-.......Bize Nâfi' ibn Ebî Âmir Ebû Süheyl, babası Mâlik ibn Ebî Âmir(112)'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Münâfıkın alâmeti üçtür: Söz söylerken yalan söyler; va'd ettiği vakit sözünde durmaz; kendisine birşey emniyet edildiği zaman hıyanet eder" buyurdu.
72[49] Hadîsin bâb baĢlığına mutabakatı Ģu cihettendir: Zulmün birçok nevi'leri olduğu ve bâzı zulüm nevi'lerinin küfür, bâzısının da küfür olmadığı bilinince, bundan zarurî olarak, zulmün bâzısının daha hafif olduğu bilinmiĢ oluyor. Buhârî bu hadîsi iki tarîkten tahrîc etti. Biri: Ebu'l-Velîd'den, o da ġu'be'den, o da Süleyman'dan... Diğeri de BiĢr ibn Hâlid'den, o da Muhammed ibn Ca'fer'den, o da ġu'be'den, o da Süleyman'dan... Ġmâna Ģirk karıĢtırmak, ya nifak ya irtidâd sûretleriyle olur. MüĢrik ve münafık olmayanların mazhar oldukları emîn ve emân, cehennemde devamlı kalmaktan emîn ve emândır. Yoksa âsîye azab olacağı birçok nasslarla sabittir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/186-187.
76
27-…..Bize Sufyân es-Sevrî (160), A'meĢ'ten; o da Abdullah ibn Murre(100)'den o da Mesrûk(63)'tan; o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Dört şey her kimde bulunursa hâlis münafık olur; her kimde bunların bir parçası bulunursa onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir huy kalmış olur. Bunlar şunlardır: Kendisine bir şey emniyet edildiği zaman hıyanet etmek; söz söylerken yalan söylemek; ahd ettiğinde ahdini tutmamak; husûmet zamanında da haktan ayrılmaktır". ġu'betu'bnu'l-Haccâc bu hadîsi Süleyman elA'meĢ'ten rivayet etmekte Sufyân es-Sevrî'ye mutâbaat etti73[50].
73[50] Buhârî bu mutâbaatı Kitâbu'l-Mezâlim'de vasletti. Burada bu mutâbaattan maksadı, bu hadîsin A'meĢ'ten; diğer bir tarîkten de rivayet edilmiĢ olmasıdır. Bu mutâbaatın fâidesi de, takviyedir. "Bu iki hadîste bahsedilen hasletler bazen müslümânda bulunuyor dersen, murâd amel nifakıdır; kâfirlik nifakı değildir; nitekim, îmân ta'bîri de amele ıtlak ediliyor, diye cevâb veririm" (ġah Veliyyullah). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/188.
77
25- Bâb: Kadr Gecesini Tâatle Geçirmek Îmândandır 74[51]
28-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S): "Her kim îmânından dolayı ve ecrini yalnız Allah'tan umarak kadr gecesini tâatle geçirirse, onun lehine geçmiş günâhları mağfiret olunur" buyurdu.
26- Bab: Cihâd Îmândandır
29-.......Bize Ebû Zur'a ibnu Amr ibn Cerîr tahdîs edip Ģöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)'den iĢittim; Peygamber (S) buyurdu ki: “Allah kendi yolunda cihâda çıkan kimseye: "Onu evinden çıkaran
74[51] Bu ve bunu tâkîb eden üç babın her biri, îmân Ģu'belerinden birer Ģu'bedir, demektir. Müellif Buhârî "Selâm vermek îmândandır" babının beyânını cami' olan îmân Kitâbını zikr edip de, içlerinde îmânla münâsebet bulunduğu için araya istitrâden beĢ bâb daha soktuktan sonra -ki bunlar "YoldaĢa küfrân.." babından, "Münâfıkın alâmeti" babına kadardır- burada tekrar îmânın alâmetlerini zikre döndü (Kastallânî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/189.
78
şey yalnız bana îmân ve elçilerimi tasdik ise, nail olduğu ecir ve ganimetle (salimen yurduna) geri getireyim, yâhud cennete girdireyim" diye tekeffül etmiştir. Ümmetime meşakkat verecek olmasaydım, hiçbir cihâd müfrezesinin arkasından geri kalmazdım. Yemîn olsun ki Allah yolunda öldürülüp tiiriltilmemi, ondan sonra öldürülüp diriltilmemi, ondan sonra öldürülmemi ne kadar isterdim!” 75[52]
27- Bâb: Ramazân Gecelerini Nafile İbâdetle Geçirmek Îmândandır
75[52] Bu hadîsten Allah yolunda cihâdı, ve Ģehîdliğin fazileti, Ģahadet temennîsinin cevazı, Ģehîdlik ecrinin büyüklüğü, insanın takat getireceği Ģeylerin üstünde ve gücü yetse bile kendisine mümkin olmayacak hayırları temennî ve niyet etmesinin cevazı, cihâdın kifâye farzı olup, ayn farzı olmadığı; hadîsin zahiri kâfirlerle kıtal hakkında ise de, mekruh iĢleri ve müslümânlardan meĢakkatleri gidermek uğrunda çalıĢmanın, bâğîlerle kıtale gitmenin, ma'rûfu emr ve münkeri nehy etmeyi yerine getirme hususunda cihâda çıkan kimsenin de "fî sebîli'llâh = Allah yolunda" kavline gireceği hükümleri alınmıĢtır...(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/189.
79
30-.......Bana Mâlik, Ġbn ġihâb'dan; o da Humeyd ibn Abdirrahmân(95)'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Her kim ramazânda îmânı sebebiyle ve ecrini yalnız Allah'tan umarak nafile ibâdetlerle uğraşırsa, kendisi lehine, geçmiş günâhları mağfiret olunur"76[53] .
28- Bâb: Mükâfatını Yalnız Allah'tan Umarak Ramazân Orucunu Tutmak Îmândandır
31-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu:
76[53] BaĢlığa uygunluğu, içinde, geçmiĢ günâhların gufranı bulunan amele giriĢmek îmân Ģu'belerinden bir Ģu'be olması yönündendir. Takdîr Ģöyledir: Ramazânda kalkıp nafile ibâdet yapmak, îmân Ģu'belerinden bir Ģu'bedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/190.
80
"Her kim ramazân orucunu, îmânı sebebiyle ve mükâfatını yalnız Allah'tan umarak tutarsa, kendi lehine, geçmiş günâhları mağfiret olunur"77[54].
77[54] "Ramazân"ın lügat ma'nâsında temizlik, yanmak, keskinlik ma'nâları bulunduğu gibi dînî i'tibârında günâhların yanması ve Allah ayı diye Allah'a izafet ma'nâları âmil olmuĢtur. Bir hadîste "evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu ateĢten azadlık" diye vasıflanan ramazân ayının en mübarek bir gecesi, yânî Kadr gecesi, Kur'ân'ın inmesine baĢlangıç olmuĢtur (el-Bakara: 2/185; el-Kadr: 97/l-5). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/190.
81
29- "İslâm Dîni kolaylıktır" ve Peygamber(s)'in: "Allah'a en sevgili olan dîn müsâadekârlık (semahat) ve kolaylık üzerine kurulmuş olan, hanîf İslâm Dîni'dir" Sözü Babı 78[55]
32-....Bize Umer ibn Aliyy (190), Ma'n ibn Muhammed el-Gıfârî'den; o da Saîd ibni Ebî Saîd elMakburî(100)'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Şübhesiz ki bu dîn kolaylıktır. Hiçbir kimse yoktur ki, bu dîn hususunda (amellerim eksiksiz olsun diye) kendini zorlasın da dîn ona galebe etmesin (ve erinip büsbütün amelden kesilmesin). Öyle olunca 78[55] Bâb baĢlığının birinci cümlesi, hadîsin ilk cümlesi olduğu için, Rasûlullah'ın sözü olduğu apaçıktır, ikinci cümlenin de Peygamber'in sözü olduğunu Buhârî haber veriyor. Buhârî bu ikinci kısmı burada ta'lîkan verdi ve bunu, bu Sahîh'inde müsned olarak tahrîc etmedi. Edebu'l-Müfred Kitâbı'nda ise mevsûlen tahrîc etmiĢtir. Diğer muhaddisler de bu sözü mevsûlen rivayet etmiĢlerdir. Ġslâm'ın kolaylık dîni olduğunu nasslaĢtıran âyetler de vardır. Birini zikredelim: "Dîn (işlerin)de üzerinize hiçbir güçlük de yüklemedi" (el-Hacc: 22/78). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/191.
82
ortalama gidin. (Eğer en kâmili yapamazsanız, ona) yaklaşın, (az olsa da devamlı amel ve ibâdetten dolayı) sevinin; sabah, akşam ve gecenin bir cüz'ünde (ibâdete tevfîk vermesi için Allah'tan) yardım isteyin"79[56].
30- Bâb: Namaz Îmândandır
Ve Yüce Allah: "Allah îmânınızı zayi' edecek değildir…" (el-Bakara: 2/143) kavliyle, Beytu'l
79[56] Bu hadîs, amelde rıfka teĢviki ve en iyisini yapacağım diye uğraĢmaktan sakındırmayı tazammun ediyor. Allah yolunda yalnız elimizden kolaylıkla gelen amellerle mükellef olduğumuz gibi, birbirimize teklif edeceğimiz iĢlerde de takat getirilecek mıkdâr ile iktifa edeceğiz. Peygamber'in bu tenbîhten maksadı, nafile ibâdetleri îfâ için neĢâtlı zamanları seçmenin daha faziletli olduğunu beyândır. Arasıra teheccüd namazı kılmağa da bir iĢâretciği hâvidir. Allah yolunun yolcusu olan tâat ehlinin diyar diyar seyr ü sefer edenlere benzetilmesi de çok beliğ düĢmüĢtür. Bilindiği üzere sıcak beldelerde gündüz yolculuğu pek rahatsız edici, bazen de helak edici olduğu için sabahın, akĢamın, gecenin serin zamanlarında yürünmesi tavsiye edilmiĢtir (Tecrid Ter., I, 40-41; Çantay, Kırk Hadîsler, II, 324'de güzel haĢiyesi vardır). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/191.
83
Makdis'e doğru kıldığınız namazlarınızı zayi' edecek değildir, ma'nâsını kasdeder 80[57].
33- Bize Amr ibn Hâlid (229) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Zü-heyr ibn Muâviye (173) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ebû Ġshâk es-Sâbîî(127) Berâ ibn Âzib(R)'den Ģöyle tahdîs etti:Peygamber (S) Medine'ye ilk geldiğinde Ensâr'dan olan dedeleri (yâhud diğer lâfza göre dayıları) yurduna musâfir oldu. Ve on altı yâhud on yedi ay Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Hâlbuki kıblesinin BeytuM-Harâm'a doğru olmasını arzu ederdi. Ka'be'ye yönelerek ilk kıldığı namaz, ikindi namazı olmuĢtu. Bir cemâat de O'nunla birlikte kıldılar. Ondan sonra birlikte namaz kılanlardan biri namâzdan çıktı.Mescidin birinde bulunan bir cemâate namâzdalar iken yolu uğradı. Onlara: "Rasûlullah ile 80[57] Ġbn Battal Ģöyle dedi: Bu âyet Cehmiyye ve Murcie fırkaları aleyhine kat'î bir hüccettir. Çünkü onlar, amellere ve farzlara îmân ismi verilmez demiĢlerdir. Bu görüĢleri nassın hilâfınadır. Çünkü Yüce Allah; sahâbîlerin Beytu'l-Makdis'e doğru kıldıkları namazlarına îmân ismini verdi. Müfessirler arasında da bu âyetin, onların Beytu'l-Makdis'e doğru kıldıkları namazları hakkında indiği hususunda bir ihtilâf yoktur...(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/192.
84
birlikte Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için Ģehâdet ederim" deyince (namazlarını bozmadan) oldukları gibi Beyt'e döndüler. Rasûlullah Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldığı sırada Yahûdîler ve Hrıstiyanlar O'ndan hoĢlanırlardı.Ka'be'ye doğru yüzünü döndürünce, bu fiilini beğenmediler. Zuheyr dedi ki: Bize Ebû Ġshâk, Berâ'dan tahdîs etti. Berâ ibn Âzib bu hadîsinde Ģöyle demiĢtir: Kıble tahvîl edilmeden evvel, ilk kıbleye doğru namaz kılarak vefat etmiĢ, öldürülmüĢ kimseler de vardı. Bunlar hakkında nasıl bir hüküm vereceğimizi bilemedik. O zaman Yüce Allah: "Allah îmânınızı zayi' edecek değildir" (el-Bakara: 143) âyetini indirdi81[58].
81[58] Âyetin biraz daha geniĢ meali ve tefsiri Ģöyledir: "Gerçi kıblenin bu suretle çevrilmesi elbette büyük bir Ģeydir. Ancak bu Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler hakkında.böyle değil. Allah îmânınızı zayi' edecek.değildir. Çünkü Allah insanlara çok Ģefkat edici, çok merhamet eyleyicidir". ...Bu imtihan büyük ve ağır bir Ģeydir, ancak Allah'ın hidâyet ettiği, îmânda sebat nasîb eylediği kimselere değil; onlara Allah'ın hiçbir emri ağır gelmez. ġunu da biliniz ki, Allah sizin sebatkâr îmânınızı veya îmânınızın eser ve alâmeti olan namazlarınızı hiç zayi' etmek istemez. Binâenaleyh, kıble değiĢtirilirse, bundan evvel kıldığınız namazlar, vefat eden
85
31- Kişinin Müslümanlığının Güzelliği
Babı
34- Ġmâm Mâlik Ģöyle dedi: Bana Zeyd ibn Eslem haber verdi. Ona da Ata ibn Yesâr haber verdi. Ona da Ebû Saîd Hudrî haber verdi ki, kendisi Rasûlullah(S)'dan Ģöyle derken iĢitmiĢtir: "Bir kul müslümân olur ve müslümânlığı da güzel olursa, Allah onun evvelce işlemiş olduğu her kötülüğünü örter. Ondan sonra sıra kısasa (yânî mükâfat ve mücâzâta) gelir. Bir hasene, ondan yedi yüz kat büyük hasene ile; bir seyyie (yânî kötülük) ise, yalnız kendi misli ile karşılanır: meğer ki Allah o seyyieyi afveder"82[59].
kardeĢlerinizin namazları Allah indinde zayi' olmaz... (Hakk Dîni, I, 526). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/193. 82[59] Bu, kiĢinin Ġslâm'a zahiri ve hatmiyle beraber tam girip, Islâmî emirleri îfâ, nehiylerden çekinme ve mahlûkaata Ģefkat ile olur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/194.
86
35-....... Bize Ma'mer ibn RâĢid, Hemmâm ibn Münebbih(131)'den haber verdi. Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "Biriniz İslâm'a girişini güzel yaparsa, yapacağı her bir hasene, kendisi lehine on mislinden yedi yüz katına kadar büyük derecelerle yazılır; yapacağı her bir seyyie ise, ancak kendi misli ile yazılır"83[60].
83[60] Ġslâmî amellere on mislinden baĢlayıp daha büyük katlara kadar mükâfat; kötülüklere de kendi misli ile ceza verileceği âyetlerle de sabittir. On misli hükmü Ģu âyettendir: "Kim bir güzellikle gelirse işte ona bunun on katı var. Kim de bir kötülükle gelirse bu, o mıkdârdan başkasıyle cezalanmaz. Onlar haksızlığa uğratılmazlar" (el-En'âm: 6/160) Yedi yüz misli hükmü de Ģu âyettendir: ''Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli yedi başak bitiren, her başakta yüz dâne bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah kime dilerse ona kat kat verir. Allah ihsanı bol olan, hakkıyle bilendir" (el-Bakara: 2/261). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/194.
87
32- Bâb: Allah'a En Sevgili Olan Dîn (Ameli), En Devamlı Yapılanıdır 84[61]
36-....... HiĢâm dedi ki: Bana babam Urvetu'bnu'z-Zubeyr, ÂiĢe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S), ÂiĢe'nin yanında bir kadın varken yanlarına girdi. - "Bu kadın kimdir?" diye sordu. ÂiĢe: - Fulânca kadındır, dedi ve o kadının kıldığı namazları anlatmağa baĢladı. Rasûlullah ise: - "Bu sözü bırak. Dâima elinizden gelecek şeyleri yapınız. Yoksa Allah'a yemîn olsun ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz" buyurdu. Rasûlullah'ın
84[61] Bu bâbda istenen Ģey iyi amelere devamdır. Kul iyi amellere, ibâdetlere devam ettikçe Allah tarafından mahabbet artar. Çünkü Allah, kulun iyi amellere devam etmesini sever. "Allah'a en sevgili olan dîn" demek, en sevgili olan dînî âmel demektir. Çünkü dîn, tâattir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/194.
88
en ziyâde sevdiği dîn (yânî tâat), sahibinin devâmlı olarak yaptığı idi 85[62].
33- Îmânın Artıp Eksilmesi Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: "Biz de onların hidâyetini artırmıştık" (el-Kehf: 18/13), "...îmân edenlerin de inançları artsın..." (elMüddessîr: 74/31)
Ve Allah: "Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim..." (el-Mâide: 5/3) buyurdu. Binâenaleyh kemâlden bir Ģey eksildiği zaman, o eksiktir 86[63].
85[62] Müslim'in rivayetinde bu kadının ismi Havla' bintu Tuveyt diye tasrîh edilmiĢtir. Çok ibâdet eden bir kadındı. Peygamber ile ÂiĢe arasındaki konuĢma, kadın ÂiĢe'nin yanından çıktıktan sonra cereyan etmiĢtir. Hadîste, amele devamın fazileti; devamlı olacak amele teĢvîk vardır. Devamlı olan az amel, kesik kesik olan çok amelden hayırlıdır. Çünkü az'a devam etmekle tâat, zikr, murakabe, niyet, ihlâs ve Allah'a yönelme devam eder. Bir de bu hadîste, Peygamber'in ümmetine olan Ģefekatı ve re'fetinin beyânı vardır. Çünkü O ümmetini, kendilerine elveriĢli olacak Ģeye irĢâd eylemiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/195. 86[63] Bu bâbda îmânın artıp eksileceği zikredildi, îmânın, kulun dîn amellerine devam etmesiyle artacağı, amellere devamda
89
37-....... Bize Katâde, Enes(R)'ten tahdîs etti. Peygamber (S) buyurdu ki: "La ilahe ille'llâh deyip de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayr (yânî îmân) bulunan kimse cehennemden çıkacaktır. La ilahe ille'llâh deyip de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayr bulunan kimse cehennemden çıkacaktır. La ilahe
kısaltma yapmasıyle de eksileceğinde Ģübhe yoktur. Bilhassa bu, Buhârî ile muhaddislerden bir cemâate göre böyledir, îmânın artıp eksilmesine kaail olmayanlara göre de, yine amellere devamla îmânda artma, amelleri kısaltma ile de eksilme bulunur; fakat bu artma ve eksilme îmânın zâtına değil de sıfatına râci' olur. Buhârî, üçüncü âyeti ilk iki âyetin üslûbunda söylemedi. Çünkü üçüncü âyetten maksad, artma ma'nâsının lâzımı olan eksilmeyi beyândır. Buna istidlal Ģöyledir: îmâna artma gireceği gibi, eksilme de girecektir. Çünkü bir Ģey iki zıddan birini kabul ettiğinde, diğer zıddı da kabul etmesi zarurîdir. Buhârî bunu: "Kemâlden bir Ģeyi terk ettiği zaman, artık o eksik olur" sözü ile beyân etti. Ġlk iki âyetten murâd, artmayı lüzûmen değil de tasrîhen isbât etmektir. Çünkü bu iki âyette artma tasrîh edilmiĢtir. Üçüncü âyette ise sarîh olan Ģey, noksanın mukaabili bulunan kemâl'dir. Kemâlden de noksanlık, sarîh olarak değil de, iltizâmen anlaĢılır. Bâb baĢlığı îmânın artıp eksilmesi suretinde yapılınca, artmaya ilk iki âyetin sarîhliği ile, eksilmeye de iltizâm yoluyle üçüncü âyetle ihticâc etti (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/195-196.
90
ille'llâh deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayr bulunan kimse cehennemden çıkacaktır." Ebû Abdillah Buharı Ģöyle dedi: Ebân: Bize Katâde tahdîs etti; bize Enes Peygamber'den tahdîs etti, dedi. Bu isnâddaki hadîste "hayrdan" yerine "îmândan" ta'bîri geldi 87[64].
38-.......Bize Kays ibn Müslim (120), Tarık ibn ġihâb (83-R)'den haber verdi; Ģöyle demiĢtir: Yahûdîler'den bir kimse Umer ibn Hat-tâb(R)'a: - Ey Mü'minlerin Emîri! Sizin Kitâb'ınızda okumakta olduğunuz bir âyet var ki, biz Yahûdî
87[64] Bu, tarîklerdendir. Bu ta'lîki, Hâkim, Kitâbu'l-Erbâîn'inde, Ebû Seleme Musa ibn Ġsmâîl Ģöyle dedi: Bize Ebân tahdîs etti.... tarîkinden vasl etmiĢtir. Müellif Buhârî, bu ta'lîk ile Katâde'nin: "Bize Enes tahdîs etti" demesinde lâfzını sarahatle söylemesine tenbîh etti. Çünkü Katâde, an'anesiyle ihticâc edilmez bir müdellistir. Müdellis ise, ancak kendisinin an'ane yaptığı kimseden iĢitmesi sabit olursa ihticâc edilir, iĢte Buhârî bu ta'lîkle, bu iĢitmenin sübûtunu göstermiĢtir. Bir de Buhârî, metnin "min hayrın" sözü yerine "min îmânın" ta'bîriyle tefsir ediliĢine tenbîh etmiĢtir. Hadîste, sünnet ve cemâat ehli lehine, büyük günâh sahibinin bu fiili sebebiyle tekfir edilemiyeceği, âsî mü'minlerin de cehenneme girecekleri hususuna delîl vardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/196.
91
topluluğuna nazil olmuĢ olaydı, nazil olduğu günü bayram edinirdik, dedi. Umer: - Hangi âyettir o? diye sordu. Yahûdî: - "Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size dîn olarak müslümânlıktan hoşnûd oldum..." (el-Mâide: 5/3) cevâbını verdi. Bunun üzerine Umer: - Biz bu âyetin indiği günü de, yeri de biliyoruz (kıymetini takdîr ediyoruz). Bu âyet Peygamber'e bir cumua günü Arafa'da kaaim iken nazil olmuĢtur, dedi 88[65].
88[65] Suâli soran zât Ka'bu'l-Ahbâr'dır; o zaman daha îmân etmemiĢti. Emîrü'l-Mü'minîn Umer'in cevâbı, suâle mutabık düĢmemiĢ tevehhüm edilebilirse de, mutabakatı üç veçhile söz ehli olanlara zahirdir. Evvelâ: Âyet Arafe günü ikindiden sonra indiği için bayram gecesi inmiĢ, yâhud inmesiyle hemen bayram tahakkuk etmiĢ demektir. Saniyen: Cumua günü nazil olmuĢtur ki, o gün müslümânların her hafta tekrar eden bir bayramıdır. Sâlisen: Arafe gününün kendisi de bayramdır. Nitekim bu hadîs, Ġshâk ibn Kubeysa rivayetinde: = Arafe olan cumua gününde nazil oldu. Cumua da Arafe de -Allah'a hamd olsun- bize bayramdır"; Taberânî'nin rivayetinde: = ikisi de bize bayramdır" denilmiĢtir.
92
34- Bâb: Zekât İslâmdandır
Ve Allah'ın Ģu kavli: "Hâlbuki onlar Allah'a, O'nun dininde ihlâs erbabı muvahhidler olarak ibâdet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkasıyle emrolunmamışlardı. En doğru dîn de bu idi" (el-Beyyine: 98/5)
39-.......Bana Mâlik ibn Enes, amucası Ebû Süheyl ibn Mâlik'ten, o da babası Mâlik ibn Ebî Âmir'den tahdîs etti ki, o, Talha ibn Ubeydillah(R)'dan Ģöyle derken iĢitmiĢtir: Necd ahâlîsinden saçı darmadığınık (fakîr) bir kimse Rasûlullah'a geldi. Uzaktan sesini karmakarıĢık duyuyor, fakat ne
Gerek son iki rivayetteki sarahate, gerek Buhârî'deki iĢarete nazaran suâle mutabık cevâb verilmiĢ demektir (Ahmed Naîm). Umer'in sözünün ma'nâsı Ģudur: Biz bu günü ihmâl etmedik, onun inme zamanı ve inme yeri de bize gizli olmuĢ değildir. Aksine biz onunla ilgili her Ģeyi zabt etmiĢizdir. Hattâ onun inmesi zamanında Peygamber'in sıfatı ve durumunu bile ki, o zaman Peygamber ayakta idi. Bu ise, zabtın son derecesinde olmaktır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/197.
93
söylediğini anlayamıyorduk. Nihayet yaklaĢtı; meğer Ġslâm'ın ne olduğunu soruyormuĢ. Bu suâle karĢı Rasûlullah(S): - Bir gün bir gece içinde beş namaz, buyurdu. O zât: - Üzerimde bu namazlardan baĢkası da olacak mı? diye sordu. - Hayır, meğer ki kendiliğinden kılasın, buyurdu. Ondan sonra Rasûlullah: - Bir de ramazân orucu, buyurdu. O zât: - Üzerimde bundan baĢkası da olacak mı? diye sordu. O da: - Hayır, meğer ki kendiliğinden tutasın, cevâbını verdi. Talha der ki: Rasûlullah, zekâtı da ona söyledi. O zât yine: - Üzerimde bundan baĢkası da olacak mı? diye sordu. Yine Rasûlullah: - Hayır, meğer ki kendiliğinden veresin, cevâbını verdi. Bunun üzerine (o Necdli fakîr zât): - Vallahi bundan ne artık, ne eksik bir Ģey yapacak değilim, diyerek arkasını dönüp gitti. Bunu duyunca Rasûlullah:
94
- Eğer doğru söylüyorsa felah buldu gitti, buyurdu 89[66].
35- Bâb: Cenazenin Arkasından Gitmek Îmândandır
40- Bize Ahmed ibnu Abdillah ibn Alî elMencûfî (252) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ravh (205) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Avf ibn Ebî Cemile (146) Hasen Basrî'den ve Muhammed ibn Sîrîn(l 10)'den; onlar da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti (ki Ebû Hureyre Ģöyle demiĢtir); Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "Her kim îmânı sebebiyle ve sevabını-yalnız Allah'tan umarak bir müslümân cenazesi arkasından gider ve üzerine namaz kılıp gömülmesini bitirinceye
89[66] Allah, baĢlıktaki âyette üç Ģey zikretti: Birincisi bütün ibâdetlerin baĢı olan dîni hâlis kılmak, ikincisi dînin direği olan namazı ayakta tutmak, üçüncüsü de dâima namazın ardından zikredilen zekâtı vermek. Sonra Yüce Allah bunların hepsine "işte ayakta duracak olan dosdoğru dîn budur" kavliyle iĢaret etti. Hadîsin baĢlıktaki "Zekât Ġslâm'dandır" fıkrasına uygunluğu açıktır. Çünkü bunda zekâtı vermek, Ġslâm esaslarından biri olarak sayılmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/199.
95
kadar beraber bulunursa, iki kîrât ecr ile döner ki, kıratların her biri Uhud dağı gibidir. Her kim o cenaze üzerine namaz kılar da defn olunmadan evvel dönerse, bir kîrât ecr ile dönmüĢ olur". Usmân ibn Ebî Heysem el-Müezzin (220), bu hadîsi Avf el A'râbî(146)'den rivayet etmekte Ravh'a mutâbaat etti. Dedi ki: Bize Avf, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üzere geçen hadîs gibi tahdîs etti 90[67].
36- Mü'minin, Farkında Olmaksızın Amelinin Bâtıl Olup Boşa Gitmesinden Korkması Babı
90[67] Bu mutâbaatı Ebû Nuaym, el-Mustahrac'ında vasletmiĢtir. Eğer Buhârî, bu hadîsi Usmân el-Müezzin'den iĢitti ise, bu tarîk kendisi için bir derece daha yüksektir. Çünkü hadîs, Usmân'ın rivayetinden dört râvîli, Mercûfî'nin rivayetinden beĢ râvîlidir. Eğer sen, Buhârî, Mercûfî'nin rivayeti Usmân'ınkinden daha nazil iken niçin Mercûfî'ninkini evvelâ zikretti? dersen, Mercûfî'nin rivayeti vasledilmiĢ ve Usmân'ın rivayetinden ittifakça daha sağlam olduğu için, derim (Aynî). Hadîs metninde zikredilen "kîrât", aza da çoğa da Ģâmil olabilen bir sevâb ölçüsüdür; mıkdârını Allah bilir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/200.
96
Ġbrahim et-Teymî (192): "Sözümü amelimle ne zaman karĢılaĢtırdım ise yalancı çıkmaktan korkmuĢumdur" dedi. Ġbn Ebî Muleyke (117): "Peygamber'in sahâbîlerinden otuz zâta yetiĢtim; hepsi de münafık olmaktan korkuyorlardı, içlerinde, benim îmânım, Cibrîl ve Mîkâîl'in îmânı gibi sağlam ve nifak arız olmaktan masundur diyen de hiç yoktu" dedi. Hasen el-Basrî (110?)'nin de: "Allah'tan mü'minden baĢkası korkmaz, münafıktan baĢkası emîn olmaz" dediği zikrolunur. Ve Yüce Allah'ın: "... Bir de onlar işledikleri (günâh) üzerinde, bilip dururlarken ısrar etmeyenlerdir" (Ali-Ġmrân: 3/135) kavlinden dolayı, tevbe etmeksizin nifak ve ma'siyette ısrar etmekten korkulur 91[68].
91[68] Buhârî bu bâb baĢlığında birinci cümle ile sonuncu cümle arasına mu'tariza olarak üç tane ta'lîk soktu. Buhârî, Ġbrahim etTeymî'nin sözünü, kendi târîhinde Ebû Nuaym'den vasl etmiĢtir. Bunu diğer bâzı muhaddisler de vaslettiler. Ġbn Ebî Müleyke'nin sözü olan ta'lîki, ibn Ebî Heysem, kendi târîhinde vasletti. Hasen Basrî'nin sözü olan ta'lîki de Ca'fer el-Firyâbî "Münâfıkın Sıfatı" kitabında müteaddid tarîklerden muhtelif lâfızlarla vasletti. Buhârî, birinci ve ikinci ta'lîkleri cezm sîgasıyle, üçüncü ta'lîki de tamrîz sîgasıyle sevketti. Hasen'in sözünde tamrîz sîgasını kullanması, bu sözün kendince sahîh görülmemiĢ olmasından
97
41-.......Zubeyd (122) dedi ki: Ben Ebû Vâil(100)'e Murcie fırkası hakkında sordum. Bunun üzerine Ģöyle dedi: Bana Abdullah ibn Mes'ûd (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Müslüman'a sövmek fısk, onunla kıtal etmek küfürdür" buyurmuĢtur 92[69].
42-....... Bize Ġsmâîl ibn Ca'fer, Humeyd(143)'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti. Enes Ģöyle dedi: Bana Ubâdetu'bnu's-Sâmit (R) haber verip
dolayı değil, onu ma'nâ ile ve muhtasarca naklettiği içindir (Ġbn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/201. 92[69] Peygamber'in maksadı, müslümân ile süvüĢmek, fısk ve fücur ehlinin müslümân ile kıtalinin de küfür ehlinin Ģânından olduğunu beyân olsa gerektir. Küfür ehlinin Ģânından olan ahlâk ve ef'âl vakıa insanı âsî mertebesinden düĢürüp, hemen îmânını selbetmez. Fakat îmân kal‘asını zedeleyip sahibini maazallah küfür ve nifak vadisine sürüklemelerinden korkulur. Bundan dolayı ümmetin büyüklerinden çok kimseler, îmânlarına nifak karıĢmıĢ olmaktan ve farkına varmaksızın amellerinin heba olmuĢ olmasından son derece korkarlardı. Bu hadîste "Küfürle beraber tâat menfâat vermediği gibi, îmânla beraber ma'siyet zarar vermez" görüĢünde olan Murcie fırkasına redd vardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/201.
98
Ģöyle dedi: Rasûlullah (S), Kadr gecesini haber vermek üzere (hücresinden) çıktı. Derken müslümanlardan iki kiĢi kavga ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah: "Ben size Kadr gecesini haber vermek üzere çıkmıştım. Fulân ile fulân kavga ettiler de o bilgi ref olundu. İhtimâl ki, hakkınızda bu daha hayırlıdır. Artık siz Kadr gecesini (yirmiden sonraki) yedinci veya dokuzuncu veya beşinci gecelerde arayınız" buyurdu 93[70].
37- Cibrîl'in Peygamber'e Îmândan, İslâm'dan, İhsandan, Kiyamet Vaktinin Bilgisinden Sorması Ve Peygamberin Ona Bunları Beyân Etmesi Babı
93[70] Buhârî, bundan evvelki Abdullah ibn Mes'ûd hadîsini, bâb baĢlığının sonuncu hükmünün delîli olarak zikretti. Bu Enes hadîsini de bâb baĢlığındaki birinci hükmün delîli olarak zikretmiĢtir. Bu son hadîste kavga ve muhasama etmenin kötülenmesi, bu kavganın, Ģahıslara âid günâh yüzünden umûma ukubete sebeb olduğu hükmü vardır. Çünkü ümmet, Peygamber'in huzurunda kavga yapılması yüzünden bu mübarek gecenin bildirilmesinden mahrum olmuĢtur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/202.
99
Ve sonra Peygamber: "Cibril aleyhi's-selâm sizlere dîninizi öğretmek için geldi" buyurdu da, Abdu'1-Kays hey'etine îmândan olarak beyân ettiği Ģeylerle ve Yüce Allah'ın: "Kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa ondan bu dîn asla kabul olunmaz..." (Âli imrân: 3/85) kavli ile birlikte, buradaki hadîste zikrolunan Ģeylerin hepsini dîn yaptı 94[71].
43-....... Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Bir gün Rasûlullah(S) meydanda oturuyordu. Yanına bir adam geldi ve: - îmân nedir? diye sordu. Rasûlullah: 94[71] Buhârî, îmân ve Ġslâm'ı bir tek ma'nâdan ibaret görüyor. Cibrîl'in îmândan ve islâm'dan sormasının zahiri, ve Peygamber'in ona cevâbının zahiri, îmân ile Ġslâm'ın baĢka baĢka Ģeyler olmasını gerektirince, yânî îmân, tasdîk ve bir takım husûsî iĢler, Ġslâm da husûsî bir takım amelleri izhâr etmek olunca, Buhârî zahirî olan bu îmân-Ġslâm ayrılığını kendi yoluna te'vîl suretiyle reddetmek istedi. Bunu da i'tikâad ve amelin dîn oluĢu, Peygamber'in Abdu'1-Kays hey'etine îmânı islâm ile beyân ediĢi -çünkü onların kıssasında îmânı, burada islâm'ın tefsir elliği Ģeylerle tefsir etmiĢti-, Âlu Imrân: 3/85. âyetinin Ġslâm'ın dînden ibaret olduğuna delâlet ediĢi, Ebû Sufyân hadîsinin de îmânın dîn olduğuna delâlet etmesi ile istidlal etti. Netice i'tibâriyle bütün bunlar islâm ve îmânın bir Ģey olduğunu gerektirdi (Ġbn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/202-203.
100
- îmân Allah 'a, meleklerine, Allah 'a kavuşmaya, peygamberlerine inanman; kezâlik (öldükten sonra) dirilmeye inanmandır, cevâbını verdi. O zât: - Ġslâm nedir? dedi. Rasûlullah: - Allah'a ibâdet edip, O'na hiçbir şeyi ortak kılmaman, namazı dosdoğru kılman, farz edilmiş olan zekâtı vermen, ramazânda oruç tutmandır, buyurdu. Sonra o zât: - Ġhsan nedir? diye sordu. Rasûlullah: - Allah'ı sanki görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir; eğersen Allah'ı görmüyorsan şübhesiz O seni görmektedir, buyurdu. O zât: - Kıyamet ne zaman? dedi. Bunun üzerine Rasûlullah: - Bu mes'elede sorulan, sorandan daha âlim değildir. (Şu kadar var ki kıyametten evvel zuhur edecek) alâmetlerini sana haber vereceğim. Ne zaman satılmış câriye sahibini (yânî efendisini) doğu
101
rur95[72], kim idikleri belirsiz deve çobanları yüksek bina kurmakta biri-biriyle yarışa çıkarsa kıyametin alâmetleri görülmüş olur96[73]. (Kıyametin vakti) Allah'tan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir, buyurduktan sonra: "O saatin ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru (mukadder olan vakitte ve yerde) O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağım bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez- Şübhesiz Allah (herşeyi)
95[72] Memlûk cariyenin kendi sahibini doğurması, kendisinden doğan efendi-zâdesinin babası yerine geçip ona sâhib olması i'tibâriyledir. Bu emare câriye ve halayıkların kıyametten evvel çoğalacağından kinayedir. Bir ihtimâle göre de, çocuk anası olan câriye satılacak ve elden ele geçip tedavül ede ede, nihayet maazallah kendi çocuklarının mülkiyetine bilinmeden geçip istifrâĢ olunacak derecede insanların ahlâkı bozulacak demektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204. 96[73] Fakîr insan tabakalarının servete kavuĢacaklarına iĢarettir ki, çöllerde oturan müslümânların bir çeyrek asır geçmeden Bizans ile Iran devletlerine gâlib gelerek, birdenbire hatır ve hayâle gelmez büyük servetlere vâris olmaları suretiyle, Peygamber'in bu ihbarı tahakkuk etmiĢtir. Kıyamet alâmetlerinin behemahal fena Ģeyler olduğuna kaail olanlara göre ise, servet ve saman zamanın geçmesiyle zatî kıymetleri olmayan sefîl insanların eline geçeceğine iĢarettir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204.
102
bilendir. Herşeyden haberdârdır" (Lukmân: 31/34) âyetini tilâvet eyledi. Sonra o zât arkasını dönüp gitti. Rasûlullah: "Onu geri getirin" diye emretti; fakat sahâbîler onun izini bulamadılar. Bunun üzerine Rasûlullah: "İşte bu Cibril'dir. İnsanlara dînlerini öğretmek için geldi" buyurdu. Ebû Abdillah Buhârî der ki: Rasûlullah bu hadîste zikredilen Ģeylerin hepsini îmândan kıldı97[74].
97[74] Bu hadîste îmân ve islâm esaslarının Peygamber diliyle takrîr ve tesbiti; îmân, Ġslâm ve ihsanın en güzel ta'rîfleri yapılmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204.
103
38- Bâb 98[75]
44-.......Abdullah ibn Abbâs haber verip, Ģöyle dedi: Bana Ebû Sufyân haber verdi ki, Hırakl ona Ģöyle demiĢtir: "Ben sana; onlar (yânî müslümânlar) artıyor mu, yoksa eksiliyor mu diye sordum. Sen, onların 98[75] Kerîme bintu Ahmed el-Merveziyye ile Ebu'l-Vakt'in rivayetlerinde de "bâb", böyle isimsiz gelmiĢtir. Ebû Zerr, Asîlî ve diğerlerinin rivayetlerinde ise "bâb" sözü düĢmüĢtür. Nevevî de birinciyi, yânî isimsiz "bâb" Ģeklini tercîh etti de: "Bâb" isminin, yânî Cibril'in îmândan sormasının bu hadîsle ilgisi yoktur, binâenaleyh bu hadîsin bundan evvelki bâb'a katılması sahîh olmaz, dedi. Ben derim ki; burada ilgiyi nefyetmek iki halde de tamâm olmaz. Çünkü, eğer isimsiz olarak "bâb" lâfzı sabit olursa, bu bâb kendinden önceki babın faslı menzilesinde olur. Böyle olunca da bu babın evvelki bâb ile ilgisi zarurîdir. Eğer "bâb" sözü sabit olmazsa, hadîsin önceki bâb'a ilgisi zâten lâzımdır. Lâkin bu bâb, önceki babın ismindeki "Bunların hepsini dîn kıldı" kavliyle ilgilidir, ilgilenme vechi de, Hırakl hadîsinde onun dîne îmân ismi vermiĢ olmasıdır. Binâenaleyh dînin îmân olmasıyle, müellif Buhârî'nin muradı tamâm oluyor. Eğer burada Buhârî lehine hüccet yoktur, çünkü o söz Hırakl'den nakledilmiĢtir, denilirse,'cevâb Ģudur: Hırakl o sözü kendi ictihâdıyle söylemedi; o bunu ancak peygamberlerin kitâblarından istikra' ederek haber vermiĢtir... Keza Hırakl o sözü kendi Rûm diliyle söyledi, Ebû Sufyân da o sözü Arabca olan kendi diliyle ta'bîr etti ve bunu dil âlimlerinden bulunan ibn Abbâs'a nakl eyledi, ibn Abbâs da bunu redd ve inkâr etmeyerek, Ebû Sufyân'dan rivayet etti. Bu da o sözün lâfzan ve ma'nen sahîh olduğuna delâlet etti (Ġbn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/204-205.
104
artmakta olduklarını söyledin, îmân keyfıyyeti de tamâm oluncaya kadar hep böyle gider. Ben sana, içlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen var mıdır diye sordum. Hayır, dedin, îmân da, mûcib olduğu inĢirah ve ferahlık kalblere karıĢıp kökleĢince böyle olur; hiçkimse onu sevmemezlik ermez..." 99[76]
39- Dînini Tertemiz Yapmak İsteyen Kimsenin Fazileti Babı
45-.......Âmir dedi ki: Ben Nu'mân ibn BeĢîr(64R)'den Ģöyle derken iĢittim: Ben Rasûlullah(S)'dan Ģöyle buyururken iĢittim: "Halâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında (halâl mı, haram mı belli olmayan bir takım) şübheli şeyler vardır ki, çok kimseler bunları bilmezler. Her kim şübheli şeylerden
99[76] Müellif Buhârî, "Vahyin baĢlangıcı" babında geçen Ebû Sufyân'ın uzun hadîsinden, burada maksadıyle ilgisinden dolayı, sâdece bu kısa parçayı almakla iktifa etti. Buhârî bunu, burada getirdiği isnâdla "Cihâd Kitâbı"nda sevketmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/205.
105
sakınırsa, ırzını da, dînini de tertemiz tutmuş olur. Her kim şübheli şeylere dalarsa, (içine girmek yasak olan) koruluk etrafında davarlarını otlatan bir çoban gibi, çok sürmez içeriye dalabilir. Haberiniz olsun, her devlet başkanının kendine mahsûs bir koruluğu olur. Gözünüzü açın; Allah'ın yeryüzündeki koruluğu da haram ettiği şeylerdir. Haberiniz olsun ki, bedenin içinde bir lokmacık et parçası vardır ki iyi olursa bütün beden iyi olur; bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o(et parçası)kalbdir"100[77]. 100[77] "Mudğa" sözünü, bedenin kalan kısmına nisbetle küçültmek iradesiyle "kalb" ma'nâsına kullandı. Kalb bu küçüklüğüyle beraber bedenin salâhı ve fesadı ona tâbi'dir. Kalb, bedenin sultânı olduğundan, o iyi olursa, onun raiyyesi gibi olan diğer organlar iyi olur. Tıbba göre kalb, nutfeden ilk oluĢan noktadır. Ondan kuvvetler meydana çıkar, ondan ruhlar gönderilir, idrâk ondan neĢ'et eder ve akletmek ondan baĢlar... iĢte bu ma'nâlardan dolayı bilhassa kalbi zikretti (Aynî). Ve kalb, yüreğe denir; fuâd ma'nâsınadır. Farsça'da "dil" denir. Bir kavle göre kullanmada fuâd daha husûsîdir ki, lisânımızda ona "gönül" ta'bîr olunur. Mütercim der ki, Nihâye'de iĢbu "Size Yemen ehli geldi, onlar kalbleri ince, fuâdları yumuşak insanlardır" hadîsinde Ģöyle dedi: Ma'rûf olan kalb ve fuâd birdir, ki "takallub" i'tibâriyle kalb, tefe'ud ve "tevakkud" (yânî yanıp tutuĢmak) i'tibâriyle fuâd denilmiĢtir. Bâzılarına göre fuâd yüreğin ortasına denir; bir kavle göre yüreğin perdesine denir. Ve kalb, habbe ve süveydâsından ibarettir. Tahkik ehli indinde kalb, yürek ta'bîr olunan, çam kozalağı Ģekilli cismânî ete taalluk eden Rabbânî bir latifeden ibarettir ki, bütün
106
kuvvetlerin baĢlangıcıdır. Nitekim dimağ, bütün hislerin baĢlangıcıdır. Hakimler indinde bu insanî hakîkattir ki nutk edici nefis ve bâtın ruh ta'bîr ederler. Ve yürek, natıka olan nefsin saltanat tahtıdır. Ve iĢbu "Âdem oğlunda bir çiğnem et vardır, o iyi olduğu zaman bütün beden iyi olur" hadîsinde kalbden murâd, anılan ilâhî lâtifedir ki, hayât feyzinin menbâıdır. Bâzı muhakkıklar dediler ki, kalb, yedi tabakayı müĢtemildir... Ve kalb denmesi "takallub"dan yâhud öz ve hâlis ma'nâsından alınmıĢtır. Ve mahal irâdesi 'itibariyle kalbden akıl ve anlayıĢ ve Ģecaat gibi Ģeyler de irâde olunur. Kaldı ki lisânımızda yürek dediğimiz, sol cânibde asılmıĢ olan ma'lûm etten uzuvdur. Lâkin bir gönlümüz dahi vardır ki, sükûn, harekelemeyi, istikrah gibi hâllerin medarıdır. Müellifin ikinci kavli buna mülayim olur ki, fuâd yüreğe ve kalb gönüle denir. Her kuvvetin baĢlangıcı olacaktır intehâ. Ve kalb, akıl ve heves ma'nâsına da kullanılır ve her Ģeyin özüne ve hâlisine denir (Kaamûs Ter.). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/206.
107
40- Bâb: Ganimetten Beşte Birini (Devlete) Vermek Îmândandır 101[78].
46- Bize Aliyyu'bnu'1-Ca'd (230) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġu'be, Ebû Cemre ed-Dab'î(128)'den haber verdi. Ebû Cemre Ģöyle dedi: Ben Ġbn Abbâs'ın maiyyetinde oturuyordum; Ġbn Abbâs beni kendi seririnin üzerine oturtur idi. Bana: Benim yanımda ikaamet et, sana kendi malımdan bir hisse ayırayım, dedi. Bunun üzerine ben onun maiyyetinde iki ay ikaamet ettim. Sonra Ġbn Abbâs Ģöyle dedi: Abdu'l
101[78] Yânî ganimetin beĢte birini Allah'ın emrettiği yerlere sarf edilmek üzere, devlete vermek de îmân Ģu'belerinden bir Ģu'bedir. Ganimet, harble düĢmandan alınan mallardır. Ganimetle ilgili Kur'ân âyeti Ģudur: "Eğer Allah'a ve hakk ile bâtılın ayrıldığı gün iki ordunun biribirine kavuştuğu gün kulumuz (Mııhammed)a indirdiğimiz (âyetler)e inanmışsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin mutlaka beşte biri Allah'ın, Rasûl'ünün, hısımların, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur. Allah her şeye hakkıyle kaadirdir." (el-Enfâl: 8/41). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/207.
108
Kays hey'eti102[79] (Bahreyn taraflarından) Peygamber'in yanına geldikleri zaman, Peygamber (S): - Sizler kimlerdensiniz, yâhud: Nerenin hey'etisiniz? diye sordu. Onlar: - Biz Rabîa kabîlesindeniz, dediler. - Hoşgeldiniz, Allah sizleri utandırmasın, pişman etmesin, buyurdu. Bunun üzerine: - Yâ Rasûlallah, biz sana yalnız haram ayda gelebiliriz. Seninle aramızda kâfir olan Mudar kabilelerinden Ģu topluluk vardır. O hâlde bize kestirme bir Ģey emret de geride kalanlarımıza haber verelim; o sebeble de cennete girelim, dediler. Peygamber'e içkileri de sordular.
102[79] Vefd, vâfidin cem'idir. Vâfld, bulunduğu yerden husûsî bir maksad ile kendi kavmi nâmına diğer memlekete giden kimseye denir. Yerine göre, mümessil veyâ sefir gibi bir ma'nâ ifâde eder. O hâlde burada vefd, mümessil hey'et demek olur. Bu hey'et Rabîa kabilelerinden Abdu'1-Kays tarafından Hudeybiye'den sonra Mekke fethinden biraz evvel Peygamber'e Munzir ibn Âiz el-Asarî'nin baĢkanlığında bir nevi' sefaretle gönderilmiĢti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/207-208.
109
Peygamber onlara dört Ģey emretti, dört Ģeyden de nehy etti. Onlara yalnız Allah'a îmân ile emrettikten sonra: - Yalnız Allah'a îmân etmek ne demektir, bilir misiniz? diye sordu. Onlar: - Allah ve Rasûl'ü en iyi bilendir, dediler. Peygamber: - Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı eda etmek, ramazân orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini vermenizdir, buyurdu. Keza onları dört Ģeyden, yâni hantem, dubbâ', nakîr, müzeffet (denilen kaplara hurma yâhud üzüm Ģırası koymak)ten nehyetti. Ġbn Abbâs'ın müzeffet yerine mukayyar dediği de rivayet edilmiĢtir 103[80].
103[80] Bunlar o diyarda içinde nebîz ve hamr, yânî Ģıra ile Ģarâb kurmak âdet olan dört nevi desti adıdır ki, içlerinde Ģıra kolayca mayalanıp alkollenirmiĢ. Bunlardan Hantem: Bir nevi' içi sırlı, ağzı yanından yapılmıĢ, kırmızı veya yeĢil topraktan îmâl edilmiĢ desti. Dubbâ: Desti yerinde kullanılan boĢ kuru kabak. Nakîr: ġıra kurmağa mahsûs içi oyulmuĢ ağaç parçası. Müzeffet:
110
Bunun ardından Rasûlullah o hey'et ferdlerine: - Bu emrettiklerimi iyice belleyiniz ve bunları arkanızda bıraktığınız kimselere haber veriniz, buyurdu 104[81].
41- Amellerin Ancak Niyet Ve İhlâs İle Muteber Olacağına Ve Herkesin Eline Ancak Niyet Ettiği Şeyin Geçeceğine Delîl Olarak Gelen Hadîs Babı
Binâenaleyh îmân, abdest, namaz, zekât, hacc, oruç ve bütün beĢerî muameleler bu kelâma girmiĢtir. Çünkü Allah da: "De ki: Herkes kendi şâkilesine göre amel eder... " (el-Ġsrâ: 17/84) buyurdu. "ġâkilesine göre" demek "niyetine göre" demektir. "Kişinin, sevabını yalnız Allah'tan umarak kendi ailesine
Zift yânî kara sakız ile sıvanmıĢ desti adıdır. Mukayyar: Yine zift ma'nâsına olan kaar veya kıyr ile sıvanmıĢ destidir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/208. 104[81] Hadîsin baĢlığa uygunluğu "Ganimetin beĢte birini (devlete) vermenizdir" fıkrasındadır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/208.
111
yaptığı harcaması da kendisi lehine bir sadakadır" ve keza Peygamber (S): "(Fetihten sonra hicret yoktur) Lâkin cihâd ve niyet vardır" buyurdu 105[82].
47-.......Bize Mâlik, Yahya ibn Saîd'den; o da Muhammed ibn Ġbrahim'den, o da Alkame ibn Vakkaas'tan;o da Umer(R)'den haber verdi ki, Umer Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "Ameller niyete göredir. Her bir kimse için ancak niyet ettiği Ģey vardır. Binâenaleyh her kimin hicreti Allah'a ve Rasûl'üne yönelmiĢse, onun hicreti Allah'a ve Rasûl'ünedir. Artık nail olacağı bir dünyâ
105[82] Buhârî, babın isminden sonra ileri sürdüğü "Binâenaleyh îmân, abdest, namaz, zekât, hacc, oruç ve bütün beĢerî muameleler bu kelâma girmiĢtir" hükmünü takviye etmek için bir âyet ve iki hadîs daha zikretmiĢtir. Âyetteki "Ģâkile"nin niyet ile tefsiri, Hasen Basrî'den, Muâviyetu'bnu Kurre'den ve Katâde'den rivayet edilmiĢtir. Bu hususta birbirine yakın baĢka tefsirler de gelmiĢtir. Takviye için sevk ettiği birinci hadîs, kiĢinin Allah rızâsını gözeterek yaptığı her iĢin, her amelin, hattâ kendi ailesine yaptığı harcamaların bile kendisi lehine sevâb olacak birer sadaka olduğunu takrir ediyor, ikinci hadîs ise, Mekke fethinden sonra hicret sebebiyle hayr talebinin kesildiğini ve fakat hayr talebinin cihâd ve niyet olduğunu beyân ediyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/209.
112
veya evleneceği bir kadından dolayı hicret etmiĢ kimse varsa, onun hicreti, hicretine sebeb olan Ģeyedir"
48-...,... Bana Adiyyibn Sabit (l 66) haber verip Ģöyle dedi: Ben Abdullah ibn Yezîd'den iĢittim, o da Ebû Mes'ûd(31)'dan; Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Bir kimse ecrini yalnız Allah'tan umarak ailesine infâk ettiği zaman, onun bu nafakası kendisi lehine bir sadaka olur".
49-.......Sa'd ibn Ebî Vakkas (R) oğluna Ģöyle haber vermiĢtir: Rasûlullah (S) bana hitaben Ģöyle buyurdu: "Şübhesiz sen, Allah rızâsını arayarak yapacağın her bir harcamadan dolayı muhakkak ecre nail olacaksın, hattâ eşinin ağzına verdiğin lokmaya kadar" 106[83]
106[83] Bu hadîsteki son ifâde, bundan evvelki hadîste anlatılan aile nafakasından sevaba nail olma hükmünü çok belîğ bir tarzda tavzîh etmektedir. Babın altında Umer'den getirdiği niyet hadîsinin bir rivayeti, elCâmi'u's-Sahîh'in birinci hadîsi olarak geçmiĢti: Ameller niyete
113
göredir. Bir iĢten maksad ne ise, hüküm ona göredir. Allah için çalıĢan Allah'a erer... Diğer iki hadîsin baĢlığa delâletleri açıktır Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/210.
114
42- Peygamber(S)'in: "Dîn ancak Allah için, Rasûlü için, Müslümânların imamları için ve bütün halk için nasihattir" Kavli İle, Yüce Allah'ın: "Allah için ve Rasûlü için nasihat ettikleri takdirde..." (et-Tevbe: 9/91) Kavli Babı 107[84]
107[84] "Dîn nasihatten ibarettir" demek, dînin direği ve kıvamı nasihattir demektir. Buhârî bu hadîsi Sahîh'inde müsned olarak zikretmemiĢ, bâb ismi olarak ta'lîkan zikretmiĢtir. Müslim, elCâmi'u's-Sahîh'inin Kitâbu'1-îmân bölümünde mevsûl olarak Temîm ed-Dârî'den rivayet etmiĢtir. Müslim'deki rivayet "Velikitâbihi" fıkrasını da ihtiva etmektedir: Allah için nasihat, Allah'ın vahdaniyyetine sahîh olarak i'tikâad edip, ibâdet ve tâatında niyeti hâlis kılmaktır. Rasûl'ü için nasîhat, Muhammed aleyhi-s-selâmın rasûlluk ve nebîliğini tasdîk, Ģerîatini kabul, emir ve nehyine inkıyâd eylemektir. Kitâb'ı için nasîhat, Kur'ân-ı Kerîm'i tasdîk ve mantûk olduğu hükümlerle amel etmekten ibarettir. imamlar için nasîhat, müslümânlarm önderleri olanlara, dîne uygun emir ve nehiylerine itaat edip, bâğîlık ve hurûcdan çekinmekten ibarettir. Halk için nasîhat, herkesi maslahatlarına irĢâd ve hayra delâletten ibarettir. Buhârî burada zikrettiği âyetle de bâb ismindeki hadîsi te'kîd etmiĢtir. Âyetin tamâmı Ģöyledir: "Allah 'a ve Rasûl'üne hayırhah oldukları takdirde ne zaîflere, ne hastalara, ne de harcayacaklarını bulamayanlara bir zorluk (ve mes'ûliyel) yoktur, iyilik edenlere karĢı da (muâhazeye) bir yol yoktur. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (etTevbe: 9/92).
115
50-.......Bana Kays ibn Ebî Hâzım'dan.o da Cerîr ibn Abdillah(74-8)'dan tahdîs etti; o Ģöyle demiĢtir: Ben Rasûlullah(S)'a namazı ikaame etmek, zekât vermek, her müslümâna nasihat edip hayırhah olmak üzere bey'at ettim.
51-.......Bize Ebû Avâne, Ziyâd ibn Ilâka(125)'dan tahdîs etti. ġöyle demiĢtir: Ben Cerîr ibn Abdillah(R)'dan Ģöyle derken iĢittim: Basra vâlîsi Mugîre ibn ġu'be'nin vefat ettiği gün (50) ayağa kalktı da, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra: BaĢınıza bir emîr gelinceye kadar tek ve ortaksız olan Allah'a ittikaa, vakaar ve sekinet üzere bulunmanızı tavsiye ediyorum. Zîrâ emîriniz Ģimdi buraya geliyor, diye nasihat etti. Müteakiben: (Vefat eden) Emîriniz için Allah'tan afv dileyiniz, çünkü o afvı severdi, dedikten sonra amma ba'du: Ben Peygamber(S)'e gelip: - Müslüman olmak üzere sana bey'at edeceğim, dedim.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/211.
116
ġart ettiği Ģeyler arasında her müslümâna hayırhah olmayı da Ģart etti. Ben de bu Ģart üzerine bey'at ettim. ġu mescidin Rabb‘ına yemîn ederim ki, ben sizin nasihat ediciniz, yânî hayırhâhınızım, dedi. Cerîr ibn Abdillah bu hutbeden sonra istiğfar ederek (minberden) indi108[85]
108[85] Bu nush ve nasihat maddesi, iki ma'nâya konulmuĢtur. Birisi hâlislik ve sâfîlik ma'nâsıdır. Nitekim mumu alınmıĢ hâlis bala "aselun nâsıhun" denilir. Birisi de söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarıp düzeltmek ma'nâsınadır. Bu iki ma'nânın mecmuundan alınarak da nush, hüsn-i niyet ve hulûsı kalb ile hayır-hâhlık ederek, eksiklikleri düzeltip ıslâh edecek öğüt vermek, va'z etmek, nasihat eylemek ma'nâsına gelir ki, nasîhat, o verilen öğüdün ismidir. Nasihat edilenin dünyevî ve uhrevî bi'1-cümle hayrını istemekten ibarettir. Buhari, Kitâbu'l-îmân'ı bu hadîsle sona erdirdi. Çünkü bu büyük, celîl, hafîl (dopdolu) bir hadîstir, Ġslâm'ın medarı olan dört hadîsten biridir de denildi. Buna göre Ġslâm'ın dörtte biri olmuĢ olur. Bâzıları bundan bütün hükümlere delîl çıkarmak mümkin olur, demiĢtir. Hadîsin bâb ismine uygunluğu açıktır. Buhâri'nin bâb isminden muradı, dîn'in amel'e vâki' olmasıdır; zîrâ Peygamber nasihate dîn ismini vermiĢtir, ibn Battal: Onun maksadı, islâm amelsiz sözden ibarettir diyenlere reddir. Çünkü Peygamber Onunla bey'atlaĢtığı zaman, kendisine her müslümâna nasîhat etmeyi de Ģart kılmıĢtır, dedi. Buhâri bu "îmân Kitâbı"nı nasîhat hadîsiyle bitirmek suretiyle de güzel bir bitiriĢ yapmıĢ ve islâm'dan olan nasîhat etme vazifesini de yerine getirmiĢ oluyor. Allah ona rahmet eylesin! Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/211-212.
117
Rahman ve Rahim olan Allah‘ın ismiyle
2- KİTÂBU'L-İLM (İLİM KİTABI)109[1]
109[1] el-Câmi'u's-Sahîh'dekı kitâbların hepsinin medarı (dönüp dolaĢması) ilim üzerine olduğu içindir ki, Buhâri bu ilim Kitâbı'nı, bundan sonraki kitâbların önüne geçirmiĢtir. Bunu niçin Ġmân Kitâbı'nın da önüne geçirmedi? dersen, îmân mükellef üzerine ilk vâcib olan Ģey olduğu için, yâhud mutlak olarak iĢlerin en faziletlisi, en Ģereflisi olduğu içindir derim. Nasıl böyle olmaz ki, îmân, ilimce de amelce de her hayrın baĢlangıcı, küçük büyük her kemâlin menĢeidir. Vahiy Kitâbı'nın en öne geçirilmesine gelince, îmânı ve dîn ile ilgili her
118
1- İlmin Fazîleti Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: "... Allah içinizde îmân etmiş olanlarla (bilhassa) kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini yükseltir. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (elMucâdîle: 58/12); "Rabb'ım benim ilmimi artır!" (Tâhâ: 20/114)110[2]
2- Konuşmasıyle Meşgul Bulunurken Kendisinden Bir İlim Sorulduğunda,
Ģeyi tanıma, ancak vahye dayandığı için, yâhud semâ'dan bu ümmete inen ilk hayr, vahy olduğu içindir (Kirmani, Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/213. 110[2] Buhârî, ilmin faziletini beyân hususunda iki âyeti zikretmekle yetindi. Çünkü Kur'ân, kat'î olan hüccetlerin en kuvvetlisidir. Nefyetmede de, isbât etmede de Kur'ân'la istidlal etme, baĢkalarıyla istidlalden daha kuvvetlidir (Kirmânî, Aynî). Ġlk âyetin baĢ tarafı Ģöyledir: "Ey îmân edenler, size meclislerde 'yer açın' denildiği zaman genişleyin ki, Allah da size genişlik versin. 'Kalkın' denilince de kalkıverin..." Bu âyetin tefsîri sırasında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, ilmin faziletiyle ilgili birçok hadîsler sıralamıĢtır: VI, 4790-4797. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/213-214.
119
KonuşmasınıTamamladıktan Sonra Suâl Sorana Cevâb Veren Kimse Babı
l- Bize Muhammed ibn Sinan (223) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Fuleyh (168) tahdîs etti. H ve keza bana Ġbrahim ibnu'l-Munzir (226) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Muhammed ibn Fuleyh (197) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana babam tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana Hilâl ibn Aliyy, Ata ibn Yesâr (94)'dan, o da Ebû Hureyre'den tahdîs etti. Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Meclisin birinde Peygamber (S) huzûrundakilere söz söylerken ansızın bir bedevi gelip: Kıyamet ne zamandır? diye sordu. Rasûlullah konuĢmasına devam etti. Oradakilerin kimi: Bedevî'nin ne dediğini iĢitti, amma suâlinden hoĢlanmadı dedi; kimi de: Belki iĢitmedi diye hükmetti. Nihayet Rasûlullah sözünü bitirince: "O kıyameti soran nerede?" diye, yânî bunun gibi bir lâfızla suâl etti. Bedevî: - ĠĢte ben yâ Rasûlallah, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah:
120
- Emânet zayi' edildiği vakit kıyameti bekle, buyurdu. Yine bedevî: - Emâneti zayi' etmek nasıl olur? diye tekrar sorunca, Rasûlullah: - İş, ehli olmayana yöneltilip dayandırıldığı zaman kıyameti bekle, buyurdu111[3].
3- İlme Delâlet Eden Bir Konuşmada Sesini Yükselten Kimse Babı
2-.......Bize Ebû Avâne, Ebû BiĢr (123-5)'den; o da Yûsuf ibn Mâhek (63-7)'den; o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Gittiğimiz yolculukların birinde Peygamber (S) geride kalmıĢtı da 111[3] Hadîsin baĢlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsten birçok hükümler alınmıĢtır: Sorana öğretmenin vücûbu, âlim meĢgul bulunduğu müddetçe ona herhangi bir-Ģey sormaması öğrencinin âdabından olduğu; çünkü konuĢmakta olduğu konuyu tamamlayıncaya kadar sözünü kesmemesi dinleyenlerin hakkı olduğu, öğrenci sormasında katı ve sert bile olsa öğretmenin ona yumuĢak ve rıfk ile muamele etmesi, âlimin cevâbda geniĢletme yapabileceği, cevâb vermekte kaadî, müftî ve müderrisin soru soranların öncelik sıralarını gözetmeleri gerekeceği... Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/215.
121
sonra bize yetiĢmiĢ idi. O sırada namaz vakti girmiĢti. Biz de abdest alıyorduk. Ayaklarımızı, mesh eder gibi, az su ile yıkamağa baĢladık. Peygamber bu hâli görünce en yüksek sesiyle iki yâhud üç kerre: "Cehennem'de yanacak ökçelere yazık!" diye nida etti112[4].
112[4] Müslim'deki rivayetlerin birinde gösterildiği üzere, bu sefer, Mekke'den Medine'ye dönüĢ idi. Vakti giren namaz da ikindi namazıydı. Bâzıları konak yerine varır varmaz hemen acele ile abdest almağa baĢlamıĢlar, ökçeleri ıslanmamıĢ olanları bile varmıĢ. Müslim'in rivayetinde bu inzardan sonra sarahaten Abdesti eksiksiz alın.'"tenbüıi de vardır: Müslim Ter., 1,323-324; "Tahâre, iki ayağı kemâliyle yıkamanın vücûbu babı", 26(241). Bu hadîsten: Abdestte iki ayağı tam yıkamanın vücûbu, temizliği her organa tam yaygınlaĢtırmanın vücûbu, cesedin azâb olunacağı, ilim münazarasında gerektiğinde ses yükseltmenin cevazı, âlimin farzlar ve sünnetlerin zayi' edilmesini gördüğünde bunu yüksek sesle reddedebileceği, te'kîd ve vücûbunda mübalağa olmak üzere mes'elenin tekrar tekrar söylenebileceği gibi hükümler alınmıĢtır. (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/215.
122
4- Muhaddisin Haddesenâ Yâhud Ahbaranâ Ve Enbeenâ Sözleri Babı113[5]
Bize Humeydî (219): Sufyân ibn Uyeyne(198)'nin nazarında Haddesenâ, Ahbaranâ, Enbeenâ ve Semi'tu bir ma'nâya idi, dedi. Abdullah ibn Mes'ûd da: Rasûlullah (S) sâdık ve masdûk olduğu hâlde Haddesenâ( = Bize tahdîs etti) demiĢtir. ġakîk da Abdullah ibn Mes'ûd'dan söyledi ki, kendisi: Ben Peygamber'den bir söz iĢittim, demiĢtir. Huzeyfe ibn Yemân (36) da: Rasûlullah (S) bize iki hadîs tahdîs etti, demiĢtir.114[6] Ve Ebu'l-Âliye (190) dedi ki: Ġbn
113[5] Bu, muhaddisin haddesenâ, ahbaranâ ve enbeenâ sözleri arasında fark var mıdır, yoksa hepsi bir midir hususunu beyân babıdır. Bu babı Kitâbu'l-Ġlm'de mutlak olarak zikretmesi, kitabını Peygamber'den rivayet edilmiĢ müsned hadîsler üzerine bina ettiğine tenbîh içindir. Bunun Ġlim Kitabı ile münâsebeti açıktır. Çünkü bu, muhaddisin lügat ve ıstılah yönünden mezkûr lâfızlar arasındaki farkı bilme hususunda muhtaç olacağı Ģeyler cümlesindendir. Buhârî "Bu ta'bîrlerin hepsi birdir, aralarında fark yoktur" görüĢünü tercîh etmiĢtir. Buhârî bu görüĢü, üstadı Humeydî'den; o da kendi üstadı Sufyân ibn Uyeyne'den nakletti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/216. 114[6] Bunlar arka arkaya üç ta'lîktir. Buhârî bunları sahâbînin bazen haddesenâ, bazen de semi'tıı demekte olduğuna,
123
Abbâs'tan: o da Peygamber'den; O da Rabb'ından rivayet etmekte olduğu hadîsde... Enes ibn Mâlik de: Peyamber(S)'den; O da azîz ve celîl olan Rabb'ından rivayet ederek... dedi. Ebû Hureyre de: Peygamber'den; o da azîz ve celîl olan Rabb'mızdan rivayet ederek... buyurdu, dedi.115[7]
3- Bize Kuteybe (240) tahdîs etti. Bize Ġsmâîl ibn Ca'fer (180) Abdullah ibn Dînâr (127)'dan; o da Ġbn Umer (R-73)'den tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S): "Ağaçların içinden bir nevi' vardır ki, yaprağı düşmez. O ağaç (kâmil) müslümânın benzeridir. Onun ne olduğunu bana tahdîs edin (söyleyin)" buyurdu. Orada bulunanlar vâdîlerdeki
binâenaleyh bunun da sahâbîlerin bu sîgalar arasında fark gözetmediklerine delâlet ettiğine tenbîh olmak üzere getirdi. Birinci ta'lîki, Kader Kitâbı'nda, ikinciyi Cenâiz Kitâbı'nda, üçüncüyü de Rikaak Kitâbı'nda vasletti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/216. 115[7] Bunlar da diğer üç ta'lîktir ki, bunları da an'anenin, yânî "an fulanin, an fulanın" ta'bîrlerinin, -bu fulânların buluĢmaları sabit olduğu zaman- vasl ifâde ettiğine tenbîh için getirmiĢtir. Buhârî bu üç ta'lîki de Tevhîd Kitâbı'nda vasletmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/217.
124
ağaçlan saymağa daldılar. Abdullah ibn Umer dedi ki: Bunun hurma ağacı olduğu hatırıma geldi, fakat (söylemeğe) utandım. Ondan sonra: Yâ Rasûlallah, onun ne ağacı olduğunu bize tahdîs et (=söyle), dediler. Rasûlullah: ''Hurma ağacıdır" cevâbını verdi116[8].
5- İmâmın, Kendi Maiyyetindekilere Karşı, Onlardaki Bilgiyi İmtihan Etmek İçin Ortaya Suâl Atması Babı
4-......Bize Abdullah ibn Dînâr, Abdullah ibn Umer (R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Ağaçların içinden bir nevi' vardır ki yaprağı düşmez. O ağaç müslümânın benzeridir. Onun ne olduğunu bana söyleyin" buyurdu. Orada bulunan insanlar vâdîlerdeki ağaçları saymağa daldılar. Abdullah ibn
116[8] Bu hadîste, üstadın talebeden, talebenin de üstâddan iĢitmesini tahdîs ta'bîriyle ifâde etmesi vardır. Çünkü Peygamber, sahâbîlere hitaben: "Bana tahdîs edin" buyurdu; onlar da Peygamber'e: "Bize tahdîs et" dediler. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/217.
125
Umer dedi ki: Bunun hurma ağacı olduğu hatırıma geldi, fakat ben söylemeğe utandım. Ondan sonra sahâbîler: Yâ Rasûlallah, onun ne ağacı olduğunu bize söyle! dediler. Rasûlullah: "Hurma ağacıdır!" buyurdu117[9].
117[9] BaĢlığa uygunluğu "Onun ne olduğunu bana tahdîs ediniz" ve "Yâ Rasûlallah! Onun ne olduğunu bize tahdîs et" sözlerindedir. BaĢlık tahdîs, ihbar ve in-bâ diye üç lâfızladır; hâlbuki hadîste tahdîs'ten baĢka lâfız yoktur dersen, ben: Hadîsin lâfızları muhteliftir, bütün yolları toplanırsa bu ta'bîrlerin hepsi de bulunur derim. Bu hadîsten:Âlimin, anlayıĢlarını denemek için ve onları düĢünmeye rağbetlendirmek için talebelerine soru sormasının müstehâblığı, büyüklere ta'zîm gösterip yanlarında gereksiz konuĢmamak, bir maslahatı kaçırmaya götürmediği müddetçe, hayanın müstehâblığı, cevâbını beyân etmekle beraber bilmecenin cevazı, daha iyi anlatmak ve zihinlerde ma'nâları sû'retlendirmek için misâller getirip beyân etmenin cevazı, kendinden aĢağıdaki kiĢilerin idrâk etmekte oldukları bâzı Ģeylerin büyük âlime bazen gizli olabileceği; çünki ilmin ilâhî bir hibe ve Rahmani bir mevhibe olduğu: "Lütuf ve inayet muhakkak Allah'ın elindedir; onu kime dilerse ona verir" (Âli Ġmrân: 3/73; el-Hadîd:57/29) gibi hükümler alınmıĢtır (Aynî) Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/218.
126
6- İlim Hakkında Gelen Sözler Ve Yüce Allah'ın: "Rabb'ım! Ilmimi artır! de" (Tâhâ: 20/114) Kavli Babı
7- Muhaddisin Huzurunda Okumak Ve Ona Arz Etmenin Hükmünü Beyân Babı118[10]
Ve Hasen Basrî, Sufyân es-Sevrî, Ġmâm Mâlik muhaddisin huzurunda okumayı (ondan nakletmenin sahîhliği hususunda) caiz gördüler. Ve bâzıları âlimin huzurunda (kendisinden nakledebilmek için) ona karĢı okumanın caiz olduğuna, Dımâm ibn Salebe hadîsini delîl olarak ileri sürdü: Dımâm, Peygamber(S)'e: "Namazları kılmamızı sana Allah mı emretti?" diye
118[10] Selefin bâzısı ancak üstâdların lâfızlarından iĢittikleri söze i'tibâr etmiĢlerdir de üstâdların huzurunda okunanlara i'tibâr etmemiĢlerdir, iĢte bu sebebledir ki Buhârî, Üstâdların huzurunda okunanların da cevazına dâir bu babı açtı ve bundan Hasen Basrî'nin "Âlimin huzurunda okumakta be's yoktur" sözünü getirdi. Bu sözü ta'lîk yaptıktan sonra, müsned olarak da sevk eyledi. Keza Sufyân es-Sevrî'den ve Ġmâm Mâlik'ten de mevsûlen zikretti ki, bu iki imâm, âlimden iĢitmek ile âlimin huzurunda okumayı müsâvî kılmıĢlardır... (Ġbni Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/219.
127
sormuĢtu da, Peygamber de ona: "Evet" diye ikrar etmiĢti. Bu hadîsi delîl getirenler: ĠĢte bu. Peygamberdin huzurunda ona karĢı okumaktır. Müteakiben Dımâm, Peygamber'den sorup öğrendiklerini kendi kavmine haber verdi, onlar da bunu caiz görüp, verdiği haberi kabul ettiler. Ġmâm Mâlik de bir hakkı i'tirâf edenin ikrarı, yazılmıĢ bulunan mektûbla ihticâc etti ki, o mektûb, hakkı ikrar edenlere karĢı okunur; onlar da, bu, sâdece karĢılarında kıraat suretiyle okunduğu hâlde "Fûlan bizleri iĢhâd etti‖ derler119[11]. Keza Kur'ân okutucu muallimin huzurunda okunur da, okuyan kimse "Beni fulân okuttu" der. Bize Muhammed ibn Selâm tahdîs etti. Bize Vâsıtlı Muhammed ibn Hasen, Avf el-A'râbi den; o da Hasen Basrî'den tahdîs etti ki, o: "Âlim
119[11] Burada "sakk"dan (belki de bugün "çek" dediğimiz Ģeyden) murâd, içinde bir hakkı i'tirâf ve ikrar eden kimsenin ikrarı yazılı bulunan mektûbdur. O ikrar ediciye, içindeki kendi ikrarı yazılmıĢ olan mektûb okunduğu zaman, kendisi yazılan bu sözleri bizzat telâffuz etmemiĢ olsa da "Evet buna Ģehâdet caiz oldu" der. ĠĢte bunun gibi, âlimin huzurunda okunduğu ve onun da bu okunan sözleri ikrar ettiği zaman artık o sözleri kendinden rivayet etmesi sahîh olmuĢtur (Ġbn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/220.
128
huzurunda okumakta bir be's yoktur" demiĢtir. Ve bize Muhammed ibn Yûsuf el-Firabrî haber verdi. Ve bize Muhammed ibn Ġsmâîl el-Buhârî tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ubeydullah ibnu Musa, Sufyân es-Sevri‘den tahdîs etti ki, Sufyân: "Okuyanın (onu rivayet ederken): Bana fulân tahdîs etti demesinde be's yoktur" demiĢtir. Müellif Buhârî: Ve ben Ebû Âsım(212)'dan iĢittim ki, o Ġmâm Mâlik'ten ve Sufyân es-Sevri‘den olmak üzere: Alimin huzurunda okumak ile âlimin okuması müsavidir diyordu, dedi120[12] 120[12] Buhârî, bâzılarının Dımâm ibn Sa'lebe hadîsiyle âlim huzurunda okumaya hüccet getirmelerini zikredince, hadîsin tamâmını burada getirdi. Buhârî bu babın baĢında ilmi elde etme yollarından semâ', kıraat veya arz yollarını zikretmiĢti. Bundan sonra munâvele ve mükâtebe yollarını zikredecektir. Hadîsi elde etme yolları, sırasıyla Ģu sekiz çeĢitte toplanır: a- Semâ': Hadîsi bizzat üstadın ağzından iĢitme. b- Huzurda okuma: ġeyhinden rivayet edebilmek için yazdığı hadîsleri üstadın huzurunda okuyup tasdîkından geçirmek; buna arz etmek de denir. c- İcazet: Üstadın semâ' ve kıraat olmaksızın -özel kaaideleri dâhilinde- bütün veya bâzı rivayetlerini öğrencinin rivayet etmesine izin vermesi. ç- Munâvele: Üstadın rivayetine izin vereceği bir kitabı öğrencisine kendi eliyle vermesidir. d- Kitabet yâhud mükâtebe: Üstadın kendi iĢittiği hadîslerinin tamâmını veya bir kısmını hâzır veya gaaib bir kimse için yazması veya yazdırmasıdır.
129
5- Bize Abdullah ibn Yûsuf tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Leys ibn Sa'd, Saîd el-Makburî'den; o da ġerik ibn Abdillah ibn Ebî Nemîr'den tahdîs etti ki, o da Enes ibn Mâlik (R)'ten Ģöyle derken iĢitmiĢtir: Peygamber (S) ile birlikte oturduğumuz sırada deve üstünde bir kimse gelip, devesini mescide çökerttikten sonra bağladı. Ondan sonra: - Hanginiz Muhammed'dir? diye sordu. Peygamber sahâbîleri arasında dayanmıĢ oturuyordu: - ĠĢte, dayanmıĢ olan Ģu beyaz kimsedir, dedik. O zât:
e- İ'lâm yâhud İ'lâmu'ş-Şeyh: Üstâd kendisinden rivayete izin vermeksizin, fulân hadîsi veya hadîsleri veya hadîs kitabını fulân üstadından iĢitmiĢ olduğunu bildirmesidir. f- Vasıyyet: Üstadın rivayet ettiği bir kitabı veya cüz'ü, sefere çıkarken veya vefat ederken bir Ģahsa vasıyyet yoluyla bırakmasıdır. g- Vicâdet: Bir üstadın bir râvînin kendi el yazısıyle yazılmıĢ bir kitabının veya bâzı hadîslerinin, baĢka bir kimse tarafından bulunması ve elde edilmesidir. Bu yollarla elde edilen hadîsleri rivayette ayrı ayrı ta'bîrler ve elde ediliĢ yollarını iĢaret eden eda ta'bîrleri vardır. Bu eda ta'bîrlerinin hadîsin sağlamlık, değer ve güvenilirliğinde çok ehemmiyetleri vardır. Bunlar Hadîs Usûlü ilminde etraflıca öğretilir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/220-221.
130
- Ey Abdu'l-Muttalib'in oğlu! diye hitâb etti. Peygamber: - Seni dinliyorum, buyurdu. O zât: - Ben sana bâzı Ģeyler soracağım, amma soracaklarım pek ağırdır; gönlün benden incinmesin, dedi. Peygamber: - Aklına geleni sor, buyurdu. O zât: - Senin ve senden evvelkilerin Rabb'ı aĢkına (söyle), bütün insanlara seni Allah mı gönderdi? dedi. Peygamber: - Yâ Allah, evet, buyurdu. O zât: - Allah aĢkına (söyle), bir gün bir gece içinde beĢ vakit namaz kılmamızı sana Allah mı emretti? dedi. - Yâ Allah, evet, buyurdu. - Allah aĢkına (söyle), senenin Ģu ma'lûm ayında oruç tutmamızı sana Allah mı emretti? dedi. - Yâ Allah, evet, buyurdu. - Allah aĢkına Ģu sadakayı zenginlerimizden alıp da fakirlerimize dağıtmayı sana Allah mı emretti? dedi. Peygamber: - Yâ Allah, evet, buyurunca, o zât:
131
- Sen ne getirdin ise ben ona îmân ettim. Kavmimin geride kalanlarına da elçi benim. Ben, Sa'd ibn Bekr oğulları'nın kardeĢi Dımâm ibn Sa'lebe'yim, dedi.121[13]
121[13] Sa'd ibn Bekr oğulları Peygamber'imizin süt dayılarının kabîlesidir. Süt annesi Halîme es-Sa'diyye onlardandır. Sa'd oğullarının îmânı, ibn Ġshâk'ın beyânına göre, hicretin dokuzuncu senesinde Huneyn gazasından sonra vâki' olmuĢtur. Dımâm'ın "îmân ettim" demesi ihbar mıdır, inĢâ mıdır? Buhârî'nin anladığı gibi ihbar ise, Sa'd oğullan nezdine Peygamber tarafından da'vet ve ta'lîm için gönderilen zât vâsıtasıyle îmân etmiĢler, Dımâm da Ġslâm'ın rükünlerini bir de vasıtasız olarak doğrudan doğruya Peygamber'in ağzından iĢitmeğe kavmi tarafından gönderilmiĢ demek olup, bu sözüyle îmân etmiĢ olduğunu haber vermiĢ oluyor. Eğer diğer bâzı muhaddislerin anladığı gibi inĢâî ise, îmânı -suâllerinin cevâblarını aldıktan sonra- Peygamber'in huzurunda vâki' olmuĢ; kendisini gönderen kavmi de ondan sonra îmâna gelmiĢ demektir. Ġbn Ġshâk'ın Ġbn Abbâs'tan yaptığı rivayet de bunu te'yîd eder. Bu tarîkten gelen hadîsin sonunda "Suâllerini sorup cevâblarını aldıktan sonra "EĢhedu en-lâ-ilâhe ille'llâh ve eĢ-hedu enne Muhammeden abduhu ve Rasûluhu" dediği zikrediliyor. Keza Müslim'in baĢka tarîk ile yine Enes'ten rivayetinde = Senin gönderdiğin kimse iddia ediyor ki." demiĢ oluyor ki, bu zeame( = iddia ediyor) lâfzı kendisinin de, kavminin de Peygamber'in elçisine henüz inanmayıp, iĢi anlamak için Dımâm'ın Peygamber huzuruna kavmi tarafından gönderildiğini sezdiriyor. Her ne'hâl ise, bu Dımâm ibn Sa'lebe muamelesi, hitâb ve suâldeki kabalığıyle beraber, hakkında Ġbn Abbâs: = Dımâm ibn Sa'lebe'den efdal hiçbir vâfidin geldiğini iĢitmedik" diyor. Onun bu fazileti bütün kavminin îmânına sebeb olmasıdır (Ahmed Naîm, Tecrid Ter., 1,60-61).
132
Bu hadîsi Musa ile Alî ibnu Abdilhamîd de Süleyman'dan; o da Sâbit'ten; o da Enes'ten; o da Peygamber'den olmak üzere böyle rivayet etmiĢlerdir. Bu hadîsi Musa ibn Ġsmâîl ile Alî ibn Abdilhamîd (222) Süleyman ibnu'l-Mugîre (150)'den; o da Sabit el-Bunânî (123)'den; o da Enes'ten; o da Peygamber'den olmak üzere bu Ģekilde rivayet ettiler.
8- Munâvele Hakkında Zikrolunan Sözler İle İlim Ehlinin, İlmi Diğer Beldelere Yazıp Göndermeleri Babı
Enes: Usmân Mushafları yazdırdı da müteakiben bunları diğer Ģehirlere gönderdi, dedi. Abdullah ibn Umer ibn Âsim (171), Yahya ibn Saîd ve Ġmâm Mâlik, bu yazıp gönderme iĢini caiz gördüler. Hicâzlılar'ın bâzısı da munâvelenin câizliği hususuna Peygamber'in Ģu hadîsini delîl getirdiler: Peygamber, bir müfrezenin kumandanı için bir emirname yazıp eline verdi ve: "Bu mektubu ancak şu, şu yere
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/222-223.
133
ulaştığın vakit oku!" diye emretti. Kumandan o yere ulaĢınca mektubu açıp maiyyetindekilere karĢı okudu da, böylece Peygamber'in yazılı emrini onlara haber verdi.122[14]
6-.......Abdullah ibn Abbâs (R) Ģöyle haber vermiĢtir: Rasûlullah (S) bir adama bir mektûb verip Bahreyn büyüğüne teslîm etmesini emretti. Bahreyn'in büyüğü mektubu Kisrâ'ya ulaĢtırdı. Kisrâ onu okuyunca yırttı. (Arada râvî olan Muhammed ibn ġihâb) dedi ki: Zannederim ki Saîd ibn Müseyyeb'den
122[14] Buhârî, babın isminden sonra zikrettiği ta'lîkleri Sahih"inin baĢka yerlerinde vasletmiĢtir. Burada müfreze kumandanına verilen yazılı mektûb hadîsini de Sahihinde mevsûlen getirmedi. Bu sahîh hadîsi Beyhakî ile Taberânî vasletmiĢlerdir. Peygamber Bedr'den evvel bir müfrezeyi Nahle Vâdîsi'ne gönderdi. Müfreze kumandanı Abdullah ibn CahĢ'a, Medine'den iki gün ayrıldıktan sonra mektubu açıp, içindeki emre göre hareket etmesini emretmiĢti. O da Medine'den iki konak ayrıldıktan sonra mektubu açmıĢ ve sekiz sahâbîden ibaret olan müfrezesine okuyup Peygamber'in emirlerini haber vermiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/223-224.
134
iĢittim, Ģöyle dedi: Rasûlullah, Kisrâ ile kavmine "Parça parça olsunlar" diye beddua etti.123[15]
7-....... Bize ġu'be, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'den haber verdi, o Ģöyle demiĢtir:Peygamber (S) bir mektûb yazdırdı yâhud yazdırmak istedi. Kendisine: Onlar (yânî Rûm'dan, Acem'den muhâtab olanlar) bir mektubu mühürlü olmadıkça okumazlar, denildi. Bunun üzerine gümüĢten bir mühür edindi ki, nakĢı "Muhammed Rasûlullah" idi. Bu mührün Peygamber'in elindeki beyazlığı hâlâ gözümün önündedir. ġu'be dedi ki: Ben Katâde'ye, onun nakĢı "Muhammed Rasûlullah" diyen kimdir? diye sordum. Katâde: Enes'tir, dedi124[16].
123[15] Bu hadîsten "munâvele"ye delâlet ciheti Ģudur: Peygamber mektubu elçisine karĢı okumadı, lâkin mektubu elçiye uzatıp verdi ve ona mektubun içindekileri kendisine isnâd etmesine ve "Bu, Rasûlullah'ın mektubudur" demesine icazet verdi. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/224. 124[16] Hadîs, baĢlığın son cüz'üne uymaktadır. Bu hadîsten: Ġlmi yazıp memleketlere göndermenin cevazı, kâfirlere mektûb yazmanın cevazı, devlet baĢkanının kaadîlelerin, hâkimlerin kendi yazılarına mühür basmalarının cevazı, erkeklerin
135
9- Meclis Hududunun Nihayete Ereceği Bir Yerde Oturan Kimse İle İlim Halkasında Bir Yarık Görüp Hemen Orada Oturuveren Kimse Babı
8-....... Ebû Vâkıd el-Leysî (R-68) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S), huzurunda sahâbîleri olduğu hâlde mescidde otururken, karĢıdan üç kiĢi geldi. Ġkisi Rasûlullah'a doğru yöneldi; birisi de gitti. Râvî dedi ki: Bu iki kimse Rasûlullah'ın huzurunda durdu. Bilâhare bu ikiden biri halkada bir aralık bularak, oracıkta oturdu. Diğeri ise, oradaki cemâatin arkasında bir yere oturdu. Üçüncüye gelince, arkasını dönüp gitti. Rasûlullah meĢgul olduğu konuĢmayı bitirince, Ģöyle buyurdu: "Bu üç kişinin hâlini size haber vereyim mi? İçlerinden biri Allah'a sığındı, Allah da onu
mühürleme sırasında gümüĢten mühür yüzük kullanmalarının cevazı gibi hükümler alınmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/224-225.
136
barındırdı. Diğeri (sıkıntı vermekten) utandı, Allah da ondan haya etti. Öteki ise (bu meclisten) yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi"125[17].
125[17] Bu hadîsten de: Bir ilim halkasına oturan kimsenin Allah'ın yakınında ve himayesinde olduğu, ve onun meleklerin üzerine kanatlarını açacakları kimselerden olduğu, âlimin de öğrenciyi böyle barındırıp korumasının vâcib olduğu; bir âlimin meclisine oturmak istenip de bundan utanan kimseye, bu yüksek hayasından dolayı Allah'ın da ona azabdan haya edeceği; âlimin ilim meclisinde oturmaktan yüz çevirenden Allah'ın da yüz çevireceği; ilim halkasında daha iyi iĢitmek için büyüğe yakın oturmanın müstehâblığı; ilim meclisinin kenarına oturmak ve kimseyi yerinden kaldırmamanın güzel edeblerden olduğu; ilim halkasında boĢ yer bırakmayanlara ve hayır talebinde sıkıĢanlara övgünün cevazı; âlimin, meclistekilerin soru sormasından evvel ilmi anlatmaya baĢlaması... gibi hükümler alınmıĢtır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/225-226.
137
10- Peygamber(S)'in: "Benden kendisine tebliğ ulaştırılanların bâzısı bizzat işitenden daha iyi belleyicidir" Kavli Babı126[18]
9-.......Ebû Bekre (R) Peygamber'! zikrederken Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (veda haccında) devesi üzerinde oturdu. Devenin dizginini bir adam tutuyordu. - Bu gün hangi gündür? dedi. Biz sükût ettik; o derecede ki, baĢka bir isim ile isimlendirecek zannettik; - Kurbân günü değil mi? buyurdu. - Evet, dedik. Sonra: - Bu ay hangi aydır? diye sordu.
126[18] Kirmânî Ģöyle dedi: Buhârî baĢlıktaki hadîsi muallak olarak getirdi. Bu, ya daha sonra isnâdıyle zikrettiği hadîsi ma'nâ ile nakletmek bâbındandır, yâhud da yanında baĢka bir tarîkden sabit olmuĢ bir hadîstir. Bunun bir rivayeti Tirmizî'de, Abdullah ibn Mes'ûd'dan gelmiĢtir. Bu hadîs, Buhârî'nin "Hacc Kitâbı"nda Minâ Hutbesi babında, Ebû Bekre (R)' den gelmiĢ mevsûl bir hadîstir (Aynî, Umdetu'l-Kaarî, I, 417-418). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/226.
138
Yine sükût ettik; o derecede ki isminden baĢka bir isim ile isimlendirecek zannettik. - Zu'l-hicce değil mi? buyurdu. - Evet, dedik. Bunun üzerine Ģöyle buyurdu: - "Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız bu belde içinde, bu ayda, bu günün harâmlığı kadar birbirinize haramdır. Burada hâzır bulunanlarınız, burada bulunmayanlara (yânî müstakbel nesillere) bunu tebliğ etsin. Olabilir ki, hâzır olan kimse, bunu daha iyi anlar bir kimseye tebliğ etmiş olur"127[19]
127[19] Bu hadîste tahdîs ve an'ane yolları vardır. Buhârî bunu Hacc, Tefsir, Fiten ve Bed'u'1-Halk kitâblarından da tahrîc etmiĢtir. Rivayetlerin bazısı mufassal, bâzısı da kısadır. Bundan da: Âlime, doğrudan doğruya ilim ulaĢmayan müstakbel nesillere de ilmi teblîğ etmesi ve ilmi anlamayanlara onu açıklamasının vâcib olacağı; çünkü bunun, Yüce Allah'ın âlimlerden "Onu muhakkak açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" (Âlu lmrân: 3/187) diye te'mînât aldığı bir husus olduğu, daha sonraki zamanlarda ilmi, geçenlerden daha iyi anlayacak kimselerin geleceği, hadîsi taĢıyanın ma'nâsını bilmese de ondan hadîs alınmasının caiz olacağı, haram olan Ģeyin harâmlığını te'kîd edip, Peygamber'in yaptığı gibi en belîğ Ģekilde bildirmenin âlime vâcib olduğu; mal, can, ırzın harâmlıkta musâvî oldukları gibi hükümler alınmıĢtır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/227.
139
11- İlim Öğrenmek, Söz Söylemekten Ve Amel Etmekten Öncedir Bâbı
Çünkü Yüce Allah: "Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur hakikatini bil..." (Muhammed: 47/19) buyurup, bunda evvelâ bilmek .emriyle baĢladı128[20]. "Âlimler, ancak ilim mîrâsı bırakan peygamberlere vâris olanlardır. Bu ilim mirasını alan, bol ve kâmil bir nasîb almıştır"129[21]. Ve "Her kim ilim arayarak bir
128[20] Bir Ģey evvelâ öğrenilip bilinir, ondan sonra söylenir ve onunla amel edilir. Binâenaleyh ilim, konuĢmaktan ve amel etmekten evveldir. Keza ilim, Ģerefçe de sözden ve amelden öndedir; zîrâ o, vücûd organlarının en Ģereflisi olan kalbin amelidir. Ġlim, sözün de, amelin de sahîh olmasında Ģarttır. Bunlar ilimsiz mu'teber olmazlar... Yüce Allah Peygamber'inin Ģahsında: "Binâenaleyh şu 'Allah'tan başka hiçbir tann yoktur' hakikatini bil, hem kendinin, hem erkek mü 'mirilerle kadın mü 'mirilerin günâhının mağfiretini iste. Allah dolaştığınız yeri de bilir, barındığınız yeri de" (Muhammed: 47/19) âyetinde, evvelâ bilgi ile baĢladı; ondan sonra söz ve amele iĢaret olan istiğfar ile emreyledi. Buharı bu âyetle bâb ismindeki sözün Kur'ân'daki Ģahidini göstermiĢ oluyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228. 129[21] Bu kelâm, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ġbn Hıbbân ve Hâkim'de sahîh denilerek rivayet edilen Ebu'd-Derdâ hadîsinden bir parçadır. BaĢkaları bunu senedindeki bir ıttırab sebebiyle zaîf bilmiĢlerse de, kendisini takviye eden birçok Ģâhidleri vardır.
140
yola girerse Allah da ona, cennette ulaştıracak yolu kolaylaştırır"130[22]. Ve zikri ulu olan Allah Ģöyle buyurdu: "... Allah'tan, kulları içinde, ancak âlimler korkar" (Fâtır, 35/28). Ve keza: "İşte misâller; biz onları insanlar için getiriyoruz. Âlim olanlardan başkası onları anlamaz" (el-Ankebût: 29/43): "Eğer biz işitir yâhud düşünür insanlar olsaydık, şu çılgın cehennem yaranı içinde bulunmazdık, dediler" (elMülk: 67/10) buyurdu. Ve keza: "De ki: Bilenlerle bilmeyenler musâvî olur mu?..." (ez-Zümer: 39/9) buyurdu131[23]. Peygamber (S) de: "Allah her kimin hayrını isterse ona dîn hususunda büyük anlayış
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228. 130[22] Bunu Müslim, A'meĢ hadîsinden; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere tahrîc etti. Bu "Kim bir mü'mini bir kederden nefes aldırırsa... " diye baĢlayan uzun hadîsin bir parçasıdır. Bunu, Tirmizî de tahrîc etmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228. 131[23] Buhârî arka arkaya sıraladığı bu âyetleri, ilmin ve âlimlerin rütbe ve makaam yüksekliğini isbât için delîl olarak getirmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228.
141
verir"; "ilim, ancak öğrenmekledir" buyurdu132[24]. Ebû Zerr de ensesini göstererek Ģöyle demiĢtir: "(Beni öldürmek için) kılıcı Ģuraya koysanız, ben de Rasûlullah'tan iĢitmiĢ olacağım bir sözü siz iĢinizi tamamlayıncaya kadar infaz edebileceğimi, yânî i‘lân edebileceğimi bilsem yine infaz ederim"133[25]. Ġbn
132[24] Bu iki ta'lîkten birincisini Buhârî, iki bâb sonra mevsûlen rivayet etti. Ġkincisi, yânî "İlim ancak öğrenmekledir" sözü, Ġbn Ebî Âsim ve Taberânî'nin merfû' olarak Muâviye hadîsinden; Ebû Nuaym el-Isfahânî'nin de Riyâzu'l-Muteallimîn'de Ebu'dDerdâ'dan merfû' olarak rivayet ettikleri hadîstendir. Tamâmı: "Ey insanlar, öğreniniz, İlim ancak öğrenmek ile (bâzı rivayetlerde öğretmek ile), hilm ancak tahallum ile, fıkıh ancak tefakkuh iledir. Kim hayrı biriktirirse (yâhud ihtiyar ederse) o kendisine verilir" tarzındadır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228-229. 133[25] Ebû Zerr'in bu sözünü Dârimî, Müsned'inde, Evzâî tarîkinden mevsûl olarak Ģöyle rivayet etmiĢtir: Bana Mersed ibn Ebî Mersed, babasından tahdîs etti. Ģöyle demiĢtir: Ebû Zerr'e geldim, o Minâ'da orta cemrenin yanında oturmuĢtu, halk etrafında toplanmıĢ, ondan fetva soruyorlardı. Derken ona bir adam gelip yanıbaĢmda durdu, sonra: Sen fetva vermekten vazgeçmedin mi? dedi. Ebû Zerr baĢını ona doğru kaldırıp: Sen benim üzerime murâkıb mısın? Eğer kılıcı Ģunun üzerine koysanız... dedi. Onu fetvadan men' eden Osman'dı. ġam'da Muâviye ile Ebû Zerr arasında Kenz âyeti (et-Tevbe: 9/35)'nin tefsirinde ihtilâf çıkmıĢtı. Muâviye: Bu âyet hâsseten ehli kitâb hakkında nazil oldu, dedi. Bu ihtilâf Ebû Zerr'in ġam'dan Medine'ye, oradan Rebeze'ye geçmesine sebeb olmuĢtur.
142
Abbâs da: "Rabbaniler olunuz" (Âli imrân: 3/79) demek, halimler ve fakîhler olunuz demektir, dedi. Ve: Rabbani, insanlar üzerinde ilim ile siyâset icra eden ve büyük ilimden evvel küçük bilgilerle terbiye eyleyen kimseye denilir134[26].
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/229. 134[26] Buradaki birinci ta'lîki, Hatîb Fıkıh ve Mutefakkıh kitabında sahîh bir senedle Ebû Bekr ibn Harbî tarikiyle rivâyet'etti. Ġbn Ebî Âsim da îlim Kitâbı'nda Mukaddemî'den rivayet etti. ikinci ta'lîk ise Buhârî'nin, bâzılarının görüĢü olarak yaptığı nakildir. "Rabbânî" ve "Rıbbiyy" tâbirleri Kur'ân'da birkaç defa geçer (Âli-Ġmrân: 3/79, 146; el-Mâide: 5/44, 63). Bunların ikisi de Rabb'e nisbettir. Rabb'e kulluk eden demektir. Râ'nın kesresi ile "Rıbbiyy"; Basra, Bısrıyyun gibi ismi mensûb tagayyurâtındandır. Rabbânî, mürebbî demek olan Rabbân'a nisbet olarak düĢünülebileceği gibi, Rıbbiyy de cemâat demek olan Rıbbe'ye nisbet olarak da tahlil edilmiĢtir. Bâzıları Rabbânî ile Rıbbiyy arasındadır ma'nâ farkı bulunduğunu söylemiĢlerdir: Ezcümle Ibn Zeyd demiĢtir ki: Rabbânî vâlî olan imamlar, Rıbbiyy de raiyye'dir ki, rabbe müntesibdirler. Binâenaleyh Rabbânî ve Rıbbiyy ikisi de Rabb'e intisâb ma'nâsını mutazammın olmakla beraber, rıbbe intisâb ile terbiye ve ta'lîm görmüĢ cemâat; Rabb'e intisâb ile diğerlerini ta'lîm ve terbiye edebilecek yüksek seviyede bulunanlar diye tefrîk edilmek en muvafık ma'nâ olacaktır. Maamâfîh bunların müteradif veya rıbbıyyûn, rabbâniyyûn'dan eam olarak da kullanılması caiz olur (Hakk Dîni, II, 1197). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/229-230.
143
12- Peygamber(S)'in Kendi Sahâbîlerine Va'z Ve Nasihat Etmek Ve İlim Öğretmek Hususunda Bıkkınlık Getirip Uzaklaşmasınlar Diye Hâllerini Gözetir Olduğu Babı
10-....... Ġbn Mes'ûd (R) Ģöyle demiĢtir: Peygamber (S), va'z ve nasihat hususunda bize bıkkınlık gelmesin diye hâlimize bakıp günler içinde vakitler kollardı.
11-.......Bize ġu'be tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana Ebu't-Teyyâh (128), Enes'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Kolaylaştırın, zorlaştırmaym; müjdeleyin nefret ettirmeyin" buyurmuĢtur135[27].
135[27] Bu bütün vâlîler, âmirler, idareciler, öğreticiler... topluluklarına yumuĢaklık ve mülâyemetle muamele etmeyi emirdir. Bu hadîs cevâmi'u'l-kelim, yânî çok değerli ma'nâlar toplayan câmialı sözlerdendir. Çünkü dünyâ ve âhiretin hayırlarına Ģâmil bulunmaktadır. Zîrâ dünyâ ameller yurdu, âhiret karĢılık görme yurdudur. Rasûlullah (S) iki darda da âlemlere rahmet olduğunu gerçekleĢtirmek üzere, dünyâ ile ilgili iĢlerde kolaylaĢtırmayı, âhiretle ilgili iĢlerde hayır va'di ve sürür haberi vermekle emretmiĢtir (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/230.
144
13- İlim Ehli İçin Belli Günler Ayıran Kimse Babı
12-....... Ebû Vâil Ģöyle dedi: Abdullah ibn Mes'ûd (R) her perĢembe günü insanlara va'z nasîhat edip ders yapardı. Bir kimse kendisine: Yâ Ebâ Abdirrahmân! Vallahi senin bizlere her gün ders yapmanı çok arzu ettim, dedi. Ibn Mes'ûd: Beni sizlere her gün ders vermekten men' eden Ģey, sizleri usandırmak istemememdir. Ben sizlere va'z vermekte sizin hâlinize uygun vakitler gözetiyorum. Nitekim Peygamber (S) de bizlere usanç gelmesinden endîĢe ettiği için, bizim durumumuza uygun zamanlar gözetirdi, dedi.136[28]
136[28] Peygamber (S) sahâbîlere bilinen vakitlerde va'z eder, üzerlerine bıkkınlık ve sıkıntı vermekten korktuğu için bütün vakitleri kaplamazdı. Nitekim "Kimse iki uyluğunu toplayıp birbirine yanaĢtırarak (eziyet verici Ģekilde) namaz kılmasın " ve "Evvelâ akĢam yemeğiyle baĢlayın, sonra namaz kılın'' sözleriyle onları nehyederdi ki, bunlardan maksadı Allah'a tam yöneiı.ıekten, namazdan ve niyetten, baĢka Ģeylerle meĢgul olmamaları idi. Yüce Allah da onu ümmetine çok Ģefkatli olmakla vasıflayıp, Ģöyle buyurmuĢtur:
145
14- Bâb: "Allah her kimin hayrını isterse ona dîn hususunda büyük bir anlayış verir".
13-.......Ibn ġihâb dedi ki: Humeyd ibn Abdirrahmân Ģöyle dedi: Ben Muâviye ibn Ebî Sufyân'dan hutbe yaparken iĢittim; Ģöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'den iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Allah her kimin hayrını isterse ona dîn hususunda büyük bir anlayıĢ verir. Ben (verici değil) yalnız taksim ediciyim. Veren ise Allah'tır137[29]. Bu
"Andolsun size kendinizden öyle bir Rasûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Müzminlere çok şefekatli, çok merhametlidir" (etTevbe: 9/128)(Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/231. 137[29] Bu sözün ma'nâsı Ģudur: Bana vahy olunan dîn ilmini teblîğ ederken, bâzılarına tahsîs edip de diğerlerinden gizlediğim yoktur. Allah tarafından bana her ne bildirilmiĢ ise herkese musâvî surette teblîğ ediyorum. Ben ancak bir taksîm ediciyim. Tebliğlerim herkese göre farksız olmakla beraber, bu tebliğler insanlar tarafından farklı derecelerde anlaĢılıyor. Çünkü anlayıĢı veren Allah'tır. Allah'ın verdiği Ģey, kullarına farklı derecelerde oluyor. Bunun izleri de benim tebliğimden
146
ümmet Allah'ın (kıyamet) emri zuhur edinceye kadar Allah'ın dîni üzerinde hep sebat edip duracak ve kendilerine muhalefet edenler onlara zarar veremiyecektir"138[30].
15- İlimde İnce Anlayış (ın Fazileti) Babı
14-.......Mücâhid (100) Ģöyle demiĢtir: Medîne'ye doğru yaptığımız bir yolculukta Abdullah ibn Umer'e yoldaĢlık ettim. Kendisinden bu yolculuğumuzda Rasûlullah'tan tahdîs ederken bir tek hadîsten baĢka hadîs iĢitmedim. Kendisi Ģöyle dedi: Biz Peygamber (S)'in yanında idik. Bir hurma göbeği
sonra görülüyor. Herkes kısmetini benden alırsa da, veren Allah'tır, ben değilim. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/231-232. 138[30] Bu hadîs üç hükmü Ģâmildir: Biri, dînde fakîh olmanın üstünlüğü; ikincisi, hakîkatte vericinin Allah'tan ibaret olduğu; üçüncüsü de, bu ümmetten bir kısmının ebediyyen hakk dîn üzerinde bakî olacağıdır. Hadîsin son fıkrası: "Ümmetimden dâima hakk üzere gâlib ve zahir, muhaliflerinin zarar veremiyeceği bir taife hiç eksik olmayacaktır" (Alâmetu'nNübüvve, Müslim, 53. bâb) hadîsinin ma'nâsına da uygundur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/232.
147
getirildi. Bunun üzerine: "Ağaçlardan bir ağaç nevi' vardır ki, onun meseli müslümânın meseli gibidir" buyurdu. Ben, o hurma ağacıdır deyivermeyi istedim. Fakat bir de baktım ki, oradakilerin en küçüğü benim; onun için sustum. Peygamber, "O hurma ağacıdır" buyurdu139[31].
16- İlimde Ve Hikmette Gıbta Etmek Babı
Ve Umer ibn Hattâb: "Seyyidler olmanızdan önce fakîhler olunuz" dedi140[32].
139[31] BaĢlığa uygunluğu, Peygamber'in "Ağaçlardan bir ağaç nevi' vardır ki..." sözünü, onun sahâbîlerce bilinmesi yoluyla söylemiĢ olması yönündendir. Ġbn Umer bu bilgiyi anlamıĢ, fakat bunu açıklamaktan onu hayası ve küçüklüğü men' etmiĢti. Bunun bir rivayeti daha önce "ilim Kitâbı"nın baĢlarında geçmiĢ ve bâzı açıklamalar verilmiĢti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/232. 140[32] Bu bâb ismindeki hasedden maksad gıbtadır. Çünkü hased islâm'da haram kılınmıĢ çirkin bir huydur. Hased, bir kimsedeki ni'metin kendisinde olmasını istemekle beraber, ondakinin yok olmasını arzu etmektir. Gıbta ise, bir kimsedeki ni'metin devamını istemekle beraber, kendisinde de olmasını arzu etmektir. Buradaki hased'in gıbta ma'nâsına olduğunu "Fadâilu'l-Kur'ân"da Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği hadîs te'yîd etmektedir: "Kur'ân sahibinin gıbta edilmesi babı"; 20. bâb, 46. hadîs. Hz. Umer'in sözü olan ta'lîke gelince, onu ibn Abdi'1
148
15-.......Ben Abdullah ibn Mes'ûd (R)'dan iĢittim, Ģöyle dedi: Peygamber (S) Ģöyle buyurdu: "Ġki kiĢiden baĢkasına gıbta olmaz: Allah tarafından kendisine mal verilip de hakk yolunda o malı helak etmeğe musallat kılınan kimse, Allah tarafından kendisine hikmet verilip de onunla hükmeden ve onu baĢkalarına öğreten kimse".
Berr, Ġbn Sîrîn hadîsinden; o da Ahnef'ten olmak üzere sahîh bir senedle rivayet etmiĢtir. "Efendiler olmanızdan evvel fakîhler olunuz" demek, efendilik ve baĢkanlıktan önce, daha küçük yaĢlarda iken öğrenip âlimler olunuz; yâhud evlenmeden evvel âlimler olunuz, sonra büyüklük, idarecilik veya kocalık sıfatı, sizlerin üstâd önüne oturup ilim öğrenmenize mâni' olur, demektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/233.
149
17- Mûsâ Aleyhi's-Selâmın Deniz (Sâhilin)de Hızır'a Gitmesi İle Yüce Allah'ın: "Musa ona: Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbi' olayım mı? dedi" (elKehf: 18/66) Kavli Babı141[33]
16-.......Ibn ġihâb da kendisine bu hadîsi Ubeydullah ibn Abdillah'ın haber verdiğini tahdîs etti ki, Ġbn Abbâs (R) bir defa Hurr ibn Kays ibn Hısn elFezârî ile, Musa'nın arkadaĢı hakkında münazaa etmiĢtir. Bu münazaada Ġbn Abbâs: Musa'nın arkadaĢı Hızır'dır, dedi. Derken onların yanına Ubeyy ibn Kâ'b uğradı. Ġbn Abbâs onu çağırıp: Ben Ģu arkadaĢımla, Musa'nın buluĢmak için yol aramıĢ olduğu arkadaĢı
141[33] Bu bâbdan maksad, ilim tahsili için sefer etmeyi isbâttır. Çünkü ilim için sefer, sahâbîler, tabiîler ve tabiîlerin tâbi'leri zamanında (çok) alıĢılmıĢ değildi. Onlar ilmi kendi beldelerinin âlimlerinden alıyorlardı. Kitâblar tedvîn edilip de bunlar memleketlere yayılınca, ilim talihleri bir beldeden diğerine sefer ettiler. Artık ilim için sefer etmek onlar arasında âdet oldu. Binâenaleyh musannif Buhârî, sahîh, kavî bir aslı isbât etmiĢtir iyi anla. (ġah Veliyyullah, ġerhu Terâcimi Ebvâbı Sahîhi'lBuhârî, s. 13-14). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/234.
150
hakkında çekiĢtim. Sen Peygamber (S)'den onun hâlini zikrederken iĢittin mi? dedi. Ubeyy Ģöyle dedi: Evet, ben Rasûlullah'tan iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Musa, îsrâîl oğulları'ndan seçkin bir topluluk içinde bulunduğu sırada ona bir kimse geldi ve: Senden daha âlim bir kimse biliyor musun? diye sordu. Musa: Hayır, bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine Allah Musa'ya: Hayır, kulumuz Hızır vardır, diye vahyetti. Musa da onunla buluşmak yolunu taleb etti. Allah da onun için balığı bir alâmet yaptı. (Allah tarafından) kendisine: Balığı kaybettiğin zaman hemen dön. Muhakkak sen ona kavuşacaksın, denildi. Musa deniz içinde balığın izini ta'kîb eder oldu. Musa'nın genç adamı (kendisinden kuşluk yemeğini istediği zaman) Musa'ya: Gördün mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığı(n hâlini söylemeyi) unutmuşum; onu söylememi bana şeytândan başkası unutturmadı, dedi. Buna karşılık Musa genç adamına: İşte bizim arayacağımız bu idi, dedi ve izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler. Derken Hızır'ı buldular. İşte Allah'ın kendi Kitâb'ında kıssa
151
yaptığı şey, onların (Musa ile Hızır'ın) hâlindendir"142[34].
18- Peygamber(S)'in "Yâ Allah, ona Kitâb'ı öğret" Kavli Babı
17-.......Bize Hâlid el-Hazzâ'(141) Ġkrime(104,7)'den; o da ibn Abbâs(68)'tan tahdîs etti. Ġbn Abbâs (R): Rasûlullah (S) beni kucakladı da: "Yâ Allah, ona Kitâb'ı öğret!" diye dua etti, dedi143[35].
142[34] Mûsâ-Hızır kıssası, Kur'ân-ı Kerîm'in el-Kehf sûresi 6082. âyetlerinde geniĢçe anlatılmıĢtır. Buradaki hadîste vak'aya kısaca temas edilmiĢ, sonunda Kur'ân'daki tafsilâtına iĢaret buyurulmuĢtur. Bunun için hadîs ile âyetler birlikte okununca, Mûsâ-Hızır kıssası daha açık olarak anlaĢılır. Bununla ilgili hadîsler Sahîh-I Müslim ve Tercemesi, "Kitâbu'l-Fadâil; Hızır'ın faziletlerinden bir bâb' (c. VII, s. 265-276) da toplanmıĢtır. Bu hadîsten, ilim tahsîli için uzak mesafelere kadar sefer etmenin fazileti ve ilimle ilgili daha birçok hükümler istidlal edilir. Musa'nın bu sünnetine uyarak sahabe, tâbiûn ve tabiîlerin tâbi'leri ile, onlardan sonra gelen âlimlerin birçokları dîn ilimlerini cem' edip diyar diyar dolaĢmıĢlardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/235. 143[35] Peygamber'in bu duasının kabul edildiği gün gibi zahirdir. Çünkü "Reîsu'l-Müfessirîn", "Habru'1-Umme", "Tercemânu'lKur'ân", "Sultânu'l-Müfessirîn" gibi yüce lakablarla sahâbîler ve tabiîler arasında Ģöhret bulmuĢtur. Bunlar Abdullah ibn
152
19- Küçüğün Hadîs İşitip Yüklenmesi Ne Zaman Sahîh Olur?144[36]
18-....... Abdullah ibn Abbâs (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Minâ'da sütresiz olarak namaz kıldırdığı sırada, diĢi bir merkebe binerek karĢıdan geldim. O zaman bulûğ yaĢına yaklaĢmıĢtım. Safflardan birinin önünden geçtim. Merkebi otlasın diye salıverdim: Ondan sonra saffa girdim. Bu yaptığım iĢe kimse ses çıkarmadı.
19-.......Bana Zubeydî(147), Zuhrî'den; o da Mahmûd ibnu'r-Rabî' (R)'den tahdîs etti. Ģöyle
Abbâs'ın Kur'ân ile ilgili ilminin çokluğunu gösterdiği gibi, Peygamber'in açık bir mûcizesidir de. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/235. 144[36] Hadîsin âkil ve baliğ tarafından eda ve teblîğ edilmesi hususunda hiçbir ihtilâf yoktur. Ancak hadîsi yüklenmeye, yânî iĢitip öğrenmeye gelince, ihtilâma yaklaĢmasından sonra, akl edip hayır ve Ģerri ayırdığı zaman, çocuktan da caiz olur. ĠĢte müellif Buhârî, bunu isbât etmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/236.
153
demiĢtir: BeĢ yaĢımda iken Peygamber (S)'in bir kerre bir kovadan (ağzına su alıp) yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.
20- İlim Aramak İçin Sefere Çıkmak Babı
Ve Câbir ibn Abdillah, Abdullah ibn Uneys(54)'ten bir tek hadîsi iĢitebilmek için bir aylık yola gitti 145[37].
145[37] Musannif Buhârî bu ta'lîki, ilim aramak için karada ve deryada sefere çıkmanın fazîletine tenbîh olmak üzere zikretti. Bu tek hadîsi Buhârî "el-Edebu'l-Müfred"de, Ahmed ile Ebû Ya'la da Müsnedlerinde Abdullah ibn Muhammed ibn Ukayl tarîkinden tahrîc etmiĢlerdir. Bu Abdullah, Câbir ibn Abdillah'tan Ģöyle derken iĢitmiĢtir: Bana bir kimseden, Rasûlullah'tan iĢitmiĢ olduğu bir hadîs ulaĢtı. Bunun üzerine bir deve satın aldım, sonra yolculuk eĢyamı deveme yükleyip, ona doğru bir ay yolculuk ettim. Nihayet ġam'a geldim. O zât Abdullah ibn Uneys'miĢ. Kapıcısına: Ona "Kapının önünde Câbir bekliyor" de! dedim. "Abdullah oğlu Câbir mi?" diye sordu. "Evet" dedim. Bunun üzerine dıĢarı çıktı ve benimle sarmaĢtı. Ben: "Senden bana, senin Rasûlullah'tan iĢitmiĢ olduğun bir hadîs ulaĢtı. Ben de bunu bizzat iĢitmeden evvel ölmekliğimden endîĢe ettim" dedim. Bunun üzerine Ģöyle dedi: "Ben Rasûlullah'tan iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Allah kıyamet günü insanları çıplaklar olarak toplar..."
154
20-....... Evzâî (88-157) dedi ki: Bize Zuhrî, Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe ibn Mes'ûd'dan; o da Ġbn Abbâs'tan haber verdi ki, ibn Abbâs (R) bir defa Hurr ibn Kays ibn Hısn el-Fezârî ile Musa'nın arkadaĢı hakkında çekiĢmiĢtir. Derken onların yanına Ubeyy ibn Kâ'b uğradı, ibn Abbâs onu çağırıp: Ben Ģu arkadaĢımla, Mûsâ'nın buluĢmak için yol aramıĢ olduğu arkadaĢı hakkında çekiĢtim. Sen Rasûlullah'tan onun hâlini zikrederken iĢittin mi? dedi. Ubeyy Ģöyle dedi: Evet, ben Peygamber'den iĢittim; Ģöyle buyuruyordu: "Musa, Isrâîl oğulları'ndan seçkin bir topluluk içinde bulunduğu sırada ona bir kimse geldi ve: Senden daha âlim bir kimse biliyor musun? diye sordu. Musa: Hayır, bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine Allah Musa'ya: Hayır, kulumuz Hızır vardır, diye
Ebû Eyyûb Hâlid ibn Zeyd el-Ensârî'nin de bir hadîs için Mısır'a kadar gittiği ve hadîsi dinler dinlemez, ikaamet etmeksizin hemen geriye döndüğü rivayet edilmiĢtir. Bunun da rivayet zinciri ve tafsilâtı tamâmiyle zabtedilmiĢtir (Umdetu'l-Kaarî, I, 462-463). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/236-237.
155
vahyetti. Musa da onunla buluşmak yolunu taleb etti. Allah da onun için balığı alâmet yaptı. (Allah tarafından) kendisine: Balığı kaybettiğin zaman dön, muhakkak sen ona kavuşacaksın, denildi. Bundan sonra Musa deniz içinde balığın izini ta'kîb eder oldu. Musa'nın genç adamı (kendisinden kuşluk yemeğini istediği zaman) Musa'ya: Gördün mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığın hâlini söylemeyi) unutmuşum, onu söylememi bana şeytândan başkası unutturmadı, dedi. Buna karşılık Musa genç adamına: İşte bizim arayacağımız bu idi, dedi ve izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler. Derken Hızır'ı buldular. İşte Allah'ın kendi Kitâb'ında kıssa yaptığı şey, Musa ile Hızır'ın hâlindendir."
21- İlim Öğrenen Ve Başkalarına Öğreten Kimsenin Fazileti Babı
21-....... Bize Hammâd ibn Usâme (201), Bureyd ibn Abdillah'tan; o da Ebû Musa (R)'dan tahdîs etti. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Allah'ın benim vâsıtamla gönderdiği hidâyet ve ilim, bol yağmura
156
benzer. Bu yağmur kâh öyle bir toprağa düĢer ki, onun bir kısmı suyu kabul eder ve çayır ile bol ot yetiĢtirir. Bir kısmı da kurak olur, suyu (üstünde) tutar da Allah onunla insanları fâidelendirir: Ondan hem kendileri içerler, hem de hayvanlarını suvarırlar, ekin ekerler. Bu yağmur diğer bir nevi' toprağa daha isabet eder ki, düz ve kaypaktır; ne suyu üstünde tutar, ne çayır bitirir. Allah 'in dînini anlayıp da Allah 'm benim vâsıtamla gönderdiği hidâyet ve ilimden faydalanan ve bunu bilip de baĢkasına bildiren kimse ile, bunu duyduğu vakit kibrinden baĢını bile kaldırmayan ve Allah'ın benimle gönderilen hidâyetini kabul etmeyen kimse böyledir"146[38]. Ebû Abdillah Buhârî der ki: Ishâk ibn Ibrâhîm (238): "Ve kâne minhâ tâifetun kayyeleti'l-mâe ( O topraktan kimi suyu içen bir taifedir)" Ģeklinde söyledi.
146[38] Bu taksîme göre, topraklar da, insanlar da üç kısma ayrılmıĢ oluyorlar: 1. Faydalanan, fayda veren; 2. Fayda veren, faydalanmayan; 3. Ne fayda veren, ne de faydalanan. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/239.
157
"Kaaa" üzerinde su durur olan arazî parçasıdır. "Safsaf" da dümdüz arazîdir147[39].
22- İlmin Kaldırılması Ve Cehaletin Meydan Alıp Yayılması Babı
Ve Rabîatu'r-Re'y(136): "Kendisinde herhangi bir ilim bulunan kimsenin kendisini zayi' etmesi (yânî ilmini gizlemesi) lâyık değildir" dedi148[40].
147[39] Hadîste zikredilen "kîân", "kaaa‘ " lâfzının cem'idir. O da içinde su durmayıp üzerine yükseldiği arazîdir. "Safsaf" da dümdüz arazîdir. Bu son kelime hadîste yoktur. Ancak bunu istidrâd yoluyla zikretmiĢtir. Çünkü hadîste gelen lâfızları Kur'ân'dakilerden tefsir etmek Buhârî'nin âdetidir. Kur'ân'da "kaaen safsafen" (Tâhâ: 20/106) vâki' olmuĢtur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/239. 148[40] Ġlmin kaldırılıp cehaletin kökleĢmesi kıyamet alâmetlerinden olunca, herhangi ilmî bir mes'eleyi bilenlerin onu meydana çıkarması gerekir, ilmin kaldırılıp cehaletin ortalığı kaplaması, musibetlerden bir musibettir. Buhârî, Rabîatu'r-Re'y'in sözüyle, insanlardan ayrılmak ve benzeri suretlerle hadîs rivayetini terk etmenin ve ilmi tedris etmemenin, ilmin kaldırılması ve cehlin yayılması olduğunu ve bunun da içtimaî ve ferdî bir musibet olduğunu isbât etmiĢtir. Rabîatu'bnu Ebî Abdirrahmân(136)'ın bu sözünü Hatîb, elCâmi"mde, Beyhakî ise el Medhal'inde Abdu'1-Azîz elUveysî'den; o da Mâlik'ten; da Rabîatu'r-Re'y'den olmak üzere mevsûlen rivayet etmiĢlerdir.
158
22-.......Enes (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyurdu: "İlmin kaldırılması, cehlin kökleşmesi, şarâbın içilmesi, zinanın çoğalması kıyamet alâmetlerindendir".
23-.......Enes (R) Ģöyle demiĢtir: Size öyle bir hadîs söyleyeceğim ki, benden sonra hiç kimse onu size tahdîs edip söyleyemiyecektir: Rasûlullah (S)'tan iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "İlmin azalması, cehaletin meydan alıp yayılması, zinanın meydana çıkıp şayi' olması, elli kadının yalnız bir bakanı olacak derecede kadınların çoğalıp erkeklerin azalması kıyamet alâmetlerindendir"149[41]
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/239-240 149[41] Her iki hadîsin "Ġlmin kaldırılması ve cehlin yayılması" baĢlığına delâletleri meydandadır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/240
159
23- İlmin Fazileti Babı
24-....... Ġbn Umer (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah(S)'tan iĢittim: "Uykuda iken bana bir kadeh süt getirdiler. O kadar içtim ki, kanıklık te'sîrinin tâ tırnaklarımdan sızdığını hâlâ duyuyorum. İçtikten sonra artığımı Umer ibn Hattâb'a verdim" buyuruyordu. Yâ Rasûlallah! Bunu ne ile yorumladın? diye sordular. "İlim ile" cevâbını verdi.150[42]
150[42] Sütün ilim ile tefsîr edilmesinin vechi, her ikisinin çok fayda vermekte iĢtirakleri, birinin cesedlere, diğerinin ruhlara salâha sebeb teĢkil etmeleridir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/240.
160
24- Kendisi Bir Hayvan Veya Diğer Bir Binek Üzerinde Dururken Suâl Soranlara Fetva Ve Cevâb Vermek Babı151[43]
25-.......Abdullah ibn Amr ibn As (R)'tan (o Ģöyle demiĢtir): Rasûlullah (S) Veda haccında, insanlar sorup öğrensinler diye, Minâ'da durdu. Yanına biri gelip: - Bilemedim de kurbân kesmeden önce tıraĢ oldum, dedi. Rasûlullah: - Kurbânını kes, günâhı yok, buyurdu. Diğeri gelip: - Bilemedim de taĢ atmadan evvel kurbân kestim, dedi.
151[43] Yânî bu caizdir; aslı sabittir. Bununla beraber bu zamanda ihtiyatlı olan, müftînin fetva vermek için bir mekânda itmi'nânla ve arkadaĢlarıyle müĢavere hâlinde olmasıdır. Bu babın hadîsiyle hayvan üzerinde durma sabit olmamıĢtır. Lâkin Buhârî, bu hususta baĢka bir tarîkle Peygamber'in Veda haccında, Minâ'da hayvan üzerinde duruĢunun sabit olmasına i'timâd etmiĢtir. Binâenaleyh, sen bu takriri iyi belle, çünkü bu sana bu kitabın çok yerlerinde fayda verecektir (ġah Veliyyullah). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/241.
161
- Taşı at, günâhı yok, buyurdu. Peygamber'e (o gün taĢ atmak, kurbân kesmek, tıraĢ olmak, tavaf etmek gibi hacc iĢlerinden) öne geçirilmiĢ veya geriye bırakılmıĢ hiçbir Ģey sorulmadı ki, cevâbında: "Yap, günâhı yok" buyurmasın152[44].
25- Fetvâ (Talebine) El Ve Baş İşaretleriyle Cevâb Veren Kimse Babı153[45]
152[44] Hacc menseklerinin -ki taĢ atmak, kurbân kesmek, tıraĢ olmak ve ifâza tavafı yapmaktır- tertîb üzere edası sünnet midir, yoksa vâcib midir? Ġmâm ġafiî ile Ġmâm Ahmed ibn Hanbel ve daha evvelki imamlardan Ata', Tavus, Mucâhid tertibin sünnetliğine kaail olup, menseklerin hangisi evvel yapılsa, te'hîr edildiğinden dolayı keffâret olan kan akıtmak lâzım gelmez, demiĢlerdir. Dayanakları da bu hadîs ile benzeri diğer hadîslerdir. Ġmâm Ebû Hanîfe ile Ġmâm Mâlik ve kendilerinden evvel gelen imamlardan Saîd ibn Cubeyr, Hasen Basrî, Ġbrâhîm Nahaî, Katâde tertibin vücûbuna, ve tertibi bozanlara kan akıtma keffâretf lâzım geleceğine kaail olmuĢlardır. Her iki taraf delillerinin tafsîli, fıkıh kitâblarındadır (Ahmed Naîm). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/241-242. 153[45] Bu zamanda en ihtiyatlı olan bunun aksi ise de, böyle el ve baĢ iĢaretleriyle cevâb vermenin de caiz olduğu sabit oluyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/242.
162
26-.......Bize Eyyûb Sahtiyânî, Ġkrime'den; o da ibn Abbâs'tan tahdîs etti (ki o Ģöyle demiĢtir): Peygamber'e Veda haccında suâl soruldu. Soran kimse: Ben taĢ atmadan önce kurbân kestim, dedi. Peygamber (S) bu suâle: "Günâhı yoktur" diyerek eliyle iĢaret etti. Soran kimse: Kurbân kesmeden önce tıraĢ oldum, dedi. Rasûlullah: "Günâhı yoktur" diyerek eliyle iĢaret etti.
27-.......Salim ibn Abdillah Ģöyle demiĢtir: Ben Ebû Hureyre (R)'den iĢittim ki, Peygamber (S): "îlim kabz olunacak (yânî kaldırılacak) cehalet ve fitneler zuhur edecek, herc çoğalacaktır" buyurdu. Yâ Rasûlallah, herc nedir? diye soruldu. Rasûlullah, katli kasdeder gibi elini eğip indirerek: "İşte böyle!" buyurdu154[46].
154[46] "Herc", ha'nın fethi ve râ'nın sükûnuyla insanlar fitne, ihtilâl, harb ve kıtal hengâmesine düĢmek ma'nâsınadır. Lisânımızda "insanlar birbirine düĢüp herc ve merc oldu" ta'bîri vardır... Herc'in lügat ma'nâsı ihtilâl ve karıĢıklıktır. Kati ma'nâsında kullanılması mecâzendir. Bunda kiĢinin eliyle yâhud baĢıyle yâhud irâdesi anlaĢılacak bir Ģeyle iĢaret ettiği zaman, bunun caiz olacağına delîl vardır.
163
28-....... Bize HiĢâm ibn Urve, Fâtıma bintu'lMunzir'den; o da Esma bintu Ebî Bekr'den tahdîs etti. Esma (R) Ģöyle demiĢtir: (GüneĢ tutulması zamanında) ÂiĢe'nin yanına gittim, o namaz kılıyordu. Bu insanlara ne oluyor? dedim. (GüneĢ tutulduğunu anlatmak için) gökyüzüne doğru (baĢıyle) iĢaret etti. Meğer insanlar hep namaza durmuĢlar. ÂiĢe': "Subhânallâh" dedi. Bu bir âyet mi? diye sordum. BaĢıyle evet diye iĢaret etti. Bunun üzerine ben de namaza durdum. Nihayet üzerime baygınlık geldi. (Yanımdaki kırbadan) baĢıma su dökmeğe baĢladım. Namazdan sonra Peygamber, Allah'a hamd ve sena edip Ģöyle buyurdu155[47]: "Cennet ve cehenneme kadar evvelce bana gösterilmemiĢ hiçbir Ģey kalmadı ki bu
InĢâallah Kitâbu't-Talâk'ta iĢaretle boĢamanın hükmü ve bu konuda fakîhlerin ihtilâfları gelecektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/242. 155[47] GüneĢ tutulması namazından sonra hutbenin müstehâb olduğu bundan anlaĢılıyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/243.
164
makaamımda görmüĢ olmayayım 156[48]. Bana vahy olundu ki, sizler kabirlerinizde Mesîh Deccâl'ın imtihanlarına benzer yâhud ona yakın -Esmâ'nm bu iki sözden hangisini söylediğini bilmiyorum-157[49] bir imtihan geçireceksiniz. (Kabre girmiĢ kimseye:) Bu adam (yânî Muhammed) hakkındaki ilmin nedir? diye sorulacak158[50]. Mü'min yâhud yakîn sahibi olan kimse -Esmâ'nın bu ikiden hangi lâfzı söylediğini bilmiyorum- : O zât Muhammed'dir. O Allah 'in Rasûlü'dür. Bize beyyineler ile hidâyet getirdi. Biz de da'vetine icabet ettik ve O'na uyduk. O zât Muhammed'dir diyecek. Bu söz üç kerre tekrarlanacak. Ondan
156[48] Buhârî'nin Enes rivayetinde olan küsûf'taki diğer hadîs ile Sahîh-i Müslim'de tasrîh edildiği üzere, o namaz esnasında cennet ile cehennem kıble cihetindeki duvarda Peygamber'in gözlerine temessül etmiĢti. Yânî o duvar, Peygamber'in gözleri için bir nevi' televizyon ekranı vazifesi görmüĢtü. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/243. 157[49] Bu Ģekk, Esmâ'nm lâfzı hakkında ara yerdeki râvînin Ģekkidir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/243. 158[50] Bu suâl ve imtihanı edenler Münker ve Nekîr adlarındaki iki melektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/244.
165
sonra o kimseye: Yat da rahatça uyu, o zâtın peygamberliğine kesin surette inanmakta olduğunu bildik, denilecek. Münafık yâhud kalbinde Ģübhesi olan kimseye -Esmâ'nın bunlardan hangisini söylediğini bilmiyorum- gelince, o (suâle karĢı): Ben bilmiyorum, iĢittim, insanlar birĢeyler söylüyorlardı, ben de onu söyledim, cevâbını verecek"159[51].
159[51] BaĢlığa uygunluğu, içinde baĢ ile iĢaret etme bulunması yönündendir. Lâkin bu ÂiĢe'nin fiilindendir. Bâzıları, bu fiil ÂiĢe üzerinde mevkuf (yânî durdurulmuĢ) olur demiĢlerse de, merfû' hadîs hükmündedir. Çünkü ÂiĢe, Peygamber'in arkasında namaz kılmakta idi. Peygamber de namaz içinde olsa bile arkasını görür idi... GüneĢ ve ay tutulması zamanları dakîkası dakikasına, hattâ saniyesi saniyesine erbabı tarafından evvelce hesâb ile haber verilebilir tabiî hâdiselerden oldukları için, vukua gelmelerinden korkuya ne mahal vardır? demek de olmaz. Çünkü bu kâinat nizâmının bozulma günü demek olan kıyametin kıyamı vaktinin, evvelden hesâb ve ta'yîn edilmiĢ bu gibi hâdiselerle birlikte vuku' bulmayacağına hiçbir aklî delîl yoktur. Fakat O en büyük hâdisenin halleri hakkında: "... Ay tutulduğu, güneşle ay bir araya getirildiği zaman" (el-Kıyâme: 75/9) âyetinden anlaĢılacağı üzere, kıyamet alâmetlerinden olarak bu kabîl bâzı felekî görünüĢlerin meydana geleceği sâdık haberci tarafından da haber verilmiĢtir. Buna mukaabil "Kıyametin subûtunun ne zaman olduğunu sana sorarlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabb'imin yanındadır. Onun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz. Göklere de, yere de ağır basmıştır. O sizlere ancak apansızın gelir..." (el-A'râf: 7/187) âyetindeki sarahatten dolayı apansızın kopacak olan kıyametin de vakti ta'yîn üzere bilinmediği için güneĢ ve ay tutulmalarinı
166
26- Peygamber(S)'in Abdu'l-Kays Hey'etini, Îmâni Ve İlmi Belleyip Ezberlemeleri Ve Bunu Arkalarındaki Kimselere Haber Vermeleri Üzerine Teşvik Eylemesi Babı
Mâlik ibn Huveyris(R-94): Peygamber (S) bizlere: "Ailelerinizin yanına dönünüz ve öğrendiklerinizi onlara öğretiniz!" buyurdu, dedi160[52].
29-....... Bize ġu'be, Ebû Cemre'den tahdîs etti. Ebû Cemre Ģöyle demiĢtir: Ben Ġbn Abbâs ile insanlar arasında tercemânlık yapıyordum. Ġbni Abbâs (R)
yalvarma, dua, niyaz ve ibâdet vesilesi sayarak namaza koyulmak, îmân ehline göre pek tabiî bir keyfiyettir.. (Tecrîd Ter., I, 74). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/244. 160[52] Mâlik ibn Huveyris'in bu sözü, Buhârî'nin "Namaz, Edeb ve Vahidin Haberi" kitâblarında getirdiği meĢhur hadîsin bir parçasıdır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/245.
167
Ģöyle dedi: Abdu'1-Kays hey'eti Peygamber'e geldi. Peygamber: - Hey'et kimlerdir, yâhud cemâat kimlerdir? diye sordu. - Biz Rabîa kabîlelerindeniz, dediler. - Hoş geldiniz. Allah sizi utandırmasın, pişman etmesin, buyurdu. Onlar: - Bizler sana uzak bir yerden geliyoruz. Seninle bizim aramızda Mudarr kâfirlerinden Ģu cemâat vardır. Biz sana yalnız haram ayda gelebiliriz. O hâlde bize bir Ģey emret de geride kalanlarımıza haber verelim; o sebeble de cennete girelim, dediler. Rasûlullah onlara dört Ģey emretti, dört Ģeyden de nehyetti. Rasûlullah onlara yalnız azîz ve celîl olan Allah'a îmân etmeyi emrettikten sonra: - Yalnız Allah'a îmân etmek ne demektir bilir misiniz? diye sordu. - Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dediler. Rasûlullah: - Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasûlullah olduğuna şehâdet etmek, namazı ikaame, zekâtı eda etmek, ramazân orucunu
168
tutmak ve ganimetin beşte birini vermenizdir, buyurdu. Kezâlik onları dubbâ, hantem ve muzeffet denilen kaplardan nehyetti. ġu'be dedi ki; Ġbn Abbâs belki nakîr, belki de mukayyer dedi. Sonra Rasûlullah: - Bu emrimi ezberleyin ve onu arkanızda kalanlara haber veriniz, buyurdu 161[53].
27- (Bir Şahsa) Vâki' Olan Bir Mes'eleyi Sormak İçin Sefer Etmek Ve Ehline De Öğretmek Babı
30-.......Bize Abdullah ibn Mübarek haber verip Ģöyle dedi: Bize Umer ibnu Saîd ibn Ebi'l-Hasen haber verip Ģöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Ebî Muleyke, Ukbe ibnu'l-Hâris'ten tahdîs etti ki, bu Ukbe ibnu'lHâris (R), Ebû Ġhâb ibn Azîz'in kızı ile evlenmiĢti. Derken yanına bir kadın geldi ve: Ukbe'yi de, evlendiği kadını da ben emzirdim, dedi. Ukbe o kadına: Ne senin
161[53] Bu hadîsin bir rivayeti "Imân Kitabı" 40. babında geçmiĢ ve orada bâzı açıklamalar verilmiĢti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/246.
169
beni emzirdiğinden haberim var, ne de evvelce bunu bana söylediğinden, cevâbını verdi. Müteakiben hayvanına binip Medîne'ye Rasûlullah'a gitti ve mes'elenin hükmünü ondan sordu. Rasûlullah (R): "Bir kerre (senin onun kardeşi olduğun) söylenmiş bulunduğu hâlde (o kadınla evlilik) nasıl olur?" buyurdu. Bunun üzerine Ukbe o kadından ayrıldı, o da baĢka bir kocaya vardı162[54].
28- İlim (Edinmek) Hususunda Nevbetleşmek Babı
31- Bize Ebû'l-Yemân tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġuayb, Zuhrî'den haber verdi. H Ebû Abdillah Buhari der ki, Ġbnu Vehb Ģöyle dedi: Bize Yûnus, Ġbn
162[54] BaĢlığa uygunluğu "Bineğine binip Medîne'ye Rasûlullah'a gitti ve mes'elenin hükmünü ondan sordu" sözünde olduğu açıktır. Bunun birer rivayeti "ġahâdetler" ve "Nikâh"ta da gelecektir. Bundan, temiz insanın töhmetli durumlardan çekinmesi vâcib olduğu, ilme hırslı olmak ve Allah'a yaklaĢtırıcı olan nev'inin tercîh edilmesi, emzirici kadının köle de olsa tek baĢına Ģahadetinin bâzı hâllerde caiz olabileceği gibi hükümler alınmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/246-247.
170
ġihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah ibn Ebî Sevr'den; o da Abdullah ibn Abbâs'tan; o da Umer ibn Hattâb'dan haber verdi: Umer (R) Ģöyle demiĢtir: Ensâr'dan bir komĢum ile beraber Benû Umeyye ibn Zeyd yurdunda oturuyor idim. Bu yurd Medine'nin Avâlî denilen yüksek semtindedir. (Bir Ģey öğrenmek ümidiyle) Rasûlullah'ın yanına nevbetleĢe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahy ve sâireye dâir ne duyarsam, haberini komĢuma getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı. Ensârî arkadaĢım bir defa nevbetinin gününde idi. DönüĢünde kapımı pek Ģiddetli çalarak: O burada mı? diye sordu. Ben ürktüm163[55]. Yanına çıktım. Büyük bir iĢ meydana geldi, dedi. (Umer der ki: Ben zâten böyle birĢey olacağını zannedip duruyordum. Sabah namazını kılınca giyinip kuĢandım. Sonra Medîne'ye inip) Hafsa'nın yanına girdim. Baktım ki ağlıyor. 163[55] Umer'in ürkmesi -diğer rivayetlerde beyân edildiği üzere-, o sıralarda Gassânîler'in Medîne'ye hücuma hazırlandıkları insanların ağızlarında yaygın bulunduğundan dolayı idi. Ensârî arkadaĢı telâĢ ile kapıya gelince, birdenbire Gassânîler'in ansızın hücumlarına uğramıĢ olduklarını sanmıĢtı. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/247.
171
Rasûlullah (S) sizleri boĢadı mı? diye sordum. Bilmiyorum, dedi. Ondan sonra Rasûlullah'm yanına girdim. Ayak üstü durduğum yerden: Zevcelerini boĢadın mı? dedim. "Hayır" dedi. Bunun üzerine ben de Allâhu ekber dedim.164[56]
164[56] Meydana gelen ve Umer'i bu kadar alâkadar eden mühim iĢ, Peygamber'in zevceleri hakkında bir ay müddetle îlâ (yânî bir ay müddetle görüĢmemeye yemîn) etmesi ve bu îlâ'nın sahâbîler arasında boĢama zannedilmiĢ olması idi. Hz. Umer, kızı Hafsa dolayısıyle bu iĢin evveliyyâtına vâkıf olduğu için, buradaki metinden hâriç olarak kavs içine alınan "Ben zâten..." sözünü söylemiĢti, îlâ müddetinin sonunda el-Ahzâb: 28-29. âyetleri nazil olarak, zevcelerin hepsi Allah, Rasûl, âhiret yurdu ile dünyâ hayât ve zîneti ve Rasûl'den ayrılma arasında muhayyer kılınmıĢlar, ve hepsi birinci Ģıkkı ihtiyar etmiĢlerdir. Bu hadîsten: ilim aramaya hırs göstermek, ilim talibinin kendi maiĢeti ve ilim aramaya yardım görebileceği hususlara bakıp düĢünmesi, vâhid haberinin kabulü, ve sahâbîlerin mürselleriyle amel etmenin cevazı, sahâbîlerin Peygamber'den iĢittiklerini birbirlerine haber verir ve "Rasûlullah Ģöyle buyurdu" diyerek, bunu müsned gibi yapar oldukları, çünkü içlerinde yalancı ve güvenilir olmayan bir kimse bulunmadığı; izin istemek için kapıya vurup tıklatmanın cevazı; babaların kızları yanına kocalarından izin istemeden girmeleri ve kocalarıyle zevciyyet iĢleri hakkında teftîĢ ve araĢtırma yapmalarının cevazı; ve ilim elde etmek için arkadaĢlarıyle nevbetleĢmenin ve bununla meĢgul olmanın cevazı gibi hükümler alınmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/248.
172
29- Öğüt Verme Ve Öğretme Sırasında Hoşlanmadığı Bir Şey Gördüğü Zaman Öfkelenmek Babı
32-.......Ebû Mes'ûd (R) Ģöyle demiĢtir: Bir kimse geldi ve: - Yâ Rasûlallah! Fulânca bize (namaz kıldırırken) o kadar uzatıyor ki, adetâ namazı terkedecek gibi oluyorum, dedi. Peygamber(S)'i hiçbir mev'ıza da o günkü kadar gadablı görmedim. Bu Ģikâyet üzerine Rasûlullah: "Ey insanlar! Sizler nefret ettiricilersiniz. Her kim insanlara namaz kıldırırsa namazı hafifletsin. Çünkü cemâatin içinde hasta olanı, zayıf olanı ve iş güç sahibi olanı vardır" buyurdu.
33-.......Zeyd ibn Hâlid el-Cuhenî (R-72,78)'den (o Ģöyle demiĢtir): Bir kimse Peygamber'den lukatayı (yânî yitik malı) sordu. Peygamber (S): - Bağını yâhud kabını, kılıfını belle, sonra onu ötekine berikine bir sene bildir, tanıt. Ondan sonra onu kullan. Ondan sonra da sahibi çıkarsa yine ona ver, buyurdu.
173
O zât: - Yitik deve de (böyle mi)? diye sordu. Rasûlullah o kadar öfkelendi ki, yanakları yâhud yüzü kızardı ve: - Ondan sana ne? Su tulumunu, ayakkabısını beraberinde taşır. (Muhtaç oldukça) su başına gelir, ağaçlardan otlar. Onu sahibi buluncuya kadar kendi hâline bırak, buyurdu. O zât: - Yâ yitik davara ne buyurursun? dedi. - O yâ senindir, yâ kardeşinindir, yâ kurdundur 165[57], buyurdu.
34-.......Ebû Musa (R) Ģöyle demiĢtir: Bir gün Peygamber(S)'den hoĢlanmadığı bâzı Ģeyler soruldu. Bu gibi suâller çoğaltılınca öfkelendi. Ondan sonra insanlara hitaben: - Bana istediğinizi sorun! buyurdu. 165[57] Yânî onu sen ve baĢkası tutup almazsa, onu kurt yer demektir. Bu ifâde, deve hâriç, davar kısmını tutup muhafaza etmeye bir izindir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/249.
174
Birisi kalkıp: - Benim babam kimdir? dedi 166[58]. - Baban Huzâfe'dir, buyurdu. Bir diğeri kalkıp: - Yâ Rasûlallah! Benim babam kimdir? dedi. - Şeybe'nin azadlısı Salim'dir, buyurdu. Umer ibn Hattâb Peygamber'in yüzündeki öfkeyi görünce: - Yâ Rasûlallah! Biz azîz ve celîl olan Allah'a tevbe ediyoruz, dedi 167[59].
166[58] Bu zât, Kisrâ'ya sefîr olarak gönderilen Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî el-Muhâcirî'dir. Müslim'in rivayetine göre bu Abdullah, babasından baĢka bir babaya nisbet edilir ve biriyle kavga ettikçe "fulânın oğlu" diye ayıblanırdı. Annesi böyle bir suâl sorulduğunu iĢitince: Senden daha fena evlâd görmedim. Ananın câhiliyyet günlerinde kadınların irtikâb ettiği Ģeylerden birini irtikâb etmediğini nereden biliyordun? Ya ananı, âlem nazarında rüsvây edeydin iyi mi olurdu? diye azarlamıĢ. O da cevaben: Vallahi eğer beni bir zencî köleye ilhak etmiĢ olaydı, onu baba kabul eder, KureyĢli olmak da'vâsından vazgeçerdim, demiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/250. 167[59] Buradaki her üç hadîsin baĢlığa delâletleri gizli değildir.
175
30- İmâmın Yâhud Muhaddisin Huzurunda Önünde İki Dizi Üzerine Çöken Kimse Babı
35-.......Bize ġuayb, Zuhrî‘den haber verip Ģöyle dedi: Bana Enes ibn Mâlik(R) Ģöyle haber verdi: Rasûlullah (S) çıktı. (Kendisine hoĢlanmadığı bâzı Ģeyler soruldu; bu suâlleri çoğalttılar; bundan dolayı öfkelendi de, benden sorunuz dedi). Abdullah ibn Huzâfe ayağa kalkıp: - Benim babam kimdir? dedi. Rasûlullah: - Baban Huzâfe'dir, buyurdu. Ondan sonra Rasûlullah "Bana sorunuz" demeyi çoğaltınca, Umer, iki dizi üstüne çökerek: - Biz Allah'ı Rabb, İslâm'ı dîn, Muhammed'i Peygamber olarak kabul ve tasdîk ettik, dedi. Bunun üzerine sükût buyurdu168[60].
168[60] Hadîsin baĢlığa uygunluğu açıktır. Müslim'deki rivayette Rasûlullah bu hitabesinde: "Her kim bana bir Ģey sorarsa muhakkak haber vereceğim, babasının kim olduğunu sorsa bile" buyurmuĢ. Abdullah ibn Huzâfe ile Sa'd ibn Salim bunun üzerine ayağa kalkıp, babalarının kim olduğunu sormuĢlardır... Bu sırada Rasûlullah'tan daha baĢkaları da bir takım sorular
176
31- Anlaşılması İçin Sözü Üç Defa Tekrar Eden Kimse Babı
Rasûlullah: "İyi dinleyin! Bir de yalan söylemektir" dedi ve bu sözü durmadan tekrar ediyordu. Ve Ġbn Umer: "Peygamber üç defa "Tebliğ ettim mi?" diye söyledi, dedi169[61].
sorup cevâblarını almıĢlardır. Taberî rivayetinde: Umer kalkıp Rasülullah'a doğru gitti. Mübarek ayağını öptü ve: "Biz câhiliyyetten kurtulalı çok olmadı, bizi afvet, Allah seni afvetsin" dedi, denilip Umer'in Peygamber'in öfkesini yatıĢtırıncaya kadar çalıĢtığı haber verilmiĢtir. Umer'in bu sözleri son derece câmialı, vecîz ve kesin bir düstûr Ģeklinde Ġslâm îmânının ikrarıdır. Bu hadîsi Ahmed Naîm Ģöyle de terceme etmiĢtir: "Allah'ın Rabb'ımız olduğuna, Ġslâm'ın dînimiz olduğuna, Muhammed'in Peygamber olduğuna râzî olduk, dedi. Bunun üzerine öfkesi geçip sükût buyurdu" (Tecrîd Ter., I, 80. haĢiye). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/251. 169[61] Bâb ismindeki birinci ta'lîk, "Kitâbu'Ģ-ġehâdât"ta tamâmını vaslettiği hadîsin bir parçasıdır. Yalan sözden sakınma el-Hacc: 22/30. âyette, Ġbn Umer'den yapılan ta'lîk ise Veda haccı hutbesi hadîsinin'son parçasıdır. Bâb isminin birinci kısmı, öğretme ve ta'lîm sırasında bâzı sözlerin iyice anlaĢılması için tekrar tekrar söylenmesini ifâde ediyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/251.
177
36-.......Bize Sumâme ibn Abdillah, dedesi Enes(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) bir söz söylediği zaman, iyice anlaĢılsın diye üç kerre tekrar ederdi. Keza bir kavmin yanına gelip selâm verdiği zaman da üç kerre selâm verirdi170[62].
37-.......Bize Ebû Avâne, Ebû BiĢr'den; o da Yûsuf ibn Mâhek'den; o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Yaptığımız yolculukların birinde Rasûlullah (S) geride kalmıĢtı da sonradan bize yetiĢmiĢti. O sırada ikindi namazı vakti girmiĢti. Biz de abdest alıyorduk. Ayaklarımızı (mesh eder gibi az su ile yıkamaya) baĢladık. Bu hâli görünce en yüksek sesiyle
170[62] "Bir kavmin yanına geldiği zaman" ifâdesinde "zaman" sözünün zahiri umûm için demektir. Lâkin burada bâzı vakitler ma'nâsındadır. Yânî topluluk kalabalık olduğu zaman, Peygamber yanlarına geldiğinde, topluluğun üç tarafına ayrı ayrı selâm verirdi, demek olabilir; yâhud da isti'zân selâmı olabilir. Sarihler baĢka tevcihlerde de bulunmuĢlardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/252.
178
iki yâhud üç kerre: "Cehennemde yanacak ökçelere yazık!" 171[63] diye nida etti.
32- Kişinin Kendi Tasarrufunda Bulunan Dişi Hizmetçisine Ve Ehline İlim Öğretmesi Babı
38-.......Âmir eĢ-ġa'bî dedi ki: Bana Ebû Burde, babası Ebû Musa'dan tahdîs etti. Ebû Musa (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) Ģöyle buyuruyordu: "Üç kişinin ikişer ecri vardır: Bunlardan biri Kitâb ehlinden olup da hem kendi peygamberine, hem de Muhammed'e îmân eden kimsedir. Diğeri köle edilmiş bir kuldur ki, hem Allah'ın hakkını, hem de efendilerinin hakkını eda ettiğinde (o da iki ecre nail olur). Üçüncüsü öyle bir kimsedir ki, yanında tasarruf edeceği bir câriye bulunur da onu
171[63] Hadîsin bir rivayeti ayniyle bu isnâdla "ilim Kitabı", "ilimde ses yükseltme bâbı"nda geçmiĢti. Ancak orada Ebu'nNu'mân'dan; o da Ebû Avâne'den.. senediyle sevk etmiĢti. Burada ise; Müsedded'den; o da Ebû Avâne'den Ģeklindedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/252.
179
edeblendirir, amma (şiddetten uzak olarak) güzel güzel edeblendirir, ve onu iyice öğretir, lâkin (yine rıfk ile) güzel güzel öğretimini tamamlar, bundan sonra da onu hürriyete kavuşturup onunla evlenir. İşte boylesinin de iki ecri vardır". Bu hadîsi söyledikten sonra Âmir eĢ-ġa'bî, kendi muhatabına: ĠĢte bu bilgiyi biz sana hiçbir bedel istemeksizin veriyoruz. Hâlbuki vaktiyle Peygamber zamanında bundan küçük bir mes'ele için tâ Medîne'ye kadar bineğe binilip yolculuk edilirdi, dedi172[64].
33- İmâmın Kadınlara Va'z Vermesi Ve Onlara İlim Öğretmesi Babı
172[64] Sondaki bu sözler, hadîsin râvîsi, tabiî büyüklerinden Âmir eĢ-ġa'bî'nin sözüdür. Bunu kendisine böyle bir mes'eleye dâir suâl soran bir Horâsânlı'ya söylemiĢtir. Bununla öğretme ücreti istemeyip, sâdece öğretme ve teblîğ etme sevabını ifâde etmiĢ oluyor. Hadîsin bâb ismine mutabakatı, köleler hakkında hadîsin nassı ile, hürr olan aile ferdleri hakkında kıyâs iledir. Çünkü hürr olan aile ferdlerine Allah'ın farzlarını ve Rasûl'ünün sünnetlerini öğretmeğe olan i'tinâ, kölelere öğretmekteki i'tinâdan daha kuvvetlidir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/253.
180
39-.......Bize ġu'be, Eyyûb'dan tahdîs etti. Eyyûb: Ben Atâ'dan iĢittim, dedi. Ata: Ben îbn Abbâs'tan iĢittim, dedi. ibn Abbâs (R): Ben Peygamber (S) üzerine Ģehâdet ediyorum, dedi. Yâhud Ata da: Ben ibn Abbâs üzerine Ģehâdet ediyorum, demiĢtir: Rasûlullah (mescidde va'z ettikten sonra) kadınlara duyuramadım zannıyle yanında Bilâl olduğu hâlde (erkek saflarından) çıktı. Kadınlara va'z ederek onlara sadaka vermeyi emretti. (Sözleri o kadar te'sîr etti ki) kadınların kimi (kulaklarmdaki) küpeyi, kimi (parmağındaki) yüzüğü çıkanp atmağa baĢladılar. Bilâl de onları eteği içine topluyordu. Ve Ismâîl (194), Eyyûb'dan; o da Atâ'dan diye söyledi. Ata da: îbn Abbâs'tan söyledi, îbn Abbâs: Ben Peygamber üzerine Ģehâdet ediyorum ki... demiĢtir173[65].
173[65] Hadîsin baĢlığa uygunluğu açıktır. Bununla kadınlara va'z vermenin, onlara âhireti ve islâm hükümlerini hatırlatmanın, sadaka vermeye teĢvîk etmenin müstehâblığı sabit oluyor. Peygamber'e ve ailesine sadakanın haram olduğu ma'lûmdur. Bu sadakalar, münâsib yerlere sarfedilmek üzere toplanırdı. Hadîsin sonundaki ifâde Buhârî'nin ta'lîkidir. Çünkü Ġsmâîl ibn Uleyye, Buhârî'nin doğum yılı olan 194 yılında vefat etmiĢtir. Buhârî bu ta'lîkle Ġsmail'in Eyyûb'dan: onun da Atâ'dan; onun
181
34- Hadîs Öğrenmeyi Şiddetle Arzu Etmek Babı
40-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle dedi: Bir kerre: Yâ Rasûlallah! Kıyamet gününde senin Ģefaatinle en ziyâde mes'ûd olacak insan kimdir? denildi 174[66]. Rasûlullah (S): "Yâ Ebâ Hureyre! Hadîs bellemek için sende gördüğüm şiddetli arzuya göre, bu hadîsi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zâten tahmin ediyordum. Kıyamet gününde halk içinde
da îbn Abbâs'tan rivayet ettiğini göstermek istedi. Bir de burada kesin olarak Ġbn Abbâs, Peygamber üzerine Ģehâdet etmiĢtir. Binâenaleyh Ģehâdet lâfzı, yalnız Ġbn Abbâs'ın kelâmından olduğu da gösterilmiĢtir. Sonra Buhârî, bu ta'lîkı, "Kitâbu'zZekât"ta da Mümil ibn HiĢâm'dan; o da Ġsmail'den olmak üzere mevsûlen tahrîc etmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/254-255. 174[66] Bir rivayette "Kultu = Dedim", bir yerinde "Kaale = Dedi"; burada da "Kîle = Denildi" tarzında gelmiĢtir. Bu suâli soranın Ebû Hureyre olduğu hadîsin devamından açık olarak anlaĢılmaktadır. "Kile" ve "Kaale" rivayetleri tashîf gibi görünüyor. Sîn ve noktalı ha ile Musahhaf Hadîs, kelimelerindeki bâzı harflerin noktalarını değiĢtirmek suretiyle yanlıĢ rivayet edilen hadîsdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/255.
182
şefaatimle en ziyâde mes'ûd olacak kimse kalbinden yâhud içinden-hâlis olarak La ilahe ille'llah.. diyendir" buyurdu 175[67].
35- İlim Nasıl Kabz Olunacak Bâbı
Ve Umer ibn Abdilazîz (101), Ebû Bekr ibn Hazm(102)'a Ģöyle yazdı: "Bak Rasûlullah'ın hadîsinden ne bulursan yaz. Zîrâ ben ilmin yok 175[67] La ilahe ille'llâh tan sonra Muhammed Rasûlullah sözü vardır. Bunlar birbirini tamâmlar ve ikisi asla ayrılmazlar. Peygamber'in Ģefâatından faydalanmayacak ferd yoktur. Peygamberimiz bütün insanlığın dehĢet yerinden rahat bulması için umûmî bir Ģefaatçi olduğu gibi, bâzı kâfirlerin azablarının hafifletilmesi, cezaya hakk kazanan bâzı mü'minlerin cehennemden kurtulması, cehenneme girmiĢ mü'minlerin kurtulması, bâzı mü'minlerin hesâbsız, azâbsız cennete girmesi, keza cennete giren mü'minlerin derecelerinin yükselmesi için çeĢit çeĢit Ģefaatleri vardır. Bu Ģefaatler içinden en ziyâde faydalanacakların muhlis mü'minler olduğunda Ģübhe yoktur. Hadîsten: Ġlim ve hayra hırslı olmak, çünkü hırslı kiĢiyi bu hırsı, gizli mes'eleleri ve ince ma'nâlan araĢtırmaya ulaĢtırır; âlimin öğrencisini iyi düĢünüp, onun ilim içtihadında daha araĢtırıcı olması için, onu buna tenbîh etmesi; âlimin kendisine soruluncaya kadar ilimden sükût etmesi ilmi gizlemek gibi olmayacağı; Ebû Hureyre'nin hadîs ve ilim öğrenmekteki hırsı ve fazîleti; hitâb sırasında künyenin cevazı gibi hükümler alınmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/255-256.
183
olmasından ve âlimlerin göçüp gitmesinden korkar oldum. Zabt esnasında Peygamber'in sözünden baĢkası kabul edilmesin. Bir de (âlimlere söyleyin) ilmi ifĢa etsinler (yânı meydana koysunlar; gizlemesinler, herkese söylesinler). Kezâlik âlimler (muayyen yerlere) oturarak ders versinler ki bilmeyenlere öğretilmiĢ olsun. Zîrâ ilim gizli bir Ģey hâline getirilmedikçe yok olmaz". Bize bu Umer ibn Abdilazîz hadîsini "Âlimlerin göçüp gitmesi" sözüne kadar Âlâ ibn Abdi'l-Cebbâr (214) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Abdulazîz ibnu Müslim (167), Abdullah ibnu Dinar'dan böylece tahdîs etti 176[68]..
176[68] Buharı bu isnâdla Umer ibn Abdilazîz'in bu eserini "Âlimlerin göçüp gitmesi" sözüne kadar mevsûl olarak rivayet ettiğine iĢaret etmiĢtir. "Zehâbe'l-ulemâ" sözünden sonrasının Umer ibn Abdilazîz'in kelâmından olması, velâkin bu rivayete girmemiĢ bulunması da muhtemildir; onun kelâmından olmaması da muhtemildir. Bu ikinci ihtimâl daha zahir olandır. Ebû Nuaym da el-Mustahrac'da bunu tasrîh etmiĢtir. Böyle olduğu takdirde bu söz Buhârî'nin kelâmından olur ki, onu Umer ibn Abdilazîz'in sözü bittikten sonra, onun arkasından getirmiĢ-tir(Aynî). Ebû Nuaym Târîhu Isbahân'da bu kıssayı Ģu lâfızla rivayet etmiĢtir "Umer ibn Abdilazîz -Allah ondan râzî olsun- bütün
184
41-.......Bana Mâlik, HiĢâm ibn Urve'den; o da babası Urve'den; o da Abdullah ibn Amr ibni'l-Âs'tan tahdîs etti. Abdullah ibn Amr (R) Ģöyle demiĢtir: (Veda haccında) Rasûlullah(S)'tan iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Allah, ilmi kullarından çekip çıkarmak (yânî silmek) suretiyle değil, âlimleri kabz etmek suretiyle kabz edecektir. Nihayet hiç bir âlim kalmayınca, halk bir takım câhil kimseleri kendilerine başkanlar edinirler. Bunlara bir takım suâller sorulur, onlar da ilimleri olmadığı hâlde fetva verirler de hem kendileri dalâlete düşerler, hem halkı dalâlete düşürürler"177[69]
memleketlere 'Rasûlullah(S)'ın hadîsine bakınız ve onu toplayınız!' diye yazdı". Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/256. 177[69] "Bunun ma'nâsı Ģudur: Allah, ilmi kendilerine ihsan ettikten sonra kullarından çekip çıkarmaz. Onlara kendisini bilmeğe ve Ģeriatını yaymağa götürücü olan ilim hususunda hibe ettiği Ģeyleri geriye almaz. Lâkin Allah'ın ilmi çekip alması, âlimlerin öğretim yapmayarak kendi ilimlerini zayi' etmeleri suretiyle olur, nihayet geçen âlimlere halef olacak hiçbir âlim bulunmaz, iĢte Peygamber böylece bütün hayırların kabz olunacağını haber vermiĢtir"(Ġbn Battal).
185
Firabrî (320) Ģöyle der: Bize Abbâs ibn Fadl elHerevî tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Kuteybe ibn Saîd tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Cerîr ibn Abdilhamîd, HiĢâm ibn Urve'den yukarki Mâlik hadîsi tarzında tahdîs etti 178[70]
36- Bâb: İlim (Öğretmek)de Sırf Kadınlar İçin Gün Tâ'yîn Edilir Mi?
42-.......Ebû Saîd Hudrî (R) Ģöyle demiĢtir: Bir defa kadınlar Peygamber'e: - Senin sözünü dinlemekte erkekler bize galebe ediyorlar, binâenaleyh kendiliğinden bize bir gün tahsîs et, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah, kadınlara kendileriyle buluĢacağı bir gün va'd ve ta'yîn etti. Kadınlar o ta'yîn edilen günde Peygamber'in yanına
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/257. 178[70] Bu kısım, râvînin Buhari üzerine yaptığı ziyâdelerdendir. Bu kabîl ziyâdeler çok azdır. Kuteybe rivayeti olan bu ziyâdeyi Ġmâm Müslim, Sahihinde tahrîc etmiĢtir (ibn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/257.
186
geldiler. O da kendilerine va'z etti ve onlara bâzı Ģeyler emretti. Kadınlara söylediği sözler arasında: "İçinizden hiçbir kadın yoktur ki, çocuklarından üçünü (âhirete kendinden) evvel yollasın da cehenneme karşı onun için bir siper peyda olmasın " sözü vardı. Kadınlardan biri: - Ġki çocuk da (öyle değil mi)? dedi. Rasûlullah (S): - İki dânesi de (öyledir), buyurdu.
43-.......Bize ġu'be, Abdurrahmân ibni'lEsbahânî'den; o da Zekvân'dan; o da Ebû Saîd Hudrî(R)'den; o da Peygamber(S)'den yukarıki hadîsi tahdîs etti. Ve yine ġu'be, Abdurrahmân ibni'lEsbahânî'den rivayet etti. Abdurrahmân Ģöyle demiĢtir: Ben Ebû Hâzım'dan iĢittim, o da Ebû Hureyre'den: Rasûlullah (mukayyed olarak): "Bulûğ çağına ulaşmamış üç çocuk" buyurmuĢtur179[71].
179[71] Yânî ġu'be bu hadîsi Abdurrahmân'dan, biri Ebû Saîd'e, diğeri de Ebû Hureyre'ye ulaĢan iki senedle rivayet etmiĢ
187
37- Birşey İşitip De Anlayamayan Kimsenin, O Şeyi Öğrenmek İçin İşittiği Zâta Tekrar Müracaat Etmesi Babı
44-.......Bize Nâfi' ibn Umer (124) haber verip Ģöyle dedi: Bana Ġbnu Ebî Muleyke tahdîs edip Ģöyle dedi: Peygamber'in zevcesi ÂiĢe, bilmediği herhangi birĢeyi iĢitse, öğrenmek için muhakkak Peygamber'e müracaat ederdi. Bu cümleden olarak Peygamber (S): "Kim hesaba çekilirse azâb edilmiş olur" buyurdu. ÂiĢe dedi ki: Bunun üzerine ben: Allah Taâlâ "îşte böylesi kolay bir hesaba çekilir" (el lnĢikaak: 84/8) buyurmuyor mu? dedim. ÂiĢe dedi ki: Bunun üzerine
oluyor. Ebû Hureyre hadîsinde "Bulûğ yaĢına varmıĢ üç çocuk" diye mukayyed olarak gelmiĢ bir ziyâde vardır. Hadîsler, baĢlıktaki sorunun müsbet cevâbını teĢkîl etmiĢlerdir. Bundan kadınların dîn iĢlerini sormaları ve bu hususta ve ihtiyâçları olan diğer hususlarda erkeklerle konuĢmaları cevazı alınmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/258.
188
Peygamber: "Bu senin dediğin ancak arzdır, yoksa her kim ince hesaba çekilirse helak olur" buyurdu 180[72].
180[72] "Arz"dan maksad, amelleri tartılmak üzere insanların mîzâna, yâhud amellerin sahihlerine arz olunmasıdır ki, arz günündeki hesâb, ashâbu'l-yemîn (yânî sağcılar) denilen mes'ûdlar hakkında pek kolay geçeceği, Kur'ân'ın nassı ile bilinmiĢtir. Bu sağcılar muhasebeye ma'rûz kaldıkları gün, gufran ile müjdelenmiĢ ve amellerinin kendilerine arzında taksîrâtlarıyle beraber nail oldukları büyük ni'metlere muttali' olacaklardır. Mağfiret müjdesine bitiĢik olmayan muhasebe ise ağırdır. Hasenattan zannolunan nice amellerin kabul edilmediği, hesâb münâkaĢası esnasında tebeyyün edeceğinden, bu münâkaĢa azaba götürücü yâhud baĢa baĢ selâmete eriĢilse de, münâkaĢanın kendisi azâb olmuĢ olur (Tecrîd Ter., I, 85). "Ġyi bil ki Peygamber(S) burada muhasebenin iki nevi' olduğuna iĢaret etti. Biri lugavî muhasebe ki, bu Kur'ân'da hisâben yesîren ( = kolay muhasebe) diye vasıflandırılandır, ikincisi örfî olandır. O da münâkaĢadan ibarettir. Peygamber'in bu kelâmında murâd edilen, iĢte bu münâkaĢa ma'nâsma olan muhasebedir. Sonra Ģunu da bil ki, Peygamber (S) bu hadîste bizleri fıkıh usûlü bahislerinden büyük bir bahse irĢâd etmiĢtir. O da Kitâb ve sünnetten muhtelif görünen iki Ģey arasını birleĢtirme yoludur" (ġah Veliyullah Dihlevî, ġerhu Tercâmi Ebvâbı Sahîhi'l-Buhârî, s. 15). Bu hadîsten: ÂiĢe'nin fazileti, öğrenmeğe ve tahkîka olan hırsı, Rasûlullah'ın kendisine tekrar tekrar müracaat edilmesinden sıkılmaz olduğu; hesaba çekilmenin ve günâhların arz edilip gösterilmesinin isbâtı; kıyamet günü azabın isbâtı; münazara etmenin, sünnet ile Kitâb'ı mukaabele etmenin cevazı; hesaba çekilmede insanların farklı oluĢları gibi hükümler alınmıĢtır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/259.
189
38- Bâb: "Hâzır bulunup şâhid olanlar gaaib olanlara ilmi tebliğ etsin". Bunu İbn Abbâs, Peygamber(S)'den söyledi 181[73].
45-....... Bana Leys tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana Saîd el-Makburî, Ebû ġurayh(R-68)'den tahdîs etti. Ebû ġurayh Huzâî, Amr ibn Saîd ibni'1-Âs'a Mekke'ye Abdullah ibn Zubeyr'e karĢı ordular sevkettiği sırada Ģöyle dedi: Ey Emîr, Mekke fethinin ertesi günü Rasûlullah(S)'ın ayağa kalkıp îrâd eylediği bir sözü (yânî hutbeyi) sana haber vermekliğime bana izin ver. O hutbeyi Ģu iki kulağım iĢitti, kalbim belledi, söyleyeni de söylerken gözlerim gördü: Yüce Allah'a hamd ve sena ettikten sonra, Ģöyle buyurdu: "Mekke'yi (tâ evvelden beri) haram eden Allah'tır. Onu haram kılan, insanlar değildir. Bundan dolayı Allah'a ve âhiret gününe îmân eden kimse için Mekke'de ne kan dökmek, ne de bir ağaca balta vur 181[73] Bu ta'lîki müellif Buhârî, "Kitâbu'l-Hacc'ın "Minâ günlerinde hutbe bâbı"nda Ġbn Abbâs'tan olmak üzere mevsûlen rivayet etmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/259.
190
mak halâl olmaz. Şayet Rasûlullah burada harb etti diye ruhsat tarafına kaçan biri bulunursa, ona: Allah yalnız Rasûl'üne izin vermiştir, size izin vermemiştir, deyiniz. Bana da yalnız bir günün bir saati içinde izin verdi. Ondan sonra bugünkü harâmlığı dünkü harâmhğı derecesine döndü. Bu dediklerimi burada hâzır bulunup şâhid olanlar burada bulunmayanlara (ve müstakbel nesillere) tebliğ etsin". Ebû ġurayh'a: Amr ne dedi? diye soruldu. Amr da cevaben: Yâ Ebâ ġurayh, ben senden daha âlimim; Mekke hiçbir âsîyi, zimmetinde kan olan bir kaçağı, firar eden hiçbir hırsızı kurtaramaz, dedi 182[74].
182[74] Bu Amr ibn Saîd ibni'1-Âs, Umeyye oğulları hanedanından ve vâlîlerindendir. Yezîd ile Mervân ve Abdülmelik'in günlerinde Abdullah ibn Zubeyr (R) hazretlerine karĢı ordular techîz ve sevk etmiĢ, nihayet halîfelik sevdasına düĢtüğü için Abdülmelik ile harb de yapmıĢ ve onun tarafından sulh ve emândan sonra aldatılarak öldürülmüĢtür. Mekke haremine karĢı ordu sevk edilmemesi hakkında Ebû ġurayh(R)'ın nasihatine mukaabil, ona ilim taslayarak verdiği cevâb da mugalatadır. Ġbn Zubeyr hazretleri, Amr'ın hizmet ettiği kimselerden evvel ġam'dan mâada bütün Ġslâm beldelerinden bey'at almıĢ olup, sahâbî oğlu sahâbî olmak dolayısıyle halifeliğe de onlardan daha haklı idi. Böyle iken onu âsî, kaatil ve hırsız menzilesinde tutup Harem'in hürmetini parçalamağa kalkıĢması; cinsiyyet ve kavmiyyet asabiyyetine tâbi' olmaktan baĢka Ģeye hami olunamaz (Ahmed Naîm, I, 86-87).
191
46-.......Bize Hammâd, Eyyûb'dan; o da Muhammed ibnu Sîrîn'den; o da Abdurrahmân ibnu Ebî Bekre'den; oda babası Ebû Bekre'den tahdîs etti. Peygamber zikrolundu (yânî Ebû Bekre, Peygamber'i zikretti de Ģöyle dedi): Peygamber(S) Ģöyle buyurdu : "Şübhesiz kanlarınız, mallarınız -Muhammed ibn Sîrîn: Ebû Bekre oğlunun Ģunu da söylediğini zannediyorum dedi- ve ırzlarınız, bu ayınızın içinde bu gününüzün harâmlığı kadar birbirinize haramdır. Dikkat edin, hâzır olanlarınız gaaib olanlarınıza (ve müstakbel nesillere) bunu tebliğ etsin. -Muhammed ibn Sîrîn: Rasûlullah (S) doğru söylemiĢtir, yânî O'nun emrettiği aynen vâki' olmuĢ, bu tebliğ iĢi devam edip durmuĢtur, der idi.- Rasûlullah iki kerre: "Dikkat edin, tebliğ ettim mi?" buyurdu 183[75].
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/260-261. 183[75] Bu babın Ġlim Kitâbı'yla ilgisi, ġâri'in, ilmin ifâde edilmesi ve yayılmasını istemiĢ olması yönündendir. "Rasûlullah doğru söyledi" sözü, emrettiği Ģey aynen vâki' oldu ma'nâsınadır. Bu tarz ifâde onların kullanıĢlarından gelmiĢtir. Buna göre zahir olan, bu ifâde hadîsin tetimmesine iĢarettir ki, o da "Benden kendisine tebliğ ulaştırılanların bâzısı bizzat
192
39- Peygamber (S) Üzerine Yalan Söyleyen Kimsenin Günâhı Babı
47-......Ben Rıb'î ibn HırâĢ(101-4)'tan iĢittim, Ģöyle diyordu: Ben Alî (R)'den iĢittim, Ģöyle diyordu: Peygamber (S): "Benim ağzımdan yalan söylemeyiniz. Her kim benim ağzımdan yalan söylerse cehenneme girsin" buyurdu.
işitenden daha iyi belleyicidir" sözüdür (Dihlevî, ġerhu Terâcim, s. 15). Bu hadîslerden Ģu hükümler alınmıĢtır: Ebû ġurayh'ın: "Ey Emîr, bana izin ver" kavlinde, inkâr hususunda güzel bir incelik vardır; bilhassa meliklerin maksadlarına muhalif hususları redd hususunda. Çünkü onlara nâzik davranmak kalblerini daha iyi da'vet edici olur. Ebû ġurayh'ın, dînini tebliğ ve neĢir hususunda Allah'ın âlimlerden aldığı taahhüde vefakârlığı ve yerine getirmesi..., "Bu hutbede şâhid olan burada hâzır bulunmayanlara tebliğ etsin" kavlinde ilmin nakli, sünnetlerin ve hükümlerin yayılması hususlarına apaçık delâlet vardır. Hadîs Allah'ın Mekke'yi haram kılmasına apaçık delâlet etmektedir. Valilere, me'mûriyet sahiblerine nasihat etmek, onları aldatmamak, onlara karĢı kaba söz söylememek, sözde te'kîd yapmak, konuĢmada maksaddan önce hamd etmek, haram ve halâl kılmanın Allah katından olduğu, bunda beĢer için hiçbir giriĢ bulunmadığı gibi... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/261.
193
48-.......Bize ġu'be, Cami' ibn ġeddâd (118)'dan; o da Âmir ibn Abdillah ibn Zubeyr(124)'den; o da babası Abdullah ibn Zubeyr(72)'den tahdîs etti. Abdullah (R) dedi ki: Ben Zubeyr ibn Avvâm(36)'a: Ben senden, fulân ve fulân kimselerin tahdîs eder olduğu gibi, Rasûlullah(S)'tan hadîs söylerken iĢitmiyorum, dedim. Zubeyr: Bana gelince, ben Rasûlullah'tan hiç ayrılmadım. Lâkin ben Rasûlullah'tan iĢittim ki, O: "Her kim benim ağzımdan yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın" buyuruyordu, dedi 184[76].
184[76] ġunu bil ki Peygamber üzerine her ne kadar sahâbîler tarafından yalan söylenmemiĢ ise de, çok rivayet etmekte bu kabilden bir Ģeyin vâki' olması zannı vardır. Hâlbuki bir Ģeyin kendinden sakınmak vâcib olunca, onun zannından da sakınmak lâzımdır. Sahâbîlerin çok hadîs rivayet edenleri ezberlemeyi ve zabtı iyi bağlayan, yalana düĢmekten emîn kılınan kimselerdi. Bu sıfatlarıyle onlar ilmi neĢretmeyi ve Ģayi' kılmayı kasdettiler. Böylece onlar bu güzel niyetlerine mukaabil en güzel mükâfat ile mükâfatlandırılmıĢlardır. Az hadîs rivayet edenleri de yine güzel niyetlerine mukaabil en güzel mükâfat ile mükâfatlandırılmıĢlardır. "Herkesin yüzünü kendine döndürücü olduğu bir yönetici vardır" (el-Bakara: 2/148-ġâh Veliyyullah, s. 16). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/262.
194
49-.......Bize Abdu'l-Vâris, Abdu'l-Azîz'den tahdîs etti. ġöyle demiĢtir: Enes (R) Ģöyle dedi: Yemîn olsun beni sizlere çok hadîs rivayet etmekten, Peygamber(S)'in "Her kim benim üzerime bilerek yalan söylerse, cehennemdeki oturacağı yerine hazırlansın" buyurmuĢ olması men' etmektedir.
50- ....... Bize Yezîd ibn Ebî Ubeyd (146), Seleme ibnu'l- Ekva'(R-74)'dan tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Ben Peygamber(S)'den iĢittim, Ģöyle buyuruyordu: "Benim söylemediklerimi her kim bana isnâd ederse cehennemdeki yerine hazırlansın."
51-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Peygamber (S) Ģöyle buyurdu: "Benim adımı (kendinize yâhud birbirinize) isim takınınız, fakat künyemi (yânî "Ebu'l-Kaasım" künyesini) takınmayınız 185[77]. (ġu da bilinsin ki) her 185[77] Dînen nehyedilen, "Ebu'l-Kaasım Muhammed" suretiyle isim ve künyenin bir Ģahısta toplanmasıdır. Nitekim bunu tasrîh eden rivayet de vardır. Bu nehyin neshine kaail olanlar olduğu gibi, Peygamber'in hayâtına maksûr olduğuna kaail olanlar da vardır. Nitekim Ġmâm Alî, oğlu Muhammed ibnu'l-Hanefiyye ile
195
kim beni ru'yâda görürse, hakikatte beni görmüĢ olur. Zîrâ Ģeytân benim suretime temessül edemez. Bir de her kim benim ağzımdan bilerek yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın"186[78]
Muhammed ibn Ebî Bekr ve Muhammed ibn Talha ibn Ubeydillah'ın künyeleri Ebu'l-Kaasım idi. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/263. 186[78] Bu hadîs daha bir kaç lâfızla da gelmiĢtir ki, hepsi de sahihtir:"= Her kim beni ru'yâda görürse hakkı görmüĢ olur"; yânî gördüğü hulüm demetleri kabilinden değildir; beni görmüĢtür. " = Uyanıklıkta da beni görecektir"; " = Beni uyanık hâlde görmüĢ gibidir". Bu Ģekil lâfızların hepsi bir ma'nâyadır. Hepsinden anlaĢılan ma'nâ, Peygamber'imizi ru'yâda görmenin hakk ve sâdık ru'yâ olmasıdır. Bunun ta'lîki de, metindeki lâfız ile geldiği gibi "= Zîrâ Ģeytânın kendisini bana benzetmesi olamaz" lâfzı ile de gelmiĢtir ki, yine aynı ma'nâdır. Son hükmün ru'yâ ile münâsebet ciheti, Peygamber'imizi ru'yâda görmemiĢ kimsenin gördüm demesi, kendisini bu vaîdin hükmüne girdireceğini anlatır. Bu hadîslerden özetle Ģu hükümler alınmıĢtır: Peygamber üzerine yalan söyleme harâmlığının azameti; bunun baĢkaları üzerine söylenen yalandan çok daha büyük bir günâh olduğu; bunun failinin Peygamber'den halâllık istemekten baĢka keffâret yapamayacağı; Peygamber üzerine yalan söyleme ile hükümlerden, tergîb ve terhîb gibi Ģeylerden olanlar arasında fark bulunmadığı, bunların hepsinin müslümânların icmâı ile büyük günâhların en büyükleri nev'inden haram oldukları; bir hadîsin uydurma olduğunu bildiği veya zannettiği hâlde râvîlerinin hâllerini ve za'fını beyân etmeksizin rivayet eden kimselerin de bu tehdide gireceği, istikbâlde bir takım hadîs uydurucularının meydana çıkacakları... (Aynî).
196
40- İlmin Yazılması Babı 187[79]
52-.......Bize Vekî'(197), Sufyân'dan; o da Mutarrıf(133)'dan; o da ġa'bî'den; o da Ebû Cuhayfe(R-72)'den haber verdi. O Ģöyle demiĢtir: Ben Alî'ye: Sizin yanınızda (Rasûlullah'tan kalan) bir kitâb, yazılmıĢ bir Ģey var mıdır? diye sordum. Alî (R): Hayır, bizde Allah'ın Kitâbı'ndan, bir de müslümân olana
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/263-264. 187[79] Hakkında ihtilâf edilen hükümlerde Buhârî'nin yolu, o hususlarda kesin bir hüküm söylemeyip, sâdece ihtimâl üzere îrâd eylemektir, iĢte bu bâb ismi de bu nevi'dendir. Çünkü selef bu hususta amel ve terk yönünden ihtilâf etmiĢlerdir. Her ne kadar sonradan iĢ istikrar bulup yazmanın cevazına, hattâ müstehâblığına icmâ' hâsıl olmuĢsa da. Hattâ ilmi teblîğ etmek kendisine vâcib olanlardan unutma endîĢesi bulunanlara yazmanın vücûbu bile uzak olmaz (Askalânî). "Müellifin maksadı Ģudur: Hadîs yazmak her ne kadar Peygamber zamanında, hadîslerin Kur'ân'la karıĢmaması için yâhud insanların ezberlemekleri ziyâde yazıya dayanmamaları için men' edilmiĢ ise de, sonradan hadîsleri tedvîn ve te'lîf etmek Ģayi' olmuĢtur. Hadîste buna âid bir asi vardır. Abdullah ibn Amr ibn As gibi bâzı sahâbîlerin yazma kıssaları ise, bu hadîs yazma lehine bir takım deliller ve Ģâhidlerdir" (ġah Veliyyullah). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/264-265.
197
verilen anlayıĢtan baĢka birĢey yoktur. Bir de Ģu sahîfenin içindeki vardır, cevâbını verdi. Ebû Cuhayfe dedi ki: Ben: Peki, bu sahîfenin içinde ne var? diye sorunca: Onun içinde diyetin, esîri kurtarmanın ve bir kâfire bedel müslümânı katil olunmayacağının hükmü vardır, dedi 188[80].
53-.......Bize ġeybân (164), Yahya ibn Ebî Kesîr(129)'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki (o Ģöyle demiĢtir): Huzâalılar Câhiliyyet günlerinde öldürülmüĢ bir müĢrik Huzâalı'ya mukaabil Leys oğulları'ndan birini 188[80] Alî'nin bu hadîsinden bir takım hükümler alınmıĢtır: ibn Battal Ģöyle dedi: Bunda ġia'nın bid'atini, Alî'nin Peygamber'in vasîsi olduğu ve Rasûlullah tarafından ona tahsîs edilmiĢ ondan baĢkasının bilmediği ilim bulunduğunu iddia edenlerin iddialarını kesip atan delil vardır. Çünkü Alî kendi yanında, insanların yanında yazılı bulunan Allah Kitâbı'ndan baĢka bir yazı bulunmadığını bildirmiĢ ve kendi nefsine, baĢkalarına mümkün olanın gayrı bir Ģey tahsîs etmemiĢtir. Bunda âlimin Kur'ân'dan kendi anlayıĢıyle Ģeriat asıllarına uygun olmak Ģartıyle, müfessirlerden nakledilmiĢ olmayan anlayıĢ çıkarabileceğine irĢâd vardır. Mâlik, ġafiî ve Ahmed bununla müslimin kâfir mukaabilinde kısas olarak öldürülmeyeceğine hüccet getirmiĢlerdir, imâmdan kendisine has olan iĢlerden sormanın cevazı... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/265.
198
Mekke'nin fethi senesinde diğer bâzı rivayetlerin sevkine göre, fethin ertesi günü-öldürmüĢlerdi. Bu hâdise Peygamber'e haber verildi. Peygamber hemen devesine binip hitâb ederek Ģöyle buyurdu: "Şübhesiz Allah katli yâhud fîli Mekke'den habs (yânî men') etmiştir. -Katil ve fîl kelimelerinden hangisinin söylendiğinde Ebû Abdillah Buhârî Ģübhe etti-189[81] Ve Allah, Mekke ahâlîsine (bir kerre) Rasûlullah ile mü'minleri musallat kıldı 190[82]. Haberiniz olsun, Mekke benden evvel hiçbir kimse için halâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimse için halâl olmayacaktır. Biliniz ki o yalnız bir günün bir saatinde yalnız benim için halâl olmuştur. Malûmunuz olsun ki, işte
189[81] Buhârî, aradaki râvîler hep böyle "katli yâhud fîli" tarzında Ģekk üzere rivayet etmiĢ olduklarım söylüyor. Bâzıları yine Ģekk üzere "fîl yâhud katil" diye rivayet etmiĢlerdir. Bir rivayette de cezm üzere yalnız "fîl" denilmiĢtir ki, zevke en mülayim geleni de budur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/266. 190[82] Fetih gününde Hâlid ibn Velîd'in Handeme'de müĢriklerle zarurî olarak vâki" olan müsademesi ile kanı heder edilmiĢ birkaç müĢrikin, Peygamber'in emriyle öldürülmüĢ olduğuna îmâ ediliyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/266.
199
bu saatimde o benim için bile haramdır. Mekke'nin dikeni kesilmez, ağacına balta değdirilmez, yitiği kimse tarafından el uzatılıp alınamaz, meğer ki sahibini arayacak için olur. O hâlde her kimin bir kimsesi katl olunursa iki şeyden hangisi kendisi hakkında hayırlı ise onu isteyebilir (yânî iki şey arasında muhayyerdir): Ya kendisine diyet verilir, ya maktulün ehli kaatili kısas ettirir". Bunun üzerine Yemen ahâlîsinden bir kimse geldi de: Yâ Rasûlallah, (bu söylediklerini) benim için yaz! dedi. Rasûlullah da: "Ebû Fulân (yânî Ebû Şah) için yazınız" buyurdu. Derken KureyĢ'ten bir zât: Yâ Rasûlallah! Izhır (yânî Mekke ayrığı) müstesna olsun. Zîrâ biz onu evlerimizde ve kabirlerimizde kullanıyoruz, dedi. Bunun üzerine Peygamber(S): "Izhır otu müstesna, ızhır otu müstesna" buyurdu 191[83]. Ebû Abdillah Buhârî der ki: Kısas edilir
191[83] Talebden sonraki istisna, ya o ânda buna dâir vahy geldiğine, ya geçen bir vahyde istisnanın beyân ve tebliği talebe ta'lîk buyurulduğuna, yâhud da böyle bir vahy yoksa, Peygamber'in Allah tarafından me'mûr buyurulduğu hususların tafsillerinde içtihada me'zûn olduğuna delildir.
200
ma'nâsma "Kaved" masdarından kaaf harfi ile "Yukaadu" denilir. Ebû Abdillah Buhârî'ye: Peygamber'in o Ģahıs için yazdığı hangi Ģeydir? diye soruldu da, Buhârî: Peygamber o zât için bu hutbeyi yazdırmıĢtır, dedi.
54-.......Bize Amr ibn Dînâr (126) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana Vehb ibn Mürıebbih (114), kardeĢi Hemmâm ibn Münebbih(131)'den haber verdi. O Ģöyle demiĢtir: Ben Ebû Hureyre(R)'den iĢittim Ģöyle diyordu: "Peygamber'in sahâbîlerinden Peygamber'in hadîsini benim kadar toplayan bir kimse yoktur. Yalnız Abdullah ibn Amr müstesnadır. Çünkü o yazardı, ben yazmam". Hemmâm ibn Münebbih'ten gelen bu hadîsi rivayet etmekte Vehb ibn Münebbih'e Ma'mer ibn RâĢid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre'den tarikiyle mutâbaat etmiĢtir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/266.
201
55-.......Bana ibnu Vehb tahdîs edip Ģöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd, Ġbn ġihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah'tan; o da ibn Abbâs'tan haber verdi. Ġbn Abbâs (R) Ģöyle demiĢtir: Peygamber (son hastalığında) ağrısı Ģiddetlenince: "Yazı yazacak şey getiriniz, size öyle bir kitâb (vasıyyetnâme) yazayım ki, ondan sonra hiç dalâlette kalmayasmız" buyurdu. Umer (R): Peygamber'in hastalığı ağırlaĢtı. Bizim elimizde de Allah'ın Kitabı vardır. O bize yeter, dedi. Bunun üzerine oradaki sahâbîler ihtilâfa düĢtüler. Sözleri birbirine karıĢtı. Rasûlullah (S): "Yanımdan savulun; benim yanımda nizâlaşmak olmaz" buyurdu. Ġbn Abbâs, bu sözleri râvî Ubeydullah ibn Abdillah'a nakl ettikten sonra odadan çıkmaya davranıp: "Âh ne büyük musibettir o musibet ki, Rasûlullah ile yazmak istediği kitâb arasına perde oldu" diyerek dıĢarı çıktı 192[84].
192[84] ġarihler bu hadîs hakkında geniĢçe tevcihler, açıklamalar yapmıĢlar, ġiîler'in bu hadîse tutunarak Umer aleyhine ileri sürdükleri iddialara mufassal cevâblar vermiĢlerdir. Ahmed Naîm de Tecrîd Tercemesi'nde (I, 91-94) bu mes'ele üzerinde tatmin edici bir Ģekilde durmuĢtur. Ahmed Naîm merhumun bu güzel îzâh ve cevâblarım iĢaret ettiğimiz yerden okumalarını
202
okuyucularımıza salık verip, ġah Veliyyullah Dihlevî'nin bu husustaki kısa açıklamasını terceme ederek buraya alıyorum: "Ġyi bil ki, ibn Abbâs'ın bu "Âh ne büyük musibet!..." sözleri ayakların kayacağı bir yerdir. Nice büyük zâtlar burada sürçmüĢler, nice anlayıĢlar burada haktan sapmıĢlardır. Ben bu hadîsin, yânî Peygamber'in yazma emrinin bütün tarîklerini teker teker araĢtırdıktan sonra Ģu hakikate ulaĢtım: "ibn Abbâs'ın "Âh ne büyük musibet..." sözü ancak, onun diğer Ģübheleri gibi bir Ģübhe yoluyla meydana gelmiĢtir. Sahîh rivayetlerde sabit olmuĢtur ki Ebû Bekr, Alî ve diğerleri gibi büyük sahâbîler, Rasûlullah'ın bunu söylediği sırada hâzır bulunuyorlardı; onlar Peygamber'in bu yazma emrinden maksadının ancak Kur'ân'da gelenleri te'kîd ve tevsikten baĢka bir Ģey olmadığını anlamıĢlardı. ġayet maksadı diğer bir Ģey olmuĢ olsaydı, bunu onlara ikinci ve üçüncü defa emrederdi. Çünkü Peygamber, bundan sonra daha günlerce ayık olarak yaĢadı. "Bununla beraber Peygamber'in Alî'ye kâğıd ve yazı âleti getirmekle emrettiği, Alî'nin de yanından gitmesini müteâkıb, Peygamber'in geçmesinden endîĢe edip: "Yâ Rasûlallah, ben iĢitirim ve bellerim, dediği; bunun üzerine Peygamber'in ona sadaka hükümlerini, kâfirlerin Arab Yarımadasından çıkarılması, elçi hey'etlerine kendisinin muamelesi gibi iyi muamele edilmesi; Ensâr'a hayırla vasıyyet ve bundan evvel çoğunu beyân ettiği diğer Ģeyleri beyân eylemiĢ olduğu da rivayet edilmiĢtir. "Artık bunlardan sonra Ġbn Abbâs (R)'ın Ģübhesine tutunmaya ve sahâbîlerin en hayırlıları hakkında söylenegelenleri söylemeğe hiçbir mecal kalmamıĢtır. Çünkü ibn Abbâs o zaman bulûğa yaklaĢmıĢ, taze bir oğlandı. Ġ'tibâr ise böyle bir çocuğun anlayıĢına değil, büyük sahâbîlerin anladığı Ģeyedir. Allah hepsinden râzî olsun (ġerhu Terâcimi Sahîhi'l-Buhâri, s.17) Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/267-268.
203
41- Geceleyin İlim Öğretmek Ve Va'z Etmek Babı
56-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Ma'mer ibn RâĢid'den; o da Zuhrî'den; o da Hind bintu'l-Hâris elFirâsıyye'den; o da mü'minlerin annesi Ümmü Seleme(59)'den haber verdi.(Keza Ġbn Uyeyne dedi ki:) Amr ibn Dinar'dan ve Yahya ibn Saîd el-Ensârî'den; onlar da Zuhrî'den; o da Hind'den; o da Ümmü Seleme'den. ġöyle demiĢtir: Bir gece Peygamber (S) uyandı da: "Subhânallâh, bu gece ne fitneler indi, ne hazîneler de açıldı! Hücrelerin sahibelerini (yânî mü'minlerin annelerini) uyandırınız. Dünyâda nice giyinik kadınlar vardır ki, âhirette çıplakdırlar" buyurdu 193[85]
193[85] Peygamber'imizin ru'yâda görüp de haber verdiği fitnelerle ni'metler, Allah'ın bildirmesi, yânî vahy yoluyla kendisine bildirilen Ģeylerdendir. Peygamberin ru'yâları da vahydir. Hz. ÂiĢe'nin haber verdiği üzere, vahyin baĢlangıcı ru'yâ olmuĢtur. Bu hadîsde Peygamber'in nice mu'cizeleri apaçıktır. Peygamber'imiz ümmetinin kendinden sonra hem yakalanacakları fitneler ve musîbetleri, hem de nail olacakları hudûdsuz ni'met ve rahmet hazînelerini haber verdiği gibi, "Kâsiyât, Âriyât" zümresinden, yâhud müstetire olmakla
204
42- İlim Uğrunda Gece Uyanık Kalıp Sohbet Ve Lâkırdı Eylemek Babı
57- .......Abdullah ibn Umer (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah (S) hayâtının sonunda bir kerre bize yatsı namazını kıldırdı. Selâm verince ayağa kalktı ve: "Bu gecenizi görüyorsunuz ya, işte bu gecenizden i'tibâren yüz sene başında (bu gün) yeryüzünde olanlardan hiçbir kimse kalmıyacaktır" buyurdu 194[86].
beraber libâsta israf ve tebzîr edecek nice kadınların zuhur edeceğini de haber veriyor. Mü'minlerin annelerini uyandırmayı emretmesi de, kendilerine va'z etmek, sadakaları çoğaltmak ile israfı terketmeyi teĢvîk eylemek, Peygamber'in zevceleri olduklarına aldanarak ibâdet ve tâatten gaflet caiz olamayacağını bildirmek içindir. Dünyâdaki isrâfçı kâsiyât = giyiniklerin âhırette âriyât = çıplaklar olmaları, hasenattan çıplak oldukları içindir de denilmiĢtir. Bunun daha baĢka tefsirleri de yapılmıĢtır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/269. 194[86] Câbir'in rivayetinde tasrîh edildiğine göre, Rasûlullah bunu söyledikten sonra bir ay daha yaĢamıĢtır. Hızır'ın vefat etmiĢ olduğuna kaail olanlar bu hadîs ile istidlal ederler. Muhalif görüĢ sahiblerine göre ise bu hadîsin, Îsâ, Hızır, melekler ve Iblîs'e Ģümulü yoktur. "Yeryüzünde olanlar"dan maksad Muhammed ümmetidir ki, bunlardan kimi
205
58-.......Ġbn Abbâs (R) Ģöyle demiĢtir: Bir gece Peygamber'in zevcesi teyzem Meymûne bintu'lHâris'in evinde geceledim. Peygamber o gece nevbeti dolayısiyle onun yanında idi. Peygamber (mescidde) yatsı namazını kıldırdıktan sonra evine geldi. Dört rek'at namaz kıldıktan sonra uyudu. Sonra kalktı. "Çocuk uyudu mu?" dedi, yâhud buna benzer bir söz söyledi. Sonra namaza durdu; ben de sol tarafına durdum. Beni sağ tarafına geçirip beĢ rek'at kıldı. Ondan sonra da iki rek'at kıldı, ondan sonra uyudu. O kadar ki, horultusunu, duydum. Ondan sonra namaz kıldırmak üzere (mescide) çıktı 195[87].
icabet ümmeti, kimi da'vet ümmeti olduğundan, o zamanki müslümânlar ile kâfirler bunda dâhildirler. Demin saydıklarımız ise ümmetten sayılmıĢ değillerdir. Tâ altıncı, yedinci hicret asırlarında bile Peygamber'in sahâbîliği iddiasında bulunan Reten Hindî, Ma'mer ibnu Burayk, Ma'mer Mağribî ve benzerleri uzun ömürlülerin yalancılıklarına bu hadîs ile ihticâc edilmiĢtir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/269-270. 195[87] Uzanıp uyuduktan sonra abdest almadan namaz kılabilmek Peygamberlik husûsiyetlerindendir. Peygamberlerin gözleri uyusa da kalbleri uyumaz. Gece namazı bu rivayete göre, son iki rek'at sabah namazının sünnetine ayrıldıktan sonra vitir
206
43- İlmi Hıfz Edip Bellemek Babı
59-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Ġnsanlar "Ebû Hureyre çok hadîs rivayet ediyor" deyip duruyorlar. Hâlbuki Allah'ın Kitâbı'nda Ģu iki âyet olmasaydı hiçbir hadîs nakletmezdim. Ebû Hureyre bu sözden sonra: "Hakikat, indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi ve doğruyu biz Kitâb'da insanlara onu pek aşikâr bir surette bildirdikten sonra gizleyenler, işte onlara hem Allah lâ'net eder ve hem la 'net etmek şânından olanlar la 'net eder. Ancak tevbe edenler, düzeltenler ve (hakikati gizlemeyip) iyice açıklayanlar başka. Ben artık onların günâhlarından geçerim. Ben en çok tevbeyi kabul edenim, en çok merhamet eyleyenim" (el-Bakara: 2/159-160) âyetlerini okuyup, Ģöyle derdi: Muhacir kardeĢlerimizi çarĢılarda alıĢ veriĢ etmek iĢi meĢgul ederdi. Ensâr
namâzıyle beraber dokuz rek'attan ibaret olmuĢ oluyor. Toplamı onbir rek'attır.'.. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/270.
207
kardeĢlerimizi de mallarında çalıĢmak meĢgul ederdi. Ebû Hureyre ise karın tokluğuna Rasûlullah'tan ayrılmazdı da, onların hâzır bulunmadıkları meclislerde hâzır bulunur ve onların belleyemedikleri sözleri bellerdi196[88].
60- Bize Muhammed ibn Ibrâhîm ibn Dînâr (182), Ġbn Ebî Zi'b(159)'den; o da Saîd el-Makburî'den;
196[88] Ebû Hureyre'nin delîl getirdiği iki âyet, metindeki iki âyet olabileceği gibi, bunlar bir sûredeki âyettir, ikincisi ile de Ģu âyet kasdedilmiĢtir, denilmiĢtir: "Allah bir zaman kendilerine Kitâb verilenlerden onu behemahal insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz diye te'mînât almıştı. Onlar işte o sözü sırtlarının arkasına attılar. Onun mukaabilinde az bir menfaati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne kötüdür" (Âli Ġmrân: 3/187). Ebû Hureyre bu âyetlere bakarak ilmi ketm edip gizlemeyi haram bildiği için, mümkün olduğu kadar bildiklerini neĢre çalıĢmıĢ ve bu yüzden mesmûâtı çok olduğu gibi, merviyyâtı da herkesten ziyâde olmuĢtur. Buhârî'nin Târîh'deki rivayetine göre, Ebû Hureyre bir kerre on dâneden çok, büyük sahâbînin toplu olduğu bir mecliste bulunmuĢ da, onların bilmedikleri bâzı hadîsler rivâyat etmiĢ. Onlar birbirlerinden tahkik edip, bunların sahîhliğine kaani' olmuĢlar. O mecliste bu hâl birkaç kerre tekerrür edince bâzı kimseler: Muhacirler ile.Ensâr, Ebû Hureyre gibi hadîs rivâyet edemesinler, bu nasıl olur? demiĢler. Bunlara cevaben Ebû Hureyre metindeki bu sözleri söylemiĢ oluyor (Ibn Hacer). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/271.
208
o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. O Ģöyle demiĢtir: Yâ Rasûlallah, ben senden birçok hadîs iĢitiyorum da unutuyorum, dedim. "Ridânı yay!" buyurdu. Yaydım, iki eliyle bir Ģey avuçlayıp attı. Sonra: "Topla!" diye emretti. Ridâmı topladım. ĠĢte ondan sonra artık hiçbirĢey unutmadım. Bize Ibrâhîm ibnu'l-Munzir tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ibnu Ebî Fudeyk tahdîs edip bu hadîsi rivayet etti. Bu rivayete Ebû Hureyre: Rasûlullah eliyle bir Ģey avuçladı da ridânın içine attı, demiĢtir.
61-.......Ebû Hureyre (R) Ģöyle demiĢtir: Rasûlullah(S)'tan iki kab ilim belledim. Bunlardan birini neĢrettim. Diğerine gelince, onu neĢretseydim, benim Ģu boğazım kesilirdi 197[89].
197[89] Ebû Hureyre'nin neĢrettiği ilim, rivayet ettiği hadîslerdeki ilimdir. NeĢretmediği ilim için bâzıları ileride ümmetin baĢına gelecek fitnelere, musibetlere, kıyametten evvel Ümmetin baĢına gelecek hâllere âid ilim idi demiĢlerdir. Peygamber'in vefatından sonra yakın istikbâlde Usmân'ın, Hüseyn'in Ģehâdetleri ve diğerleri gibi meydana gelecek elemli vak'alar ve Ģahısları siyâset kaynaĢmaları içinde ferman dinleyecek ve hakka samimiyetle kulak verecek hâlde olmayanlara karĢı bildiğini söylemek, tarafsız ve fitneden uzak bir zât için hakîkaten tehlikeli idi.
209
44- Alimler(in Söyleyecekleri Şeyler) İçin Susup Dinlemek Babı
62-.......Bana Aliyyu'bnu Müdrik (120), Ebû Zur'a'dan; o da Cerîr(R)'den haber verdi ki, Veda haccmda Peygamber (S) Cerîr'e: "insanları sustur da dinlesinler" diye emretti. (Halk sükût ettikten sonra da): "Benden sonra birbirinin boynunu vuran kâfirlere dönmeyiniz" buyurdu 198[90].
Bâzıları da Ģuhûd ve irfan sahiblerine hass olup, Ģerîat ilminin neticesi ve Rasûlullah'a mahabbet ve güzel mutâbaatın büyük meyvesi olan ve diğerlerinin idrâkinden masun kalan esrar ilmidir, derler. Allah murâdını en iyi bilendir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/272. 198[90] "Benden sonra kâfirlere dönmeyiniz..." sözünün ma'nâsı "Kâfirlerin hasletleri üzere olmayınız" demek olabilir. Bu takdirde "Birbirinin boynunu vuran...." ibaresi ona bir tefsîr ve beyân olur. Bu sözden murâd "Irtidâd etmeyiniz" demek de olabilir. Bu takdirde ise, "Birbirinin boynunu vuran" sözünün ma'nâsı, "Irtidâdınız ve bu sıfatınızla Câhiliyyet ve küfür günlerindeki gibi olursunuz" demek olur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/273.
210
45- İnsanların En Âlimi Hangisidir? Diye Sorulduğu Zaman Âlim Kişiye Müstehâb Olan Şey, İlmi Allah'a Dayandırmasıdır Babı
63-.......Saîd ibn Cubeyr Ģöyle demiĢtir: Ben Ibn Abbâs'a: Nevf el-Bikâlî, Hızır'ın sahibi olan Musa, Isrâîl oğulları'nın Musa'sı değildir; o ancak baĢka bir Musa'dır iddiasında bulunuyor, dedim. Bunun üzerine îbn Abbâs Ģöyle dedi: Allah'ın düĢmanı yalan söylemiĢtir. Bize Ubeyy ibn Ka'b, Peygamber(S)'den tahdîs etti ki, Ģöyle buyurmuĢtur: "Musa Peygamber bir kerre israil oğulları içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine: İnsanların hangisi en âlimdir? diye soruldu. En âlim benim, diye cevâb verdi. Bu hususta (Allah en iyi bilendir diyerek) ilmi Allah'a havale etmediğinden dolayı Allah ona tevbîh etti. Allah ona: 'iki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri var. O senden daha âlimdir' diye vahyetti. Musa: Yâ Rabb, ona nasıl yol bulayım? dedi. Ona: 'Bir zenbîl içinde bir balık taşı, onu nerede kaybedersen, o kulum oradadır' denildi. Musa gitti. Hizmetçisi Yûşâ ibn Nün (aleyhi's-selâm)'ı da
211
beraberinde götürdü. Bir zenbîl içine bir balık koyup yüklendiler, (îki denizin bitiştiği yerdeki) kayanın yanına varınca başlarını yere koyup uyudular. Derken balık zenbîlden sıyrıldı ve deniz içinde kendine su künkü gibi (bir boşluk bırakarak) yol aldı. Deniz içinde böyle bir yolun açılması Musa ile hizmetçisine hayret edilmeğe değer acîb bir şey olmuştu 199[91]. Uyandıktan sonra o gecenin bakıyyesi ile bütün gün gittiler. Sabah olunca Musa hizmetçisine: Kuşluk yemeğimizi getir, andolsun bu seferimizden bir yorgunluğa kavuştuk, dedi. Hâlbuki Musa, emrolunduğu o yerin ötesine geçinceye kadar yorgunluk duymamıştı. Hizmetçisi: Ne dersin, taşın dibinde barındığımız zaman balığı (n gittiğini haber vermeyi) unuttum, dedi. Musa: Zâten istediğimiz bu idi, dedi200[92]. Bunun üzerine kendi izlerine baka
199[91] Kıssanın buraya âid kısmı Kur'ân-ı Kerim'de tafsil edilmektedir:(el-Kehf: 18/60-82.) Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/275. 200[92] Ġstedikleri bu idi. Çünkü Hızır ile balığın dirilip kaçtığı yerde buluĢacaklardı. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/275.
212
baka geriye döndüler. Taşın yanına vardıklarında bir de baktılar ki elbisesine bürünmüş -yâhud elbisesine bürünen- bir zât duruyor. Musa selâm verdi. Hızır: 'Acâib! Bu senin bulunduğun yerde selâm nereden?'dedi. 'Ben Musa'yım' dedi. O: 'Isrâîloğullan'nın Musa'sı mı?' diye sordu. 'Evet' dedi. Musa ona: 'Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbi' olayım mı?' dedi. Hızır: 'Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin yâ Musa. Bende Allah 'in bana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allah'ın sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu da ben bilemem' cevâbını verdi. Musa: 'Allah isterse beni sabredici bulacaksın, sana hiçbir işte karşı gelmiyeceğim' dedi. Gemileri olmadığı için deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Yakınlarına bir gemi uğradı. Kedilerini de yüklemeleri için gemicilerle konuştular. Hızır gemiciler tarafından tanındı. O ikisini ücretsiz olarak gemiye
213
aldılar. O sırada bir serçe geminin kenarına konup, denizden bir iki yudum su aldı. Hızır: "Yâ Musa, benim ilmimle senin ilmin, Allah'ın ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile eksiltmez' dedi. Ondan sonra geminin tahtalarından birini el uzatıp söktü. Musa: 'Bizi gemilerine ücretsiz almış olan bir topluluğun gemilerine kasdedip, içindekileri batırmak için mi deliyorsun?'dedi. Hızır: 'Ben sana sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?' dedi. Musa: 'Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme' dedi. Vakıada Musa'nın bu ilk muhalefeti unutma eseri idi. Yine gittiler. Bir de baktılar ki bir çocuk, diğer çocuklarla oynuyor. Hızır, çocuğun başını yukarısından tuttu ve başını eliyle kopardı. Musa: 'Tertemiz bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha?' dedi. Hızır: 'Ben sana, sen beraberimde asla sabredemezsin demedim mi?'dedi. -Ibn Uyeyne: Bu ikincisi daha te'kîdlidir, dedi.- Yine gittiler, nihayet bir köye gelince, ahâlîsinden yemek istediler. Ahâlî onları
214
müsâfir etmekten çekindiler. Hızır ile Musa orada yıkılmağa yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır o duvarı doğrulttu: Hızır eliyle işaret ederek onu doğrultuverdi. Musa Hızır'a: 'Eğer isteseydin bunun için bir ücret alabilirdin'dedi. Hızır: işte bu benimle senin aynlışımızdır' dedi". Peygamber (S) (kıssayı buraya kadar naklettikten sonra): "Allah Musa'ya rahmet eylesin. Çok arzu ederdik ki, keşki sabredeydi de aralarında geçecek maceralar (Allah tarafından Kur'ân'da) bize hikâye olunaydı" buyurdu 201[93].
201[93] Hızır aleyhi's-selâm bundan sonra Musa'nın sabredemeyip muhalefet ettiği üç hâdisenin iç yüzünü ona açıkladı ve Musa'dan ayrıldı. Buna âid en kesin bilgileri el-Kehf: 18/60-82. âyetlerden okumalıdır. Peygamber'in izhâr eylediği temennî, hakîkaten her mü'minin derin bir iĢtiyakla iĢtirak edeceği bir ilim ve hikmet temennîsidir. Bu hadîs ile âyetlerden ilim tahsîli için uzak mesafelere kadar sefer etmenin faziletine istidlal edilmiĢtir. Musa'nın bu sünnetine uyarak sahabe, tâbiûn ve tâbiûnun tâbi'leri ile onlardan sonra gelen âlimlerden birçokları dîn ilimlerini toplayıp diyar diyar dolaĢmıĢlardır. Musa'nın bu sefere çıkıĢ sebebini, ilim araĢtırıcılığının faziletini ve gerçek âlimin ta'rîfini anlatan bir rivayet Ģudur:
215
46- Kendisi Ayakta İken Oturmakta Olan Bir Âlime Suâl Soran Kimse Babı
64-.......Ebû Musa (R) Ģöyle demiĢtir: Peygamber'e bir kimse geldi ve: Yâ Rasûlallah! Allah yolunda kıtal ne demektir? Kimimiz öfkesine kapılarak, kimimiz arından dolayı kıtal yapıyor? diye sordu. Rasûlullah (S) soran kimseye doğru baĢını
"Musa Peygamber Rabb'ına suâl edip: - Yâ Rabb! Kullarının sana en sevgilisi hangisidir? demiş. - Beni zikreden ve unutmayandır, buyurulmuş. - En hâkim kulun hangisidir? demiş. - Hakk ile hükmeden ve hevâsına uymayandır, buyurulmuş. - En âlim kulun kim? demiş. - Belki bir kelimeye rastgelirim de hidâyete delâlet eder veya bir felâketten kurtarır diye insanların ilmini tetebbu' ile araştırıp kendi ilmine ekleyendir, buyurulmuş. Bunun üzerine Musa: - Yâ Rabb, kullarından benden daha âlimi varsa bana göster, demiş. - Var, buyurulmuş. - O hâlde onu nerede arayayım? demiş. - İki denizin birleştiği yerde, kayanın yanında balığı kaybedeceğin yerde..." diye ta'rîf buyurulmuş (Hakk Dîni, IV, 3256-3257). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/276.
216
kaldırdı. -Râvî der ki 202[94]: BaĢını ona doğru kaldırması sırf soran kimsenin ayakta bulunduğundan dolayı idi.- Ve: "Her kim Allah 'm kelimesi en yüksek olsun diye kıtal yaparsa, onunkisi aziz ve celîl olan Allah yolundadır" buyurdu 203[95].
47- Haccda Küçük Taşları (Cemreleri) Atma Sırasında Suâl Ve Cevâb Babı
202[94] Sözün zahirine göre bu "kaale( = râvî der ki)"den sonrasını söyleyen, Ebû Musa (R)'dır. Ondan rivayet edenlerin biri olması da muhtemildir. Bunu söyleyen Ebû Musa'dan baĢkası ise, bu söz haberin arasına katılmıĢ bir söz olur ki, buna "mudrec kelâm" denir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/277. 203[95] Bu hadîsten: Amellerin ancak iyi niyetlerle hesâb edileceği, ibâdette Ġhlasın Ģart olduğu; mücâhidler hakkında gelmiĢ olan fazîletin ancak "Allahın Kelimesini en yüksek kılmak için" mukaatele edenlere hass olacağı; Peygamber'e fasâhat ve câmialı sözler söyleme kaabiliyeti verildiği, çünkü soran kimseyi onun lâfzıyle değil de, sorusunun ma'nâsmı toplayıcı bir cevâb ile cevâblayıp: "Kim Allah'ın Kelimesi en yüksek olsun diye kıtal yaparsa, işte onunki Allah yolundadır" buyurduğu gibi hükümler alınmıĢtır (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/277.
217
65-.......Abdullah ibn Amr (R) Ģöyle demiĢtir: Ben Peygam ber(S)'i Minâ'da cemrenin yanında gördüm, kendisine suâller soruluyordu: Bir kimse: Yâ Rasûlallah, cemreyi atmadan önce kurbân kestim, dedi. Rasûlullah: "Cemreyi at, günâhı yok" buyurdu. Diğer biri: Kurbân kesmeden önce tıraĢ oldum, dedi. Rasûlullah: "Kurbânı kes, günâhı yok" buyurdu. Peygamber'e o gün öne geçirilmiĢ yâhud geriye bırakılmıĢ hiçbir Ģey sorulmadı ki (cevâbında) "Yap, günâhı yok" buyurmasın 204[96].
48- Yüce Allah'ın: "Sana ruhu sorarlar. De ki: Ruh Rabb'ımm emrindendir. Size az bir ilimden başkası verilmemiştir" (el-İsrâ: 17/85) Kavli Babı
66-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) Ģöyle demiĢtir: Ben Peygamber (S)'in maiyyetinde Medîne
204[96] Bu hadîs aynı sahâbîden, küçük lâfız farkıyle Kitâbu'1-Ġlm, 23. bâb'da geçmiĢti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/278.
218
harabelerinde yürüyordum. Peygamber beraberinde bulunan hurma dalından bir deyneğe dayanıyordu. Derken bir kaç Yuhûdî'ye rastladı. Bir takımı diğer takımına: O'na ruhu sorun, dedi. Bir takımı da: O'na birĢey sormayın, bunun hakkında hoĢlanmayacağınız birĢey söyler, dedi. Bunun üzerine biri kalkıp: Yâ Ebâ'lKaasım, ruh nedir? diye sordu. Peygamber sükût etti. Kendi kendime: O'na Ģübhesiz vahy. olunuyor, dedim. Ve yanından kalktım. Vahiy hâli sıyrılınca: "Sana ruhu sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Onlara az bir ilimden başkası verilmemiştir" (el-lsrâ: 17/85) âyetini söyledi. Râvî A'meĢ: Bizim okuyuĢumuzda iĢte böyle "Ve mâ ûtû (= Onlara verilmedi...)" Ģeklindedir, dedi 205[97].
49- Bâzı İnsanların Anlayışlarının Kısa Olması Ve Terkten Daha Şiddetli Bir Hâle Düşmeleri Endîşesinden Dolayı Üstün Kılınmış 205[97] "Ve mâ ûtû" hadîsin râvîlerinden A'meĢ'in kıraatidir. Mütevâtir ve meĢhur kıraat ise: "Yemâûtîtum( = Size az bir ilimden baĢkası verilmemiĢtir)" okunur. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/279.
219
Bâzı Şeyleri Yapmayı Yâhud İlân Etmeyi Terkeden Kimse Babı
67-.......el-Esved (75) Ģöyle demiĢtir: ibn Zubeyr bana: ÂiĢe sana çok sırr söyler idi. Binâenaleyh o sana Ka'be hakkında ne tahdîs etti? dedi. Ben de ona Ģunu söyledim: ÂiĢe bana dedi ki: Peygamber (S): "Yâ Âişe, şayet kavminin zamanları yakın olmasaydı -îbn Zubeyr; küfre yakın olmasaydı dedi- muhakkak Ka'be'yi bozar ve ona biri insanların gireceği, diğeri de çıkacakları iki kapı yapardım" buyurdu, iĢte Ibnu Zubeyr Peygamber'in bu arzusunu yerine getirmiĢtir 206[98].
206[98] Bu hadîs bâzı küçük farklarla, Hacc ve Temenni kitâblarında da gelecektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/279.
220
50- Anlayamamalarından (Hoşlanmadığı Ve Bu Yüzden Aktarılmasını Hoşgörmediği İçin) İlmi, Bir Topluluktan Başka Bir Topluluğa Tahsis Eden Kimse Babı
Ve Alî (Ġbn Ebî Tâlib-R): "Ġnsanlara anlayabilecekleri Ģeyler söyleyiniz. Siz Allah ve Rasûlü'nün tekzîb olunmasını arzu eder misiniz?" demiĢtir. Bize Ubeydullah ibnu Musa, Ma'rûf ibn Harrabûz'dan; o da Ebu't-Tufeyl(110-R)'den; o da Alî (Ġbn Ebî Tâlib R)'den bu sözü tahdîs etti 207[99].
207[99] Bu hadîs, müellif Buhârî'nin âlî isnâdlarındandır. Zîrâ buna üç râvî ile ulaĢmıĢtır. Üçüncü râvî sahâbî olan ibn Tufeyl'dir. Müellif burada hadîsin senedini metinden sonraya bırakmıĢtır. Bunu ya hadîsin isnâd yoluyla eserin isnâd yolu arasını ayırmak için, yâhud ibnu Harrabûz sebebiyle isnadın za'fını göstermek için, yâhud tefennün yâni' çeĢit çeĢit söylemek için, yâhud da bunun da cevazını beyân etmek için böyle yapmıĢtır, ibnu Harrabûz'u ibn Maîn zaîf addetmiĢtir. Müellif Buhârî'de de onun bu hadîsten baĢka hadîsi yoktur. Hz. Alî'nin bu sözünün benzerini ibn Mes'ûd (R) da söylemiĢtir ki, bunu imâm Müslim, sahîh bir senedle Sahîh'inin mukaddimesinde Ģöyle tahrîc etmiĢtir: Ve bana Ebu't-Tâhir ile Harmele ibn Yahya tahdîs edip Ģöyle dediler: Bize ibnu Vehb haber verip Ģöyle dedi: Bana Yûnus, ibn ġihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe'den haber verdi ki, Abdullah
221
68-.......Katâde Ģöyle demiĢtir: Bize Enes ibn Mâlik (R) Ģöyle tahdîs etti: Muâz ibn Cebel, deve üstünde Peygamber'in terkisinde iken, Peygamber (S): - Yâ Mûaz ibne Cebel! diye nida etti. Muâz: - Lebbeyk yâ Rasûlallah, ve sa'deyk, dedi. Peygamber yine: - Yâ Muâz! diye çağırdı. Muâz: - Lebbeyk yâ Rasûlallah ve sa'deyk, dedi. Bu üç kerre vâki' oldu. Üçüncüde Rasûlullah. - Hiçbir kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allah 'tan başka ilâh olmadığına ve
ibn Mes'ûd Ģöyle demiĢtir: "Sen akıllarının ermeyeceği bir sözü herhangi bir zümreye (hakîkatte) söyleyici değilsin (yânî söylemiĢ, ma'rifet ve hizmet yapmıĢ değilsin... Çünkü) o söz onlardan kimi üzerinde ancak bir fitne olmuĢtur" (Müslim, elCâmi'u's-Sahîh, Mukaddime, Bâb: 3.) Akıllar, takatleri derecesinden fazlasını taĢıyamazlar. O takatlerin üstüne çıkılırsa, hâlde mevcûd olan salâh bile yerini fesada bırakır. Âlimlerin birçoğu, anlaĢılması güç ve te'vîli müĢkil olan sözlerin ve müteĢâbihlerin âmmeye söylenmesini hoĢ görmemiĢlerdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/280.
222
Muhammed'in Rasûlullah olduğuna şehâdet etsin de Allah onu ateşe haram etmesin, buyurdu. Muâz: - Yâ Rasûlallah, bunu insanlara haber vereyim de sevinsinler mi? dedi. - Haber verdiğin takdirde buna güvenirler, buyurdu. Muâz ibn Cebel, bunu ölümüne yakın günâhtan sıyrılmak için haber verdi.
69-.......Ben Enes (R)'ten iĢittim, Ģöyle dedi: Bana zikrolundu ki, Peygamber (S), Muâz'a: - Allah'a hiçbir şey ortak kılmıyarak Allah'a kavuşan kimse, cennete girdi, buyurmuĢtur. Muâz: - Bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedi. Rasûlullah: - Hayır, çünkü ben onların buna güvenmelerinden endîşe ederim, buyurdu 208[100] 208[100] Bu hadîslerde muvahhidlere büyük bir müjde vardır. Doğrulukla can ve gönülden Ģehâdet kelimelerini telâffuz edip söyleyen ve itaat eden kimsenin cehennem ateĢine haram olacağı müjdesi. Böyle müjdeler Enes'ten ve Ebû Saîd Hudrî'den de rivayet edilmiĢtir. Günâhları afvolunmamıĢ ma'siyet ehlinin,
223
51- İlim (Öğrenip Öğretmek)de Haya Babı
Ve Mucâhid ibn Cebr: "Haya eden de, büyüklük taslayan da ilim öğrenemez" demiĢtir. ÂiĢe (R) de: "Ensâr kadınları ne iyi kadınlardır! Hayaları kendilerini dînde fakîhler (derin âlimler) olmalarından men' etmedi" demiĢtir209[101]
cehenneme uğradıktan sonra cennete gireceğine dâir daha birçok haberler vardır. Haberlerde nesh carî olmayacağından bu hadîslerin arasını te‘lîf etmek gerekir. ĠĢte bunun için buradaki "haram kılma"dan maksad ebedî kılmaktır demiĢlerdir. Bu takdirde Ģehâdet kelimelerini Allah rızâsı için gönülden söyleyenler ateĢte ebedî olmazlar demek olur. Daha güzel bir tevcihe göre, kâfirlerin karargâhı olan ateĢten masun olurlar, demektir. Bu takdire göre âsî mü'minler azab yurduna girseler bile kâfirler gibi orada çok uzun zaman kalmayacaklar demek olur... (Tecrîd Ter., II, 303. 268. hadîs). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/281-282. 209[101] Büyüklere iclâl ve ihtiram ciheti üzere vâki' olacak haya makbuldür. Amma dînî bir iĢi terke sebeb olacak hayaya, yânî utangaçlığa gelince, o kötülenmiĢtir. Ve böylesi dînin tavsiye ettiği haya değildir. O ancak zaîflik, gevĢeklik ve aczdir. Mucâhid ibn Cebr'in sözü olan ta'lîkı, Ebû Nuaym, el-Hılye'de Alî ibn Medînî'den; o da Ġbn Uyeyne'den; o da Mansûr'dan; o da Mucâhid'den tarikiyle Buhârî'nin Ģartına göre sahîh bir senedle vasl etmiĢtir. ÂiĢe'nin sözü olan ta'lîkı da, Ebû Dâvûd, Ubeydullah ibn Muâz'dan, bize babam tahdîs etti, bize ġu'be, Ġbrahim ibn
224
70-.......Bize HiĢâm, babası Urvetu'bnu'zZubeyr'den; o da Ümmü Seleme(R)'den tahdîs etti. ġöyle demiĢtir: Ümmü Suleym (R) Rasûlullah'ın yanına geldi de: Yâ Rasûlallah! "Allah hakktan haya etmez" (el-Ahzâb: 33/53). Bir kadın ihtilâm olursa yıkanması îcâb eder mi? diye sordu. Peygamber (S): "Suyu gördüğünde (evet)" cevâbını verdi. Ümmü Seleme utancından yüzünü örterek: Yâ Rasûlallah! Kadın da ihtilâm olur mu? dedi. Rasûlullah: "Evet. Sağ elin toprağa gelsin! Bu olmasa çocuğu kendisine nasıl benzeyebilir?" buyurdu.
Muhâcir'den; o da Safiyye bintu ġeybe'den; o da ÂiĢe'den; Ģöyle dedi... senediyle rivayet etmiĢtir (ibn Hacer, Aynî, Kastallânî). Bu bâbdaki hadîs ile ilim öğrenmekte ve öğretmekte utanmak olmayacağı sabit olmuĢtur. Keza bu hususta utanıp sıkılmamanın güzelliği, hadîsin tarîklerinin birinde takarrür eden hükümle sabittir: Mü'minlerin anneleri bu suâlinden dolayı Ümmü Suleym'i ayıpladılar da Rasûlullah (S) onları bundan men' etmiĢtir. ġu hâlde, dînî ve ilmî mes'elelerde utanmanın suâle mâni teĢkîl etmemesi lâzım geleceğini öğrenmiĢ oluyoruz. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/282.
225
71-.......Abdullah ibn Umer (R)'den (ki o Ģöyle demiĢtir): Rasûlullah (S): "Ağaçlardan bir nevi' vardır ki yaprağı düşmez, o ağaç müslümânın benzeridir. Nedir o, bana söyleyin" buyurdu, insanlar çöldeki ağaçlan saymağa daldılar. Benim kalbime onun hurma ağacı olduğu düĢtü. Abdullah dedi ki: Fakat ben söylemeğe utandım. Yâ Rasûlallah, onu bize haber ver, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S): "O, hurma ağacıdır" buyurdu. Abdullah dedi ki: Müteakiben babama gönlüme düĢen Ģeyi söyledim. Babam: Vallahi onu söylemiĢ olmaklığın bana, benim Ģu, Ģu Ģeylerim olmasından daha sevimli olurdu, dedi210[102].
52- Âlime Bizzat Kendisi Bir Şey Sormaktan Utanıp da Sorma İşini Başkasına Emreden Kimse Babı
210[102] Bu hadîs küçük lâfız farklarıyle Ģimdiye kadar Kitâbu‘lĠlm'in 3., 5., 14., 50. bâblarında geçmektedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/283.
226
72-.......Alî ibn Ebî Tâlib (R) Ģöyle demiĢtir: Ben çok mezîsi olan bir adam idim. Peygamber'e sormasını Mıkdâd ibnu'l-Esved'e emrettim. O da sordu. Peygamber (S): "Abdest alması îcab eder" buyurmuĢtur211[103].
53- Mescid İçinde İlim Takrir Etmek Ve Herhangi Bir Suâlin Cevâbını Zikretmek Babı
73-.......Bize Abdullah ibn Umer ibn Hattâb'ın azâdlısı Nâfi', Abdullah ibn Umer (R)'den tahdîs etti (ki Ģöyle demiĢtir): Bir kimse mescidde ayağa kalktı ve: Yâ Rasûlallah, nereden ihrama girip telbiye etmemizi emrediyorsun? diye sordu. Rasûlullah (S): "Medine ahâlîsi Zu'l-Huleyfe'den, Şam ahâlîsi Cuhfe'den, Necd ahâlîsi Karn'dan itibâren telbiye etsinler” buyurdu. Abdullah ibn Umer der ki: Rasûlullah'm: "Yemen
211[103] Mezî ince bir sudur ki, oynaĢma ve öpme esnasında önden çıkar. Âlime kendisi bir Ģey sormaktan utanan kimsenin, suâlden doğacak maksadın husulü için, bunu baĢkasına sordurmasının caiz olduğu bu hadîsten anlaĢılmakdır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/284.
227
ahâlîsi Yelemlem'den i'tibâren telbiye etsinler" buyurduğunu da söylüyorlar. Ġbn Umer: Ben bu son sözü Rasûlullah'tan anlamadım, der idi.
54- Suâl Soran Şahsa, Sorduğu Şeyden Fazlasıyla Cevâb Veren Kimse Babı212[104]
74- Bize Âdem (ibn Ebî Ġyâs) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize Ġbnu Ebî Zi'b, Nâfi'den; o da Ġbn Umer (R)'den; o da Peygamber (S)'den tahdîs etti. Ve keza (Âdem, o da ibn Ebî Zi'b'den), o da Zuhrî'den; o da Sâlim'den; o da Ġbn Umer'den (Ģöyle demiĢtir): Bir kimse Peygamber'den: Ġhrama giren (insan) ne giyer? diye sordu. Peygamber (S): "Ne gömlek, ne sarık, ne don, ne bornus, ne çehrî veya zağferân ile boyanmış bir kumaş giyer. Na'leyn bulamadığı takdirde mest 212[104] Suâl husûsî, cevâb umûmî olursa, .sorulandan fazlasıyla cevâb vermek caizdir Usûlcülerin: "Cevâbın suâle mutabık olması îcâb eder" sözündeki mutâbakaat tan maksad, cevâbda ziyâde olmaması değildir; ondan murâd, cevâbın sorulan hükmü ifâde edici olmasıdır (Kastallânî). Bu son iki babın hadîsleri "Hacc Kitâbı"nda da gelecek ve açıklamalar orada verilecektir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/285.
228
giysin ve onları topukların altına varıncaya kadar kessin" buyurdu.
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
229
3- KİTÂBU'L-VUDÛ' (ABDEST ALMA KİTABI)213[1]
1- Abdest Almak Hakkında Gelen Şeyler Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: "Ey îmân edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve başlarınızı mesh edip, her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın.
213[1] Daha önce (îmân Kitâbı'nın baĢında) de zikretmiĢtik ki, Buhârî, kitabını evvelâ "Vahy Babı" mukaddimesiyle baĢlatmıĢ, bundan sonra fıkıh bâblarına Ģâmil olan diğer kitâbları sırasıyle zikretmiĢtir. îmân Kitabı ile ilim Kitâbı'nı, îmân Kitâbı'nın baĢında zikrettiğimiz ma'nâdan dolayı öne geçirmiĢti. Ondan sonra ibâdetlerle ilgili olan kitâbları zikre baĢladı. Ġbâdetlerle ilgili kitâbları muamelât, âdâb, hudûd... gibi iĢlerle ilgili diğer kitâblardan evvel getirdi. Çünkü bunların îmân ve Ġlim Kitâbları'nın ardından zikredilmesi daha münâsibdir. Zîrâ ibâdetlerin aslı ve dayanağı îmândır. Abdest almadan sonra diğer ibâdetlerden önce bütün nevi'leriyle Namaz Kitâblarını getirdi. Çünkü namaz, kitâbda ve sünnette îmânın arkasından gelicidir. Çok devretmesinden dolayı onu bilmek ihtiyâcı daha Ģiddetlidir. Namaz Kitâbı'ndan evvel Abdest Alma Kitâbı'nı getirdi. Çünkü abdest alma, namazın Ģartıdır. Bir Ģeyin Ģartı ise kendinden öne geçer. Bâzı Buhârî nüshalarında "Taharet Kitabı" Ģeklinde gelmiĢ, bunun ardından da "Abdest alma hakkında gelenler babı" gelmiĢtir. Bu Ģekil daha münâsibdir. Çünkü Tahâret ( = Temizlik) abdest almadan daha umûmîdir... (Umdetu'l-Kaarî, s.641). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/286.
230
Cünüb olduysanız boy abdesti alın... " (el-Mâide: 5/6) 214[2].
Ebû Abdillah Buharı Ģöyle dedi: Peygamber (S), abdest almada farz olanın azaları birer defa yıkamak olduğunu beyân eyledi215[3]. ve keza kendisi azaları ikiĢer defa ve üçer defa yıkadı. Ve üçer defadan fazla
214[2] Bu âyette abdest alma, gusul etme ve suyun yokluğunda veya suyu kullanmaya mânı' hâllerde teyemmüm yapma esâsları, farzları takrîr ve tesbît edilmiĢtir. Bu üç çeĢit temizlik en-Nisâ: 4/43. âyetinde de bildirilmiĢtir. Abdest, hadesten taharet yânî i'tibârî ve görülmeyen bir kirlilikten temizlik olduğu için, bununla necasetten taharet için olan yıkamayı birbirine karıĢtırmamalıdır. Necasetten taharette pislik iyice zâil oluncaya kadar yıkamak ve icâbına göre oğmak veya silmek lâzım ise de, abdestte bu iki temizliğe mâni' olan kir ve pislikler daha evvel giderilmiĢ bulunacağından, görülmeyen hadesi gidermek için bir defa yıkamak kâfi olabilir; farzı bu kadardır. Çünkü emr tekrar îcâb etmez, fakat iki daha iyidir ve üç defa tekrar sünnettir... Abdestin, guslün, teyemmümün hikmeti maddî nezâfet ve ma'nevî taharettir... (Hakk Dini, II,1587). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/287. 215[3] Buna ayrılmıĢ olan bir bâbda mevsûlen zikredeceği bir ta'lîkdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/287.
231
yıkamadı216[4]. Ġlim ehli abdest almakta suyu israf etmeyi ve Peygamber'in fiilinden öteye geçmeyi kerîh gördüler217[5].
2- Bâb: "Tahâretsiz (Yânî Abdestsiz) Hiçbir Namaz Kabul Olunmaz" 218[6].
l-.......Bize Ma'mer, Hemmâm ibn Münebbih'ten haber verdi ki, o Ebû Hureyre (R)'den Ģöyle derken iĢitmiĢtir: Rasûlullah (S): "Kendisinde hades meydana gelen kimsenin namazı, o kimse abdest almadıkça
216[4] Bu da kendisine ayrılmıĢ olan bir bâbda mevsûlen zikredeceği bir ta'lîkdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/287. 217[5] Buhârî bununla Ġbn Ebî ġeybe'nin ve Ġbn Mâce'nin bâzı sahâbî ve tabiîlerden bu ma'nâda rivayet ettikleri hadîsleri iĢaret etmiĢtir. Bâzı Ģarihler de: Buhârî'nin bu sözü, üç defadan fazlayı men'e dâir olan icmâın nakline iĢarettir, demiĢlerdir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/287. 218[6] Bu bâb ismi, Müslim'in ve diğer muhaddislerin tahrîc ettikleri bir hadîsin lâfzıdır. Bu hadîsin birçok tarikleri vardır, fakat bunlar içinde Buhâri'nin Ģartına uygun olanı yoktur. ĠĢte bu sebebden dolayı onu bâb ismi olarak zikretti de bâbın altında Ebû Hureyre hadîsini getirdi. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/287.
232
kabul olunmaz" buyurdu. Hadramevt ahâlîsinden bir kimse: "Yâ Ebâ Hureyre, hades nedir?" diye sordu. Ebû Hureyre: "Sessiz veya sesli yel" cevâbım verdi 219[7].
3- Abdest Almanın Fazileti Babı
Ve abdest alma izlerinden dolayı yüzleri nurlular, elleri ve ayaklan sekililer.
2-........Bize Leys, Hâlid (ibn Yezîd-139)'den; o da Saîd ibn Ebî Hilâl (135)'den; o da Nuaym elMucmir'den tahdîs etti; o Ģöyle demiĢtir: Ben Ebû Hureyre ile beraber mescidin arkasına çıktım, akabinde Ebû Hureyre (R) abdest aldı da Ģöyle dedi: Ben Peygamber (S)'den iĢittim, Ģöyle buyuruyordu:
219[7] Ebû Hureyre'nîn hades nevi'lerinden yalnız bu ikisini söylemesi ya diğerleriyle evleviyyetle namaz kılmamıyacağını kasdetmesinden, yâhud Hadramevtli sorucunun, namaz esnasında musallîden vâki' olabilecek hadesleri sormuĢ olmasından dolayıdır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/288.
233
"Benim ümmetim kıyamet gününde bedenlerindeki abdest alma izlerinden dolayı yüzleri nurlular, elleri, ayaklan sekililer diye çağırılacaklardır".
Ebû Hureyre: Artık bu parlaklığını daha ziyâde artırmağa kimin gücü yeterse yapsın, dedi 220[8].
4- Bâb: (Abdestli Kimse Abdestinîn Bozulduğunu) Kesinlikle Bilmedikçe Şübheden Dolayı Abdest Almaz
3........ Bize Zuhrî, Saîd îbn Müseyyeb'den; o da Abbâd ibn Temîm'den; o da amucası (Abdullah ibn Zeyd-63)'ndan tahdîs etti ki, bu Abdullah ibn Zeyd (R) namazda iken kendisinde bir Ģey (yânî hades) vukuunu hayâl eden kimsenin hâlini Rasûlullah'a arz eylemiĢ.
220[8] Peygamber'in buradaki sözü, abdest almanın faziletine ve abdest organlarında abdest suyunun değdiği yerlerin âhırette ayrı bir parlaklık ve nûrlulukta olacaklarına açıkça delâlet etmektedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/289.
234
Rasûlullah (S) da: "Bir ses veya bir koku duymadıkça namazdan çıkmasın" buyurmuĢtur 221[9].
5- Abdest Almakta Hafifletme Babı
4-.......Bize Sufyan (ibn Uyeyne), Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti. Amr Ģöyle dedi: Bana Kurayb (98), ibn Abbâs (R)'tan haber verdi (ki Ģöyle demiĢtir): Peygamber (S) bir gece uyudu, hattâ horladı. Ondan sonra (abdest almaksızın) namaz kıldı. Bu sözü îbn Abbâs'ın: Uzanıp horladı, ondan sonra kalkıp namaz kıldı, tarzında söylediği rivayet olunuyor. (Alî ibn Abdillah el-Medînî Ģöyle dedi:) Sonra bu hadîsi Sufyan, bize birçok defalar kâh uzun, kâh kısa olarak Amr'dan, o da Kurayb'dan, o da Ġbn Abbâs'tan
221[9] Bu hadîste Ġslâm'ın asıllarından bir asıl ve fıkhın kaaidelerindenbir kaaide vardır. O da, eĢya, aksi kesinlikle bilininceye kadar asılları üzerinde bekaa ile hükmedilir; birden meydana geliveren Ģekk onlara zarar vermez kaaidesidir. Âlimler bu kaaide üzerinde ittifak etmiĢlerdir, fakat kullanma keyfiyyetinde, yânî uygulamada görüĢ ayrılıkları vardır... (Aynî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/289.
235
olmak üzere tahdîs etti222[10]. Ġbn Abbâs Ģöyle demiĢtir: Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Geceleyin Peygamber (S) kalktı. Gecenin bir kısmı olunca Peygamber kalktı ve asılı duran küçük bir tulumdan hafif bir abdest aldı. -Amr bu abdestin pek hafif ve pek az su ile olduğunu söylüyordu- Ve kalkıp namaza durdu. Ben de onun aldığı gibi abdest aldıktan sonra gelip sol tarafında namaza durdum. -Sufyan belki yine solu ma'nâsına olan "ġimâlihi" demiĢtir.- Peygamber benim yerimi değiĢtirdi; beni sağ tarafına geçirdi. Sonra Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı. Ondan sonra uzanıp uyudu; hattâ horladı. Sonra munâdî (yânî müezzin) Ona gelip namaz vaktinin girdiğini haber verdi. Bunun akabinde müezzin kalkıp Peygamber'in maiyyetinde namaza çıktı. Peygamber (tekrar) abdest almadığı hâlde namazı kıldırdı. (Sufyan ibn Uyeyne Ģöyle dedi:) Biz Amr ibn Dînâr'a: Ġnsanlar,
222[10] Yânî Sufyan ibn Uyeyne, babın hadîsini Amr'dan bir defa mücmel muhtasar, bir defa da mufassal olmak üzere, iki kerre rivayet etmiĢtir. Bâb ismi için tesbit edilen, ikincisidir. Buhârî icmali ikincisine ilâve etti. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/290.
236
Rasûlullah'ın uyur, amma kalbi uyumaz derler; (ne dersiniz)? diye sorduk. Amr: Ben Ubeyd ibn Umeyr'den iĢittim: Peygamberlerin ru'yâları vahiydir, diyordu. Ubeyd bu sözden sonra da "Ben seni ru'yâmda boğazlıyorum görüyorum... " (es-Saffât: 37/102) âyetini okudu, dedi 223[11] 223[11] Amr ibn Dînâr: Evet insanların söyleyegeldiği Ģey hakktır. Çünkü ben Ubeyd ibn Umeyr'den iĢittim: Peygamberlerin ru'yâsı vahiydir, dedikten sonra: "İbrahîm: Oğulcuğum, ben seni ru 'yâmda boğazlıyorum görüyorum, dedi" âyetini okudu. -Bunu Müslim merfû' olarak rivayet etti.- Binâenaleyh, onların kalblerinin, kendilerine vahyedilen Ģeyleri bellemeleri için uyumamaları îcâb eder. Nitekim söyleyen söyledi ve söyleyiĢi de güzel yaptı: "Peygamber'in ru'yâsında vahy inkâr olunmaz. Çünkü onun öyle bir kalbi vardır ki, gözü uyuduğu zaman kalbi uyumaz" (edDihlevî, Bûsirî'nin Bür'e Kasîdesi'nden) Peygamber'in kalbinin uyumaması, abdestinin bozulmadığına delâlet etmiĢtir. Hadîsteki âyet, Ġbrâhîm Peygamber'in Ġsmâil veya Ġshâk'ı boğazlamaya me'mûr olduğunu haber veren âyettendir; tamâmı Ģöyledir: "Artık o (oğul İbrâhîm'in) yanında koşmak çağına erince (babası): 'Oğulcağızım'dedi, 'Ben seni ru'yâmda boğazlıyorum görüyorum. Bak artık ne düşünürsün'. (Oğlu) dedi: 'Babacığım, sana edilen emir ne ise yap. İnşaallah beni sabr edenlerden bulacaksın '" (es-Saffât: 37/102). Bu gece namazının bir rivayeti Ġlim Kitâbı'nda da geçmiĢti. Bunda Rasûlullah'ın gece uykudan uyanınca asılı duran kilçük bir tulumdan pek hafîf bir abdest aldıktan sonra gece namazı kılıp tekrar uyuduğu ve müezzinin sabah namazı vaktinin geldiğini haber vermesi üzerine, onunla birlikte hemen namaza çıktığı, fakat bu sefer abdest almadığı zikredilmektedir. Hadîsin baĢlığa delâleti, bu pek hafîf abdest alma keyfiyetidir.
237
6- Abdest Almayı Tam Ve Kâmil Yapmak
Babı
Ġbn Umer: "Ġsbâğu'l-vudû' her abdest uzvunu pampak kılmaktır" dedi 224[12].
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/291. 224[12] el-Ġsbâğ: Bir nesneyi itmam ve ikmâl eylemek ma'nâsınadır... Ġsbâğu'l-Vudû' bundan alınmıĢtır ki, suyu her uzva gereği gibi hakkı üzere verip itmam ve ikmâl eylemekten ibarettir (Kaamûs Ter.). Bu, Kur'ân'da da bu ma'nâda geçmektedir: "Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini Allah'ın muhakkak sizin için musahhar kıldığını, açık ve gizli birçok ni'metlerini sizin üzerinize bol bol tamamladığım görmediniz mi?.." (Lukmân: 31/20) "Tam ve kâmil işler yap... " (Sebe: 34/11). el-Ġnkaa: Bir nesneyi pak ve pâkize kılmak ma'nâsınadır. Buradaki ta'lîki, yânî ibn Umer'in "Ġsbâğ" kelimesine âid tefsirini, Abdurrazzâk kendi Musannaf'ında mevsûl olarak sahîh bir senedle tahrîc eylemiĢtir. Ġsbâğ, lügatte ikmâl ve itmamdır. Abdest almakta ise suyu abdest yerlerine ulaĢtırmak ve her uzva hakkını tam vermek demektir. Bu, farzdır. Üçleme, beyazlığı ve nûrlandırmayı uzatma, kirleri ovalamak suretiyle azaları pampâk eylemeye gelince, bunlar sünnetler, müstehâblar ve âdâblardır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/292.
238
5-.......Kurayb'dan, o da Usâme ibn Zeyd (R)'den tahdîs etti. Kurayb Usâme'den iĢitti ki Ģöyle diyordu: Rasûlullah (S) Arafat'tan geriye hareket etti. Dağ yoluna girince inip su dökdü. Ondan sonra abdest aldı, fakat abdesti hafif aldı. Ben: Namazı kılacak mısın yâ Rasûlallah? diye sordum. "Namaz ileride (kılınacak)" buyurdu. Yine bineğine bindi. Muzdelife'ye varınca indi ve abdest aldı. Bu sefer abdest almayı tam ve kâmil yaptı. Sonra namaz ikaamet edildi de akĢam namazını kıldırdı. Ondan sonra herkes devesini kendi durağında çökertti. Sonra yatsı namazı ikaame edildi. Yine namazı kıldırdı ve iki namaz arasında hiçbir namaz kılmadı 225[13].
7- Bir Avuç Dolusu Sudan İki Eli (Birleştirmek Sureti) İle Yüz Yikamak Babı
225[13] BaĢlığa uygunluğu "Peygamber bu sefer abdest almayı tam ve kâmil yaptı" sözündendir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/292.
239
6-.......Bize Süleyman ibn Bilâl, Zeyd ibn Eslem'den; o da Ata ibn Yesâr'dan; o da Ġbn Abbâs'tan haber verdi, ibn Abbâs (R) abdest aldı da yüzünü yıkadı. ġöyle ki, bir avuç su alıp ağzını çalkaladı ve burnuna su çekti. Sonra bir avuç su alıp onunla Ģöylece, yânî sağ avucunu diğer avucu ile birleĢtirip yüzünü yıkadı. Yine bir avuç su alıp sağ elini (yânî kolunu) yıkadı. Yine bir avuç su alıp sol elini yıkadı. Sonra baĢını mesh etti. Sonra bir avuç su aldı ve sağ ayağını yıkayıncaya kadar onu azar azar üzerine döktü. Sonra diğer bir avuç daha su aldı ve onunla ayağını, yânî sol ayağını (yine öylece) yıkadı. Ondan sonra: Rasûlullah(S)'ı, gördüm iĢte böyle abdest alıyordu226[14], dedi.
226[14] Ġbni Abbâs bu hadîsinde abdest alma iĢini uygulamalı olarak en güzel Ģekilde ta'rîf edip göstermiĢ, sonunda: Rasûlullah'ı iĢte böyle abdest alıyor gördüm demekle de bunun bizzat Rasûlullah'ın abdest alıĢı olduğunu bildirmiĢ oluyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/293.
240
8- Her Hâl Üzerine Ve Cinsî Münâsebet Sırasında "Bismillah" Demek Babı227[15]
7-....... Bize Cerîr, Mansûr'dan; o da Salim ibn Ebi'l-Ca'd (l00)'dan; o da Kurayb'dan; o da Ġbn Abbâs (R)'dan tahdîs etti. Ġbn Abbâs, bunu Peygamber'e ulaĢtırıyordu. Peygamber (S) Ģöyle buyurmuĢtur: "Herhangi biriniz eşine (cinsî münâsebet için) geldiği zaman Bismillah, Allâhumme cennibnâ'şşeytâne ve cennibi'ş-şeytâne mâ razaktenâ (= Allah'ın ismiyle, yâ Allah, bizleri şeytândan uzaklaştır ve şeytânı da bize ihsan ettiğin çocuktan uzak kıl) der de, onların arasında bir çocuk takdir olunursa, şeytân o çocuğa zarar veremez" 228[16]. 227[15] Bu her hâl üzerine, yânî tâhir, abdestsiz, cünüb olması hallerinde "Bismillah" demek, Allah'ı anmak hakkında bir bâbdır. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/293. 228[16] Abdest almak öncesi "Bismillah" demek hakkında Peygamber'in sözünden olarak rivayet edilen "Abdest almağa Bismillah demeyenin abdesti yoktur" hadîsi râvîlerinin bâzısı mesturetu'l-hâl( = yâni gizli hâili kadınlar) olması sebebiyle Buhârî'nin Ģartı üzere olmayınca, Buhârî, abdest almak için "Bismillah" demenin sünnetliğini bu bâbda getirdiği hadîsle isbât etmiĢtir. Çünkü getirdiği bu hadîs, Allah'ı anmaktan en
241
9- Halâya Girerken Ne Söyleyeceği Babı
8- Bize Âdem (ibn Ebî Ġyâs) tahdîs edip Ģöyle dedi: Bize ġu'be, Abdu'l-Azîz ibn Suheyb'den tahdîs etti. Abdu'1-Azîz Ģöyle dedi: Ben Enes (R)'ten iĢittim, Ģöyle diyordu: Peygamber (S) halâya girdiği zaman "Allâhumme innî eûzu bike mine'l-hubusi ve'l-habâisi (= Yâ Allah, ben hubusten ve habâisten sana sığınırım)" der idi 229[17].
uzak hâl olan cinsî münâsebet sırasında "Bismillah" demenin müstehablığına delâlet etmektedir, öyleyse, abdest almakta da "Besmele" çekmeye evlâ tarikiyle delâlet eder (ġah Veliyyullah). Böylece hadîs, baĢlığın her iki Ģıkkına da delâlet edip uygun düĢmüĢ oluyor. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/294. 229[17] Bu iki lâfız ile yapılan dua Peygamber'in "cevâmi'u'lkelim" sözlerindendir. Bu iki kelime birçok ma'nâlara geliyor: Hubus, Ģeytânların erkekleri; habâis de onların diĢileridir, demiĢlerdir. Kezâlik habâis, mutlak olarak Ģeytânlar, ma'siyetler, kötülenmiĢ fiiller ve düĢük huylar; hubus da küfür, fücur, isyan, mutlak olarak Ģerr ma'nâlarına gelir. Ġbnu'l-A'râbî hubus'u, bir kerre mekruh, yânî istenilmeyen Ģey diye tefsîr ettikten sonra, bu ma'nâyı tafsîl ederek, mekruh iĢlerin nevi'lerine göre baĢka baĢka ta'bîrler ile beyân edildiğini ve meselâ habîs kelâma Ģetm, habîs dîne küfr, habîs taama haram, habîs içkiye dârr denildiğini söylüyor. ĠĢte hubus ile habâis'ten
242
(Buhârî dedi ki): Muhammed ibn Ar'are, bu hadîsi ġu'be'den rivayet etmekte Âdem ibn Ebî Ġyâs'a mutâbaat etti230[18]. Ve Gunder, ġu'be'den: "Halâya geldiği zaman" dedi. Musa ibn Ġsmâîl ise, Hammâd ibn Seleme' (167)'den: "Halâya girdiği zaman" dedi. Saîd ibn Zeyd de Ģöyle dedi: Bize Abdu'1-Azîz ibn Suheyb tahdîs etti: "Halâya girmek istediği zaman" 231[19].
sakınmak, bu söylediğimiz Ģeylerin hepsinden sakınmak demektir (Tecrîd Ter., 1,114). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/294. 230[18] Velhâsıl Muhammed ibn Ar'are bu hadîsi ġu'be'den, Âdem'in ġu'be'den rivayet ettiği gibi rivayet etmiĢtir, iĢte bu tam mutabaattır, bunun fâidesi sırf takviyedir. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/295. 231[19] Buhârî bu ta'lîkleri, kitabının baĢka yerlerinde vasl etmiĢtir. Bu rivayetlerin lâfızları muhtelif ise de ma'nâları birbirine yakın olup, bir. ma'nâya dönerler, o da, Peygamber'in halâya girmek istediği zaman bu duayı söyler olduğudur. Müellif, halâdan çıkmak akabinde söyler olduğu Ģeyi, Ģartına uymadığı için zikretmedi. Hu hususta Ġbn Hıbbân ve Ġbıı Huzeyme de ÂiĢe'den: Rasûlullah (S) gaair'ten çıktığı zaman Gufrâneke der idi; ibn Mâce de Enes'ten Haladan çıklığı zaman Elhamdu lillâhi'llezi ezhebe annî"l-ezâ ve âfâni; Dârakutnî de Ġbn Abbas'tan: Elhamdu lillâhi'llezi ahraca annî ma yu 'zini ve emseke aleyye ma yenfaunni rivayetleri vardır (Kastallanî). Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/295.
243