Derin Detaylı Kudüs’ün Önemi Ve Tarihini

admin
40 minute read
"Kudüs" bir kentin adı olmaktan çok daha öte bir anlam ve değer taşır. Üç monoteist dine, yani Yahudiliğe, Hıristiyanlığa ve Müslümanlığa inananlar için "Kutsal Kent"tir.


 Yahudiler kentin adının ilk kez Tevrat'ta geçmesiyle kutsallığı ve e:bediliğininKral Davud ve Süleyman'ın (salomon) yönetimiyle bağlantılı olduğuna inanırlar. Gerçekten, Tevrat'ta (ve İncil'de) Kudüs şiir gibi ince duygularla tanımlanır. Örneğin, Mezmur'un bir yerinde (48:3/2) "tüm dünyanın sevinci", başka bir yerinde de (50:2) "kusursuz güzellik" diye geçer. Mersiyeler'de de (1 :1) "kentlerin prensesi" diye anılır. Birçok Yahudi yayını eski Kudüs'ün parlaklığıyla haklı olarak övünür. Burası, en başta M.Ö.950'de yapılan ve gene M.Ö. 515'de Babilliler'in yıktığı, Yahudilerin buraya bir daha dönmeleriyle gene yaptırılan ve M.S.70'da Romalılarabaş kaldırdıklan sırada yıkılan Süleyman Tapınağı olttıak üzere, Yahudiler için, kuşkusuz, bir mıknatıs gibi çekici olmuştur. Ama hemen ekleyelim ki, bunu söylemek başka, Yahudi dini.ile asla aynı şeyolmayan Siyqnizmin, İsrail devletinin kurulmasından sonra askeri saldınlarla toprak elde etmesinin "Peygamber İbrahim'e yapılan vaad"ın yerine getirilmesi biçiminde yorumlamak bambaşka bir şeydir. Filistin'in İbrahim'den olacaklara verileceğine dair din kitaplarında yazılanlar, Siyonizmin yaptığı dar yorum çerçevesinde bile, yanlıştır. Bu çerçeve içinde açık bir anlatım Tekvin'de vardır: Bugün Nablus diye bildiğimiz yerde İbrahim'e denir ki: "Bu toprağı senin sulbüne vereceğim." (12:7) İbrahim, Bethel yakınlarında bir tepedeyken de liu sözleri duyar: "Gördüğün bütün topraklan sana ve senin sülbundan olanlara ilelebet vereceğim", (13:15) Aynı kaynakta başka bir yerde (Tekvfu, 15:18) daha büyük bir açıklık var: "Bu toprağı, Mısır'daki nehirden büyük nehre, Fırat Nehrine kadar senin sülbundan olanlara verd1m." Aynı vaad İshak'a ve Yakub'a da yapılır
30 TüRKKAYA ATAÖV
(28:13). Sünnet, Tann ile İbrahim ve onun smbundan olanlar arasındaki andıaşmanın bir göstergesi olarak kabul edildiğinde (17/8), tüm Kenan diyarını "ebedi mülk" olmak üzere tbrahim'e verir. Ne var ki, din çerçevesi içindeki bu vaad yalnız Yal:ıudilereyapılmış değildir. "Senin sülbundan" sözlerinden amaç yalnızca Yahudiler olamaz ki! Gene din çerçevesi içinde, İ,brahim'in oğlu İşamel'den olanlar Müslüman ve Hınstiyan Araplardır.! Bu anlayış içinde, İşamel Arap kavimlerinin babasıdır. İbrahim'in çocukları arasında bir fark olınadığını Tevrat ta söyler (Tekvin, 21:10-12).Kaldı ki, sünnet andıaşması yoluyla Kenan diyarı "ebecIimülk" olarak verildiğinde sünnet olmuş olan İşmael'di, Sarah'dan olma İshak değil- din kitaplarında Yahudilerin türediğine inanılan İshak daha doğmamıştı bile... Kuşkusuz, önemli olan konunun hukuksal yönüdür. Bu incelemede de, asıl bunun üstünde durulacaktır. Ancak, tarihe dayandırılınak istenen bazı savlan da burada özetlemek ve gereken yerlerde yanıtlamak zorundayız. Kudüs kenti, gene aynı nedenlerden ötürü, Hıristiyanlık için de bir kutsallık sığınağı, tarihin bir çeşit başladığı yerdir.. İsa da, Hıristiyanlık da orada doğmuştur. Kutsal Gömüt, Veladet Kilisesi ve daha kırk kadar Hıristiyan tapınağı oradadır. İsa'nın doğumu, yaşamı ve ölümüyle ilgili tüm yerler Kudüs'te ve hemen onun çevresindedir. Ve Kudüs'te Hıristiyanlık deyince içine Roma Katolikliği, Yunan ve Rus OrtodoksIuğu, Ermeni, Kıpti, Marfuıi ve birçok Protestan Kilisesi girer. Kişi Kudüs'te İncil'de geçen tüm yerlerle sürekli ve fiziksel temas durumundadır. İsa'nın kente şuradan girdiğini, o yanda gözyaşı döktüğünü, beride kanını akıp ötede gömüldüğünü söyleyebilir. Kudüs'lü birçok eski Arap ailesi Hıristiyandır; kökleri Haçlılara, hatta daha da gerilere gider. Hıristiyanıara sorarsanız, Kudüs'ün bugün Siyonizmin sultası altında kalması, tarih ve hukuk öğretilerinin ışığı altında düzeltilmesi gereken bir yanlıştır. Berem ve ikrit köylerinin Hıristiyan halkının başına gelenler bugünkü İsrail'in Hıristiyan yurttaşları için de neler tasarlamakta olduğunun sembolik belirtisidir.2 İsrail yetkilileri 1948yılında bu iki küçük köyün Hıristiyan halkına köylerini iki hafta için terketmelerini, ancak hemen geriye dönebileceklerini söylemişler, aradan bunca yıl geçmiş olmasına karşın konutlarını bir daha görmemişlerdirI Hiç kuşku yok ki, Kudüs İslam ve onun simgelediği kültür için de kutsaldır. Müslümanlar (Araplar ve Türkler) bu topraklarda 1.300
ı Alfred Guillaume, "Zionists and the Bible," Christians, Zionism and Palestme, Beirot, Institute for Palestirte Studies, ı970, s. 3-4. :l Edwin M. Wright, A Tale of Two Hamlets, Cleveland, the Northeast Ohio Cçnmnittee on Middle &St UnderstandinJ, 1973.
1
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU 31
yıl kadar egemen olmuşlardır. Kudüs, bütün Müslümanlar için kutsallıkta yalnız Mekkeve Medine'den sonra gelir. Kudüs'teki EI-Haram el (eş)- Şerif'ten daha kutsal ancak Mekke'de Kabe ve Medine'deki EI-Haram.olabilir. İslam Peygamberi Muhammed dualarını, ilk başlarda, Kudüs'e dönerek okurdu. "Kıble" Mekke yönüne daha sonra çevrildi. Ama bu değişiklik bir yana, Kudüs Müslümanlık açısından da kutsalolmakta devam etmiştir. Ve yalnız .Kur'andaki çeşitli sürelerden ötürü değil, Müslüman tarihinin bu kentle sarmaş-dolaş oluşundan ötürü de...
KENTİN GEÇMİşİNDEKiÔZELLİK:
Şimdi, kentin geçmişdneve bu geçmişin bize bıraktığı mirasa bi. raz daha yakından bakalım. Bu bakış bazı.hukuksal dayanaklar için de bize sağlam hareket noktaları verecek.
Bugün "Kenanlılar" diye bildiğimiz bir Arap kavmi ta M.Ö.3.000 yıllannda orta Arabistan çöllerinden yukarı doğru çıkarak ulaştıkları noktada kurdukları kente (o zamanki tanrılarından ötürü) "Orasalem" demişlerdi. Tarihte Ammi ya da Babil kökenli kelimeler olarak "Varya Salem" ve "Yaro Salem" diye de geçiyor. Gene Kenanlıhrın bir kolu olan Jebusitler'den ötürü, M.Ö.1.400dolaylannda Kudüs'e "Jebus" dendiğini de biliyoruz. Kenan diyarı iki-yüz yıl sonra İbrani işgaline uğradı..M.Ö. 1.000dolaylarında Kral Davud, yerli halkla birlikte, Judah ve İsrail kabilelerinin bir çeşit federasyonunu kurmayı başardı. Bu federasyon onun oğlu Süleyman'ın ölümüyle dağıldı ve ortaya çıkan iki ayrı krallığın birinin başkenti Kudüs, ötekininki de Samiriye (Samaria) oldu. Her ikisi de AsurIular'ın batıya yönelişleriyle yıkıldı. Babil Kralı Nebukadnezar da Asurluları ezip kenti ve Süleyman'ın Tapınağını yerle-bir etti. Yaşamlarını yitirmeyen İsraillilerin Babil'e götürülmeleri ve orada kölelikleri M.Ö.586'da başlar. Pers İmparatoru Sirus onların ancak yarım yüzyıl sonra geriye dönmelerine izin verdi. Ama ancak bir kısmı döndü.
Birbirini izleyen bu işgallerde yerli halkın bir bölüğü toprağından hiç ayrılmadı. Kudüs'te kalan Kenanlılar, onların kolu Jebusitler, hat~ ta kuzeyden inen Hititler Kudüs'ün ve Filistin'in yerli halkını oluşturmağa devam etti. Büyük İskender bugün Çanakkale Boğazı dediğimiz su yolunu geçinceyekadar, bu topraklar iki-yüz yıl kadar barış gördü. İskender'in kendi Kudüs'e adımını hiç atmadıysa da, ordusunun Mıl!lır'akadar uzanmasıyla Kudüs te 960yıl kadar önce Batı Helen, sonra da Roma etkilerine açık kaldı. Pompey Roma adına Suriye'ye mü
32 TÜRKKAYA ATAÖV
dahale ettiğinde, Filistin de bu kanadın altına girmiş, ancak kendi kendini yönetimde bir derece özgürlük kazanmıştı. Kendi bir Arap o!an fakat Yahudi din görevlisinin kızıyla evlenen hükümdar Herod'un oğullarının yönetimi karmaşıklık, saray cinayetleri ve işkencelerle bezenmişti. İsa'nın Beytlihem'de (Bethlehem) doğuşu da bu sıraya rastlar. Yahudilikten farklı bir öğretiyi yaymağa çalışan İsa'nın, çarnııha gerilmesine kadar varan çalkantıların içinde kalmaya zorlamşı şaşırtıcı olmamalı. Onun öğretisi Kudüs'te ve Filistin'de baskı altında tutulmuş, ancak başka topraklarda yayılmağa yüz tutmuştu. Ne var ki, bu baskıya yenilerinin de eklenmesiyle birbirini izleyen isyanlar İmparator Konstantin'in 325'de Hıristiyanlığı kabulüyle duruldu. Bu <linin ilk önemli yapıları işte bundan sonra görülüyor. İsa'nın çarmıha gerildiği ve gömüldüğü yerde yükselen kilise bu yıllann ürünüdür.
Ancak, Perslerin sallanan Roma İmparatorluğuna bu topraklarda silleler vurmağa hazırlandıkları bir sırada, güneyde Müslümanlığı kabul etmiş olan Araplar kuzeye doğru yayılıyorlardı. Müslüman Arap orduları Kudüs çevresinde ilk çadırlannı M.S. 638'de kurdular. Yarmuk Nehri Muharebesi Hıristiyan direnişinin son aşaması oldu. "Kilisenin bal' dilli savunucusu" diye bilinen Sofronius Araplara haber göndererek kenti yalnız Halife Ömer'e teslim edeceğini duyurdu. O sırada Suriye'de olan Ömer ellerindeki deveye çevresindekilerle nöbetleşe binerek Kudüs'e hiç kan akıtmadan girdi. Kentin eski sahipleriyle birlikte İslam Peygamberinin, Cebrail'in getirdiği Burak adlı kanatlı atla göğe yükseldiğine inanılan "Kutsal Kaya"ya gitti, oradan Kutsal Gömüt Kilisesini ziyaret ederken Hıristiyanlarla birlikte dul:l. etmesi istendiğinde, kendinden sonra gelecek bazı Müslüman yöneticilerin Halife Ömer'in burada nama..zkılmış olduğunu anımsayarak bu kilisey! camiye çevirıip Hıristiyanların yerleşmiş haklarına bir çeşit haksızlık yapabilecekleri olasılığını ileri sürdü ve bu öneriye uymamayı yeğledi. Daha ilerde boş bir yerde namaz kıldı; bugün, burada Ömer Camii yükselmektedir. Böylece, Kudüs alınırken ilk kez kan akmamıştı. Bu da, Arapların, bir Müslüman kavmin Kudüs topraklarına girişine rastlıyor. Ömer'in Hıristiyan halkla yaptığı andıaşma da muzaffer halifenin adaletini beİgeledikten başka, Kudüs'ün l099'da bu kez Haçlılarca teslim alımnasını izleyen olaylarla çok büyük bir çelişki oluşturuyor. Müslüman Araplar kente "Kutsal Yer" anlamına EI-Kuds dediler. Kentin sınırları aşağı, yukarı Roma ve Bizans döneminde olduğu gibi kaldı. Bundanböyle, Hac için Mekke ve Medine'ye yönelen Müslümanlar "El Beyt el-Mukaddes" (Kutsal Ev) ve daha sonra "El Kuds el-Şerif" (Kutsal Asil Kent) dedikleri KudÜ5'ede uğruyorlardı.
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU 33

Emevi döneminin (661-749)Halifelerinden Abd el-Malik İbn Maravan Kutsal Kaya'nın çevresine EI-Kubbet el-Sahra'yı yaptırmış olmakla ünlüdür. Kutsal Kaya'yı koruyan, 20.6 metre genişliğinde ve 12.1 metre yüksekliğinde, mavi, yeşil ve yaldızlı mozayiklerle bezenmiş ve sekiz köşeli bu yapı herhalde dünyada en eski İslam anıtıdır. 1780'deyeni baştan yapılmış olan tavan işlemeleri Türk Anadolu'nun çizgi ve renklerini yansıtmaktadır. Dindarların inançlarına göre, kayanın üstünde Muhammed'in ayağının izi olduktan başka, Peygam-ber'in göğe yükselmeğe başlamasıyla birlikte bu yükselişe uymağa çalışan kayanın da havalanması. üstüne bu kitleyi yere itip onun yer çekimi yasasından kopmamasını sağlayan Cebrail'in elinin izi de vardır,
Halife Ömer zamanında bütün bu çevreye verilen HEI-Aksa"adı zamanla bir caminin adı olmakla sınırlandı. Abbasi döneminin (750969) Kudüs açısından belki de en önemli eylemi bu caminin Ebu Cafer al-Mansur zamanında yeni baştan yapılmasıdır. Yer sarsıntılarıyla birkaç kez yıkılmış, zaman zaman, hele Osmanlı yönetiminde onarılmış olan EI-Aksa Camii 75 direğe oturmakta, altı ara yolu kapsamaktadır,
Kendilerini Peygamber'in kızı Fatima'ya bağlıyanlar Kudüs'ü 966'da aldılar. l033'deki şiddetli yer sarsıntısı El Aksa'yı yıktı; Prof. K.A.C.Creswell'e gÖfe,3bugünkü cami (güneydeki Kıble duvarı dışında) bu Fatimi döneminin ürünüdür. l071'de Anadolu'ya giren Selçuklu Türkleri altı yıl sonra Kudüs'ü ve Filistin'i aldılar. Onları ilk Haçlılar izledi. Kent 15 Temmuz 1099'da teslim olduğunda, tarihinin en büyük katliamından birini, belki de en bÜYÜğünügördü. Kilisenin statüsünü etkiler endişesiyle orada dua etmekten çekinen Halife Ömer' in 460 yıl önceki adil tavrıyla ne hazin bir çelişi'... Yahudiler havralanyla birliJ.tteyakıldı, katliamdan bazı Hıristiyanlar bile kurtulamadılar ve saldıranların üstleri, başları bile akıttıkları kanla kıpkırmızıydı. EI-Aksa Camiinin tepesine bir Haç oturtularak kiliseye çevrildi. Papazlar Kutsal Kaya'dan parçalar kopararak taşın ağırlığı kadar altın karşılığında satıyorlardı. Halep'in Türk Atabeyi İmad el-Din Zengi Suriye ile Mezopataroya arasında sömürgeci yerleşim niteliğinde oturmuş olan Frankların topraklarını ellerinden alınca İkinci Haçlı
3 Ealy Muslim Architecture, 2 C., Clarendon Press, 1932-40, Aynca: RW. Hamilton, The Structural History of the Aqsa Mosque. Jerusalem, 1949. , Bu çelişkiyi yalnız Müslümanlar değil, Hıristiyan yazarlar da vurguluyor. Örneğin: Alistair Duncan, The Noble Sanctuary: Portmit of a Hol)' Place in Arap Jerusalem. London, Langmans, 1972.
34 TÜRKKAYA ATAÖV
Seferi başladı. Kudüs'ü 1187'de Selahaddin El-Eyyiıbi geri aldı. Sir Steven Runciman'ın "şerefli bir kişi olarak zaferin nasıl kutlanacağını gösterdi"Sdediği Eyyiıbi'nin savaş sırasında ve savaştan sonra düşmanına adil davranışı 1099yılındaki Hıristiyan mezalimiyle gene büyük bir çelişi tablosu yaratıyor. Aksa Camiine, daha sonra (1969) yanan mihrap ve minberi o koydurtmuştu. On-ikinci Yüzyılın en iyi ahşap oymacıIık örneklerinden biri olan ve Yahya bin Hamid'in yaptığı ünlü mihrap İsrail'in 1967saldırısı ve işgalinden iki yıl sonra caminin. başka bölümleriyle birlikte yanarak küloldu. Haçlıların gene eline geçen Kudüs'ü genç Memlük (1247-1517)komutanı Baybars aldı. 1517'deKudüs te, Kahire de Türklere geçti. Bu toprakları Osmanlı yönetimine (1517-1917)Yavuz Sultan Selim katmışsa da, Kudüs'te daha fazla iz bırakan Kanuni Sultan Süleyman oldu. 1537-41yıÜarında kentin çevresindeki surları yeni baştan yaptırdı, 1545-46'dacami kubbelerinin altını çinilerle döşetti. Yaptıkları kuzeydeki "El Bab el-Cenne", yani Cennet Kapısı'nın üstünde yazılı. Daha sonraki suıtanlardan Osman (1752), Mahmud (1817), Abdülmecid (1853),Abdülaziz (1874) ve Abdülhamid (1876) temelli onarım ve eklemelerle bu yapılara ve kentin kutsallığına sahip çıktılar. İslam anıtları olarak, buraya kadar sözü edilmiş olan önemli yapıların yanıbaşında, Kubbet el-Silsile,Sebil Kait Bey, Kubbet el-Arvah,Kubbet el Mi'raj, Kubbet el-HaIili, Sebil el-Süleyman, Bab el-Atim, Bab Hittah, Bab el-Esbet ya da Kursi Süleyman gibi kubbe, sebil, minber, kapı ve tahtlar vardır. Osmanlı Türkleri, Araplar gibi, Hıristiyanlara ve Yahudilere anlayış ve saygı gösterdiler. Zamanına göre oldukça ileri bir "federalizm" anlayışı olarak da değerlendirilebilecek olan Osmanlı "millet" sistemine göre, Yahudiler de, Hıristiyanlar da "Ehl-i Kitap"dl. Üç dini izleyenlerin hakları teamüle dayalı olarak olduğu gibi korunuyar, hatta yüzyıllar boyunca yerleşmiş olan haklar 1757Fermanı ile yazılı duruma da getiriliyordu. Özetle, geçmişte Kudüs'ü Yahudiler de, Hıristiyanlar da, Müslümanlar da yönetmişlerdi. Yahudi yönetimi herhalde 600yılı geçmiyor. Hıristiyan yönetimi iki Bizans dönemi (323-614ve 628-637),Kudüs Latin Krallığı (1100-1187),İkinci Frederick'in işgali (1229-1239)ve İngiliz Mandası (1922-1948)olmak üzere, toplam 423 yıldır. Müslümanlar ise (Araplar ve Türkler) Kudüs'e 1.300yıl kadar egemen oldular. Müslüman olmayan Arapların yönetimi daha da fazlaya çıkar. 03manlı yönetiminde, Kudüs'teki Araplar imparatorluk içindeki Türklerle yalnız Kudüs kentinde değil, imparatorluğun herhangi bir.
,y,........ ~
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU 35
yerinde eşittiler. Kudüs'te kendi kendilerini büyük ölçüde yönettikleri gibi, devlet çarkında en sorumlu mevkilere atanıyorlardı. Bugünkü sözcüklerIe başbakan, bakan, vali, kaymakam, asker, yargıç ve mecUslerde temsilci oluyorlardı. Bugünkü Kudüs'te ise, Araplar Filistinli, Batılı, Doğulu ve derileri renkli Yahudilerden sonra kendi ülkelerinde dördüncü sınıf yurttaştırlar. Osmanlı yönetiminin fiilen sona erdiği 1917yılından bu yana ne büyük değişiklik, ne büyük çelişi ve ne büyük gerHeme... Bu gerileme, Arap hakları ve hukuku açısından, İngiliz Manda yönetimi ile birlikte başlamıştır.
İNGİLiz MANDASıNDA KUD'OS :
Bu incelemenin konusu Kudüs'le, hatta bu kentin devletler hukuku açısından statüsü ile ilgili olduğundan, Filistin sorununa genel olarak ya da aynı sorunun başka yönlerine değinen noktalar burada ele alınmamaktadır. Örneğin, 1917tarihli Balfour Bildirisinin bir değerlendirmesi ve eleştirisinin yeri, uymak zorunda olduğumuz sınırlar çerçevesinde, burası değildir. Ama tüm Filistin'de Manda yönetimini kuran kararın 13 ve 14'üncü Maddeleri Kudüs'le doğrudan doğruya ilgili olduğu gi-bi,bazı olaylar, özellikle Batı Duvan'na ilişkin uluslararası komisyonun değerlendirmeleri konumuz açısından önemlidir. Önce, ulusların ya da halkların kendi geleceklerini kendilerinin saptamaları ilkesi (self-detennination) Birinci Cihan Savaşı ve'sonmsının bir ürünüydü. Ne var ki, bu ilke ortaya atılır, tartışılır ve bazı uluslarca ciddiye alınırken, sömürgecilik ve emperyalizm hala uluslararası ilişkiler sisteminin bir parçasıydı. Savaştan sonra kurulan ve, başta İngiltere olmak üzere, galip devletlerin büyük etkisi altında olan Milletler Cemiyeti yenik devletlerden Osmanlı İmparatorluğunun bazı eski toprakları üstünde "Manda" adıyla anılmağa başlanan bir sistem kurdu. Bu anlayış içinde, Filistin, Kudüs de dahilolmak üzere, 1922'deİngiliz Mandasına verildi. Ancak, hemen belirtmek gerekir ki, bu topraklar birinden alınıp başka birine verilirken, savaş sırasında ve sonra çok sözü edilen "self.detennination" ilkesine uyularak Filistin halkına oyunu soran olmamıştı. Oysa, Milletler Cemiyeti Misakı bu ilkeyeuyulmasını istemekteydi. Filistin'in (ve Kudüs'ün) durumunda Manda yönetiminin yerli halkın oyuna baş vurmadan uluslararası bir örgütün kararıyla kurulması hukukun çiğnenmesidir. .Kaldı ki, yukarda sözü edilen Madde 13 Kutsal Yerler'de "mevcut hakların korunması" için Manda yöneticisi olan devlete şöyle bir sorumluluk yüklüyordu:
__~ ~_ .......•...• ~._..••.•..,.;'.~.ı.:..•• " •.:;..~.....;;,..,...
36 TÜRKKAYA ATAÖV
"...Mevcut haklann korunması ve (Kutsal Yerler'e) özgürce girebilme de dahil olmak üzere, Kutsal Yerler'e ilişkin tüm sorumluluk ...Mandater devlete aittir ...Bu Mandada. hiçbir şey Mandater otoriteye Müslümanlar için kutsalolan ve dokunulmazlıkları garanti edilmiş bulunan anıtlann kuruluşuna ve yönetimine karışına biçiminde yorumlanamaz.' ,
Aynı belgede Madde 14 çeşitli dinsel toplulukların Kutsal Yerler'e ilişkin hak ve savlarını incelemek, tanımlamak ve saptamak üzere bir Özel Komisyon kurulmasını öngörüyordu. Manda yönetimiyle birlikte Filistin'e (ve Kudüs'e) yığınsal Yahudi göçleri başladı. Bu göçün birdenbire artmasının nedenlerinden olarak Manda yöneticisi İngilizlerin özellikle ünlü Siyonistler arasından seçilmeleri gibi önemli noktalann değerlendirilmesi ya da dışardan gelen Yahudi göçmenlerin yerli halka karşı tavrı ve bununla bağlantılı birçok önemli noktalar, konumuzun burada sınırlı oluşundan ötürü şu satırlarda ele alınmayacaktır. Ancak, birden hızlanan Yahudi göçü yeni gelenlerle eski yerliler arasında doğalolarak bir sürt~e yaratmış, bu durum gitgide kanlı bir aşamaya varmıştır. Bu oluşumun bir parçası olarak, fakat Kudüs'ü dcğrudan doğruya ilgilendiren bir nokta Arapça El-Burak ve İbranice de Kothel Maaravi denilen ve daha çok Ba"tı (ya da Ağlama) Duvarı diye bilinen anıtın kullanımına ilişkin uluslararası bir komisyonun vardığı sonuçlardır. ' Kudüs'teki Kutsal Yerler'de ilgili tarafların hak ve hukuku geçmişte karşılıklı saygı ve teamülden kaynaklanarak ortaya çıkmı~tı. Uygulama statükoya, yani mevcut duruma dayanıyordu. Biraz yukarda Müslümanların bu statükoya ne denli saygılı olduklannı gördük. Ancak, Manda rejiminin kurulmasıyla, haklarından çok daha fazlasını almağa yönelik genel bir tasarıyı hemen uygulamaya koyulan Siyo. nistler Batı Duvarı'ndaki statükoyu da birtakım zorlamalarla değiştirmeyi denediler. Bu zorlamaların neden olduğu olaylarda, 1929 yılında, epeyi kan aktı. Filistin'e Milletler Cemiyeti'nin onayıyla. bir Uluslararası Araştırma Komisyonu göndermekten başka çıkar yol kalmamıştL Komisyon Araplarla Yahudiler arasında Batı Duvarı'nın kullanımına ilişkin anlaşma"zlığıinceleyecek ve bir karara varacaktı. Filistin'e 19 Haziran 1930'da ulaşan Komisyon, Kudüs'te kaldığı bir ay içinde, tüm anıtlann özelniteliklerini araştırdı, anlaşmazlığa katkısı olan yan konulann üstünde durdu ve bu arada elli-iki tanık dinledi. Statükonun ne olduğu, yani Yahudilerle Müslümanların hakları
,.•...•..
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU 37
'-"-ı
nın nerede başlayıp nerede bittiğine dair güvenilir bir kaynak olarak kabul edilen Komisyon kararlan şöyle özetlenebilir: "Bir Vakıf mülkü olan Haram el-Şerif'in ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle, Batı Duvan'nın tek sahi'bi ve mülkiyet hakkı olan tek kaynak Müslümanlardır. "Duvarm önündeki Döşeme (kaldırım) ve." Duvarm tam karşısında Mağribi (Fas) Mahallesi denilen yer de Müslümanlara aittir. "Yahudilerin Duvar yanına ...tapınma ya da başka amaçlarla getirecekleri eşyalar onlara Döşeme üstünde hiçbir biçimde bir mülkiyet hakkı vermiş olmayacaktır. "Öte yandan, Müslümanlar da (Haram bölgesi ve Mağribi Mahallesinde) Vakıf mülkü içinde ve Duvar'a değinen yerlerde, Yahudilerin Döşemeye ve Duvar'a gidişIerini engeller biçimde yapılar yapmayacak ya da herhangi birini yıkıp onarmayacaklardır ... "Yahudilerin, aşağıda sözü edilecek açık kurallara uymak koşuluyla, Batı Duvan'ndan özgürce yararlanma hakkı olacaktır ... "Sınırlı bir zaman için olsa bile, Duvar'ın bulunduğu yere, oraya koymalk amacıyla, herhangi bir çadır, perde ya da benzeri eşya getirmek yasaklanacaktır ... "Yahudiler Duvar yakınında boyn'uz biçimindeki borazanlarmı çalmayacak ve Müslümanlan rahatsız etmeyeceklerdir; öte yandan, Müs1ümanlar da Yahudiler tapınırlarken Döşeme yakınında kendi 'zikr' törenlerini yapmayacaklar ve Yahudileri herhangi bir biçimde rah~tsız etmeyeceklerdir..."6 Komisyonun vardığı bu sonuçlar 8 HaziraIi 1931'de yasa biçimine sokuldu? ve Manda yönetiminin sonuna değin yürürlükte kaldı,. Siyonist Örgütü İkinci Cihan Savaşına do~ oluşan olaylardan ve savaş sırasında Nazilerin Yahudilere yönelttiği baskı ve mezalimden yararlandı. Filistin'e Yahudi göçünün daha da hızlanma eğilimi
5 A History of the Crusades, 3 C., C.U.P., ı953-54. 6 The Right8 and Claiıns of Moslems and Jews in Conneetion with the Wailing Wall at Jerusalem, Belrut, the Institute for Palestine Studies, ı968, s. 73-76. 7 Palestine Government, Officia.lGazette of the Government of Pdeııtine, Jerusalem, 8 June 1931.
J ."
__ -c' ..•.__.... ~~.L.;.- .•~~.; ,;._---.:.~,ıb.f:'k •• ~.••.•k...l.__~
CORPUS SEPARATUM :
8 Great Britain, Palestine Royal Commussion: Repo'rt, Cmd. 5479, London, H.M.S.O., ı937, s. 131, 370, 381-382.
Siyonistlerin İsrail devleti kurulmadan 9nce terör yöntemlerine baş vurdukları gerçeği, sivil Arapların yer yer yığınsal katliamı, hatta Filistin' toprakları üstünde bir Yahudi devleti kurabilmek için Birleşmiş Milletler Örgütü içinde Amerika Birleşik Devletleri'nin öncülüğünde çevrilen entrikalar ve Filistin'i bölmeğe yanaşmayan devletlere yapılan baskıların ilginç hikayeleri de Kudüs ekseninde toplanan konumuzun sınırları dışındadır. Ancak, sonuç olarak, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 29 Kasım 1947 tarihli ve 181 (II) numaralı kararıyla Filistin'de bir Yahudi ve bir de Arap devleti kurulması yönünde tavsiye kararı aldıktan başka, Kudüs'ün de "uluslararası bir rejim" altına konmasını öngördü. Araplar bu tavsiyeyi kabul etmediler. Onların görüşüne göre, Birleşmiş Milletler yetkilerini aşıyordu. Devletler hukukuna göre, böyle bir uluslararası örgütün Filistin toprakları üstünde bir Yahudi devleti kurma yetkisi olamazdı. Yalnız İsrail devleti ileri gelenlerinin büyük bir çoğunluğu değil, göçmenlerin kendi de, büyük ölçüde, köken ve yurttaşlık yönlerinden, bu toprakların yabancısıydılar. Siyonist ön
TüRKKAYA ATAÖV
ni gösterdiği bir sırada, Manda yönetiminin almak zorunda kaldığı sınırlama kararları, Siyonist yerleşmelerin barışçı yollardan değil de zora başvurarak kurulması, bu yerleşmeler sırasında Siyonistlerin Araplara karşı tavırları gibi önemli noktalar gene konumuz dışındadır. Bu aşamada Kudüs'ün geleceği açısından yenilik 1937-1939yıllarındaki Filistin başkaldırmasını izleyen (İngiliz) Kraliyet Komisyonunun önerisidir. Arap başkaldırmasını değerlendiren Komisyon bunt¥l özünde Yahudilere karşı duyulan eski ve ırkçı bir antipatiden kaynaklanmağını belirttikten sonra, Filistin'in bir Arap, bir de Yahudi devleti olarak ikiye bölünmesini öneriyor, fakat Kudüs ile Beytlihem'in üç din için de kutsaloluşundan hareketle, Kutsal Yerler için Milletler Cemiyetinin denetiminde "uluslararası bir statü" istiyordu.8 Bu önerillin adil olup olmama'Bıbir yana, 1937'deKudüs için böyle bir çözüm önerilmiş, fakat İkinci Cihan Savaşının çıkmasıyla bu yönde bir gelişme olmamıştı. Savaş yıllarının olayları da gene konumuz dışındadır. Burada anımsaınamızgereken yalnızca, Mandacı devlet olan İngiltere'nin sorunu çözemeyerekkonuyuBirleşmiş Milletler'e getirmiş olmasıdır.
38
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU 39
derlerin kimi Rusya'dan, kimi Polonya'dan, kimi Güney Afrika'dan gelmişlerdi. Amerika ve İngiltere gibi dünyanın başka bölgelerinde etkinlikleri olan Siyonist Örgütün ise, Filistin gibibir toprak üstünde kendi dilediği biçimde yabancı bir devlet kurması kukuk açısından yalnız yanlış değil, anlamsızdı. Bu kuruluşa yalnızca Araplar değil, birçok Yahudiler de çeşitli yayınlarıyla karşı çıktılar. İsrail'e ve Siyonizme karşı Yahudilerden .gelen tepkinin ,incelenmesi de gene konumuzun içine girmemektedir. Ancak, İsrail ne 19_48'de,ne de bugün Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun düşündüğü Yahudi devletine uyuyor. Burada vurgulamak zorundayız ki, Birleşmiş Milletler de 1947'de asıl yerli halkın kovulacağı ırkçı bir Yahudi devleti düşÜlllnemişti.
Bu incelemenin hedefi açısından önemli olan şu ki, Filistin'i ikiye bölen karar bile Kudüs'ün sui generis, yani kendine özgü niteliği olduğu noktasından ha'reket etmişti. Bölünmeğe karşı çıkanlar ise, bağımsız, birleşmiş, federal bir Filistin devleti öneriyorlardı. Bunların tasarısında Kudüs'ün Arap ve Yahudiler için ayrı belediyeleri olacak ama "Kutsal Kent" Filistin devletine başkent görevi yapacaktı.
Kudüs'ün doğu (eski) kesimi çoğunlukla Araptı. Kentin batısına, hele yeni yerleşim bölgelerine geçmiş yıllarda Yahudiler gelmişlerdi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun Filistin konusunda öneriler yapmakla görevlendirdiği Özel Komite'nin (UNSCOP)tahminine bakılırsa, bütün kentte 105.000kadar Arap, 100.000dolayında da Yahudi va.rdı.9 Özel Komite raporunda Kutsal Yerler'in ve geçmişten gelen hakların korunmasını istedi. Yukarda da değinildiği gibi, Özel Komitede ço~unluk Filistin'in bölünmesini, azınlık ta birleşmiş bir devlet kurulmasını istemişti. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu birtakım baskılarla, çoğunluk raporunu yeğledi. Ama bölme kararının Üçüncü Bölümü Kudüs için özel bir rejim getiriyordu: "Kudüs Kenti bir corpus separatum ola,rak özel bir uluslararası rejim altına sokulacak ve Birleşmiş Milletler tarafından yönetilecektir. Sorumluluklan Birleşmiş Miletler adına ve Yönetici Otorite olarak Vesaset Kurulu yüklenecektir... "Kudüs Kenti bugünkü Kudüs belediyesini ve... çevresindeki köy ve kasabaları içerecektir. "Vesayet Kurulu, bu tasarının kabulünden sonra beş ay
9 U.N., OfficlaI Records of the General AssembIy, SecQJldSession, SuppIement No. II CDocumentA/364, UNSCOP Report), C. I, s. 54.
Bu Statü on yıl yürürlükte .kalacak, bu süre sonunda Vesayet Kurulu durumu bir daha değerlendirecek ve kent sakinleri rejimde istedikleri değişiklikleri referandumla belirteceklerdi. Bu maddeler Birleşmiş Milletler'in garantisi aıtında olacak, Genel Kurulun onayı olmadan hiçbir değişiklik yapılmayacaktı. Arap devletleri bu kararı kabul etmediler. Araplar Kudüs'ün uluslararası duruma sokulmasından da yana değillerdi. Kudüs'ün herşeyden önce bir Arap kenti olduğuna dair olan hukuki görüşler Temmuz
i.
40 TÜRKKAYA ATAÖV
içinde...aşağıdaki özellikleri içine alan, ayrıntılı bir Kent statüsünü hazırlayacak ve kabul edecektir. "... Yöneten Otorite şu amaçlara Uıaşmağa çaba gösterecektir : "Üç büyük tek Tanrılı dinlerin ...kendine özgü manevi ve dinsel çıkarlarını korumak... ' "Kentin tüm sakinleri arasında işbirliğini geliştirmek . "Vesayet Kurulu Kudüs Kentine bir vali atayacaktır . "Yöresel özerk birimler ...yöresel hükı1met ve yönetimin geniş yetkilerine sahip olacaktır ... "Kudüs Kenti askersizleştirilecek, tarafsızlığı ilan edilecek ve korunacak, sınırları içinde yarı-askeri birliklere, onların talimlerine ya da eylemlerine izin verilmeyecektir. " Vali özel bir polis kuvveti oluş.turacaktır ... " Bir Yasama Kurulunun yasa çıkarma ve vergi toplama yetkileri olacaktır ... "... Statü bağımsız bir adalet sistemi kuracaktır . "Arapça ve İbranice kentin resmi dilleri olacaktır . "... Kentin sakinleri, inanç, din ve tapınma, dil,.eğitim, söz ve basın; toplantı ve dernek kurma ve dilekçe hakları da dahil olmak üzere, insan haklan ve temel özgürlüklerinden yararlanacaklardır. Sakinler-arasında ırk, din, dil ve cinsten ötürü hiçbir çeşit ayrım yapılmayacaktır ...Her toplum kendi üyelerini kendi o~ullarında kendi dilleriyle eğitecektir ... "...Kutsal Yerler'den özgürce yararlanacaktır ...Kutsal Yerler ve dinsel yapılar ya da mahaller korunacaktır. Onların kutsal niteliğini bozacak hiçbir eyleme izin verilmeyecektir..."
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU 41
1967'deCezayir'de yer alan Arap Hukukçulan Seminerinde ifade edildi. Bir kentin uluslararası duruma sokulabilmesi için, Taııca ve Triyeste örneklerinde olduğu gibi, ortada bir andlaşmanın ve kent sakinlerinin egemenliği devretrnek istediklerini gösteren bir iradenin bulunması gerekiyordu. Kudüs'ün durumundaböyle birşeyolmamıştı. Oysa, Birleşmiş Milletler, üyelerinin herhangi biri gibi, toprak bütünlüğü ve egemenliği ilkesine saygı göstermek zorundaydı. . Filistin'i bölen kararın Kudüs için tasarladığı uluslararası rejim gerçekleıımedi -Arap tepkisinden ötürü değil, KudüS',ün (ve Filistin' .in) geleceği kuvvete başvurularak çizildiğinden dolayı...İsrail kuruluş tarihi olan 15 Mayıs 1948'den önce ya da sonra, Birleşmiş Milletler'in çizdiği haritaya saygı göstermedi. Yahudi devleti toprağı olarak bilinen bölgeyi işgal ettiği gibi, gene önerilen Arap devletine ait olacak toprakların önemli bir bölümüne de el koydu. Kudüs'ün batı (yeni) kesimi, Batı Galile, Kudrüsile .Akdenizarasında kalan topraklar, Caffa, Akra, Lidda ve Ramle (Arap) kentleri ve yüzlerce Arap köyü ve kasabası eline böyle geçti. İsrail'in 1948ve 1949yıllarında işgal ettiği topraklar 20.850kilometre kare tutmaktadır. Filistin'in tüm yüzölçümü ise, 26.323km.2'dir.Böylece,İsrail Birleşmiş Milletler'in kendine. ayırdığı 14.500km.2'ye 6350 km.2 ekleyerek önerilen Arap devletinden de yüzde 54'lük bir kesinti yapmış oluyordu. Böylece, o Arap devletinin yüzölçümü de ll.800'den 5.400km.2'yeiniyordu. 1949'da,İsrail Fillstin'in yaklaşık yüzde 80'ini elinde bulunduruyordu. Oysa, Manda yönetimi son erdiğinde, Yahudilerin 'elindeki topraklar anca-k %'6 kadardı. İsrail'in önce Hagana ve İrgun gibi terör örgütleri yoluyla, sonra da savaşla elde ettiği topraklar üstünde hukuken bir sahipliği olamaz. İsrail KudüS'ün bir kısmına silah zoruyla girerken, doğu kısmını da Ürdün işgal ettLBu bölünmenin 30 Kasım 1948İsrail-Ürdün ateş-kes andıaşması ile 3 Nisan 1949 mütakere andıaşmasında da sözü edilmektedir. Ne var ki, böyle bir bölünme hukuken egemenlikten vazgeçme anlamına gelmez.
Kudüs'ün İsrail ve Ürdün kuvvetlerince işgali Birleşmiş MilletIer' in bu kenti uluslararası bir rejime kavuşturma 'çabalannı durdurmadı. İlk B.M.Filistin Arabulucusu Kont Folke Bernadotte 16Eylül 1948' de, Arap ve Yahudi toplumlarına yöresel özerklik vermek koşuluyla, Kudüs'ün etkin B.M. denetimine sokulmasını istedi.l° Genel Kurul da II Aralık 1948tarihli ve 194 (III) numaralı karannda "mevcut haklar"
10 &.i".k.
.._~- __ • t 'H-.ı ..••l .•... ~_..•_.~,.:...
42 TÜRKKAYA ATAÖV
ilkesine uyulmasını bir kez daha isteyerek, sürekli bir uluslararası rejime yönelik öneriler getirmekle görevlendirilecek olan bir Filistin Uzlaştınna Komisyonu (CCP) kurulmasını temenni etti. Kısaca, Genel Kurulun 181ve 194 numaralı kararları Kudüs için özel bir statü istiyorlardı. öte yandan, İsrail kentin işgal ettiği batı kısmına hızla sahip çıkmaktaydı. İsrail Yüksek Mahkemesi Eylül 1948'de Yeni Kudüs'e yerleşti. Şubat 1949'da da İsrail Meclisi "Knesset" orada toplandı; Devlet Başkanı bu kentte yemin etti. Anlaşılan İsrail Filistin'i bölen kararın işine yarayan maddelerine uyuyor, yaramayanları ise yok sayıyordu. Kendi varlığını 181numaralı karara dayandırırken, aynı kararın öngördüğü Arap devletini tanımıyor, onun topraklarını da ele geçirmeğe çabalıyordu. Bu durumda, Genel Kurul 303 (IV) numaralı karan alarak daha önceki iki karara atıfta bulundu ve Vesayet Kurulundan Kudüs'ün statüsüne ilişkin çalışmayı tamamlamayı ve uygulamaya başlamayı istedi.
İSRAİL'İN B.M.'DE KOŞULLU ÜYELİoİ:
İsrail Birleşmiş Milletler'e üye olmadan önce, işgal ettiği topraklara ilişkin tavrı esnekti. Bu tavır üye olduktan sonra değişti. Önce, İsrail'in B.M.'eüye olması meşruluğunun tanınması anlamına gelmez. Örgütte üyeliğin üye devletlerce karşılıklı tanıma anlamına gelmediği daha Milletler Cemiyeti deneyinde kabul edilmişti. Aynı ilke Birleşmiş Milletler'de de geçerlidir. RM.'in meşru olmayan bir devlete meşruluk kazandırma yetkisi de yoktur. Üyelik için örgütün sorumluluklarını taşımağa "yetenekli ve istekli" olma koşulu arandığı RM. Andlaşmasında yazılıdır. İsrail'in durumunda önemli olan, bu devletin RM. üyeliğinin bazı koşullara bağlı olarak kabul edilmiş olduğu gerçeğidir. Bu koşullar İsrail'in 29 Kasım 1947ve II Aralık 1949 tarihli olanlar başta olmak üzere, Birleşmiş Milletler kararlarını kabul etmesi zorunluluğudur. Bu iki karar da, İsrail'e, Kudüs'ün statüsü de dahil olmak üzere, birtakım sorumluluklar yüklüyor. Bu noktada anımsamak gerekir ki, İsrail'in üyelik için ilk başvurusu Güvenlik Kurulunca 17 Aralık 1948 tarihinde reddedilmişti. İsrail başvuruyu yenileyince, Genel Kurul kararlarının kabulü konusundaki tavrını açıklığa kavuşturmak amacıyla temsilcisini dinlemek istedi. İsrail temsilcisi 1947 tarihli Genel Kurul kararına uyacağına dair kesin ve açık sözlü güvence verdi.11 Daha sonra İsrail Dış İşleri Bakanı olan temsilci Abba II Officlal Records of the 3ro Session of the General Assembly. Ad Hoc Political Committee. Part ıı. s. 302.
-i -_-..,-. -.-_- .•••------------,---,--------.---,----~--c--~-.---.-r.."-~~-.\'l!ll
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU 43
Eban Kudüs sorunu sözkonusu olduğunda İsrail Hükümetinin bu sorunun B.M.Andıaşması Madde 2/7'ye göre, "ulusal yetki" içine sokulup sokulmayacağına dair bir soruya verdiği yanıt bugün resmi RM. belgelerindedir: "Kudüs'ün hukuksal statüsü İsrail'in egemenliği altındaki topraklardan değişik olduğu için, B.M. Andıaşması Madde 2/7' nin Kudüs sorununa uygulanabileceğini düşünemiyorum ..."12 Küba delegesi de tartışma ve konuşmaları özetlerken, İsrail'in Kudüs'ün uluslararası duruma sokulması yönünde garantiler verdiğ;iniyineledi ve bu değerlendirme de zabıtlara geçtP3 İsrail'i 11 Mayıs 1949'da üye olarak kabul eden 273 numaralı kararın içinde de üyelik koşuluna açık atınar vardır. Bu karar daha önceki 1947ve 1948tarihli kararlara İsrail'in uyacağına dair özel komite önünde temsilcisinin verdiği söz ve garantileri hatırlatmaktadır. Bu durumda, İsrail'in RM. üyeliği verdiği sözlere bağlı kalmasıyla olasıdır. İsrail'in bu örgüt içindeki statüsü başka hiçbir devletinkine benzemez. İsrail B.M. Genel Kurulu kararının bir yaratığıdır. Ve bu karar İsrail'in uymak zorunda olduğu birtakım sınırlamaları da birlikte getiriyor. İsrail kendi varlığını borçlu olduğu kararı çiğneyemez. Ama Knesset 23 Ocak 1950'deYeni Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan etmiş ve 1951'deİsrail Bakanlar Kurulu, bakanlıklarıyla birlikte buraya taşınmıştır. Böylece, Vesayet Kurulu'nun Kudüs için hazırladığı statü de, Filistin Uzlaştırma Komisyonunun önerileri de bir yana itilmiştir.
1967 SALDıRısı:
1950'den 1967'yekadar Kudüs Ürdün ile İsrail arasında bölünmüş olarak kaldı. Bu yıllarda İsrailliler kentin eski bölümündeki Kutsal Yerler'den yararlanamadılar. 1966 yılı İsrail'in yeni bir savaşa hazırlandığına dair gösteI'lgelerledoluydu. Batı kamu oyunun o tarihlerde neden yalnız İsrail'in "güvenliği" açısından duyarlı olduğu ve 1967yılının niçin bu Siyonist devlet için bir saldırı ve genişleme fırsatı olarak değerlendirildiği gibi ilginç noktaların incelenmesi de konumuz dışında kalıyor. Biz gene Kudüs'e dönelim. İsrail 15 Mayıs 1967'de,Birl~miş Milletler kararlarına ve Ürdün ile yapmış olduğu mütakere andıaşmasına aykırı olarak Kudüs'te askeri bir geçit resmi düzenledi. 5 Haziran'da da önce Mısır'a saldırdı, sonra da Ürdün ve Suriye ile savaşa tutuştu.
u a.g.k .. s. 286-287. 13 a.g.k., s. 35ı.
14 Fact8 on File. June 8, 1967. lS UPI Dispa,tch, June 19. 1967.
İsrail'in iki gün sonra Doğu (eski) Kudüs'te de egemen olması bu kentin geleceği üstünde çok ci4di etkiler yaptı. İsrail, askerleri ve silahlarıyla Kudüs'ün bu kesimine de girdikten sonra, General MoşeDayan şunları söylüyordu: "Kudüs'ü kurtardık; İsrail'in başkenti olan parçalanmış kenti birleştirdik. Bu en kutsal anıta, bir daha ayrılmamak üZere,döndük."14 ~ Ertesi gün, Kudüs'ün 1967'den önce İsrail'in işgal etmiş olduğu batı kesiminin yönetiminden sorumlu olan belediye meclisi kent planının bu kez işgal edilen doğu kesimini de içine alacak biçimde genişletilmesini kabul etti. 15 Haziranda, İsrail Kabinesi kentin önceden Ürdün işgali altında olan bölümünü de İsrail devletinin bir parçası sayan özel bir yasa maddesini gündemine aldı. Filistinli Arapların konutlarından ~ıkarılma işlemi başlamıştı bile.IS 20 Haziranda, David Ben-Gurion Jerusalem Post'a yaptığı bir açıklamada Kudüs'ün Kral Davud'un günlerinde "İsrail başkenti" olduğunu ve bundan böyle de "İlelebet" başkent kalacağını söyledi. Bir hafta sonra, Knesset'in aldığı yeni bir karar hükUmete işgal ettiği topraklara kendi yönetimini ve yasalarını götürme hakkı veriyordu. 29 Haziranda, İsrail Ordusunun bir emri de Arap Kudüs'ün halkı tarafından seçilmiş olan Belediye Meclisini dağıttı, Belediye Başkanını görevden aldı ve Arap Belediyesinin eskiçalışanlarını İsrail Belediyesine atadı.
İsrail'in "Kudüs'ü birleştirme" yaftası altında attığı bu ilk adımlar, aslında, bu kentin ilhakı ve Yahudileştirilmesi çabalarından başka bir şey değildi. Ancak bu girişimler hem İsrail'in içinde, hem de dış ülkelerde tepkilere ve karşı koymalara yol açtı. Batı (Ağlama) Duvarı'nın hemen önündeki tarihi Mağribi mahallesi, duvar önünde tapınacaklara ve turistlerin otomobillerine park yeri açma sözde nedeniyle yıktmldı. Yalnız kentin. eski görünümü hızla d~şmekle kalmıyor, tarihten gelen birikimle yerleşmiş haklar peşpeşe ve saygısızca çiğneniyordu. Batı Kudüs'ün Siyonist Belediye-Başkanı Teddy KOllek,1967 saldırısından çok önce, kentin Yahudi kısmındaki gelişme tasarıları ve trafik düzenini doğu yakasının da birgün işgal ve ilhak edileceği düşüncesinden hareketle ona göre hazırlatmıştı. Hemekadar General Dayan Kudüs'e girildiği gün bir askerin Kubbet el-Sahra'nın tepesine diktiği İsrail bayrağını aşağı indirtmişse de, bu jest temel gerçeği gizleyemez.Ağlama Duvarı Yahudiler için olduğu kadar, Haram el-Şerif' in bir parçası olması nedeniyle Müslümanlar için de önemlidir. 1930' da Uluslararası Araştırma Komisyonunun vardığı sonuçlar da orta
TüRKKAYA ATAÖV44
~ ..,
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU 45
dadır. Kudüs'ün tarihi ve tarih içinde Müslümanların tavrı Araplara yapı1~ bu muamelenin haksızlığını göstermektedir. Bu incelemenin baş tarafında Halife Ömer'in herkesin hakkına, hukukuna nasıl say'gılı davrandlğı anlatıldı. Başka zamanlarda bir elden bir başkasına kana boğularak geçen bu kent böylesine uygarca sahip değiştirm1şti. Eyyubi de Hıristiyanları ilgilendiren KutsaL Yerler'i, kılıcıyla muzaffer olduğu zaman bile, gene onların denetiminde bıraktı. Filistin ve Kudüs daha Osmanlı ,Türklerinin egemenliğindeyken ve İngiliz Manda yönetiminin kurulmasına daha yıllar varken, Siyonistler ya açıkça ya da el altından yaptıklarıyla haklarından fazlasının peşinde olduklarını gösteriyorlardı. Birinci Cihan Savaşının sonlarına doğru, İngiliz Ordusundaki Yahudi birliğinin yaptığı ilk işlerden biri Ağlama Duvarı'nın önündesafa durmak olmuştu. İsrail'in daha sonra Devlet Başkanı olacak olan ünlü Siyonist Chaim Weizmann da Lord Ba1four'a yazdığı bir mektupta, "en kutsal kentimizin en kutsal arntı ne idiğü belirsiz Magriblilerin"16elinde diye şikayette bulunduktan sonra Ağlama Duvan'nm kendilerine teslimini istemişti. Bilindiği gibi, Weizmann'ın haksızca "ne idiğü belirsiz" diye tanımlamayı yeğlediği Mağribiller oraya Eyyubi'nin oğlu tarafından yerleştirilmiş olup 700 yıldan beri kesintisiz orada ya,şıyorl,ardı. Çıplak gerçek şu ki, General Dayan Kubbet el-Sahra'nın tepesine dikilen İsrail bayrağını kendi emriyle oradan indirtmişse de, onun_bu emrini de, uluslararası komisyonun yasalaşan kararını da, uluslararası toplumun iradesini de, yüzyılları kapsayan Müslüman tarihini de İsrail buldozerleri çiğnedi. Eyyubi'nin oğlunun yerleştirdiği Mağri-bilerin torunları 11Haziran sabahı birkaç dakika içinde konutlarından dışarı atılıverdiler. Kudüs'ü yalnız ve yalnız bir "Yahudi kenti"l" yapma tasarısı hızla uygulanıyordu. O kadar ki, Kral Salamon'un Tapınağını bulup çıkarma çabası yıllar sonra onun yıkıntıları üstüne yapıldığına inanılan Kubbet el-Sahra'yı temellerinden sarsınağa başladı. Müslümanlıktan kalma anıtlar hiçbir zaman bu denli küçümsenmemişti. Dünya kültürünün de ayrılmaz parçası sayılan bu yapılar yıkılma tehlikesiyle karşılaşırken, Ağlama Duvarı'nın dibine sağlamlaştırmak için çakılan birkaç çivi tüm duyarlı Yahudi çevrelerini ayağa kaldırıyordu. Geçmişte, Yahudiliğin haklarının çiğnendiği de olmuştu. Ancak; İsrail bu olaylan yer yer abartarak dünya kamu oyunun önüne getirmek için elinden geleni yaptı ve çok da başanlı oldu. Örneğin, İsrail propagandası Doğu Kudüs Ürdün yönetimindeyken Yahudi me
FS - -=- - 16 A.L.Tibawi, Jerusalem i Its Place in Islam and Arab History. Beirut. the Institute for Palestine Studies, ı969, s. 32. 17 Time. March ı, 1971.
46 TÜRKKAYA ATAÖV
zarlıklarının harap edildiklerini tüm dünyaya duyurdu. Ancak, kaç mezarlığın saldınya hedef olduğu kolayca saptanabilecekken, aradan yıllar geçtikten sonra bile, resmi rakamı bazan 34, bazan da 58 olarak vermektedir.ıa Havraların da Araplar tarafından top ateşine tutulduklarına dair propaganda büyük bir 'abartmadır. Önce, Doğu Kudüs'te bildiğimiz anlamda Havra diyebileceğimiz üç-dört yapı vardır. Gerisi o tarihlerde Araplardan kiralanmış ve Yahudilerin gelip geçer..; ken kullandıkları tek odacıklardı. Bundan b:.-..şka,Siyonist militanları havraların en yüksek noktalarını, kente egemen oldukları için, bir mevzi olarak kullanıyorlardı. İngiliz Glubb Paşa, anılarında, 1948savaşında Arapların Siyonistlerden havraların askeri amaçlar için kullanılmamasını istediklerini ve bunlardan ateş edildiğinde bile birkaç kez ihtar ederek olumlu bir yanıt alamadıktan ancak kırk-sekiz saat sonra gereken tepkiyi gösterdiklerini yazıyor.ıg Ama bugün turistlere gösterilenler havralardaki deliklerdir yalnızca. El kitaplarında yazılanlar da konunun asıl ayrıntısına girmiyor. Ama İsrail Kudüs'ün .tümünü işgal ettikten sonra eline geçen mezarlıklara neler yaptığına bir bakalım. Örneğin, bir Yahudi mezarlığı diye kayıtlara geçirilen Manıillah On-altıncı Yüzyılda vakıf'tan kiralanmış olan bir Müslüman mülküdür. Üstelik, Müslümanlık kadar eskidir de. Peygamberin çevresindekilerden bazılarının orada gömülü oldukları söylenir. Ama bugün, bu gömüt yeri hemen hemen yok olmuştur. İsrail Belediyesinin buldozerleri önce mezar taşlarını ve toprağa karışarak çıkan kemikleri önüne katıp sürmüş, daha sonra aynı yer otomobil park yeri durumuna getirilmiş, çevreye birkaç ağaç ve çiçek dikilmiş, bir köşeye de genel bir yüz-numara oturtulmuştur. David Ben-Gurion'un Paris ne denli Fransız ve Londra ne derece' İngilizse, Kudüs'ün de aynı ölçüde Yahudi olduğuna dair sözü tarihe ve hukuka ne kadar aykırıysa, Kutsal Yerler'in korunduğuna dair İsrail propagandası da, özü ve ayrıntıları açısından, yanıltıcıdır.2o İslam ve onun temsil ettiği kültür ve herşey Müslümanlık için önemli olan bir kentte açıkca ve hukuk kuralları çiğnenerek hakarete uğramaktadıf. Kudüs'ün bir yönüyle Yahudiler için de kutsalolması başka, ama farklı din ve kültürleri temsil edenlerin haklarının ayaklar altına alınması gene başkadır. Bugün, EI-Aksa'da ve Kubbet eİ-Sahra _çevresinde bulunan Arapların hemen yakındaki genişletilmiş Ağlama Duvarı'ndan gelen karışık mırıltılar ve yükselen ilahilerle dua
IS The Guardian, September 17, ı971 ve May 9, 1972. 19 J.B. Glubb, ASoIdier wlth the Arabs, London, Hodder and Stoughton, 1957, s. 129. 20 Israel, Ministry of Foreign Affairs, Facts About Israel: 1970,Jenısalem, Keter Books, 1970, 5. 25,
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU 47
. ',~
larını bile şaşırdıkları bir gerçektir. Müslümanlığın bir simgesi olan Haram el-Şerif'in gün geçtikçe işlevi azalmakta, yeni ve yabancı çevrenin mengenesi içinde boğulmaktadır.
İsrail'in tarihten gelen geleneklere ve başkalannın hukukuna saygılı olduğuna dair resmi savunmalar sistemli Yahudileştirme kampanyası karşısında bir propaganda çizgisini aşamıyor, Örneğin, Mağribi Mahallesi yerle-bir edildikten sonra, Ağlama Duvarı çevresinde 82 metrelik bir yerin "temizleneceği" söylenmiş ve, İslam Kurulunun protestoları dikkate alınmayarak, Duvar'ın güney bölümünde arkeolojik kazılar başlatılmıştı. Bunun bir sonucu olarak, ŞaH Müftülüğünün resnU konutunda, onun yakınındaki camide ve çevrenin on-dört evinde çatlamalar olmuş, sonuçta tüm bu yapılar yıkılma tehlikesi. öne sürülerek boşaltılmıştı. Kuzeyde de Kubbet el-Silsile yakınında. bom~alar bulunduğu ileri sürülerek eski EI-Tankiziye Okulu da dahilolmak üzere, Arap çevresine el konmuştu. Oysa, Araplar Siyonistlerin bu değişikliği yapabilmek için, sözünü ettikleri bombaları kendilerinin yerleştirdiklerini söylemektedirler. Siyonizmin bu "tertipçiliğine" bazan kaba bir alay da katmaktadır. 29 Haziran 1967'de,İsrail Askeri Komutanlığı, Arap BelediyeMecilsinin dağıtıldığını haber verirken, Doğu Kudüs Belediye Başkanı Ruhi El-Hatib'e yazdığı resmi yazıda Arap temsilciliğinin bundan böyle olmayacağını "bildirmekle kesbişeref eylediğini" söylüyordu. Hemen ardından, Arap bankaları kapatıldı, paralarına el kondu. Kentin her yanında İsrail parası geçerli oldu, İsrail vergi sistemi uygulanmağa başlandı. Tüccarlar, zanaatkarlar ve meslek sahiplerininişgalcilerden resmen izin almaları zorunluluğu kondu. Devlet okulları İsrail eğitim programını izlemekle görevlendirildi. Mahkemelerde İsrail yasaları uygulanmağa başlandı. Böylece, Kudüs toprağı, mülkü, ekonomisi ve Kudüs yurttaşı yoğun bir Yahudileştirme çabası içine sokuluyordu.
Bir İsrail yöneticisi "önce toprağa el koyuyoruz; yasalar onu izliyor" demişti.21 İsrail propagandası el konan bazı özel topraklar için yüksek tazminat ödendiğini ileri sürüyor. Herhangi bir ödemenin sözkonusu olduğu durmnlarda, rakam çoğu kez 1948 yılı değerlerini aşIDıyorki, bu da düpedüz bir göstermeliktir. Yoksa, İsrail buldozerlerinin Araplara ait yapıları her fırsattan yararlanarak gelişigüzel yıktıkları artık bilinmelidir. Bazan çarşıya, pazar gitmiş olan bir aile dönüşünde, konutunu yıkılmışbuluyor, durdurma emri için Belediye Başka
~1 David Hirst, "Rush to Annexation: Israel in Jerusalem," Journal of Palestlne Studies, C. III. No. 4 (Summer 1974).s. 19.
48 TÜRKKAYAATAÖV
myla görüşmeğe giden ev sahibi geri geldiğinde gene aynı sonuçla karşılaşıyor. Direnen Araplar, çoğu kez, konutlarının önce giriş basamaklarının sökülüp atıldığını, sonra sırasıyla kaldırım, bahçe, hatta odaların bir kısmının yıkıldığın görüyorlar. Boyun eğmeyenler üstünde baskı, hatta işkencelere başvuruluyor. Bugün, buldozer yeni Kudüs'ün neredeyse bir simgesi olmuş durumda. Ve yıkılan yalnız elle tutulur yapılar da değiL.Okula giden Kudüslü Arap öğrenci kendi kültür, tarih ve dinini İsrail gözüyle görüp değerlendirmek zorunda bırakılıyor. Arap tarihi onlara bir yağma ve çekişme olarak, Yahudi geçmişi de parıltıIı bir biçimde sunuluyor. Müslümanlık ve Hıristiyanlık hiç okutulmazken Tevrat'ın öğretiminin zorunlu olduğu orta okullarda Arap öğrenci kendi tarihini 32, Yahudilerin tarihini ise 384saat görüyor. Osmanlı yönetiminde parlak bir okulolan Raşidiye'de 1967'den önce bile 800 öğrenci varken, 1970' lerde bu sayı 14'e inmişti. Kendi kişiliği olan ve bu kişilikle dünyanın sayılı kentleri içinde seçkin bir yeri bulunan Kudüs sanki bir Minnesota kasabası, bir Los Angeles banliyösüymüş gibi görünüm ve ruh değiştiriyor. Bu değişikliklerin tümü devletler hukukuna, Birleşmiş Milletler'in kararlarına ve İsrail'in B.M.'e üye kabul edilmesinden önce verdiği sözlere aykın düşmektedir. Bunun böyle olduğunu gösteren çeşitli RM. belgeleri,22 monograflar23 ve ilk-elden tanıklar24var. Bu kayriaklann hepsi İsrail'in eylemlerinin hukuk-dışı olduğunu gözler önüne seriyor. Kudüs'ün Arap halkı Kudüs'ün (ya da Filistin'in herhangi bir parçasının) başka birine ait olmasına dair hiçbir rıza göstermiş değildir; askeri işgalcinin egemenliğini de hiçbir zaman tanımamıştır.
BİRLEŞMİş MİLLETLER!KARARLARı:
1967saldırısı ve İsrail'in Kudüs'te aldığı ilk önlemlerden hemen sonra, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 4 Temmuz 1967tarihli ve 2253 sayılı kararıyla, İsrail'in kentin statüsünü değiştirme amacıyla aldığı önlemlerden duyduğu endişeyi belirterek, bu önlemlerin geçersiz olduğunu ilan etti ve İsrail'den attığı adımlardan geri dönmesini ve ay
22 örneğin: A/6793. A/6797,5/8146 ve 5/8158. 23 Rouhi Al-Khatib. The Judaization of Jerusalem, Belrut. P.L.O.,1970.Yazar Doğu Kudüs'ün ülkesinden çıkanlan Belediye Başkamdır. 24 Maıie-Therese. War in Jerusalem, Amman. 1967;W.J. 5tibbe, The Other Side of the Story, Amman, 1967;John Carter, An 'Eyewitness in JerusaJ.emi Sprfng 1969,London, the Jerusalem Commlttee, 1969. .
r
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU 49
m yönde yenilerini atmamasını istedi. Gene Genel Kurul on gün sonra aldığı 2254numaralı kararda İsrail'i bir önceki karara uymamakla kınayarak Kudüs'ün statüsünü değiştirecek önlemlerden va2;geçmesini bir kez daha istedi.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu'nun 1967saldırısından sonra aldığı ilk karar 22 Kasım 1967tarihli ve 242 sayılı ünlü karardır. Bu karar, kuşkusuz, 1967savaşından sonraki güç dağılımını, yani askeri bakımdan muzaffer olan İsrail ile yenik Mısır, Suriye ve Ürdün'ün durumlarım önemli ölçüde yansıtır. Arap ülkeleri İsrail'in işg:ll edilmiş topraklardan çekilmelerini isterlerken, İsrail yeni "savunula.bilir" sınırlar istemiş, ama bunun ne olduğunu, nerelerden geçtiğini bugüne değin belirtmemiştir. Ancak, Filistin sahnesine yeni bir öğe girmiştir. Bu da Filistin halkının tek meşru temsilcisi olan Filistin Kurtuluş Örgütü'dür. Saygın bir uluslararası konumu olan F.K.Ö., Birleşmiş Milletler dahil, birçok uluslararası kuruluşlara da kabul edilmiştir. Bu nedenle, Güvenlik Kurulu'nun 242 sayılı kararı bugünkü güç dağılımını gerçekçi olarak yansıtmıyor. Ancak, gene de, salt hukuk açısından, 242 sayılı kararda da "savaş yoluyla toprak kazanmanın kabul edilemeyeceği" belirtiliyor. Bu temel kural Kudüs'e de, Filistin'in her~ hangi bir yerine de pekala uygulanabilir. Gene de aynı karar Kudüs' ün adım açıkca geçirmiyol'.
Güvenlik Kurulunda Kudüs'le ilgili olarak 1968'e kadar karar alınmadı. 21 Mayıs 1968tarihli ve 252 sayılı karar İsrail'i Genel Kurulun son iki kararına uymamakla suçluyor, İsrail'in Kudüs'ün hukuki statüsünü değiştirmek amacıyla, topraklara ve mülke eL.koymak da dahilolmak üzere, yasama ve yürütme alanındaki tüm eylemlerinin geçersiz olup bu statüyü değiştiremeyeceğini söylüyor ve İsrail'i böylesine önlemlerden vazgeçrneğe ve bu yönde yeni önlemler almamağa çağırıyordu. İsrail bu kararı da hiçe sayınca, gene Güvenlik Kurulu 3 Temmuz 1969'da 267 sayılı kararı aldı. Hukuki açıdan iki karar da birbirine benzemekle birlikte, ikincisi daha sert bir dil kullanıyordu.
21 Ağustos 1969'da bütün dünya Kudüs'ün incilerinden biri olan EI-AksaCamiinde çıkan yangınla sarsıldı. Yapının güney bölümü, kubbe, süslemeli tavan ve ünlü minbel' yanmış, başka şeyler de zarar görmüştü. İsrail Hükfuneti yangına neden olan kişinin akli dengesinin yerinde olmadığım ileri sürdü. Güvenlik Kurulu'nun 15 Eylül 1969tarihli ve 271 sayılı kararı bu olay nedeniyle alınmıştı. Kurul kutsal bir yapı olan EI-AksaCamiine yönelen bu saldırının da bir kez daha ortaya koyduğu gibi, İsrail'in bir an önce izleyegeldiği tutumdan vazgeçmesini istedi. 298sayılı karar da (25 Eylül 1971) aynı biçimde bir hatırlat
.',:j
50 TÜRKKAYA ATAÔV
maydı. 22Mart 1979tarihli ve 446 sayılı karar, Kudüs de dahilolmak üzere, 1967'deişgal edilmiş olan Arap topraklarındaki yerleşmeleri incelemek için üç kişilik bir komisyon kurdu. İsrail bu komisyonu Filistin'e sokmadı bile. 1 Mart 1980'de alınan 465 sayılı karar İsrail'i komisyonla işbirliğine çağırdı. Özetle, Birleşmiş Milletler'in 1967'densonra aldığı kararlar, İsrail' in bu saldırıyı izleyip eylemlerini vurgulamakla birlikte, Kudüs'ün ilhakına ve Yahudileştirilmesine karşı çıkmaktadır.
CENEVRE ANDLAŞMALARı:
İsrail'in Kudüs'teki eylemleri B.M.kararlarına aykırı olduğu gibi, 1949 Cenevre Andlaşmalarına aykırıdır. Bunların "Savaş Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Konvansiyonu" başlığını taşıyan dördüncüsü İkinci Cihan Savaşında siviHereyapılan bazı muameleleri ilerde önlemek amacını güdüyordu. İsrail (temsilcisinin 26 Ekim 1977'deB.M.Genel Kurulu'nda söylediği gibi2S) Dördüncü Cenevre Andlaşmasının Batı Yakasına (bu arada, Kudüs'e) uygulanamayacağı inancındandır. Bunun nedeni de Ürdün'ü burada "meşru egemen devlet" olarak görmemesi ve kendini de işgalci taraf saymamasıdır. İsrail'e göre, devletler hukukunda "işgalci taraf" ve "işgal edilmiş toprak" belirli anlamları olan teknik kavramlar ve kelimelerdir; iki devletin silahlı çatışmasının bir sonucu olarak, birinin ötekinin egemenliğindeki toprağı denetimi altına alması demektir; bu durumda, meşru olarak egemen olan devlet, fiilen denetimi ortadan kalksa bile, o toprak üstündeki egemenliği devam eder; İsrail'e göre, sözkonusu topraklarda meşru egemenliğin ortadan kalkarak yerine bir işgalci devletin gelmesi olayı yer almamıştır, çünkü Ürdün bu topraklarda meşru olarak hiçbir zaman egemen olmamış, oralarda bir işgalci olarak bulunmuştur; meşru egemen devletin olmadığı yerde de Dördüncü Cenevre Andlaşmasının maddelerinin uygulanması beklenemez. İşte, İsrail'in görüşü budur. Hatta İsrail bu maddelerin Filistin'in herhangi bir yeri için bile uygulanamayacakları görüşünü savunuyor. Ancak, böyle bir savunma ka'bul edilemez - ve edilmemiştir de. Önce, sözkonusu andıaşma tüm Orta Doğu ülkeleri tarafından imzalanmış ve Anayasalarında gösterilen yöntemlere uygun olarak onaylanmıştır. Bu andlaşmayı İsrail'de kabul etmiş ve 6 Ocak 1952tarihin
25 U.N.. Document A/32IPV.47. S. 46-48.
KUDÜS YE DEYLETLER HUKUKU 51
de onaylamıştır. Böylece,bu andıaşma bütün bölge devletleri için hukuken bağlayıcıdır. İkinci olarak, Aneliaşmamn Birinci Maddesi "Tarafların bu Konvansiyona bütün koşullarda saygı duyacaklarını ve saygı duyulmasını sağlayacaklarını" açıklamaktadır. Burada. iki önemli nokta var: Biri, andıaşmanın "tüm koşullarda" geçerli olduğu ve ikincisi de imzalayanlara sorumluluk yüklediğidir. Üstelik, bu sorumluluk yalnız her imzacı devletin andıaşmaya uyma noktasında kendi başına duyacağı dar bir sorumlulukla sınırlı değildir. Taraflar andıaşmaya "saygı duyacak ve saygı duyulmasım sağlayacaklardır (...undertake to respect and to ensure respect). Burada ince ve önemli bir nokta daha var: Andıaşmaya imza koymuş ve onaylamış olan her devlet bu andıaşma hükümlerine yalnız kendi uymakla kalmayıp başkasının da uymasım sağlamakla da yükümlüdür. Bu ikinci görevini de yapmadığı takdirde, andıaşmayı gene çiğnemiş sayılır. İşte, bu nokta hepimize İsrail'i andlaşmaya uymağa zorlamak gibi bir görev veriyor.
İsrail Dördüncü Cenevre Andıaşmasını çiğnemiş midir ve çıgnemekte midir? İkinci Cihan Savaşının sonunda Nazi savaş suçluları muhakeme edilirken, onlar da "işgal edilmiş toprak" sözcüklerine başka anlamlar vermeğe ve böylece devletler hukukundan kaçmağa çab~lamışlardı. 1949'da kabul edilmiş olan Cenevre Andıaşmaları işte bu türlü kaçarnaklara olanak sağlamayacak bir biçimde yazılmak istendi. Bu nedenle, andıaşmanın hükümleri her türlü savaş ya da silahlı çatışmaya uygulanabilir durumdadır. Hedefi herhangi bir çatışmada insan haklarına saygı gösterilmesini sağlamaktır. Ürdün Batı Yakası'nı işgal etmiş olsa bile, bu durum İsrail'e o topraklarda insan haklarını çiğneme hakkı ver!!lez,çünkü Cenevre Andlaşmalarının amacı bir toprakparçası üstünde hangi tarafın egemen olduğunu saptamak ya da devletlerin çıkarlarını gözetmek değil, insan haklarının çiğnenmesini, siviIlere insanlık-dışı muamele yapılmasını önlemektir. Bu hedefler çerçevesinde, İsrail Dördüncü Cenevre Andıaşmasını çiğnemiştir ve çiğnemektedir. İsrail Yüce Mahkemesi bu konvansiyonun andıaşmaya dayanan bir devletler hukuku olması nedeniyle, iç hukukla yani özel bir İsrail yasasıyla uygun bulunması koşulunu da öne sürmüşse de, İngiltere ve Amerika arasındaki "Alabarna" örnek olayında da belirtildiği gibi, hukuksal araçların tamamlanmamış olması ilgili tarafı sorumluluktan kurtarmaz. Kısaca, buandlaşmaların hedefi insancıl bir ilkenin korunmasıdır. Nitekim, Birleşmiş Milletler de bunların İsrail işgali altındaki böl
.',
52 TÜRKKAYA ATAÖV
gelere uygulanabileceklerini belirtmiştir. Güvenlik Kurulu'nun 11 Kasım 1976ve Genel Kurul'un da Aralık 1978 tarihli kararları bu yöndedir. Birleşmiş Milletler özel Komitesi'nin, Kızıl Haç Uluslara~ası Komitesi'nin, Uluslararası Ai Örgütü'nün, İsviçre İnsan Hakları Birliği'nin ve (A.B.D.) Ulusal Hukukçular Birliği'nin araştırmaları ve vardıkları sonuçlar da bu yönde olmuştur. Dördüncü Cenevre Andıaşmasının 49'uncu Maddesi sivil halkın yerinin değiştirilmesini yasaklarsa da, İsrail Filistinlileri yerlerinden etmiş, işgal ettiği bölgelerde askeri ve sivil yerleşimler kurmuş, Kudüs'ün de çehresini değiştirmiştir. İşgal altındaki yerlerde böylesine bir demografik değişim Arap kültürünü yok etmek amacını da güdüyor. Böylesine sistemli bir çaba da devletler hukukuna aykırıdır. İsrail Hükumeti yeni yerleşme merkezleri kurmakla da uluslararası andlaşmalara ve Birleşmiş Milletler'in kararlarına karşı çıkmaktadır. 1967'densonra askeri ve yarı-askeri olan yerleşmeler, gün geçtikçe, sivil yerleşmeler durumuna sokulmaktadır. Kudüs (ve Sina) çevresindekiler de başından beri sivil nitelikteydiler. İsrail'in bu Arap bölgelerine dışardan başkalarını getirip yerleştirmesinin bir önemli 'sonucu da su bunalımının yaratılmış olması ve Arap su kaynaklarına el konmasıdır. Yahudi yerleşmelerinin çoğu tarımsal olduğu için, İsrail Arapların haklarını yana iterek kendi gereksinimine öncelik tanımaktadır. Bunun sonucu olarak, işgal edilmiş bölgelerde su kaynaklarının denetimi de Dördüncü Cenevre Andıaşmasına aykırı düşüyor. Filistinli, İsrail yetkililerinin izni olmadan kuyu bile açamamakta, mevcut Arap kuyularından çekilen sular ölçen araçlarla denetlenmektedir. İsrail'in yerleşme politikası uygulandıkça, hükUmetin sular üstündeki bu mengenesi de sıkılacaktır. İsraillilerin Araplara yığınsal cezalar vermekte olduklarına dair çeşitli incelemeler vardır. Yığın halinde tutuklama, konutların yığınsal yıkımı ve Araplardan gelen protestolara karşı türlü yığınsal tepkiler gene Dördüncü Cenevre Andlaşmalarının 33 ve 53'üncü Maddelerine girmektedir. Aynı biçimde, 27, 30, 31 ve 32'nci Maddeler de işkenceyi ve kötü muameleyi yasaklar. Bu konuda da ikna edici raporlar vardır. Londra'da yayınlanan Sunday Times gazetesinin işkence konusundaki 17 Haziran 1977 tarihli raporu bu eylemin yüksek rüt'beli İsrailli yöneticiler tarafından desteklendiğini gösteriyor.
SONUÇ:
Konuya hukuk açısından bakıldığında, yazar Hedley V. Cooke ile birlikte şu yargıyı yineleyebiliriz: "Dünyadaki tüm ülkeler arasında
KUDÜS VE DEVLETLER HUKUKU
_,O - ,~ ,._,~.;;; .•.._.,~,; •...•
53
yalnız İsrail devamlı ve güvenli olarak kendinin diyebileceği bir karış toprağa bile sahip değildir."z;; İngiliz Manda yönetiminin sona ermesinden bu yana, Filistinli Araplar kendilerini Siyonist işgale karşı savunmak için ellerinden geleni yaptılar. F.K.Ö.'nün kuruluşu (ve bu arada Ürdün'ün Batı Yakasında egemenlikten vazgeçmesi) B.M. Genel Kurulunun Filistin halkının kendi geleceğini kendinin saptaması, ulusal bağımsızlığı ve egemenliğini onaylamasında önemli etken oldu.
Ulusların kendi geleceklerini kendilerinin saptamaları halkların emperyalizme tepkisinin bir ifadesidir. Bu hak RM. Andıaşmasında da Madde 1/2 ve 55'de belirtiliyor. B.M. Andıaşmasının yorumu üstünde de bir çeşit vesayet kurmağa çalışan emperyalist devletler bu hakkı sınırlamak isteyerek onu kullanılacak bir hak olmaktan çok işlevsiz bir ilke gibi sunmayı yeğlemişlerdir. Ancak, Genel Kurulun 1950'dealdığı 421 sayılı kararı bu hakkı temel insan haklarından biri olarak sayar. "Sömürge Ülkeleri ve Halklarına Bağımsızlık Verilmesine İlişkin RM. Bildirisi" de halkların yabancı boyunduruk, baskı ve sömürüye hedef olmalarının temel insan haklarının yadsınması anlamına geldiğini açıkladı. Birleşmiş Milletler yalnız 1961'de bu açık~ lamanın uygulanmasını izlemek ama'cıyla bir Özel Komisyon kurmakla kalmadı, ulusların kendi geleceklerini kendilerinin özgürce saptama hakkı içine doğal kaynaklarına sahip olmaları hakkını da kattı. ÖZellikleBirleşmiş Milletler komitelerinde yapılan incelemeler sonucu olarak, bu haklar uluslararası ilişkiler ve devletler hukukunun bağlayıcı ve emredici kuralları içine girmeğe de başladı. Filistin halkının sözü edilen temel haklara sahip olmasına engeller konduğu açıktır.
Bu engellerden önemli biri Camp David çerçevesi diye bilinen ve bunu izleyen andlaşmalardır. Gene konumuzu "Kudüs ve Devletler Hukuku" olarak sınırlamış olduğumuzdan, Camp David'in uzun bir eleştirisini burada yapacak değiliz. Ancak, bu andıaşma temelde İsrail Başbakanı Begin'in 28 Aralık 1977önerilerinden çok farklı değildir. Bu andlaşmalar Filistin halkının bir kısmına haklarının ancak bir kısmını (örneğin, seU-detennination ve devlet kurma hakkı hariç) kendine ait olması gereken toprakların yalnızca bir kısmı üstünde vereceğini söylemekte, fakat bunun üstünde bile İsrail'in her aşamada vetosunu kabul etmektedir. Bu durumda, "özerklik" ve "Filistinlilerin katılması" birer aldatmacadan ibarettir. Bu aldatmacalar hukukla 'bağdaşmaz. Ancak, konumuz bakımından önemli olan Camp David
26 Israel: A Blessing and a' Curse, London, Stevens, 1960, s, 186.
i ~ ., , i
;, .1 .~ 1
tli'h &"'li
Çerçevesinin işgal edilmiş Kudüs'ü "kendi kendini yönetecek otorite" diye tanımlanan kavramın bile dışında tutmuş olmasıdır. Bu otoritenin Kudüs'teki toprak, mülk ve hak üstünde hiçbir sorumluluğu olmayacaktır. Açıktır ki, böylesine andıaşmalar devletler hukuku açısından da geçersizdir. Bu andıaşmalar Filistin halkının haklarını. çiğnem,ektedir. 1977 Viyana Andıaşmasının 77'nci Maddesi de yapılmış olan bir andlaşma devletler hukukunun belirli bir kuralıyla çatl.şacak olursa geçersiz sayılacağını belirtiyor. Viyana Andlaşmasını incelemiş olan Uluslararası Hukuk Komisyonu da ulusların kendi geleceklerini kendilerinin saptamaları hakkını devletler hukukunun belirli bir kuralı olarak benimsemiş durumdadır. Filistinlilere temel haklarının verilmemiş olduğu bilinen bir gerçektir. Kudüs'le ilgili olarak Birleşmiş Milletler'in aldığıkararlar da ortadadır. İsrail'in bunlara uymaması onları geçersiz kılmaz. Ancak, B.M.'in İsrail'i yalnızca suçlamakla kalması ve bundan ileri gidememesi bu devleti cesaretlendirmiş, saldırılarını arttırma ve başkalarının hukukunu çiğnerneyi sürdürme olanağı tanımıştır. Kudüs'te (ve Filistin'in tümünde) yapılmış olan yanlışlıkları düzeltme görevi en başta Birleşmiş Milletler'e düşer. Adalet ilkeleri ve devletler hukukuna uygun olarak, saldırıları durdurma ve uluslararası barış ve güvenliği sağlama onun görevidir. B.M. Andlaşmasının birçok maddeleri Güvenlik Kuruluna bu yönde türlü yetkiler tanımışlardır. Üstelik, İsrail konusunda Birleşmiş Milletler'e özel bir sorumluluk düşüyor, çünkü İsrail devleti onun yaratığıdır. Kudüs'ün gelecekteki statüsü ise, bağımsız bir Filistin Devletinin kurulması konusunun temel bir öğe olduğu genel bir Orta Doğu andlaşmasına bağlıdır.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)

#buttons=(Accept !) #days=(20)

Our website uses cookies to enhance your experience. Learn More
Accept !